GELİBOLU’YU ANLAMAK

Pomakların Çanakkale Ağıdı – Pesna (Ömer Arslan)

                  Her aile, mazlum bir şehidin kanlı hatırasıyla elemlidir. Kiminin oğlu, kiminin babası, kiminin de henüz kundakta olan ciğerparesi, bir hiç için, sadece Müslüman kanı dökmüş olmak için öldürülmüş…[1] 93 Harbi ile başlayıp Balkan Savaşlarıyla devam eden göç dalgası önce Payitahtı ardından bütün Anadolu coğrafyasını sardı. Yüz binlerce göçmen, bir gecede her şeyini arkasında bırakıp göz yaşları içinde bir meçhule sürüklendi. Evi, malı yağma edilen ahali, biçare canının peşine düştü yollara…

                  Rodop dağlarından gelen Pomakların bir kısmı Biga’nın mümbit topraklarına sığınıp, yurt edindiler. Biga’daki yerli halk, gelen göç kafilelerini karşılayarak evlerini açtı, ekmeklerini bölüştü. Ancak bu göç dalgası mevcut hanelere sığmayacak kadar büyüktü… Mektepler, camiler Biga’ya sığınan göçmenlerle doldu taştı… Hilal-i Ahmer Cemiyeti ve birçok hayır kurumu göçmenlere nakdi, barınma, yiyecek ve giyecek yardımlarında bulundu. Meslek sahibi olmaları ve iş kurmaları için yardımcı oldu. Pomaklar, Biga’da kurdukları 22 köyde, hayata tutunarak yaşadıkları acıları unutmaya çalıştı.

                 Ardı ardına yaşanan savaşlar, alınan yenilgiler hem askerde hem de halkta büyük bir moral bozukluğuna sebep oldu. Ahali, bir damla huzura muhtaç kaldı. Balkanlarda yaşadığımız trajedinin izleri silinmemişken bu kez de Birinci Dünya Savaşı başladı. 2 Ağustos 1914’te Seferberlik ilan edildi. Muhacirlere, yeni yurtlarına yerleşme ve uyum sağlama sürecini kolaylaştırmak için, göç ettikleri tarihten başlayarak altı yıl süreyle  muafiyet hakkı tanınmıştı. Fakat, Birinci Dünya Savaşının zor koşulları ve asker ihtiyacı nedeniyle bu süre üç aya kadar indirildi. Muhacir nüfusun gönüllü olarak orduya katılması teşvik edildi.[2] Osmanlı-Rus Harbi ve Balkan Savaşlarında doğdukları topraklar için kan döken Pomaklar, bu kez de  Çanakkale Savaşında yeni yurtları için savaşacaklardı…

                 Çanakkale Savaşı, arkada gözü yaşlı analar, dul kadınlar, yetim evlatlar bıraktı. Çekilen acılar yüreklerde sızı, dudaklarda ağıt oldu. Kelimelerin kifayetsizliğinde ağıtlar dile getirdi yaşanan ızdırabı… Çanakkale Savaşı üzerine Anadolu’da birçok türkü ve ağıt söylendi. Bunların çoğu boşvermişliğin girdabında, birçok değerimiz gibi kaybolup gitti… Çanakkale’de Pomaklar da şehit oldular, gazi kaldılar.. Diller farklı söylese de, gönüller hep aynı tarifsiz acıyı yaşadı. 

                 Bütün bu boşvermişliğe rağmen hala içimizde yaşayan bir damar var ve son hatıra kırıntıları da toplanmaya çalışılıyor. Bu vesileyle Biga Elmalı köyünde Pomakların 102 yıldır Çanakkale Savaşları için söylediği bir pesnayı kayıt altına alma imkanı bulduk. Rukiye Kabak’tan (75) dinlediğimiz bu Pesna, Pomakların göç, seferberlik ve savaş sürecinde yaşamış oldukları acıları, kaybolan umutları ve hayalleri kendine özgü üslubuyla anlatmaktadır. Pomakların bu değerli hatırasını bizimle paylaşan Rukiye Kabak’a, bu çalışmanın yapılmasında büyük destek veren Biga Pomaklar Derneği Başkanı İrfan Çınar’a ve değerli yönetim kurulu üyelerine teşekkür ederim. Çanakkale Savaşı üzerine söylenen birçok sözlü kaynağın yok olmadan, kayıt altına alınması gereği aşikardır. Bu konuda,  ülkemizdeki Müzik, Halk Kültürü ve Halk Edebiyatı konusunda çalışan araştırmacılara büyük sorumluluk düşmektedir.

Duydunuz mu ?

Liste liste haber geldi İstanbul’dan… Padişah’tan…[3]

Çok asker toplayacaklar.

Genç kuvvetli erkekleri topluyorlar.

Üç tane gemi hazırlamışlar.

Gemilerde bekarlar ve yeni evli adamlar var.

Anneler babalar başladı ağlamaya..

Ve genç gelinler de…

Küçük çocuklar da babalarına yalvarıyor:

Dur gitme babacığım gitme !

Gideceğim kızım gideceğim… Savaş başlıyor…

Komşular hepiniz hakkınızı helal edin.

Geri dönmeyeceğim…

Çanakkale bizim oluncaya kadar geri dönmeyeceğim !

Hasan abi[4] beni yazma, ben yeni evliyim.

Benim eşim.. o da benimle gelmek istiyor.

Gideceksin Mehmet, gideceksin !

Askerleri sen götüreceksin.

Bayrağı sen taşıyacaksın.

Askerler toplansın ve hemen gitsinler.

Köyden giderken bayrağı fazla yukarı kaldırma.

İhtiyar anneleri babaları yukardan görüp de daha fazla üzülmesinler.

Çanakkale’ye gittiklerinde savaş başlamıştı.

Silahlar patladı.

Toplar ateşe başladığında yerler sarsıldı, bütün camlar kırıldı.

İnsanlar da şehit düşüyor.

Dereler kan akıyor, denizler kanla doluyor.

Bombalar patladı ortadaki gavur gemisi vuruldu, yanmaya başladı.[5]

Bütün şehir yanmaya başladı.

Şehirdekilerin hepsi kaçtı.[6]

Genç Ayşe yolun ortasında doğum yapmaya kaldı.

Öteden Kara Tatar[7] gözüktü.

Tatarlar geldi ellerini arkadan bağladı.

Ayşe onlara yalvardı:

Kara Düşman Tatarı ellerimi çözün de çocuğumu doğurayım.

Ona salıncak kurayım.

Çocuğumu doğurayım adını Barış koyayım.

Ey annesinin güzel oğlu, ne zaman büyürsen götür beni.

Sor nerde Tatar köy varsa senin annen orda.  

Evlat evlat büyüyünce anneni aramayı unutma.

Nerde gavur köyü görürsen beni orda ara.

Kaçmaya başlayınca derin derelerden, yüksek tepelerden.

Derin bir kuyu buldular herkes eşyalarını attı.

İçlerinde Gelin Ayşe de vardı.

Eşyalarımı atayım derken bebeğini de attı…[8]

Ey komşular ben ne yaptım, çocuğumu attım !

Boş ver çocuğu, dedi  ihtiyar adamlar.

Çabuk gidelim nerde Pomak köy varsa orda konaklayacağız.

 

Rukiye Kabak’ın söylediği Pesnayı Pomakça aslından dinlemek için aşağıdaki bağlantıyı tıklayabilirsiniz:

https://youtu.be/3BQhs77lwaY

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Zağra Müftüsünün Hatıraları, Hüseyin Raci Efendi, Tercüman Yayınları, s.40-41

[2] Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Seferberliği, Mehmet Beşikçi, Türkiye İş Bankası Yayınları, s.162

[3] Muhtarlıklara gelen seferberlik listelerinden bahsediliyor.

[4] Köyün Muhtarı. Seferberlik döneminde muhtarlar önemli yetkilerle donatıldı.

[5] 18 Mart Deniz Zaferinde Türk topçusunun batırdığı gemiler anlatılıyor.

[6] Çanakkale ve çevresindeki birçok yerleşim alanı savaştan dolayı büyük zarar görmüştür. Halk daha güvenli yerlere taşınmak zorunda kalmıştır.

[7] Eşkıya, düşman anlamında kullanıldığı değerlendirilmektedir.

[8] Samiha Ayverdi’nin Hatıralarla Başbaşa isimli eserinde geçen Kuyu hikayesiyle neredeyse birebir aynı olay anlatılmaktadır. Bu pesnada savaş ve göç sürecinde yaşanılanlar iç içe geçmiştir. Bu durum, sözlü anlatım geleneğinde olağan karşılanır. 

9.574 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir