Uzunca bir zamandır stratejik bakış açısı ve stratejik konular Türkiye’de düşünceyle uğraşan kesimlerin hayli ilgisini çekiyor. Zaman zaman sosyal bilimlerden bazıları tuhaf biçimde öne çıkıyor her birinin modası geçse de bazı tortular bırakıyor. Irak’ın işgal edilmesiyle başlayan süreç bu ilgiyi daha da tetiklemiş olsa da bundan bağımsız olarak, çok farklı görüşe sahip kesimler arasında stratejik düşünme, stratejik perspektiften olayları değerlendirme gibi eğilim hayli revaçta. Entellektüellerden siyasilere kadar geniş çevrelerin nezdinde her kapıyı açan itibarlı bir anahtar kavramı haline geldi. Bir zamanlar içe kapanık, yabancı yayınları okumanın belli çevreler için ayrıcalık sayıldığı bir ülkede birden her gelişmeyi ‘dış bağlantısı’yla değil her şeyin ‘dış bağlantı’yla açıklanır oluşu normal gelmiyor.
Türkiye gibi imparatorluk mirasının üstünde oturan bir ülkede yaşıyorsanız, Ortadoğu gibi dünyadaki denge hesaplarının çatıştığı bir bölgede iseniz ve bunların üstüne ‘medeniyet/ler hesaplaşması’nın aktörü olarak İslam dünyasının bir parçası iseniz dünyada olup bitenlere bigane kalamazsınız demektir. Üstelik küresel hegemonyanın mağduru bir coğrafyanın insanları olarak da insanlığın geleceğine dair kafa patlatan okumuş-yazmışlar zümresinden biri olarak da dünya siyasetine ilgisiz kalmanız beklenemez.
Bizdeki durumun tuhaflığı yazar-çizerlerin dünyayı takip ediyor (daha önceki dönemin aksine) olması değil, kendi dinamizmini ‘hiç say’arak, kendi toplumuna bile stratejik değer çerçevesinde anlam yükler hale gelmesi, her türden çözümün küresel aktörlere bakarak halledilir olmasıdır. Irak işgali öncesi Amerika’ya verilecek desteği “ahlaken yanlış ama siyaseten doğru” bulan bir strateji zihniyeti her kesime bulaşmış gibi.
Liberaller zaten küresel sömürü ile kol kola girerek neo-liberal ahlaksızlığın her derde deva olduğunu, Amerika ile stratejik ittifak (ilhak etmenin stratejik dille ifadesi) kurmaktan başka kurtuluşumuzun olmadığını yazıp çiziyorlar. Ulusalcılar Amerika’nın neden kendileriyle işbirliği yapmadığından ötürü öfkeli ve vatandaşı Kürtlerle bile ilişki kurabilmeyi anacak Amerika üzerinden mümkün kılacak/neticelenen politikalar/çığırtkanlıklar peşinde… Hepsinin sığındığı sihirli kelime “stratejik gerçekler, gereklilikler, gelişmeler…”
Bizim gibi imparatorluk kurabilmiş tüm iddialı ulusların bir stratejik dünya algısı vardır. Almanların 5B ile formüle edilen stratejik yayılma hedefleri ile Kutsal Roma-German imparatorluk mirası arasında ilişki vardır. Avrupa Birliği projesi bile bu çerçevede büyük devletler açısından Roma’yı yeniden kurma idealinden bağımsız değildir. Böylesi bir arkaplana yaslanan stratejik hesaplaşma aslında bir medeniyet projesine dönüşüyor demektir. Bir medeniyet içi süreklilik idealinin stratejik dille formüle edilmesi demektir. Böylesi hesabı olmayan uluslar çevreye itilerek, büyük hedefi olan ulusların gölgesinde kalarak dar alanda çıkar hesapları yaparlar ancak.
Türkiye’deki stratejik hesap yapmanın, düşünmenin ‘strateji hastalığı’na dönüşmesi böylesi bir medeniyet vizyonundan, büyük düşünme ve ufukdan mahrum olmasıdır. Burada şaşılacak olan, kendini ulus-devlet ufkuyla sınırlamış, geleceğini Batı (güç dengesine göre buradaki özne değişir) ile gireceği ittifak adı altında kamufle edilen il/ti/hak etme politikalarına bağlayan batıcı-ulusalcı-milliyetçilerin durumundan çok kendini bir ümmetin parçası gören Müslüman kimlik ve duyarlılık sahibi okumuşların da iddiasız, ufuksuz ve sığ yorumlara sığınmalarıdır.
Hiçbir iddiası olmayan, her türlü ütopyadan nasibin almamış kupkuru stratejik çözümlemelere indirgenen bakış açısı bu ülkenin de Müslüman coğrafyanın da geleceğini elinden alıyor. Ve bu stratejik bakış hastalığı ulus-devlet mantığı ile malül ve her türden milliyetçiliği, yerelliği ve bunun üzerinden yapılacak haksızlığı, adaletsizliği meşrulaştıran bir örtüye dönüşüyor. Memleketini seven insanlara giydirilen stratejik bakış hastalığı evrensel insani duyarlılıkları, Müslümanların ortak dertlerini öteleyen bir tavrın içselleşmesi anlamına geliyor.
Bu ülkenin geleceğinin Müslümanlıkla ilişkisini yok sayan, “real politik” okumaları öne çıkaran strateji hastalığı, her şeyi izah eden, açıklayan bir ideolojik pişkinlik halidir.
Dünyada işgal ettiğimiz yerin, sorumluluklarımızın hesabını vermek yerine ütopyaları kuru real politik fırsatçılığa heba etmek anlamında bir küresel ilgi, Müslüman yüreklerin ufkunu kararttığı gibi, geleceğe ilişkin belirleyici olma vasfını kaybettiren ama faydacılığa teslim olan bir duruştur. Buna karşı en fazla direnmesi gerekenler Müslüman aydınlar olmalıdır. İktidar ilişkisi ile gelecek tasavvurunu terk edenlerin tarih karşısındaki sorumlulukları büyük olacaktır.
Irak’ın geleceği, Türkiye’ninkinden daha az önemli olmadığı gibi Kerkük’teki Türkmenlerin geleceği ne Kürtlerden ne de Şii-Sünni Araplardan daha önemlidir. Bu bütüncül bakışı yitirmenin adıdır strateji hastalığı.
Yazının Linki: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=8714&y=AkifEmre