GELİBOLU’YU ANLAMAK

18 Mart Özel Makalesi – Yaşayanların Ağzından 18 Mart Boğaz Muharebesi (Ahmet Yurttakal)

18 Mart 1915 sabahı Limni Adası’na gelen General Hamilton, Mondros Limanı’nda gördüğü manzarayı “Hayatımda o kadar çok savaş gemisi ve yardımcı gemilerin bir arada toplandığını hiç görmemiştim” diyerek tasvir etmişti. Toplanan gemiler sabah Queen Elizabeth zırhlısından çekilen işaret flamasıyla harekete geçtiğinde saatler 08.15’i gösteriyordu. Amiral John de Robeck komutasındaki Müttefik Filosu ağır yenilgi alacağı Çanakkale Boğazı’na doğru hızla ilerliyordu.

Saat 11.15’i gösterdiğinde Triumph muharebe gemisi, Anadolu yakasındaki Halileli sırtlarına 13 bin metreden ilk ateşi açtı. İntepe’deki 12 cm’lik muhasara bataryası ateşe karşılık verdi. Bu ilk mermiyle Çanakkale Boğaz Muharebesi başlamıştı.

Birleşik Filonun A hattının en büyük gemisi Queen Elizabeth Anadolu Hamidiye Tabyası’nı ateş altında tutarken, Agememnon Rumeli Mecidiye Tabyasını, Lord Nelson Namazgah Tabyasını, İnflexible ise Rumeli Hamidiye Tabyasını kendine hedef seçmiş, buraları bütün güçleriyle aralıksız ateş altına almışlardı. 380 milimetrelik gülleler, düştükleri yerlerde derin çukurlar açıyor, toprağın altını üstüne getiriyordu. Gemilerin, tabyaların menzilleri dışında olması bu ateşe karşılık verilmesine imkân vermiyor, ara sıra tabyalardan askerin şevkini artırmak için ateş açılsa da hedefin çok berisinde denize düşüp, sadece büyük bir su kütlesini metrelerce havaya kaldırıyordu.

Bu şiddetli Boğaz muharebesinde Türk tarafındaki kahramanlar neler yaşadı, nasıl kahramanlıklar gösterdi? Gelin muharebeyi yaşayanların ağzından dinleyelim.

 

Donanma geliyor

            İlk söz Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın. 18 Mart günü sabahı hatırasında: “…O sabah Kilitbahir’ deki kıtaatımı teftişe gidecektim. Geç yatmama rağmen erken kalkmıştım. Hava güzel, açık, gökte küçük bir bulut bile yok. Deniz sakindi. Karargâha geldim. Kar­şıma emir çavuşum Bekir çıktı:

– “Paşam! İleri tarassudun telefonda maru­zatı varmış”, haberini verdi. İçeri girdim. Nöbetçi tarassut zabiti (Bozcaada önlerinde bir kaç düş­man gemisinde bazı faaliyet müşahede edildiğini) bildirdi. Erkânıharbim Selahaddin Adil Bey’i bularak (bu havalide bir tayyare keşfi) yaptır­masını, karşıya geçip Kilitbahir’e teftiş için gide­ceğimi bildirdim. Ve motorla hareket ettim”

Cevat Paşa karşıya geçtiğinde Kurmay Başkanı Selahaddin Adil Bey hemen hava keşfi yaptırır. Binbaşı Schneider ve Yüzbaşı Serno uçuşlarını tamamladıktan sonra Bozcaada arkasında gemilerin Boğaz’a doğru yaklaştıklarını haberdar ederler. Bu raporun özünü Selahaddin Adil Bey hemen Cevat Paşa’ya bildirir. Selâhattin Adil, dürbününü ile düşman donanmasının gelişini izler.  O sırada arkasında bek­leyen emir çavuşu Bekir’e gözü ilişir. Onu biraz endişeli görünce:  

—    Nen var Bekir Çavuş, biraz telâşlısın?

—    Birşeyim yok beyim. Hani düşman ge­liyor da. Bu cevaba koca asker:

—    Gelsinler Bekir Çavuş. Onları lâyık ol­duğu gibi karşılarız, cevabını verir.

 
                                      Cevat Paşa ve Selahattin Adil

Cevat Paşa 18 Mart sabah erkenden Kirte (Alçıtepe) bölgesindeki birlikleri teftiş için Kilitbahir’e geçer ve olanları şöyle anlatır:

O sabah Kilitbahir’deki tabyaları gezdim. O esnada 19 ncu Fırka Kumandanı olan Kaymakam Mustafa Kemal Bey’le beraberdik. Kirte’ye gittik. Bu sırada düşman donanmasının boğaza doğru ilerlemekte olduğunu gördük. Gemilerin almış olduğu tertibata nazaran bunun alel’ade bir hareket olmadığına kâni olarak hemen Alçı Tepeye doğru geri döndük. Bu anda ilk taarruz mermisi başımızın üzerinden geçerek Alçı Tepeye saplandı. Hemen Maydos’a hareketle Mustafa Kemal Bey’den ayrılarak Çanakkale’ye döndüm”.

 

Bu ziyareti Maydos Mıntıka Komutanı Yarbay Mustafa Kemal şöyle anlatır:

“ O gün Kilitbahir’de bulunan Cevat Paşa Hazretleri Maydos’ta karargâhıma gelmişti. Kendisine Seddülbahir mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber Kirte’ye gittik. Oraya vardığımız zaman düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametinde açtığı ateşin altında kaldık. Mezkûr mıntıkanın muhafazasına memur alayın kumandanına icabeden talimatı şifahiyyeyi verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte vazife başında bulunmak için Maydosa’a döndük”.

 

Yıldız Tabyası’nda görevli Doktor Behçet Sabit Bey:

“Saat 11.10: Uzaktan top sesleri işitilmeye başladı. Şimdi de Kumkale önünde gümbürtü. Mesafenin uzaklığı, sesleri “pav”lar, “kav”lar, “bov”lar biçiminde işittiriyor. Seslerle birlikte Halileli’nde toprak ve duman sütunları yükseliyor. Sahada bir şey yok.”

İntepe topçu grubunda görevli bir topçu subayı da günlüğüne muharebenin ilk anlarını şöyle naklediyordu:

 

“On altı zırhlı Boğaz’a hücum ettiler. Ateş açtık. On mermi kadar attık. Yirmi beş kadar torpido ve birçok tahtelbahirler, torpil arayıcılar, elli beş adet gemi olmak şartıyla bize hiç bakmayıp doğru Erenköyü’ne kadar gittiler. Bombardımana başladılar. Ateş hedef taksimi ettiler. Baş gösteremedik. Yan ateşiyle bizleri berbat etti…

Ateş edeceğiz, fakat bir tane büyük amiral gemisi karşı istikametimizde durdu. Toplarını bize çevirdi. Ateşe hazır duruyor. Ateş edemedik. Telefonla haber verdiler.

Bir tane zırhlı battı. İki tanesinin cephanesi[nin] ateşlendiğini haber verdiler. Bir torpido yanlarına gidip askerini alacakmış. Onun da batırıldığını söylediler. Badehu ateşe başladık.

Bir torpidonun kıç tarafından ikinci topun atmış olduğu merminin isabetiyle yaralandığını gördüm. Bizleri büyük zırhlı gene yan ateşine çevirdi. Aman ya Rabbi! Nasıl anlatayım, şiddetli surette etrafta toprak bırakmadı. Basımıza geçirdi. Parçalar bir taraftan, mahfuz mahallerinden çıkamadık. Bizim yanımızda seri ateşlerin cephanesi ateşlendi. Düşmandan ziyade kendi cephanemizden korktuk.”

 

Mermi sağanağı altında muharebe

Düşman donanması olanca gücüyle saldırıyordu. Attığı mermilerle devasa çukurlar açıyordu. Bu mermi sağanağında askerlerimiz cesaret ve metanetle görevlerini ifa ediyorlardı.

 

Anadolu Hamidiye Tabyasında görevli Teğmen Adil Efendi mermi sağanağını ve Anadolu Hamidiye Tabyasındaki patlamayı şöyle naklediyor:

 

“Bizim bataryaya doğru bir sağanak daha başladı. Bir mermi başımızın çok yakınından geçerek geride ve Şubat bombardımanında yıkılmış kışlamızın enkazı üstüne düştü, odunları havaya fırlattı, yanımdaki Alman subayının kolunu dürttüm ve biz de şimdi böyle havaya fırlarsak gibi bir işaret yaptım, gülüştük. Bu tebessümün izleri yüzümüzden henüz silinmemişti ki müthiş bir şey oldu. Bunu size nasıl anlatayım, nasıl tarif edeyim bilmem ki… Müthiş bir şey, göğün yıkılması gibi bir şey… O dakikada artık ne Alman subayını, ne de dünyayı görebildim. Ayağımın altındaki yer kaydı ve ben evvelâ bir karanlığa, sonra bir ateş içine daldım. Tam yanımıza isabet eden bir 38’lik gülle cephaneliğin damını delmiş, içeri düşmüş ve beni de arkasından sürüklemişti. Evvelâ mermi, arkasından da ben içeriye. Nereye biliyor musunuz? Otuz sekizlik bir mermi ile beraber bizim cephanelerin bulunduğu cephaneliğin içine.

Fakat her yanımı sarmış ateşin içerisinde bir yere gidemiyordum, esasen kıpırdayacak halim de yok. Biraz sonra bu ateş içinde benim adımı bağıran sesi işitiyorum. Cevap veremiyorum, yalnız üzerimdeki bir insan cesedinin yukarı çekildiğini hissediyorum, bütün kuvvetimle bu cesede yapışıyorum, beni de beraber çekiyorlar ve dünya yüzüne çıkarıyorlar. Gözümü açıyorum, her yeri kıpkızıl ve kan içinde görüyorum.”

 

                                    Seyit Onbaşı

Çanakkale denince en çok tanınan kahramanlardan birisi Seyit Onbaşı’dır. 18 Mart Boğaz muharebesi günü görevli bulunduğu Rumeli Mecidiye tabyasında vinci bozulan topun 190 ile  215 kiloluk mermilerini sırtlayarak kahramanlığını göstermiştir.  İşte Seyit Onbaşı’nın bu inanılmaz hikâyesini 1936 yılında bir gazeteciye verdiği mülakatta bizzat savaşı şöyle anlatıyor:

“Düşman gemileri güdük ayın (Şubatın) son günlerinde biryol Boğaz’ı zorlamış ve boyunun ölçüsünü almıştı. 18 Mart günü idi. Ben Kilitbahir Mecidiye Tabyasındaki uzun 24’lüklerin üçüncü topunda idim. Ortalık yeni ağarıyordu. Tarassudlar boğazın ağzında düşan gemilerinin bugün fazlalaşmakta olduğunu kumandana bildiriyordu. Bizim herşeyimiz tekmildi. Tam saat sekizde Boğaz tarafından doğru bir gümbürtü koptu amma bu evvelkilerine hiç benzemiyordu. Düşman bu sefer çok şiddetli ateş açmıştı. Biz de mukabele ediyorduk. Bir aralık bizim tabyayı buldurur gibi oldu. Önce birkaç gülle tepemizden aşarak denize düştü. Sonra önümüzde deniz sularını minareler gibi havaya kaldırdı. Bir aralık toz duman içinde kaldık. Ortalık azıcık yatışınca ne oldu ki diye bir bakındım. 38’lik bir düşman mermisi bizi biraz körlemiş. Büyük bir çukur açarak sağa sola zarar yapmıştı. Topun mataforası (vinci) kırılmış, ihtiyat mermi yolunu bozmuştu. Asıl yol sağlamdı, yalnız toprak altında kalmıştı. Topumuza çok şükür bir zarar olmamıştı. Hemen yolu temizledik, toprak altında kalan çavuşumuzu kurtardık amma ondan ümit kalmamıştı. Sade soluyordu o kadar; onu hemen geriye gönderdik. Bu sırada kumandan bir kırılan matafora koluna, bir de Boğaz’a doğru bakıyordu. Ben de baktım Boğaza doğru. Ne göreyim, düşman gemileri ağır ağır içeri doğru girmiyor mu? Hemen geriye fırlayarak araba üzerinde duran koca merminin başında boyunlarını bükmüş bakınmakta olan arkadaşları araladım. Bir kere mermiyi kucaklayacak oldum, yağlı olduğundan elimden kaydı. Elimi biraz topraklayarak bir dizimi yere koydum ve mermiyi sırtladım. Kendimi topun ağzında buldum. Merdivenleri ilk defa nasıl çıktığımı hatırlayamıyorum. Gene aşağı atlayarak ikinci, üçüncü dördüncü mermileri sıra ile taşımaya başladım. Kısa bir zaman sustuktan sonra aslan topumuz gene gürlemeye başlamıştı. Dördüncü mermiyi attıktan biraz sonra idi, Goncasuyu tarassut (gözetleme) mevkii iki mermimizin isabetini bildirmişti. Bu haberi de duyduktan sonra bana gülleler ufak bir saman çuvalı kadar yenik (hafif) geliyordu.

Bir aralık kumandan:

─ Artık yeter, yoruldun Seyit. Gel bak düşman kaçıyor, diye beni tarassut mevkiine çağırdı.

─ Şunu da çıkarayım beyim gelirim, dedim. Ve son gülleyi de çıkardım. Sonra kumandanın yanına vardım. Sanki denizin üzeri yanıyordu. Sağda solda iki gemi, kara dumanlar, kızıl alevler içinde yana yana batıyordu. Bu sıra biri daha tutuştu. Arkadakiler dönmeye bile vakit bulamadan geri geri giderek Boğazdan çıktılar. Benim görebildiğim bu kadardı. İleride, bizim Rumeli yakasında kimbilir neler oluyordu. Sonradan öğrendik ki düşmanın beş gemisi batmış ve yalnız bize o gün düşman gemileri 723 mermi sallamıştı. Öte yanını siz düşünün. Bu kadar gürültüde bize çok az zarar olmuştu. Amma o gün akşamüzeri denizden epey de balık toplamıştık.”

 

 Bouvet zırhlısı batıyor

            Boğazda muharebe tüm şiddetiyle devam ediyordu. Türk tabyaları ağır hasar almış topçuların mukavemeti azalıyordu. Saat 13.55’i gösterdiğinde Bouvet zırhlısında topçu mermileri isabetiyle bir patlama oldu. Büyük patlamanın ardından gemi mayına çarparak batmaya başladı. İşte Bouvet’nin batışı savaşın kırılma anı olmuştu. Savaş Türk tarafı lehine dönüşmüştü. O anları yaşayanlar şöyle aktaracaktır.

 

Cevat Paşa;

“Bouvet’nin batışı ve Fransız filosunun peri­şan vaziyeti bütün kale mensuplarının manevi­yatını yükseltti. Onlara yeni bir kuvvet ve kud­ret verdi.”

 

Selahaddin Adil;

“Saat 14’te bulunduğumuz yerden Bouvet’in batmakta olduğu görülüyordu. Hepimizin yüzünde bir ümit tebessümü belirmiş, sabahtan beri gitgide artan yüreğimizdeki ağırlıkta bir gevşeme hissetmiştik.”

 

Goncasuyu Telsiz-Telgraf İstasyonunda Yedek Subay Tevfik Rıza bu anlara çok şaşırmış ve günlüğüne şöyle yazmıştır:

“Allah’ım! Bu ne böyle? Bir gemi ateş alıyor. Batıyor. İki mermi isabet etti. Ufak bir patlama. Diğer yüzlercesinin arasında fark edilmiyor. Gemi mayına çarpıyor. Titanic’in buzdağına çarpması misali, 16.000 tonluk gemi sulara gömülüyor. Önce burnu batıyor. Sonra kıç kısmı su yüzüne çıkıyor ve suya gömülüyor. Küçük siyah bir noktayken kısa sürede tamamen suya gömülüyor. Deniz avını yutuyor.”

 

Bouvet’nin batışına şahit olanlardan biri de Anadolu Hamidiye Tabyasında görevli Teğmen Adil Efendi idi.

“Bouvet’nin batması bize, manevî büyük bir kuvvet vermişti. Fakat maddî kuvvet fazlalaşmamıştı. Toplarımızdan birçoğu ateş edemiyordu. Cephane azalmıştı. Fakat fazlalaşan manevî kuvvetle ateş edemeyen topların mermilerini ötekilerin yanına taşıtıyoruz ve bu yavaş ateşli toplardan beklenemeyecek bir süratle ateş ediyoruz.”

 

Soğanlıdere bataryalarında Zabit Namzedi Kemal Efendi Bouvet’in battığını gören Türk askerlerinin mutluluğunu şöyle anlatıyordu:

“Bouvet’nin üzerindeki infilâkları ben kendi gözümle gördüm ve takip etmek imkânını buldum. Birbiri arkasına iki müthiş infilâk. Sonra yan yattı ve kısa bir zamanda batıp gitti. Denizin üzeri panayır yeri gibi insanla doldu.

Bouvet’nin battığını gördükten sonra efradı yerlerinde tutamadık. Birden amplasmanın önüne fırladılar, bağrışan, kucaklaşan, sevinçten gözyaşları dökenin haddi hesabı yok. Sonra yorgunluk, korku gibi şeylerden de eser kalmadı.

Bu şevkle bütün bataryalarda ateş şiddetlendi. Su üstündeki infilâk sütunları arttı.”

 

Soğanlıdere set bataryalarında görevli batarya kumandanı Yüzbaşı Şemsettin (Çamoğlu) bu manzarayı tepeden izlemiş ve askerlerine müjdelemiştir:

 

“Bouvet’in 35,5 santimetrelik toplarımızdan aldığı tam bir isabetle bordasında müthiş ve korkunç bir infilâkın koptuğunu ve akabinde bir yangın çıktığını ve bunun birkaç defa sönüp tekrar parladığını büyük bir   sevinçle   gördüm.  

 

Batar­yamızın sağındaki Karanfil Burnu’nu geçerek gözümüzün önünden kayıp oluyordu. Büyük bir heyecan yaratan bu eşsiz manzarayı kaçırmamak ve Bouvet’in batışını doya doya seyredebilmek için, içimde doğeyitan şiddetli ve vazgeçilmez bil arzuya dayanamayarak, düşmanın yağdırdığı ateş ve mermi sağanakları altında her tehlikeyi göze almış ve kendimden geçmiş bir halde, gözetleme yerimden bir ok gibi fırladım ve Karanfil Burnu tepesine koşarak tırmanmaya başladım. Tepeye çıktığım zaman gördüğüm manzara gerçekten her Türk’ün göğsünü sevinçli bir gururla kabartacak canlı ve hiç unutulmayacak bir tablo idi. Bo4uvet artık yan yatmış hemen hemen batmak üzere idi. Bir kaç saniye içinde bütün gövdesi deniz sathına intibak etti. Önce baş tarafı, sonra da   dümen kısmı denize gömülerek (600) küsur mürettebatıyla sular içinde gözden kayıp olup gitti. Güvertesi üzerinden denize dökülmüş olan on beş kişiden maada bütün er ve subayları ile birlikte Bouvet zırhlısı, Türkün yıkıcı ve yok edici darbesine uğramış ve ortadan silinmişti.      

Bu manzara karşısında içimi dolduran taşkın bir sevinç içinde ellerimi semaya kaldırarak: “Ey Ulu Tanrım, sana binlerce şükür! Böyle daha nice manzaraları görmeyi bana nasip eyle, diyerek yalvardım.” (Nitekim bundan sonrada nice nice harp ve nakliye gemilerinin çeşitli durumlarda batışlarını görmek nasip oldu.)

Bataryama döndüğüm zaman, gözetleme yerimden, megafonla top başında bulunan er ve subaylarıma Bouvet’in battığını müjdeledim. Bu müjdem karşısında, bataryamı Tanrı’ya doğru, büyük sevinç ve şükran seslerinin yükseldiğini ve bir alkış tufanının koptuğunu duydum.”

 

Irrestıble zırhlısı batıyor

 

Saat 16.00 sıralarında Türk tabyalarından -bilhassa Anadolu Hamidiye Tabyasından- aralıksız ateş yiyen Irresistible zırhlısında büyük bir patlama meydana geldi. Daha sonra sancak baş omuzluğundan bir mayına çarptı. Baş torpido dairesi tamamen suyla doldu ve gemi yan yatarak pruvası suya gömülmeye başladı.

 

Soğanlıdere’de batarya kumandanı Yüzbaşı Şemsettin, Irrestıble zırhlısının batışını da görmüş ve şunları naklediyordu:

Biraz sonra saat 15.30’a doğru, karşımızda Akyarlar hizasında, İngiliz zırhlısı Irresistible’ın makine dairesine bir mermi isabet etmiş ve bu sakatlanma yüzünden hareket edemeyecek bir durumda kalan bu zırhlı, bacasından mütemadiyen istim salıvermeye başlamıştı. Dikkatimi çok çeken bu durumdan sonra, zırhlının ateşini kestiğini, dümen tarafındaki güvertesi üzerine bütün mürettebatını topladığını, grandi di­reğine bandıralar çekerek imdat istediğini   gördüm.   Biraz sonra olanca hızlarıyla zırhlıya   yaklaşan   düşman   torpido muhripleri, geminin bütün mürettebatını alarak   çarçabuk çe­kilip gittiler ve zırhlıyı bomboş bıraktılar.”

 

Yıldız Tabyası’nda görevli Doktor Behçet Sabit Bey, Irrestıble’nin batışını hatıra defterine şu sözlerle yazmıştı:

 

“16.20: Obüslerin önünde bulunan iki bacalıya [Irresistible] bir mermi isabet etti ve gemiyi dumanlara boğdu. Bir çeyrek var, olduğu yerde bacalarından beyaz istimler çıkarıyor. Bir torpidobot ona doğru koşuyor. Sahada öyle, mıhlanmış duruyor!

Torpidobot yanaştı. Küçük bir motorbot, torpidobotun yanında duruyor. Zırhlı hâlâ bacalarından istim bırakarak feryat ediyor. Obüsler de mermilerle yardımına koşuyor! Büyük bir isabet… Artık sahadan silinecek bütün bütün. Obüslerin biri Erenköy sahili ile köyü ateş içinde bırakıyor. Fakat isabet alan hâlâ yerinde sayıyor.

Yaralı zırhlı olduğu yerde oraya buraya dönmek istiyor. Başı ezilmiş, kuyruğu kopmuş yılan gibi kıvranıp duruyor, başaramıyor!

Ne anlaşılmaz bir his, insanın savaşın orta yerindeyken bile güldüğü dakika oluyor. İşte sıhhiye onbaşısı Mehmed’in; “Efendi, onun kumandanı mumandanı da hapı yutmuştur. Cavlağı çekecek temelli!” deyişi…

Onuncu isabet de alevler çıkartırken, hedef beyaz köpüklerin kollarında, siyah dumanlarla kayboldu. Herhalde son nefesini veriyor.”

 

Dardanos Bataryasının kahramanca mücadelesi ve Üsteğmen Hasan ve Teğmen Mevsuf’un şehadeti

 

Donanma ile kıyasıya mücadele eden Dardanos Bataryası, yoğun bombardıman altında ateşini kesmeyerek düşmana en çok zarar verdiren batarya olmuştu. Dardanos’u sükût ettirmeye niyetlenen Queen Elizabeth, 38’lik devasa toplarıyla tabyaya karşı müthiş bir baraj ateşi açtı. Ortalığı yerle bir eden bombardıman sırasında batarya efradı sığınaklara alındığından dolayı can kaybı yaşanmasa da etrafı toz ve toprakla dolan toplar işlemez hale gelmiş, telefon irtibatı da kesilmişti. O anı ve sonrasında yaşananları ve Hasan ve Mevsuf Efendilerin şehadetini Dardanos Bataryası İkinci Takım Subayı Teğmen İsmail Hakkı Bey (Ustumar) hatıralarında şöyle anlatır:

 

 “Tam bu sırada müthiş bir patlama oldu. Her tarafımız toz duman içinde kaldı. Taş, toprak, tahta, kalas parçaları havada uçuşuyor. Sonra da üzerimize düşüyordu.

― “Dikkat çocuklar! Koruyun kendinizi,” diye bağırdım.

Üstümüz tamamen açık sığınacak bir yer yoktu. Arif birden:

― “Beyim, bu mermi bizim tarassud tarafına düştü galiba!” dedi ve oraya yürüdü. Arif doğru tahmin etmişti. O taraftan birkaç inilti kulağıma geldi. Takıma:

― “Ateş kes!” Kumandası vererek tarassut mahalline koştum.

Yaklaştıkça etraftaki enkaz fazlalaşıyordu. Arif’e yetiştim. Yanından tarassud mahalline girdiğim zaman gördüğüm manzara karşısında adeta kanım dondu. Kumandanımız Hasan Bey, Mülazım Mevsuf Bey ve çok sevdiğim nişangâh çavuşumuz Yozgatlı Yunus şehit olmuşlar kanlar içinde enkazın arasında yatıyorlardı. Tam altı metre mesafeye düşen bir 38’lik bu üç kahraman arkadaşımızı bizden ayırmıştı. Tarassut yerinin önünde çukur açan bu uğursuz mermi arka tarafta da büyük hasar yapmış buradaki vazifeli dokuz erimiz de şehit olmuşlardı. Az ilerde beş erimiz de yaralanmış şehit arkadaşlarının arasında inildeyerek sağa sola davranıyorlardı. Hemen yardımlarına koştuk, sıhhiyeler geldi. Yaraları sarıldı. Aşağıya indirilip nakliye arabaları ile hastaneye yolladım onları. Tekrar tarassut yerine dönerek şehitlerin üzerlerini beyliklerle örttüm.”

 

Şehit haberleri Cevat Paşa’ya ulaşmıştır. Cevat Paşa Dardanos bataryasını kontrole gelir ve  şehit olan subayların yanı başında durur. O anları Teğmen İsmail Hakkı Bey (Ustumar) anlatıyor:

 Paşa üzerleri örtülü şehitleri gö­rünce. Birden sert bir şekilde toplandı vaziyet aldı. Bu kahraman ölüleri selâmladı. Sonra eğil­di. Yüzlerini açarak baktı:

Fedakâr evlâtlarım, büyük rütbeyi al­dınız. Ruhunuz şad olsun, dedi.

– Gözlerinden yaş damlaları düşüyordu. Birkaç damla da şe­hitlerin üzerine aktı. Yavaşça örtüleri yüzleri­ne örttü. Doğruldu… Tekrar vaziyet alarak on­ları selâmladıktan sonra bize döndü:

– Çıkalım. Bir de dışarısını görelim çocuk­lar, diyerek önümüzden geçti. Merminin açtığı çukuru, etraftaki tahribatı görüp Şehid erlerin yanına geldi. Bu şehitleri de tazim ile selâm­ladıktan sonra hepsinin ayrı, ayrı yüzlerini aç­tı. Ve:

–  Benim Kahraman çocuklarım, derken yine gözlerinden yaşlar yuvarlanıyordu. Onla­rın da yüzlerini örttü ve tekrar selâmlayarak. Oradan ayrıldı. Aşağıya inerken bize:

—    Çocuklar ben tertibat aldım. Şimdi ara­balar ve Alay İmamı gelecek şehitlerle meşgul olacaklar. Yaralıları ne yaptınız?

—    İlk sargılarını yaptırıp Hastaneye yol­ladık Paşam, dedim.

—    İçlerinde ağır olan var mı?

—    Biri ağır diğerleri hafiftir, cevabını ver­dim.

—    Şimdi onları da hastanede görürüm, dedi birlikte tabyaya indik. Efrad takımlar halinde toplanmışlardı. Onları selâmlayan Paşa:

—    Başınız Sağ olsun. Evlatlarım.

—    Sağ olun Paşam.

—    Kahraman arkadaşlarınız, en büyük mertebeye erdiler. Onlar yattıkça Cenab-ı Hak sizlere ömür ihsan buyursun. Onların intikamını aldınız evlâtlarım…

 

18 Mart’ın en kıymetli anı

 Yıllar sonra General Cevat Çobanlı Paşa’ya 18 Mart gününün en kıymetli anı sorulduğu zaman: “O gün güneşin son ışıklarıyla boğazdan peri­şan halde çıkmakta olan düşman filosunun gö­rünüşü idi”…

Cevabını verdikten sonra şunları ilâve etmiştir:

“ Hatta O gece tabyalardaki bütün efrad gündüz ki müthiş yorgunluğa rağmen gece sabaha kadar çalışarak tabyalarının harap olan yerlerini tamir etmişler, topları gömüldükleri toprak yığınlarından çıkarmış, temizlemiş ve ertesi gün ateşe hazır vaziyete getirmişlerdi.

Her ihtimali nazarı dikkate alarak ertesi güne hazırlanmıştık. Ben de bu çalışmaların bir kaçına gittim. Herkes o kadar büyük bir gay­retle çalışıyordu ki yorulduklarını hissettikleri­mi âdeta cebren oturtup dinlenmelerini teminedebiliyordum…. Bunun için bazı yerlere gideme­dim. Yanlarında bulunmam onların daha fazla yorulmalarına sebep oluyordu.”

 

Kurmay Başkanı Selahaddin Adil ise 18 Mart’ta kazanılan büyük zaferde en büyük övgünün ateş altında yılmadan mücadele eden erlere ait olduğunu şöyle ifade eder:

“18 Mart’ta başarının en mühim noktası erlerin ve subayların vazifedeki fedakârlığıdır. Gerek Anadolu Hamidiyesi’ni tutan Alman ve Türk askerleri gerek Rumeli Hamidiye ve Mecidiye, Namazgâh tabyaları ve merkez grubu efradı bütün gün vazifeleri başından ayrılmamışlar ve elinden hizmet gelmeyen yaşlı askerlerimiz su taşımak, ezan okumak vesair suretle maneviyatı yükseltmeye çalışmışlardır.

Mecidiye tabyası üç defa ateş altında askerini değiştirmişti. Malzemenin kıymeti ne olursa olsun iyi kullanılır ve azim ve iman ile maksada doğru yürütülürse başarıya ve neticeye ulaşmak mümkün olur.  Her zaman maneviyatını, inancını kuvvetli bulunduran tarafın muvaffak olacağına, 18 Mart Muharebesi güzel bir misal teşkil eder.”

 Sonuç olarak 18 Mart 1915 günü nice adız kahramanların yazdığı bu destan Türk milletine zafer olarak armağan olmuştur. O akşam düşman donanmasının çekilişini seyreden Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın son sözü şu olmuştur:

“Gittiler… Geçemediler… Geçemeyecekler!”

 

Ahmet YURTTAKAL
ayurttakal@gmail.com

 

 KAYNAK

 

  1. Albayrak, Muzaffer. Çanakkale Kahramanları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2015.
  2. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi (Amfibi Harekat), V’inci Cilt I’inci Kitap, Gn. Kur ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012.
  3. Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi  Deniz Harekâtı, c.VIII , Gn. Kur Basımevi Ankara 1976.
  4. Cumhuriyet gazetesi, 23 Ağustos 1936, s. 6.
  5. Gıyas Yetkin, “Yaratanların Ağzından 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi” Türkiye Eski Muharipler Cemiyeti Yayınları.  Ankara 1966.
  6. Hamilton Ian. Gelibolu Günlüğü, (çev. O. Özdeş), Hürriyet Gazetesi Yayını, İstanbul 1972.
  7. Tevfik Rıza Bey, Çanakkale Günlükleri, Kırklareli Üniversitesi, V. T. Doğruöz, E. Y. Yücetürk,  R. Gündoğdu, Kırklareli 2012.
  8. Yazman, M. Şevki, Cephaneniz Yoksa Süngünüz Var, (Yay. Haz.Tuncay Yılmazer) Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2007.
  9. Yurttakal, Ahmet. Cevat Çobanlı Paşa Çanakkale Kahramanı, Malatya Kitaplığı, Malatya 2014.

 

 

 

 

 

9.024 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir