1936 yılının o sıcak Haziran gününde, Mısır bandıralı bir yolcu gemisi, nice zırhlıya, kruvazöre mezar olmuş, nice denizaltılara tekrar günışığını göstermemiş, Türk tarihinin en büyük zaferlerinden birine şahitlik etmiş olan Çanakkale Boğazı’na giriş yaptı. Güvertesindeki, Gelibolu Yarımadası’nın binlerce Mehmetçik’e mezar olmuş, geçit vermez tepelerini, kıvrım kıvrım vadilerini yaşlı gözleriyle seyreden, avurtları çökmüş, yüzü sararmış, solgun kişi Mehmed Âkif’ten başkası değildi. Dile kolay, neredeyse 11 yıl sürgünde kaldıktan sonra vatanına dönüşünde onu ilk karşılayanlar, uğrunda Türk edebiyatının en güzel şiirlerini yazdığı Çanakkale Şehitleri olmuştu sanki… Tıpkı Balkan Savaşı’nda ülkenin ileri gelen her görüşten edebiyatçı ve düşünce adamlarının kurduğu Milli Mücadele Cemiyeti’ne katıldığı gibi, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde de aktif görev almakta tereddüt etmemişti Âkif. Zira ülkenin bu zor zamanında temel konularda birleşilmeli, fikir ayrılıkları bir süreliğine de olsa rafa kaldırılmalıydı.
Ağustos 1914’te savaşın başlamasıyla Belçika ve hemen ardından Fransa topraklarına yıldırım hızıyla giren müttefikimiz Almanya, ele geçirdiği bu üstünlüğü propaganda faaliyetleriyle de perçinlemek istiyordu. Bu nedenle, esir düşen çok sayıda Kuzey Afrikalı Müslüman askere hem ne kadar iyi davranıldığını göstermek, hem de onlara itilaf devletleri aleyhine propaganda yapmak için Osmanlı Devleti’nden bir heyet istenmiş, Harbiye Nazırı Enver Paşa da devletin istihbarat örgütü Teşkilât-ı Mahsûsa’dan Kuşçubaşı Eşref Bey’in önerisiyle Mehmed Âkif ve güçlü bir hatip olan Tunuslu Şeyh Salih El Tunusî’yi Almanya’ya göndermeye karar vermişti. Almanya izlenimlerini ‘Berlin Hatıraları’ adıyla şiire dökecek olan Âkif, Müslüman esirlere hitabelerde bulunacak, hatta bazı konuşmaları banda alınarak itilaf devletleri tarafında çarpışan Müslümanlara dinlettirilecekti. Âkif Almanya ziyareti sırasında Alman orduları başkomutanı Mareşal Hindenburg’la da bizzat görüşmüştü. Ancak itilaf devletleri donanma ve ordularının Çanakkale Boğazı önünde yığınak yapmaları, şiddetini giderek artırdıkları müstahkem mevki bombardımanları, Almanya’nın müttefiki Osmanlı Devleti’ni daha savaşın başında zor durumda bırakmıştı.
Çanakkale’yi destanlaştırdı
Çanakkale Boğazı’nın zorlanmasından en fazla endişelenenlerden biri de Berlin’de bulunan Âkif’ti hiç kuşkusuz. Birlikte görev yaptığı Binbaşı Ömer Lütfü Bey, Mehmed Âkif’in gece-gündüz Çanakkale cephesini düşündüğünü, her sabah kendisine, ‘Ömer Bey, bu Çanakkale ne olacak?’ diye sorduğunu anlatır. Askerî açıdan durumun umutsuz olduğu kendisine söylendiğinde ise, “Eyvah!” der Âkif, “Son istinadgâhımız da yıkılırsa ne olur?” diyerek gözyaşı döker. Çanakkale “mücahidlerin savunduğu o yer” hayât-ı İslam’ın yegâne ukdesidir Âkif’e göre. Ümidini yine de korur. Bunu da Çanakkale’yi savunan Mehmetçik’in ağzından aktarır bizlere:
-Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz!
Düşer mi tek taşı sandın, harîm-î nâmusun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.
İtilaf devletleri donanmasının Çanakkale Boğazı’na saldırıları ardı ardına şiddetini artırmış, 18 Mart 1915’te doruk noktasına ulaşmış; ancak Türk topçusunun olağanüstü başarılı atışlarıyla o gün müttefikler açısından hezimetle sonuçlanmıştı. Seyit Onbaşı’lar, Üsteğmen Hasan Bey’ler, Teğmen Mevsuf’lar tarih yazmışlardır o gün. Oysa 18 Mart her şeyin başlangıcıdır sadece. Âkif’e göre, “Dünyada eşi olmayan bir Boğaz harbidir” bu. En donanımlı ordular, “Tepeden yol bularak Marmara’ya geçmeye” çalışacak, 25 Nisan 1915’te tarihin o zamana kadar gördüğü en kapsamlı çıkarma harekâtı olarak başlayacaktır. İngiltere’nin başı çektiği Avustralya’dan Kanada’ya kadar çok sayıda milletin askerleri Osmanlı ordusuna karşı amansız bir saldırıya geçer. Âkif’e göre, “Tâûna da züldür bu rezil istîlâ…” Seddülbahir’de, Arıburnu’nda, Anafartalar’da birbiri ardına bombardımanlar, lağım patlatmalar, makineli tüfeklere karşı yapılan yüzde yüz ölümle sonuçlanacak hücumlar tekrarlanır durur. Büyük şairin Çanakkale kara muharebelerini tasvir eden şu dizeleri yürekleri titretir, bizlere muharebeleri seyrettirir adeta…
Büyük zorluklar yaşadı
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı:
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Bu kadar silah, cephane, malzeme eksikliğine rağmen Mehmetçik’in, “Âsım’ın neslinin” bu hayasız saldırıya verdiği cevap neyin eseridir peki? Cevabını hemen buluruz dizelerde.
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?
Çünkü te’sis-i ilâhî o metîn istihkâm.
Bu satırları okuyunca, ‘Çanakkale maneviyatla mı kazanılmıştır?’ diye sormak ne kadar abesle iştigaldir. “Bedr’in aslanlarına” benzetilir Çanakkale’deki Mehmetçik. Resulullah (sas) beklemektedir onu. Mehmet Âkif Çanakkale’yi adeta yaşamıştır ve bizlerinde o günleri hissetmemizi sağlar. Zira, dostu Mithad Cemal’in ifadesiyle, “Bu manzumesini de eskinin devamı olmaktan kurtaran şey yine onun çok şahsi olan nazmıdır. Âkif, vakayı yazmadan evvel yaşamaktadır.”
Bu destansı şiir bilindiği gibi Âkif’in “Âsım” adlı eserinin bir bölümü aslında. Ne zaman yayımlandığını biliyor; (10 Temmuz 1924) ama ne zaman yazıldığını tam olarak bilmiyoruz. Cemal Kutay’ın yakın dostu Kuşçubaşı Eşref’ten aktardığına göre zafer haberini aldığı Ocak 1916’da Teşkilât-ı Mahsûsa görevlisi olarak Enver Paşa’nın yakın dostu Kuşçubaşı Eşref ile birlikte Medine yakınlarındaki El-Muazzam istasyonundadır Mehmet Âkif. Zaferi öğrendikten sonra vecd halinde girdiği ve bu dizelerin kâğıda döküldüğü belirtilir. Oysa Sebîlürreşâd dergisinin Ekim 1915 sayısında, Mehmed Âkif’in görevli olarak gittiği Arabistan’dan yeni döndüğü belirtiliyor. Osmanlı kamuoyunun izleyen günlerde böyle bir şiirden haberi olmadığı da açık. Zaten 1. Dünya Savaşı boyunca Sebîlürreşâd Dergisi birkaç kez kapatılmıştı. Milli Mücadele’ye karşı olmasıyla bilinen Peyâm-ı Sabah gazetesi bile II. İnönü Zaferi’nin sevinciyle Mehmed Âkif’in, “Berlin Hatıraları” manzumesinin son bölümündeki “Korkma! Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz” dizelerini içeren “çok daha az bilinen” Çanakkale şiiriyle okurlarının karşısına çıkmıştı.
Âkif, eğer Cemal Kutay’ın belirttiği gibi bu şiiri zaferden hemen sonra yazdıysa neden yayımlamak için bu kadar zaman bekledi? Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda, Sebîlürreşâd Dergisi’nin sansür edilerek kapatıldığı ve Teşkilât-ı Mahsûsa’dan ayrıldığı dönemlerde nelerle uğraştı? Bunları bilmemek üzücü. Ama çok daha üzücü olanı böylesine bir destanı yazabilmiş, “İstiklâl Marşı” şairinin sürgünde yaşamak zorunda kalması değil mi? Yakın dostu Hasan Basri Çantay’a göre Âkif’in Türkiye’den ayrılmasının en önemli nedenlerinden biri de; dönemin ünlü bir şairinin, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde, “Maalesef, Çanakkale Şehitleri için güzel, şehitlerimizin şanına layık bir Türk şairi tarafından şiir yazılamadı. Çaresiz Türk olmayan bir adamın şiirini okuyacağız.” şeklindeki konuşmasıdır. Âkif, böyle bir küçümsemeyi hiçbir zaman gururuna yedirememişti.
Mehmed Âkif’i ve şiirini küçük gören, böylesine bir ifadeyi söyleyebilen bu şairi şimdi hatırlamıyoruz bile. Ama ne mutlu bizlere ki “Çanakkale Şehitleri’ne” şiirini her yıldönümünde gururla okuyoruz. Kahraman Mehmetçiklerimizi ve onları bize en güzel şekilde anlatan Mehmed Âkif Ersoy’u da, bu vesileyle bir kere daha rahmetle anıyoruz.
TUNCAY YILMAZER