GELİBOLU’YU ANLAMAK

Çocuklardık, trajik yıldızlardık o zaman… Uğur Vardan – Radikal 15/02/2008 )

1915 Ocak’ında Van’daki cephaneyi zorlu doğa koşulları altında sınıra taşımak için yola çıkan 120 çocuğun mücadelesini perdeye taşıyan ‘120′, son derece sinematografik bir konuyu heyecansız anlatmış


Tarihin kime, nerede, ne zaman, nasıl bir rol biçeceği belli olmaz. Ama 1900’lerin başında yaşayıp da neredeyse bütün bir gezegeni saran savaş histerisinden payını almamak olur mu? İmparatorlukların battığı, yeni devletlerin yükseldiği, haritaların yeniden çizildiği bir ortamda, kuşkusuz insanlık büyük bedeller ödedi. Murat Saraçoğlu ve Özhan Eren’in birlikte çektikleri ‘120’de, işte bu zaman diliminde, Van’ın o döneme kurban verdiği gencecik insanların trajedisini perdeye taşınmak ve tarihin o tozlu sayfaları yeniden hatırlatılmak istenmiş.


Çekimleri iki yıl süren ve yaklaşık olarak üç milyon dolara yakın bir bütçeye mal olan filmin hikâyesi, 1914 Haziran’ında başlıyor. ‘Balkan Harbi’ henüz bitmiş, asker yeniden yuvasına dönmenin mutluluğunu tadar olmuş, analar babalar, eşler sevdalılar, eski aile saadetlerine kavuşmuşlardır. Van civarında, toplumsal huzuru bozan tek şey Taşnak çetelerinin işlediği cinayetlerdir. Lise müdürü olan Cemal beyin kızı Münire, bir yandan iki küçük kardeşi Mehmet ve Mustafa’yla ilgilenmekte, öte yandan da nişanlısı Teğmen Süleyman’la evlenmenin hayalini kurmaktadır. Lakin Van’daki tümenin komutanı Kamil Paşa’nın gençlere yönelik silah eğitiminin hızlandırılmasını istemesi kafalarda soru işaretleri oluşturur. Çok geçmeden de yakında bir cihan harbinin patlak vereceği haberi etrafa yayılır. Nitekim bu haberler gerçek olur (filmde bu tarihsel not düşülmemiş ama Arşidük Ferdinand’ın öldürülmesiyle malum dünya birbirine girmişti).


Kasım 1914’te Ruslar, Erzurum’a doğru taarruza geçer. Van’daki tümen de şehirden ayrılarak sınırda savaşa katılır. Ne var ki kısıtlı cephanesi çabuk tükenir. Bu durumda şehirdeki cephanenin tümene taşınması gerekmektedir. Van’da sadece yaşlılar ve kadınlar vardır. Nasıl bir çare bulunacağı düşünülürken, yörenin doktoru oğlunun bu konuda gönüllü olmasına sıcak baktığını söyler ve cephanenin, çocuk yaştaki gençlerle tümene taşınabileceği fikrini ortaya atar. Önce tereddütle karşılanan bu fikir daha sonra gerçeğe dönüşür. Ve yaşları 12-17 arasında değişen 120 çocuk, Ocak 1915’te yanlarında az sayıda asker ve eski bir gazi olan Musa Çavuş’la birlikte yola çıkar. Kışın en sert ve acımasız günlerindeki bu yolculuk, topluluk için bir ölüm-kalım mücadelesine dönüşecektir.


İyi ve kötü Ermeniler


2000’ler Türkiyesi’nden geriye dönüp baktığımızda 1914’lerden, 15’lerden nasıl bir ders çıkarmalıyız ya da tarihin bu bölümüyle nasıl hesaplaşmalıyız? Dert, savaşın anlamsızlığı üzerine bir şeyler söylemek mi, dönemin konjonktürü üzerine fikir yürütmek mi, biz seyircileri bir trajediye ortak etmek mi, yoksa bu ülkenin inşasına katkısı olan ve hayatlarını kurban edenleri bir film yoluyla anmak mı? Veyahut hamaset edebiyatına soyunmak, yükselen milliyetçi rüzgârı arkasına alarak günün koşullarından yararlanmak mı? ‘120’nin başardığı kadar başaramadığı şeyler var elbette. Bir kere filmde altı kalınca çizilmiş bir milliyetçilik ve savaş övgüsü yok. Bu bence senaryonun övgüye değer yanlarından. Ama el attığınız tarih kesiti, tartışmalı ve hâlâ üzerinde kesin bir mutabakata varılmamış bir dönemin ürünü. Somuta indirgersek hikâye, 1915 Ermeni olaylarına gelinmeden önceki süreçte geçiyor. Film, girişte Ermeni sorununa değilse bile Ermenilere nasıl baktığını gösteriyor. Yaşlı doktor Kirkor amca, hastasına bakarken Türk, Rum, Ermeni, Çerkez ayırmıyor. Ama Taşnak üyeleri, ayırmasını istiyor. Bu isteğe boyun eğmeyince de Kirkor amcanın hayatına kıyıyorlar. Film, bize kısaca şunu söylüyor; iyi ve kötü Ermeniler vardır. Nitekim öykünün bir yerinde göç eden Ermenileri görüyoruz. Yani ortada bir göç var ama onları Osmanlı sürmemiştir, kendileri artık orada yaşayamayacaklarını anladıkları için göçe karar vermişlerdir. Onlar iyidirler ve Osmanlı’ya ihanet etmezler. Keza yollarını kesen ve kendilerine katılmalarını isteyen Taşnak üyelerini de kaale almazlar.


Öte yandan her filmden safça anti-militarist bir duruş bekleyemeyiz. Çünkü malum, haklı savaşlar da vardır; Kurtuluş savaşı gibi, Bolşeviklerin Çar’a karşı verdiği ve 1917’de zafere dönüşen mücadele gibi. Bu tür savaşlar kendine özgü kahramanlar üretir. ‘120’nin kahramanları kuşkusuz böylesi bir profile yakın duruyor. Ama öte yandan film, adını verdiği o kahramanlardan çok dönemin portresine ve o dönem hakkında fikir yürütmeye daha fazla önem vermiş. Böylesi bir tercihin nedeni fikri öne çıkarmak mı, yoksa bu trajediyi sinemasal anlamda aktaramamak düşüncesi mi, bilemiyorum. Ama galiba ikinci şık geçerli. Türk sinemasının el atacağı çok ve önemli konular var lakin onları, sinematografik açıdan da tarihe not düşecek, köşe taşlarına dönüşecek yapımlara imza atmamız henüz uzak bir ihtimal. ‘120′ bu açıdan, bana kalırsa erken bir proje olmuş.


Yakın zaman önce izledik; tarihten alınan bir efsaneyi Hollywood allayıp pulladı ve önümüze attı. Fakat ‘300′, faşizan yanları ve medeniyetler çatışmasındaki bugünkü cephelere yaptığı ırkçı göndermeleriyle, bütün o görkemli teknolojik cilasına rağmen içi boş bir çalışmaydı. Kastettiğim ve ‘120’den beklediğim bu tür destansı bir anlatım değil elbet. Belki Almanların ‘Das Boot’u ya da yine aynı ekibin çektiği ‘Stalingrad’ gibi bir çalışmayla önümüze getirilebilirdi bu konu. ‘120’den çıktığınızda üzerinde ne dondurucu soğuğun etkisinden, ne de hikâyenin yürek burkan yanlarının ruhunuzda bırakması gereken izlerinden eser yok.


Oyunculuklara gelince, Taşnak üyeleri fazla karikatürize. Özge Özberk, Cansel Elgin ve Oytun Öztamur iyiler. Emin Olcay, kederi başarıyla yansıtıyor, Ahmet Uz en karizmatik karakter (vali oluyor kendileri). Burak Sergen de, iki ayrı karakterde kuşkusuz filmin en iyisi.


Tarihi filmler, bizi ansiklopedik bilgilere götürür. Film dolayısıyla ‘google’da ya da ‘wikipedia’da döneme ilişkin sorulara cevap aranacaktır (umarım). Aslında ‘120’nin içinde bulunduğumuz ‘Cahiliyet devri’nde bunu başarması bile çok önemli. Ama bir eleştirmen olarak filmde ayrıca sinemasal bir heyecan da bulabilseydim daha mutlu olurdum.


 


Yazının linki: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=247481

9.714 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir