GELİBOLU’YU ANLAMAK

Misyonerlere Özenmek ( Ramazan Balcı )

Mısır 1882


 


Mısır, Mehmed Ali Paşa’nın isyanı sonrasında imtiyaz fermanları ile (1840) Mısır valiliğine verilen   özerklik sayesinde yarı bağımsız bir eyalet şeklini almış, imparatorluğa olan bağı yıllık maktu vergi ile sınırlandırılmıştı.


 


40 yıl içinde Mısır valileri Mısır borçlarını ödenemeyecek bir seviyeye getirmiş, köylüler vergi borçları karşılığında topraklarını büyük ölçüde kaybedip, kendi topraklarında karın tokluğuna çalışan amaleler haline gelmiş, günden güne artan yabancı nüfuzu hayatı çekilmez hale getirmişti. Önemli memuriyetler İngiliz memurların ellerinde kalmış, işden çıkarılan askerler atlara verilen arpa ile karınlarını doyurmak zorunda kalacak derecede fakir düşmüşlerdi.


 


Meşhur söylemi ile “Mısır Mısırlılarındır” hareketi bu günlerde başladı. Cemaleddin Efganî ve Muhammed Abduh’un fikir üstadlığını yaptığı hareket kısa zamanda ordu içinde gelişmiş, Ahmed Arabî (Urabî) önderliğinde Hizbü’l-Vatanî, (Vatanîler) hareketi iki yıl içinde kendini İngiliz işgali karşısında savaşın içinde bulmuştu. Savaş iyi başladı . Mısır halkı büyük bir coşku ile cepheye koşmuştu. Ne var ki arka arkaya ihanetler yaşandı. Telkebir’de hiç beklenilmedik bir yenilgi alan Arabî, yine hiç beklenilmedik bir şekilde  İngilizlere teslim oldu.


 


Arabî ihanet mi etmişti? Bu konuda tam bir kanaat elde edilemedi ancak bu sonucu hazırlayan iki ajan misyoner vardı.


 


Biz bu yazımızda, bu ilginç olayın misyoner kahramanları üzerinde duracağız. 


 


Edward Palmer (1840-1882)


 


İngiliz ordusu Kassain bölgesinde iki defa Mısır askerinden sopa yemişti. Tek çare vardı. Arabi’nin asker kaynağı olan Urban kabilelerini satın almak! İngiliz deniz kuvvetleri komutanlığı Cambridge Üniversitesi Şark dilleri hocası Edvard Palmer’den yardım istedi. Palmer’in Şark sahrasını tanıması ve yerel dilleri bilmesi işini kolaylaştırdı. İskenderiye’de Amiral Seymour ile görüşen Palmer, Yafa’ya gidip burada Arap kıyafetine girdi. Kendisini Şeyh Abdullah adında bir Müslüman olarak tanıtmış, deve satın almak isteyen bir tüccar görünüşüyle sahraya çıkmıştı. Büyük rüşvetler karşılığında Tarabin ve Tayaha kabileleri ile anlaşma sağladı.


 


Ağustos ayında tekrar bölgeye gelen Palmer bedevilerin yardımıyla, Arabî Paşa ile Türkiye arasında haberleşmeyi sağlayan telgraf hattını tahrip etti. Bölgede bulunan en büyük bedevi kabilesi şeyhlerinden Salihiye’de yaşayan Suud Tahavi ve Tamîlat vadisi şeyhi Muhammed el-Bakli’nin Hidivin yanında yer almalarını sağladı.[i] İşin sonunda Palmer üç arkadaşıyla birlikte çölde dağıttığı altınların kurbanı oldu. Bedeviler altın yumurtlayan tavuğu kesmişlerdi.[ii] Bkz ek 1


 


Bedevi urban şeyhlerini satın alma, dönemi itibarıyle İngilizlerin bütün orta doğuda yaygın olarak kullandıkları bir usuldü. İngiliz ajanlar asırlardır çölde serbest yaşayan ve cahiliye toplumunun geleneklerini sürdüren urban reislerini kendi mekanlarında bulup onları maaşa bağlamışlardı. İskenderiye çıkarmasının hemen ardından bölgeyi çok iyi bilen ajan misyonerler Arabî’nin asker kaynağı olan urban kabilelerini dolaşmışlar, yüksek miktarda altın dağıtarak kabilelerin savaştan çekilmesini sağlamışlardı.


 


Telkebir savaşından iki gün önce General Wolseley, bütün urban kabileleri satın alındı, diye Londra’ya telgraf çekmişti.


 


 



Blunt ve Gregory


Sir Wilfrit Blunt aslen İrlandalıydı. Müslümanlar arasında uzun süre yaşamış, akidelerini ve geleneklerini iyice öğrenmişti. 1881-82 kışında Arabî hareketine bütün hisleri ve düşünceleri ile önderlik etmeye çalıştı. Blunt, vatanîler hareketi ile İngiliz elçi Mallet arasında elçilik yapmış hareketin ilk merhalesinde büyük roller oynamıştı. Blunt, milliyetçi Avrupa’nın gözünün Mısır üzerinde olduğunu ileri sürerek liderlere ordularını kuvvetlendirmeyi tavsiye etmekteydi. Diğer müsteşriklerden ayrı olarak Mısır’ın İngiltere tarafından askeri işgale tabi tutulmasına karşı çıkıyor, hürriyet hareketinin Mısır’da İngiliz himayesinde bağımsız bir Mısır devletine yol açmasını savunuyordu. Bu yüzden Blunt Avrupalıların gözleri önünde “Şayet askerlerle ittihat yapamazsanız Avrupa beldelerinize el koyacaktır. Bu benim için kesin bir kanaattir” diyebiliyordu.[iii]


 


Wilfrid Blunt, uzun bir süre Mısır üzerinde çalışmalar yapmıştı. İngiliz işgalinden sonra da Mısır’da çalışmalarına devam etti. Blunt, Osmanlı Mısır Yüksek Komiseri Ahmed Muhtar Paşa’nın da dikkatini çekmişti:


 


   “Hakkında yapılan tahkikatın neticesini özetlemek gerekirse İngilizler içinde Osmanlı saltanatına bağlı mülklerden olan umum Arapları birleştirmek ve İngiliz nüfuzu altında Allah saklasın bir Arap hilafeti teşkil etmek gibi zararlı hülyalara tabi bir fırka mevcuttur. Blunt ta o fırkanın efradındanmış. Arabî olayından hayli seneler önce Blunt Mısır’a gelmiş Matariye köyünde arazi edinmiş Mısır’ın yerli halkından ayrı olarak bedevi Araplarla dostluk kurmuş Arabî ile de tanışmıştır. Onun aracılığı ile meramını gerçekleştirmeye çalışmıştır.


 


Arap kıyafeti ile hecin develer üzerinde çölden çöle gezerek urban ve bedevilerle dostluklar kurmuştur. Adı geçenin bedeviler arasında aleyhisselatü vesselam efendimizin Arap olduğu için Arap kavminin reisliğe layık olduğu ve daha bunun gibi zararlı saçmalıklarda bulunduğu anlaşılmıştır.


 


Bunların İngiltere de bir cemiyet oldukları anlaşılmaktadır. Arabistan’ın yalnız Mısır kıtasında değil bütün Arap topraklarında isim ve kıyafetlerini değiştirmiş, böyle serserilerin dolaşmakta olması mümkündür.”[iv]


 


İşgalden önce sadece İskenderiye’de 50 bine yakın yabancı yaşıyordu. Bunlar arasında seçkin bürokratlar, gazeteciler, iş adamları ve toplum mühendisliği yapan çok sayıda ajan siyaset memurları vardı. Önde gelen isimler duruma göre Hidivin yada Arabî’nin etrafını sarıyor onların birinci derecede yakınlığını kazanmış kimseler oluyorlardı.


 


Eski Seylan valisi William Gregory eşi Lady Augusta ile birlikte Kahire’delerdi. Bu ikili daha sonra Arabî’nin hayatı üzerinde etkili olacaklardı.


 


Lady Augusta, İngiliz sefiri E. Mallet, Lord Houghton ve askeri ateşe F. Goldsmid ile akşam yemeği yemişler ve Arabî için tartışmışlardı. Lady Augusta, kocası William ile birlikte ona güveniyorlardı. William Arabî ile yaptığı röportajında İngiliz işgaline karşı olduğunu yazmıştı.


 


 Wilfrid Blunt, da aynı şekilde düşünüyordu. Bunlar için Arap istiklali yada Arap hilafeti, İngiliz işgalinden daha önemliydi. Blunt, Arabî ile teklifsiz görüşmekteydi. Lady Augusta’ya göre o, “İngiltere’ye karşı hoşnutluk içinde, daha lütufkar ve köleliği önlemeye kararlı” olduğu için Arabî’yi destekliyordu. Lady Augusta’ya bakılırsa Arabî, Blunt’un Mallet’in ajanı olduğunu, ancak kocası William’a güvendiğini söylemişti.


 


Arabî, İngiliz ve Fransız mâlî müfettişler A. Colvin ve De Blignieres ile de görüşmekteydi. İngiliz işgaline karşı olan cephenin ortak noktası herhalde Lady Augusta’nın şu sorusunda gizliydi:


“Arabî Mısır halifesi olacak mı?”


“İnşallah” [v]


 


Vatanîler bütün milî tavır ve söylemlerine rağmen batı karşısında bir hayranlık duygusuna kapılmış olmalılar. Zira dönemi için İstanbul seçkinleri de çok farklı değildi. Hürriyetlerin, medeniyetin ve maddi terakkinin beşiği sayılan Fransa ve İngiltere, fikir akımları için kendileri ile savaşılan bir düşman değil aksine, bütün mutluluklar için kollarını açmış bir sığınma eviydi.


Yeni Osmanlıların her birinin Avrupa’ya kanat açtığı bir dönemde Arabî’nin çevresini İngiliz ajanların sarması şaşılacak bir durum değildir. Ayrıca bunlar İngiliz Sefir gibi işgalci değil, Arap istiklalini, bağımsız Arap idarelerini savunan hürriyet perileridir!


 


Arabî’nin Yargılanması


 


Arabi’nin yargılama süreci başladığında Arabî’nin İngiliz dostları Londra’da etkili bir propaganda başlattılar. Bilhassa Lady Augusta’nın yazdığı makaleler çok etkili oldu.


Öte yandan İngiliz Politikası günü birlik değildi. Mısır’da er geç Milliyetçilerin güçleneceğini biliyorlardı. Arabî’nin kendileri tarafından yargılanıp idam edilmesi, Mısırlıların ebedi düşmanlıklarına yol açabilirdi.


 


Bunun yerine Arabî, Hidiv adına Osmanlıya isyan etmiş bir asi olarak yargılanmalı ve İngilizler tarafından kurtarılmalıydı. Böylece Mısır’da Araplar ile Hidiv ailesinin arası iyice açılmış olur, iyice yalnız kalan Hidiv, İngilizlere karşı daha bir savunmasız hale gelirdi.


 


Lady Gregory, Arabi’nin ev hayatı hakkında Times’ta bir makale yazdı. Bu makale ayrı bir kitapçık olarak ta basıldı. Bayan Gregory, günlüğüne yaptığı girişleri genişletmiş, böyle iyi bir adamın göründüğü gibi Anti-İngiliz biri olmasının imkansız olacağını ileri sürmüştü. Annesinin ve eşinin, büyük güçlerin kocasına ve oğluna neden zarar vermek isteyebileceklerine dair idrak yetersizliğini tasvir ederek makaleyi sonlandırdı. Makale amacına ulaştı ve bundan sonra Britanya’da Arabî’ye yönelik daha çok sempati söz konusu oldu.


 


Öte yandan William Gregory, Sudan’da İngilizlere karşı savaşan Mehdi ile barış için müzakere yapabilecek en uygun kişinin Arabî olduğunu ikna edici biçimde tartıştığı “Mısır-Sudan” isimli bir makale yayınladı.


 


“ Eğer tüm dünyayı arasaydık, Mehdi’den bu kadar güven ve onur alan başka bir adam daha bulamazdık…. Bu adama dair her zaman sahip olduğum iyi düşünceye korkusuzca bağlı kaldım. Kamu görevinde elleri her zaman temizdi, hiç bir adam bu kadar bozulmamış değildi, hiç bir zaman Oryantal değildi daha kolay affediciydi, özünde düşmanlarına karşı daha centilmendi… Güçlü dini fikirlerine rağmen, onu bakış açısında her zaman ölçülü ve liberal buldum. Reform için talepleri hiç bir zaman haddini aşmadı” diyordu. [vi]


 


Özetle Arabî’nin İngiliz dostları işgal sonrası, İngiliz politikasının tespitinde etkili oldu. Britanya hükümeti, Arabî takımının Blunt’un maddi yardımı ile Kahire’ye gönderilecek İngiliz avukatlar tarafından savunulmalarına izin verdi.


 


Blunt, avukat göndermekle kalmamış Arabî’nin kurtarılması için Londra’da kamuoyu oluşturma çalışmalarına başlamıştı. Olay Londra’dan Paris’e intikal etmiş, Dr. Digo da Arabî’ye yardım edilmesi için kampanya başlatmıştı.


 


Arabî İngilizlerle yaptığı savaşlarla ilgili olarak suçlanmadı. İngilizler Mısır’da Milliyetçileri kazanmak ve Osmanlı Devleti’ni yok saymak için Arabî’yi sadece Hidiv’e karşı işlediği suçlar için yargıladı.


 


İlk sorgu sonrasında Mahkeme savcısı Sir Çarles Wilson, Vatanî liderler hakkında dava açılmasına gerek olmadığına hükmetti. Ancak Nazırlar Heyeti’nin şiddetli itirazları üzerine mahkemeye devam edildi.


 


Mahkeme sırasında Arabî’nin yaptığı savunma ile onun savaştan önceki konuşmaları arasında hiç bir benzerlik yoktu. Kendisi esasen İngiliz medeniyetine aşıktı, o hiç bir zaman İngilizlerle savaşmamış, hiç bir zaman da savaşmayı düşünmüyordu. Çok uzun olmayan müdafaasında dikkat çekici parağraflar vardı. Onun gözünde “İngilizler isanlık aşığı, medeniyetin beşiği, her türlü haksızlığın ve adeletsizliğin en şiddetli düşmanı olarak” görülüyordu.[vii]


 


Arabî ve arkadaşları kendilerini şerefli bir devlete emanet etmişlerdi. “Biz nefsimizi düşmanımızın hapishanesine değil, İngiltere gibi emanet ve şeref sahibi azametli bir devlete teslim ettik. Bu hep olmasını beklediğimiz bir şeydi. İnsaniyete yardımı bilinen bir devlete işlerimizi emanet ettik. İngiltere bizim savaştığımız bir devlet değildir.”[viii]


 


Arabî savunmasını Mısır halkının savaşa verdiği muazzam desteği sayıp dökerek tamamladı ve bunca imkan kendisine sunulmuşken, yüz bin insan emrinde hazırken savaşı bırakıp teslim olan bir insanın asi sayılamayacağını iddia etti. Ne var ki bu savunma onu tarih nazarında daha da suçlu duruma düşürmekteydi.[ix]


 


Bu sözde mahkeme kısa sürede tamamlandı. Planlandığı gibi Arabî Paşa önce idama, sonra sürgüne mahkum edildi. Ahmed Arabî, Mısır’ı terk ettikten sonra istediği yerde ikamet edebilecekti. Lord Dufferin, Arabî’yi bütün bütün elden çıkarmak niyetinde değildi. Onu hareketin diğer öncüleri ile birlikte Seylan adasında ikamete mecbur etti.


 


Arabî’nin mahkemesi sırasında Londra’da kampanya başlatıp idam edilmesini önleyen Wilfrid Bulnt ve William Gregory, uzun süre Vatanîlerin peşini bırakmadılar. Bu ikilinin savunduğu fikir Arap topraklarının doğrudan işgali değildi. Ulusal Arap liderlerin önderliğinde, İngiltere himayesinde yürüyecek yönetimleri savunuyorlardı.


 


William Gregory, daha önce valilik yaptığı Seylan’a gelmiş, burada Arabî ile görüşmüştü. William Gregory, ulusal Mısır liderlerinin görevlerine iade edilmeleri, bunların güvenlerini kazanarak idarî yoldan İngiltere’ye bağlanmaları gerektiği tezini savunmaya devam etti. Arabî’ye bu imkan sağlanırsa onun liderliğinde Sudan vb. ülkeler de İngiliz himayesine alınabilirdi.[x]


 


İngilizler Vatanî liderlerle Sudan’ı etkisiz hale getirme konusunda umutluydular. Arabî savaşı sırasında Bombay’da sürgünde bulunan Cemaleddin Efganî, Hintlileri İngilizlere karşı isyana teşvik ettiği iddiasıyla Kalküta’ya getirilmişti. Daha sonra Londra’ya çağrıldı. Urvetü’l-Vüska’ya göre burada Lord Salisbury “kendisinin fikirlerinden istifade etmek istediklerini, isterse Sudan’a kral olarak gönderebileceklerini, bunun için Mehdi hareketinin İslam’a aykırı olduğu yönünde kendilerine bir fetva vermesinin yeterli olacağını” söyledi.


 


Efganî, “Sudan İngiliz toprağı değildir ki oraya kral tayin edebilesiniz!” diyerek teklifi geri çevirdi.[xi]


 


Ajan misyoner Wilfrid Blunt ta aynı şekilde çalışmalarına devam etti. Zabtiye Nezareti’ne yapılan bir ihbara göre Arabî Paşa aracılığı ile Yemen’de bir ihtilal çıkarmak için çalışıyordu. [xii]


 


Mısır Fevkalade Komiseri Ahmed Muhtar’ın yaptırdığı tahkikata göre Blunt, Arabî’yi Seylan’da ziyaret etmiş, Gladiston’un kendisini tekrar Mısır’a göndermek istediğini söylemişti. Ancak Arabî bu teklifi kabul etmedi. [xiii]


 


Gregory ve Blunt’un Arabî ile hangi senaryoyu konuştukları bilinmemektedir. Ancak Arabî’nin, savaş sonrasındaki tek iyiliği bu oldu. Yeni bir İngiliz oyununa alet olmadı.


 


Ahmed Arabî ve arkadaşları İngilizlerin kendilerine yaptıkları teklifleri kabul etmeyince sürgünden kurtulamadılar. Arabî ve arkadaşları 20 yıl sonra Seylan’a gelen İngiltere veliahtı Dük Dika’nın aracılığı ile Mısır’a dönebileceklerdi.[xiv]


 


Mısır’da kederle geçen iki üç yılın ardından vefat edip gitti. Ahmed Muhtar Paşa, kısaca durumu özetlemişti:


 


“Hidivin şahsi affına mahzar olamadığı gibi meclislere de kabul edilmemektedir. Bu yüzden pek kederli olup adeta evinden dışarı çıkamadığı arz edilir.”[xv]


 


Misyonerlerin hayatı öteden beri Türk toplumunun dikkatini çeker. Bu daha çok acınmak veya işgalci politikalar karşısında bir nevi mazeret üretmek için kullanılan bir argüman olur! Oysa ben bu insanların inançları uğruna katlandıkları çileye ve fedakarlığa dikkat çekmek istiyorum ve şu özlemimi paylaşarak yazımı tamamlıyorum: Önümüzdeki onlu yıllarda Müslüman Türk misyonerlerden birinin hayatını yazmadan ölürsem gözlerim açık gitsin!


 


Ek 1


Alafıranga16 Şubat 1882 tarihli Le Tan (?) gazetesinde görülen fıkranın tercümesidir.


Mukaddema Arabî aleyhinde açılan harpde istimal olunmak üzre badiye-nişin kabailden İngiltere devleti hesabına deve iştira için gönderilmiş olan muallim Mösyö Palmer ile rüfekasını katl ve idam eden canilerin heman bayağı kaffesi devlet-i müşarun ileyhanın ısrarına mebni Mısır polisi tarafından bu kerre meydana çıkarılmış, bunlardan bir kaçı cinayetin suret-i vukuuna  dair malumat ita eylemişlerdir. İfadat-ı vakıalarına nazaran eğer Mösyö Palmer ile rüfekası kendilerinden talep olunan fidye-i necatı tediyeye muktedir olsalar imiş hayatlarının muhatarada bulunmayacağı fakata ne çare ki Mösyö Palmer’in İngiltere hükümetinden bi’l-ahz bir şeyhe tevdi eylediği bin lirayı şeyh merkum alıp firar eylediğinden, tahlis-i cana muktedir olamadıkları  ve asıl beş neferden ibaret bulunan katiller muma ileyhimi kurşuna dizilmekle  mürtefi bir yardan endaht edilmek şıklarından birini intihapta muhtar bırakub, bu biçareler de ehven-i mevt olarak kurşuna dizilmekliği ihtiyar eylediklerinden bu suretle idam olunmuş oldukları anlaşılmıştır. İşbu cinayet-i azimenin davası Tanta Ceza Mahkemesi huzurunda derdest-i rü’yettir.


 


Not: Yukarıdaki fotoğraf Wilfrid Scawen Blunt’a aittir. 


 


Dr. Ramazan Balcı


Ramazanblc@yahoo.com








[i] Mahmud el Hafif, Ahmed Arabî. Ez-Zaimü Müftera Aleyh, Hilal Kitapevi, 1971,  s. 171-176


 



[ii] Y. EE. 127/45



[iii] Cromer, Lord, Es-Sevretül Arabiyye, (Çev. Abdülaziz Arabî ) Mektebetü’l Usrati 1999, s. 146



[iv] Y. PR. MK. 3/37; 22 Mart 1887, Blunt’un eşi Lady Anne Blunt’un da (1837-1917) ibret verici hayat öyküsü vardır. Entelektüel ve gözü pek bir İngiliz kadını olan Lady Anne ünlü ozan Lord Byron’un, kızı tarafından torunudur. Gençliğinde resim ve müzik dersleri almıştır. Olağanüstü çekiciliği olan Lady Anne, 12 yıl süren Avrupa gezileri sonrasında ajan misyoner Sir Wilfrid Scawen Blunt ile evlendi. Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca’yı çok akıcı konuşan Lady Anne, evlilik sonrası hayatının büyük kısmını Orta Doğuda geçirdi. Bu dönemde, Arapça’yı İngilizce’den daha çok kullanırdı. Arabistan’a giren ilk yabancı kadın olan Anne, “Çöllerin Lady’si” olarak tanınmıştı



[v] Blunt ve Arabînin ilişkileri için bkz. Wilfrid Scawen Blunt (1840-1922) http://www. colinsmythe. co. uk/authors/ladygregory/gregory2; Lady Gregory, Arabî and His Household (London: Kegan Paul, Trench, 1882)



[vi] Lady Gregory (aynı yer)



[vii] Ahmed Arabî, Takrir, … 1881 / 1882, El- Camiatü’l Amerikiye bi’l- Kahire 1982, s. 21


 



[viii] Arabî, Takrir, s.25



[ix] Arabî, Takrir, s. 37



[x] Lady Gregory (aynı yer)).



[xi] Urvetü’l- Vüska, Cemaleddin Efganî- Muhammed Abduh, Bir yay. 1987. s. 31



[xii] Y. PRK. ZB. 11/58



[xiii] Y. PR. MK. 3/37; 22 Mart 1887



[xiv] Y. MTV. 217 /39; 21 Haziran 1901



[xv] Y. PRK. MK. 11/33; 14 Nisan 1902

10.210 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir