GELİBOLU’YU ANLAMAK

Osmanlı İmparatorluğu Üzerindeki Rusya Kuşatması -1 ( Ramazan Balcı )

Rusya’nın Boğazlara Düşkünlüğü


 


XVIII. asra siyasi ve ekonomik yönden zayıflayarak giren Osmanlı İmparatorluğu bir yandan bizzat batılı devletlerin kışkırttığı isyanlarla boğuşurken diğer yandan ayakta kalabilmek için aynı batılı devletlerin desteğini aramak zorundaydı. Neredeyse yüz yıl süren bu çok taraflı oyunların bilinmesi, günümüzün problemlerini anlamak için de çok önemli katkılar sağlayacaktır.


Fransız ihtilalinin Avrupa siyasetini alt üst ettiği dönemde, Osmanlı siyaseti de dalgalanmaya başlamıştı. Balkan milletlerinin üst üste gelen isyanlarına batılı devletlerin sağladığı himaye, Osmanlı dış siyasetini meşgul eden en uzun problemlerden birini teşkil etti. Bazen Fransa ve İngiltere ile Rusya’ya karşı, bazen Fransa ile diğerlerine karşı ittifaklar yapıldı.


 Ruslar, doğu Roma imparatorluğunun ortadan kalkmasından sonra Bizans’ın sözde varisi olmak ve intikamını almak emeliyle İstanbul’la ilgilene gelmişlerdi. Ruslar için Boğazlar meselesi ilk defa İstanbul’a sahip olmak emeliyle büyük Petro zamanında dile getirildi. 17. asırda Almanya üzerindeki etkinliğini ve İspanya tahtını kaybeden Habsburg hanedanı, kayıplarını telafi etmek emeliyle doğuya yönelip Ruslar ile menfaat birliği aradılar.


Ruslar kendileri zaptedemediği takdirde boğazların Osmanlı Devleti’nin elinde kalmasını tercih ettiler. Devletin zayıflığından ve gerilemesinden istifade ederek bir nevi himaye kurmak, kendi donanmalarına her iki yönde açık bulundurmakla beraber sair devletlerin donanmalarına kapatarak Karadeniz’i kapalı bir göl haline getirmek başlıca emelleri oldu. Böylece Rusya her nevi taarruzdan korunmuş olacaktı. Bu siyaset General İganatiyef  tarafından “herkese kapalı yalnızca Ruslara açık olmak” cümlesiyle özetlemişti.


Karlofça anlaşması (26 Ocak 1699) ile Macaristan ve Transilvanya’nın Avusturya’ya bırakılmasına yol açan Osmanlı-Nemse savaşı sırasında Büyük Petro, topraklarını Azak denizi vasıtasıyla Karadeniz’e bağladıktan sonra  Rusya’yı Akdeniz’e ulaştırmak emelini gerçekleştirmek için Azof kalesini zaptetmişti.  Karadeniz’de inşa ettirdiği bir harp gemisine Çarıgrat adını verip İstanbul’a göndermiş ve Rus gemilerinin Azof ve Tayga’dan İstanbul’a kadar Karadeniz’de serbestçe dolaşmalarını istemişti. Büyük Petro’nun teklifi Osmanlı Devleti tarafından reddedildi.


 Petro’nun başarısızlığı bununla da kalmamış, İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ın Osmanlı ülkesine sığınması bahanesiyle açtığı savaşta da mağlup olmuş, Prut ve Edirne anlaşmaları ile Azak kalesini Osmanlı Devleti’ne bırakmak zorunda kalmıştı. (16 Haziran 1713 )


Petro’dan sonra Ruslar Osmanlı İmparatorluğuna karşı uyguladıkları politikanın esasını boğazlara hakim olmak şeklinde belirlediler.  Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası kabul edilen Küçük Kaynarca anlaşması ile (21 Temmuz 1774) Karadeniz’in en stratejik noktasında bulunan Kırım Hanlığı, Rusya’ya bırakıldı. Osmanlı toprakları üzerinde Paris anlaşmasına kadar sürecek olan Rus himayesine yol açan  bu anlaşma ile aynı zamanda Karadeniz ve boğazlar Rus ticaret gemilerine açılmış, Rusya Akdeniz’e inmişti. (Kaynarca anlaşmasının 11. bendine göre her iki devletin karşılıklı menfaatlerinin korunması için topraklarını kuşatan bütün denizlerde iki devlete ait bütün gemiler serbestçe seyredecekti. Karadeniz, Akdeniz ve boğazlarda diğer devletlerin ticaret gemilerine sağlanan bütün ruhsatlar aynıyla Rus ticaret gemilerine de sağlanacaktı.)


Kaynarca anlaşmasından sonra Rusya ve Avusturya Şark siyasetine daha fazla önem verdiler. Çariçe büyük Katerina ve Avusturya İmparatoru Jozef, Lehistan’da olduğu gibi Osmanlı topraklarının büyük kısmını paylaşmak için aralarındaki ittifakı güçlendirmişlerdi.


Katerina, Küçük Kaynarca anlaşması ile bağımsızlık verilen Kırım’ı ilhak ettikten sonra, bunu Osmanlı Devleti’ne de kabul ettirdi. Savaşa devam eden Katerina, Karadeniz’in doğusunda Anapa ve batısında Tuna kıyılarına kadar geldi. Deli Petro’nun vasiyetnamesini yerine getirmeye muktedir göründüğü bir sırada Avusturya, Prusya ve Şark meselesi ile yeni yeni ilgilenmeye başlayan İngiltere’nin harp tehdidi ile 9 Ocak 1792 tarihinde Yaş anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Bu anlaşma ile Kırım, Aksu, Turla (Dinyester) nehirleri arasındaki arazi, Karadeniz’in Kuzey sahillerinin hemen yarısı Ruslara bırakıldı.


Katerina, Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra yaptığı ticaret antlaşması ile diğer batılı devletlerin elde ettiği tüm ticari hakları elde etmeyi başarmıştı (1783). Anlaşma Rus ticaret gemilerinin Karadeniz’den Akdeniz’e ve aksi yönde özgür bir biçimde geçmelerini, Rus tüccar­larının, Türkiye’nin tüm topraklarında, en iyi koşullar sağ­lamış ulusların yararlandıkları bağışıklık ve ayrıcalıklar üzerinden serbestçe ticaret yapmalarını öngörüyordu.


1783 ticaret antlaşması, sonraki dönemde  Os­manlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı arasındaki ticaret iliş­kilerinin hukukî temelini oluşturdu.[1]


Yaş anlaşması ile neticelen buhrana kadar İngiltere doğu siyasetine ilgisiz kalmıştı. 18. asrın sonlarına doğru Hindistan’daki çıkarlarına önem veren İngiltere, Hindistan yolunu koruma endişesiyle doğu siyasetiyle ilgilenme gereği duydu. Başta Fransa daha sonra da Avusturya ile birlikte hareket ederek Rus yayılmacılığına engel olmaya çalıştı. Bilhassa Piyet tarafından tatbik edilen bu siyaset 19. asrın son çeyreğine kadar İngiltere’nin doğu siyasetinin esasını teşkil edecekti.


Fransız ihtilali I. Napolyon’un tahttan ayrılmasına kadar doğu siyasetinde etkili olmuştu. Katerina’dan sonra işbaşına geçen III. Pol ve I. Aleksander zamanlarında Rusya, Napolyon ile uğraştığı aynı zamanda Osmanlı ülkesini de her alanda çöküntüye uğratmaya birinci derecede önem veren Katerina siyasetini devam ettirdi. Bu dönemde Boğazların Osmanlı Devleti gibi zayıf ve yıkılmaya mahkum bir devlet elinde kalmasının Rus emellerine daha ziyade uygun olduğunu düşünen Rus diplomatları, Osmanlı Devleti üzerinde bir himaye sağlanabileceği fikrini ortaya attılar. General Bonapart’ın Mısır’ı istilası üzerine  Rusya, Osmanlı Devleti’ne yakınlaşmaya çalışmış, Üçüncü Selim zamanında İstanbul sefiri aracılığıyla bir ortak savunma anlaşması imzalamaya muvaffak olmuştu. (23 Aralık 1798)


Nikola zamanında Mora isyanı ve  Yunan buhranı sebebiyle ortaya çıkan Osmanlı-Rus harbi sonrasında yapılan Edirne anlaşması ile Ruslar Anapa ve Poti’yi de alarak Karadeniz’in Kuzey sahillerini tamamıyla işgal ettiler. (2 Eylül 1829).


Ruslar bu dönemde kendi açılarından boğazlar meselesini çözebilecek durumdaydılar. Ancak mevcut uluslar arası siyasi durumun zorunlu bir sonucu olarak bu meseleyi bir süre daha ortada  bırakmak zorunlu görülmüştü.


 Rus başvekili yaptığı bir konuşmada “Rusya Osmanlı Devleti’ni imha edebilirdi, fakat yerine geçecek devletlerin zamanla Rusya’ya rakip olmaları ve sınırlarımızın haddinden fazla genişlemesinin getireceği sakıncalardan korunmak için böyle zayıf ve yıkılmaya yüz tutmuş bir devletin ayakta tutulması Rus siyaseti için daha uygundur” sözleri ile bu kanaati dillendirmişti.    


Edirne sözleşmesinin imzasından bir kaç sene sonra Mısır Valisi Mehmed Ali’nin, birinci isyanı ile Osmanlı kuvvetlerini mağlup etmesi, Rusların boğazlar siyasetini gerçekleştirmelerine büyük bir fırsat sağlamış oldu. O sırada İngiltere’nin seçim derdi ile meşgul olmasından ve Fransa’nın Mehmed Ali ile iyi ilişkiler kurmasından yararlanan Rusya, Osmanlı Devleti’nin yardımına koştu. Mehmed Ali’nin İstanbul’da Rus emellerine engel olacak kuvvetli bir hükümet kurmasını önlemiş,  Osmanlı Devleti’ni himayesine alma fırsatını da yakalamıştı.


Mısır ordusuna karşı Osmanlı başkentini müdafaa etmek gerekçesiyle Rus donanması İstanbul’a geldi. 15.000 kişilik bir Rus kuvveti Tarabya’ya çıktığı gibi daha büyük bir Rus ordusu Tuna’yı geçmek için hazırlanmıştı. Fransa ve İngiltere Rusya’nın bu teşebbüsüne karşı ilgisiz kalmadılar. Mısır’ın yanında Suriye ve Adana valiliklerinin de Mehmed Ali’ye verilmesini sağlayarak anlaşmazlığı sona erdirdiler. İngiltere ve Fransa’nın baskıları üzerine Ruslar 10 Temmuz’da İstanbul’dan ayrıldılar. Ancak bu sırada Hünkar İskelesi adı verilen bir ortak savunma anlaşması yapmaya muvaffak olmuşlardı. (8 Temmuz 1833)


Anlaşmanın gizli ve açık hükümleri ile Osmanlı Devleti, bütünüyle Rus himayesine girmiş, boğazlarda Ruslara kapıcılık yapma görevi verilmişti. Anlaşmanın boğazlarla ilgili gizli maddesi gereğince Ruslar kendilerine savaş açabilecek bütün devlet donanmalarına karşı boğazların kapatılmasını sağlamışlardı. Karadeniz sahillerini güvence altına alan Rusya, müttefik sıfatıyla donanmasının boğazlardan serbestçe geçiş hakkını da elde etmişti.


(8 Temmuz 1833 tarihli Hünkar iskelesi anlaşmasının gizli maddesi “Osmanlı saltanatı ile Rusya devleti arasında imzalanan ortak savunma anlaşmasının birinci maddesine göre her iki devletin de güvenliğini sağlamak için karşılıklı olarak maddi yardımda bulunmak konusunda sözleşmişlerdir. Rusya imparatorluğu, Devlet-i âliyye’yi anlaşma ile üzerine aldığı maddi yardımlardan doğacak ağır yüklerden korumak için Osmanlı Devleti’nin vermek zorunda olduğu maddi yardımı istemeyecek, buna karşılık olarak Osmanlı Devleti Akdeniz boğazını hiçbir yabancı harp gemisine hiçbir bahane ile açmayacaktır. Bu gizli madde açık anlaşma metninde yazılmış gibi yürürlükte kalacaktır.”)


Mehmed Alinin ikinci kez isyan etmesi, Fransa ve İngiltere’ye Rusya’nın boğazlar üzerinde elde ettiği üstünlüğe ortak olma fırsatının verdi. Boğazların yabancı deniz kuvvetlerine kapatılması kaidesini kesin hükme bağlayan anlaşma ile Osmanlı Devleti, dost devletlerin elçilik hizmetlerine tahsis edilen gizli harp gemileri ayrı tutulmak üzere yabancı harp gemilerine boğazları kapatmayı başarmıştı.  Böylece boğazlar Rus donanmasına kapanmış oldu. Ayrıca  Hünkar iskelesi anlaşması ile kazandığı Osmanlı İmparatorluğunu himaye etme hakkını da büyük devletlerle paylaşmak zorunda kaldı. (21 Temmuz 1841 Londra sözleşmesi)


Kırım savaşı boğazlara yeni bir statü getirdi. 1856 tarihli Paris anlaşması ile Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunması büyük devletlerin himayesine verildi. Karadeniz’in tarafsızlığı ve boğazların kapatılması devletler arası bir sözleşme ile teminat altına alındı. Boğazların kapalılığına dair şartlar 1941 sözleşmesi ile aynıydı. Yalnızca Osmanlı Devleti ile devletler arasındaki karşılıklı yükümlülükler daha açık olarak belirtildi. Rusya ve Osmanlı Devleti Karadeniz’de elli metre uzunluğunda ve yük kapasitesi 800 tonilato hacminde dörder harp gemisinden fazla deniz kuvveti bulundurmayacaklardı.


Rusya bu ağır anlaşmadan, ancak anlaşmanın  en kuvvetli savunucusu olan Fransa’nın Prusya karşısında ağır bir yenilgi almasından sonra kurtulabildi. (1871)


Paris sözleşmesinin Rusya ile Osmanlı Devleti’nin deniz kuvvetlerini sınırlandıran ve Karadeniz’i tarafsız hale getiren maddeleri iptal edildi. Babıâli, sulh zamanında –devletin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığının korunması için- dost ve müttefik devletlerin harp gemilerine boğazları açabilecekti.


Mısır meselesi Türkiye ve Rusya’yı son olarak 1882’de İngiltere’nin Mısırı işgali ile bir kere daha karşı karşıya getirdi. Rusya, Mısır’da İngilizlere karşı yürütülen itaatkar siyasete garantör devlet sıfatı ile karşı çıkmaktaydı.  Rusya sefiri padişaha karşı “Osmanlı Devleti saltanat hukukunun bir kısmını kendi rızasıyla İngiltere’ye terk ettiğinde Rusya devleti de Osmanlı topraklarının koruyucusu olmak sıfatıyla üzerine aldığı yükümlülüğü bırakır. Bir süreden beri Babıâli, Rusya’ya karşı düşmanca tavırlar sergilemektedir, bu durum harbe sebep olur!” şeklinde tehditkar bir ifade kullanmaktan kaçınmıyordu.[2]


İngilizlerin Mısır’ı tahliye etmesi için yürütülen diplomasi sırasında Akdeniz’de fiili durumun korunması için Avusturya, İtalya ve İngiltere arasında yapılan Akdeniz İttifakı’na katılmaktan yine Rusya endişesi ile vazgeçildi


Sultan Abdülhamit bu dönemdeki İngiliz siyaseti hakkında şunları düşünmekteydi. “ İngiltere hükümeti her hususta görüldüğü ve tecrübe edildiği üzere öncelikle sadece kendi menfaatini dikkate alır. Dost ve müttefik olan devletleri her şeyden önce bu menfaatini temin ettirmek için çalıştırmak emelindedir. Osmanlı Devleti’ni şu son senelerde hararetle kendi tarafına çekmeye çalışması, Rusya ile arasında bir harp çıkma ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir harbin zuhurunda, Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya yakınlığı, hudutların büyük kısmının Rusya ile ortak olması, Karadeniz limanlarının ve Dersaadet’in Rusya’nın Karadeniz limanlarında bulundurduğu kuvvetlerine karşı güvenlik içinde bulunmaması, İngiltere Devleti’nden gelecek yardımı yok hükmünde bırakacaktır. Allah göstermesin mağlubiyet halinde devlet-i ebet müddetin hayatı tehlikeye düşer. Galip gelmesi halinde kazanılacak menfaat ise hiç hükmünde kalır. Diğer taraftan Avusturya, İtalya ve sair küçük hükümetlerin yardımları veya tarafsız kalmaları için İngiltere tarafından yapılan vaatler, büyük ihtimalle Osmanlı toprakları üzerinden verilecektir. Buna göre İngilizler galipte olsalar, mağlup da olsalar zararın büyüğü Osmanlı Devleti’ne ait olacağı açıktır.” (13 Kanun-u Evvel 1303)


Rusya Hünkar iskelesi anlaşması hükümlerine geri dönme çalışmalarında İngiltere’nin engel olması yüzünden başarılı olamadı. Boğazların bütün devletlere açılması yolundaki çalışmaları da  Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarına aykırı görüldüğü için sonuçsuz kaldı. 


Bir süre maliye nazırlığı ve başbakanlık yapmış olan Rus Konet Vite, Abaçya’da bir Avusturya gazetecisine verdiği beyanatta “Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne açtığı harplerin tamamı boğazlardan serbest geçiş hakkını elde etmek için yapılmıştır. Boğazlar kapalı olmasa Türklerle harp etmezdik. Serbest geçiş hakkı sadece Ruslar için değil bütün devletler için olmalıdır. Boğazlar meselesinin Osmanlı Devleti’nin bekasıyla ilgili olduğu düşüncesi yanlıştır. Rusya’ya atfedilen işgalci sıfatı yersiz bir yakıştırmadır. Oysa İngiltere daha yakınlarda harp etmeden Mısır’ı işgal etmiştir” yolunda bir beyanat vermişti.[3]


İngiltere, Rusya’yı kendi menfeatleri için bir tehdit olarak gördüğü sürece Osmanlı devletini yanında tutma gereği duymuştu. Bu tehdit ortadan kalktığı gün Osmanlı devletini de gözden çıkaracaktı.


Osmanlı devleti boğazlar konusunda Ruslara karşı İngiltere’nin yanında yer almayı daha akıllıca bulmaktaydı. Ne varki İngiltere XIX. yy’lın  sonunda Mehmed Ali isyanı, Kırım savaşı, Londra konferansı ve Berlin kongresinde ortaya koyduğu geleneksel Şark siyasetini değiştirmişti. Cihan hakimiyetini, özellikle de Hindistan saltanatını tehdit eden Rusların yayılmacılık siyasetine karşı, Osmanlı Devleti’ni bir müdafaa setti yapma siyasetini terk etti. Hindistan yolunun güvenliğini Mısır’ı istila ve Asya’nın doğusunda Japonlarla ittifak etmek gibi tedbirlerle temin etmek yoluna girdi. Müslüman tebaanın çokluğuna binaen dünyanın en büyük İslam devleti olmak iddiasıyla, halifelik makamına kuvvet vermeyi, hatta varlığını korumayı siyasi menfaatlerine aykırı görmeye başladı. Rus tehlikesinden daha yakın ve daha tehlikeli gördüğü Alman rekabetini ortadan kaldırmak isteğiyle Ruslarla ittifak etmeye ve Rusların doğu politikalarının gerçekleşmesi için yardım etmeye başladı.


Aynı şekilde Fransa, Almanya’dan intikam almak emeliyle 1900’den sonrada Kral Edvard’ın siyasetini takip ederek İngiltere ile menfaat birliğine girdi. Almanya’yı çember içine almak için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdı. Bu siyasetin zaruri neticesi olarak Balkan harbi sırasında Cumhuriyet hükümeti, özellikle de Mösyö Polankare Osmanlı Devleti’ne karşı Ruslara rahmet okutacak bir düşmanlık siyaseti ortaya koymuştur.[4]


 


 Rum Fetreti’nde  Rusya


Rönesans ve hümanizm hareketleriyle bütün Avrupa’da  ‘Helen’ hayranlığı, artmıştı. Eğitimlerini klasik Grek dili, kadîm Grek edebiyatı, Grek felsefesi ve mitolojisi ile sürdüren Avrupa aristokrasisi ve burjuva aydınları Helen hayranlığı ile Rum davasının gönüllü birer savunucusu olmuşlardı


Fener semtinde oturan asil Rum aileleri,  Eflak – Boğdan gibi özerk prensliklerde Ortodoks kilisesinin hâkimiyetinden yararlanarak büyük miktarda toprak elde etmişlerdi. Aynı zamanda  ‘Helen’ davasının filizlenmesine, ‘Rumluk’ merkezlerinin gelişmesine ve ‘Bizans’tan sonra Bizans’ fikrinin yayılmasına ön ayak oldular.


Öte yandan Rum ayrılıkçılar her kademede Rusların himayesine mazhar oluyorlardı. Helen davasını amaç edinen ilk cemiyet olan Filike Eterya (Hetaireia ton Philikon) 1814’te Odesa’da kuruldu. Rus çarının himayesinde faaliyet gösteren bu cemiyet, eski Bizans’ı tekrar canlandırmak için Rumları harekete geçirecekti.


Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa ve oğullarının idam edilmesi üzerine doğan otorite boşluğundan yararlanan Rus çarının Rum asıllı yaveri Alexander İpsilanti, Eflak’ta, (Şubat 1821); kardeşi Demetrios Mora’da isyan başlattılar.[5]


Sultan Mahmud,  uzun süren çatışmalar sonrasında Mısır Ordusunun yardımı ile Mora isyanını kontrol altına almış, bu arada Yeniçerileri kaldırarak modern bir ordu kurmak için çalışmalara başlamıştı. Oysa bu gelişmeler öteden beri  Yunan bağımsızlığını düşleyen İngiltere ve Rusya’nın planlarına aykırıydı. Bölgede zayıf bir Yunan Devleti’nin kurulması İngiltere ve Rusya’nın çıkarlarına daha uygundu.  1827 yılında İngiltere General Vellington’u Petersburg’a gönderdi. Vellington, Ruslarla Yunan meselesini karara bağlamıştı. İkili anlaşmada Yunanistan’ın Osmanlı Devleti himayesinde, özerk bir devlet olarak tanınması ve Osmanlı Devleti’ne bir miktar vergi vermesi kararlaştırıldı. Fransa da bu iki devleti destekliyordu. (Londra Protokolü, 6 Temmuz 1827)


Osmanlı Devleti, üç büyüklerin Rum âsileri lehinde aldıkları kararları kendi iç işlerine bir müdahale olarak değerlendirip reddetti. Bunun üzerine üç devlete ait donanma, Navarin Limanı’na yaptığı ani bir baskınla  Mısır-Osmanlı donanmasını ateşe verdi (20 Kasım 1827). Modern bir Haçlı seferi olan Navarin baskını Avrupa’da sevinçle karşılandı.


Yapılan protestolar üzerine İngiltere Mora’daki Mısır kuvvetlerini tahliye etmek için harekete geçmiş, Fransa  Mora’ya asker çıkarmış, Rusya harp ilân etmişti.” (Nisan 1828).  


Yeni kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu henüz teşkilatını tamamlayamamıştı. Rus kuvvetleri karşısında önemli bir varlık gösteremedi. Eflak ve Boğdan’ı işgal eden Ruslar, Tuna’ya kadar indiler. Balkanları aşan Rusya, batıda Edirne, doğuda ise Erzurum’a kadar geldi. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. Edirne Antlaşması sonunda, Yunanistan’a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan  yeni imtiyazlar aldılar.  Rus ticaret gemilerine boğazlardan geçiş hakkı tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerlerden geri çekilecek Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödeyecekti.


Kırım Seferinden 93 Harbine


 


Rusya görünüşte, Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoks tebeanın hukukunu korumak, gerçekte ise bu topraklar üzerindeki siyasi emellerini gerçekleştirmek peşindeydi. Bulgar milleti onlar için yeni sahnelenecek oyunlar için iyi bir malzemeydi. Rusya, kendi toprakları haricindeki Slavları, bağlı oldukları idareden ayırmaya yönelik Panslavizm siyasetini bu tarihten sonra yürürlüğe koydu.  Bu siyasetin tatbiki için kurulan Slav yardım cemiyetleri vasıtasıyla balkan ülkelerinde  tahriklerde bulunmaktaydı.


Rusya Balkanlarda yürüttüğü çalışmalara paralel olarak  1853 yılında Osmanlı devletinin Kudüs ve çevresinde yaşayan Katolik ve  Ortodokslara yönelik olarak Fransa’ya verdiği ayrıcalıkları gündeme getirmişti. Osmanlı devletine bir ittifak teklif etmiş ve Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunu istemişti.


Bu teklifin reddedilmesi üzerine açtığı Kırım savaşı başarısızlıkla sonuçlanınca Paris anlaşması ile Karadeniz’deki Rus askeri kuvvetleri ortadan kaldırılmıştı. Fakat 1871  tarihinde Fransa’nın Almanya karşında bozguna uğraması üzerine Rusya, Paris anlaşmasının kendisi sınırlandıran maddelerinden kurtuldu.


1876 tarihinde Bosna Hersek vilayetleri öteden beri zulüm görmekte oldukları bahanesiyle Osmanlı hükümetine karşı ayaklandılar.  Ruslar tarafından gizlice tahrik edilen isyan ateşi,  geniş bir alanı kapladı. 1877 senesi ilkbaharında Bulgarlar da isyana katıldı. Sırbistan ve Karadağ prenslikleri bağlı bulundukları Osmanlı devletine harp ilan ettiler. Bu isyanları teşvik eden Çar, Rus askerleri arasından Sırp ordusuna gönüllü asker yazılmasına izin vermekle kalmadı, isyan eden orduya baş kumandanlık yapmak üzere General Çernayef’i gönderdi. Her şeye rağmen Osmanlı devleti kendisini şiddetle müdafaa ediyor, İstanbul’a oldukça yakın olan Bulgar  isyanının önünü almaya çalışıyordu.[6]


Osmanlı kuvvetlerinin, Sırp ordusunu Deligrat ve Aleksinaç mevkilerinde tepelemesi üzerine Rusya  açıktan işe müdahale etmiş, Osmanlı Devletine harp açmakla tehdit etmişti.


İngiltere’nin aracılığı ile Osmanlı devleti kendine bağlı bir emaret olan Sırbistan ile 1876 Eylülünde mütareke yapmak zorunda kaldı. Öte yandan Rusya’nın teşvikiyle büyük devletlerin elçileri, Osmanlı devletinin iç işlerinde yapacağı ıslahatı görüşmek üzere İstanbul’da bur konferans düzenlediler. Avrupa’nın bütün isteklerine boyun eğen Osmanlı devleti, kanun-ı esasiyi ilan etmekle kalmadı, Osmanlı topraklarında bütün dinleri serbest bıraktığını resmen ilan etti. Buna rağmen Rusya devletin bağımsızlığına gölge düşürecek bir şekilde; isyan eden vilayetlere özerklik verilmesini, yabancı askerlerden bir jandarma heyeti teşkilini, hükümetin hareketlerini kontrol etmek üzere muhtelif milletlerden mürekkep bir komisyonun kurulmasını istiyordu.


Bab-ı Ali bu ağır şartları kabul etmemekle birlikte Rusya’nın ilan ettiği seferberliğe karşılık vermek üzere ordusunu seferber hale getirdi. Rusya’nın açıkça savaşmak için bahane aradığını gören Avrupa devletlerinin usulen yaptıkları konferanslar sonucu değiştirmedi.[7] 


Rusya iki cepheden Osmanlı topraklarına girdi. Erzurum ve İstanbul Rusların eline düşmek üzereydi. Yeni bir anlaşma Osmanlı’yı 40 yıl sürecek yeni bir esarete sokacaktı.


Ayastefenos antlaşması, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne kaşı takip ettiği Panslavizm siyasetinin bir zaferi oldu. Zira Sırbistan, Karadağ ve Romanya istiklallerini Bulgaristan’da muhtariyet idaresini  elde etmişler ve   Rusya’nın birer nüfuz sahası haline gelmişlerdi. Bulgaristan emaretinin Kavala limanı ile Ege denizine açılması ise Rusya’nın sıcak denizlere inme siyasetinin mühim bir neticesiydi.[8]


Savaş siyasi sonuçların yanında bölgede büyük ölçüde Müslüman kıyımına yol açtı. 1878 Ocak ayında Meriç kıyısında Harmanlı – Edirne arasında 40 binden fazla Türk göçmeni Rus ordusu tarafından katledilmişti. İngiltere’nin İstanbul büyük elçisi Layard, Dışişleri Bakanı Derby’e gönderdiği yazıda Rusların önünden kaçan 150.000 Türk’ün Sofya Tatarpazarcık yolu üzerinde sefalet hastalık, ve soğuktan öldüğünü bildirmişti.[9]


Aynı şekilde  Kars ve çevresinden Erzurum’a 30.000 hane (150.000 insan) göç etmiş, göçler bölgenin nüfus yapısını esaslı bir şeklide değiştirmişti. Yapılan resmî istatistiklere göre, 1877-1891 tarihleri arasında Sohum muhacirleri hariç 700.000’den fazla göçmen Rumeli’den Anadolu’ya sevk edilirken Kuban, Kırım, Kafkasya, Batum, Sohum ve Kars civarından Anadolu’ya en az 300.000 göçmen gelmişti.[10]


 


Ermeniler


 


1826 yılında, İran Prensi Abbas Mirza, I. Aleksander’in ölüm haberi üzerine 1813’te imzalanan Gülistan Antlaşması’nı bozdu.  Ruslarla mücadeleye başladı, Rusların düştüğü zor durumdan  yararlanmak isteyen Ermeniler Ruslara yardım etme kararı aldılar. Ermeni Katagikosu Nerses Aşdaragesi, gönüllü Ermeni alayları kurdu ve Rusların emrine verdi. Kısa zamanda kendisini toplayan Ruslar, Ermenilerin gönüllü işbirliği ve katkılarıyla İran’ı yendiler. Revan, Ermeniler tarafından Ruslara teslim edildi. 8 Şubat 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması’yla İran,  Erivan ve Nahcıvan hanlıklarını Rusya’ya terk etmek zorunda kaldı.


Çar I. Nikola, Türkmençay Antlaşması’yla ele geçirdiği bölgeleri “Ermeni İli” olarak ilan etti. Ruslar bir süre sonra Azerbaycan’dan Rusya topraklarına 8000’den fazla Ermeni aileyi göç ettirdi. Rusya böylece doğu sınırına Ermenilerden bir güvenlik setti yapmış oluyordu.


Ruslar bununla da yetinmedi aynı yıl Osmanlı İmparatorluğuna saldırdı. Yine  bölgedeki Ermeni halkın yardımıyla Kars’ı ele geçirdi. Erzurum’a kadar ilerleyen Rusya 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’yla bir kısım toprakları geri verdi. Ancak bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin Kafkasya ile irtibatı kesilmiş, bütün Kafkasya Rusların eline geçmişti.


Ruslar geri çekilirken  Erzurum ve Eleşkirt bölgesinde yaşayan Ermenilerden yüz bin kadarı, Rusya’ya geçerek Erivan, Ahıkelek ve Ahıska bölgelerine yerleştiler.


Ermeniler, Çar’ın Erivan ve Nahcıvan hanlıklarını Ermenistan vilayeti olarak ilan ettikten sonra en azından özerk bir idare bekliyorlar, Çar’ın “Polonya Kralı” olduğu gibi aynı zamanda “Ermenistan Kralı” ünvanını da alacağını ümit ediyorlardı. Bu ümitleri fazla uzun sürmedi. Ruslar, kısa zamanda Ermenilerin kutsal şehri Eçmiyazin’i işgal ederek Ermeni vilayetlerini ilhak ettiler. Aynı zamanda dini bağımsızlıkları da tehlikeye girdi. Bu tarihten itibaren dinî liderleri de  Çar’ın onayı ile iş başına gelebilecekti.[11]


Ruslar  Doğu Anadolu’daki Ermenileri, Osmanlı devleti üzerindeki siyasî hesapları için bir araç olarak kullanacaklardı. Harpten önce sözde himaye etmek bahanesi ile Ermeni ıslahatı için başlattıkları diplomasi başarılı olmuştu. Doğu Anadolu’nun iki ayrı müfettişliğe ayrılarak buralara yabancı uyruklu genel valilerin atanmasını Osmanlı Devletine kabul ettirmişlerdi.


Cihan harbi öncesinde Ermeniler Rusların tahriki ile bağımsız bir bölgede yaşıyormuş gibi davranmaya başlamışlardı. Haziran- Temmuz 1914 tarihinde  Ermeni Taşnaksutyun Komitesi’nin 8 nci kongresinde muhtemel bir Osmanlı- Rus savaşında, işgal edecekleri topraklarda Ermenilere bağımsızlık verilmesi şartı ile  Ruslarla ittifak edilmesi kararı alındı.[12] Ayrıca harp ilanına kadar Rusya ve diğer Avrupa ülkelerinin yardımı ile silahlanma çalışmalarını artırmak, savaş ilan edildiğinde Türk Ordusundaki Ermeni askerlerin silahları ile birlikte Rus Ordusu’na katılmaları kararlaştırıldı.[13] Rus Çarı Nikola daha Eylül 1914 tarihinde yayınladığı beyanname ile açıkça Ermenileri Rusya’nın yanında savaşa çağırıyordu. “Özgürlük saati sonunda sizin içinde çaldı” sözüyle Ermenilere bağımsızlık sözü veren Çarın asıl hedefi Osmanlı Ermenilerini isyana teşvik etmekti. [14]


 








[1] A. D. Noviçev, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, çev. Nabi Dinçer, Ankara: Onur Yayınları, 1979; s.116



[2] Mabeyn’den sadarete gönderilen 22 Ramazan 1304 tarihli tezkere.



[3] Rauf Ahmed, Ragıp Râif, Boğazlar Meselesi, Hariciye Nezareti, Matbaa-i mire, 1334



[4] Ramazan Balcı, Osmanlı’nın Son Öyküsü, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, s. 250-251



[5] Osmanlı  Devleti Tarihi, Kemal Beydilli, “Küçük Kaynarcadan Yıkılışa” C I, s. 86-87



[6]Ramazan Balcı, Sarıkamış Yolun Sonu, BKY. İstanbul 2007; s. 38-39



[7] Reşit, (Erkan-ı Harbiye Kolağası), 1293 Osmanlı Rus Sefer-i Ahiri, İstanbul 1326. Matbaa-i Hayriyye, s. 5-87



[8] Mahir Aydın, Şarkî Rumeli Vilayeti, s. 20



[9] Bulgar Mezalimi, 1877-1989, İlker Alp, Ankara 1990, s.31-32; s. 204



[10] Kafkaslardan Anadolu’ya Göçler (1877-1900), Nedim İpek, Ondokuz Mayıs Ünv. Eğitim Fakültesi Dergisi, 1991, sayı 6, s.103; s.111



[11] Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezâlimi I: 1906-1918,  Ankara 1995, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı; s. XXV-XXX



[12] Halil Kemal Türközü,”Taşnak Partisi’nin 8. Kongresi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı No. 12, (Şubat 1986), s. 24



[13] Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Sayı No.83, (Mart 1983) Belge No. 1903.



[14] Muammer Demirel, Birinci Dünya Harbinde Erzurum ve Çevresinde Ermeni Hareketleri, 1914- 1918, Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1996, s. 27.

13.225 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir