GELİBOLU’YU ANLAMAK

I. Balkan Savaşı (İsmail Pehlivan)

Balkan Savaşları’nın faturasını kimi çevreler tamamen İttihat ve Terakki’ye kimi çevrelerde Ahmet Muhtar Paşa kabinesine kesse de durum birkaç yıllık süreç veya belirli siyasi oluşumların hatalarından ibaret değildir. Balkan ülkeleri muhtariyet ve bağımsızlıklarını elde ettiklerinden itibaren devlet teşekküllerini Türk düşmanlığı çerçevesinde tevcih ettiler. Zaten Balkan Savaşları öncesinde Türk düşmanlığı ve siyasi nüfuzu azalan Osmanlı’dan toprak koparma isteği kendini komitacılık olarak göstermiştir. Sadece komitacılık hareketlerinin bir sonuca varmaya yetmeyeceğini farkeden bu Balkan devletleri aralarında asırlardır süren ırkî, siyasî, etnik ve dinî düşmanlıklarını; ortak bir düşmana karşı mücadele etmek ve büyük idealleri uğruna Balkan pastasından pay almak için  kısa bir süre rafa kaldıracaklardı. Tabi ki bu düşmanlık kısa bir süre rafa kalkmasında ve ittifak sürecinde kendilerine asırlardır ağabeylik yapan Rusya’nın rolü gözardı edilemez. Rusya bir yandan Balkan ülkelerini savaşa hazırlarken diğer yandan ise Osmanlı’yı savaşa hazırlıksız yakalatmak için siyasi kurnazlıklarını kullanmaktaydı. Savaştan kısa bir süre önce Rusya Osmanlı Hariciye Nazırı Gabriel Noradungiyan Efendi’ye Balkanlarda savaşın çıkmayacağına dair sahte teminat vermiştir. Bu sahte teminat üzerine de Balkanlarda 120 tabur talimli asker (75.000) terhis edildi.[1] Yılmaz Öztuna’da eserinde, Hariciye Nazırı ve zamanın Sofya Büyükelçisi olan Noradungiyan Efendi bu haberi Rusya ile danışarak tamamen ihanet duygulu bir niyetle Bab-ı Ali’ye bildirdiğini zikretmiştir.[2] Bu terhis işleminin geçtiği sıralarda da Balkan devletleri kendi aralarında seferberlik ilan ettiler. 3 Ekim’de Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ortak bir nota vererek üç gün içinde Türk hükümetinin Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk ve Girit’e muhtariyet  vermesini istedi.

Sürecin bitiminde tekrardan üç günlük süre veren Balkan devletleri, eş zamanlı olarak Avrupalı devletlere de siyasi yollarla kabul ettiremeyecekleri isteklerini silah yoluyla kabul ettirecekleerine dair nota vermekteydi.. Osmanlı’nında kendisi aleyhine gelişen bu siyasi havada verdiği tepki, Balkan devletleri ile olan münasebetleri kesmekti.[3] Böylece savaş devletlerarası siyasi ve hukuki zeminde meşru bir hâl almış oldu. İlk olarak 8 Ekim’de Karadağ,  Osmanlı devletine savaş ilan etti.[4]

Karadağ’ın Osmanlı’ya savaş ilan etmesiyle Balkan Savaşları’nın birinci evresi başlamış oldu. Karadağ’ın arkasından 17 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan; 19 Ekim’de Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.  Bütün bunlar gelişirken İstanbul’da harp mitingleri düzenleniyordu. Halkın o dönemki hükümetin idarî ve askerî kadrosuna güveni tamdı. Fakat o idarî ve askerî kadro seferberlik planında hayvanların dahi cepheye iskanı esnasında saman ve su ihtiyaçlarını dahi hesaplayamamıştı, varın askerlerin iskanını siz düşünün!

 

Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen harp mitingi

Aslında başlangıçta büyük devletler, Balkanlar’da bir savaşın çıkmasını önleyecek hareketlerde bulunabilirdi. Fakat Osmanlı aleyhine gelişen ortam Avrupalı devletlerin menfaatlerine uygun bulunuyordu. Onlar Balkan buhranını önlemek yerine, kendi menfaatlerini koruma ve kollama yolunu seçtiler. Bu durumda binlerce insanın hayatına mâl oldu.[5]

Nitekim Balkanlardaki siyasal sıkıntının büyümesi üzerine Osmanlı’nın Balkan devletlerini yenebileceğini düşünen Rusya ve Avusturya tüm Avrupa ülkeleri adına bir bildiri yayınlayarak; Osmanlı ile Balkan devletleri arasında çıkacak olan savaşın sonucunda Rumeli’de herhangi bir sınır değişikliğini kabul etmeyeceklerini ve Balkanlar’daki statükonun aynen korunacağını bildirdiler.[6] Peki korundu mu? Kocaman bir hayır. Zaten bu bildiri Osmanlı’nın Balkan devletlerini yenebileceği ve tekrardan kaybettiği toprakları kazanacağı endişesinden doğmuştur. Bu endişenin kanıtı ise savaşın Balkan devletleri lehine hâl alması ve savaş sonunda Osmanlı’dan büyük miktarda toprak ele geçirmeleri sonucu bildirilerin siyasi etkinlik alanlarında kullanılmamasıdır. Osmanlı’nın Balkan topraklarını kaybetmesine göz yumulmuştur. Zira Osmanlı’nın da bu bildirileri siyasal alanda kullanacak ne bir askeri gücü vardı ne de diplomatik olarak etkinliği…

Osmanlı Devleti savaşa çok büyük sıkıntı içinde girdi. Adeta imkânsızlıklar içinde boğuluyordu. Özellikle ordunun cephelere ulaşımı ve ikmali çok kötüydü. Savaşın ilk gününden itibaren erzak ve iaşe eksikliği doğmuştu. Aynı zamanda orduya politika girmiş ve bu da subaylar arasında ikilik yaratmıştı.[7] Bundan başka Osmanlı’nın her an savaş alanı olabilecek Trakya ve Makedonya’daki askerleri ya başka yerlere kaydırılmış ya da bir kısmı terhis edilmişti.

Savaşan devletlerden Osmanlı’nın nüfusu 23.806.000, Balkan devletlerinin ki ise 10.167.000 kişi idi. Ancak Osmanlı devletinin nüfusu Anadolu ve Arabistan’a kadar olan geniş topraklara yayılmıştı. Bu da Osmanlı’nın nüfus avantajını kullanmasını sağlayamamasına sebep oluyordu. Balkanlarda 450.000 kişilik Türk ordusu bulunurken bu sayı diğer devletlerde 510.000 kişi idi.[8] Alemdar Gazetesinin haberine göre ise Balkan ülkelerinin toplam askeri gücü 415.000 kişidir. Bunun 235.000’i Bulgar, 100.000’i Sırp, 45.000’i Yunan, 35.000’i ise Karadağlıdır.[9] Alemdar gazetesinin verdiği bu rakamlar kısmen doğrudur. Ancak bu gazetenin yapmış olduğu sayıma ek olarak Balkan ülkelerinin herhangi bir olumsuzluk olduğunda silah altına alabileceği kuvvetlerde bulunmaktaydı. Osmanlı’nın böyle bir şansı bulunmuyordu. Anadolu’nun, Suriye’nin Arabistan’ın ücra köşelerinde silah altına alabileceği kişileri savaş alanına sevki haftalar alırdı. Zaten savaş başladıktan sonra demiryolları Balkan müttefiklerinin eline geçti. Silah altına aldığı askerleri cephelere sevk etse dahi eğitimsiz birliklerden başarı beklenemezdi. Zira nitelikten noksan bir nicelik felaket getirir…

Osmanlı Devleti savaşın ilk aşamasında Rumeli’de Bulgar kuvvetlerine karşı savaşacak Doğu Ordusu’nu; Makedonya’da, Arnavutluk’ta Sırplara, Yunanlılara, Karadağlılara karşı savaşacak Batı Ordusu’nu teşkil etmiştir. Bu bakımdan savaş Doğu cephesi ve Batı cephesi olmak üzere iki cephede sürdürülecekti.[10]

Artık savaş başlamıştı ve Osmanlı savaşa başlama tercihini hücum ederek kullandı. Doğu Ordusu hemen Filibe’ye hücum ederek Bulgar ordusunu arkadan çevirmek istedi. Fakat bu harekât bu plan dâhilinde ilerlemedi. Kısa süre içerisinde toparlanan Bulgar ordusu aynı kısalık içinde Türk Ordusunu bozguna uğrattı[11] Belki de bu bozgun savaşın sonucunun ilk habercisiydi. Bununla beraber Bulgar ordusu doğuda 21-23 Ekim’de Kırklareli, Süloğlu, Pınarhisar muharebelerini de kazandı. Bu yenilgiler üzerine Türk ordusu Lüleburgaz’a kadar çekilmek zorunda kaldı. Fakat Bulgarlar, Lüleburgaz muharebelerinde de Osmanlı’yı yendiler ve Osmanlı Ordusunun Çatalca hattına çekilmesine sebebiyet verdiler. Osmanlı ordusunu takip eden Bulgarlar, Çatalca önlerine kadar geldiyseler de yaptıkları hücumlar Osmanlı askeri kuvvetleri tarafından geri püskürtüldü.[12]

 

Çatalca’ya doğru çekilen Osmanlı Ordusu

Kara ordusunun yapamadığını denizlerde yapmak isteyen Türk donanması Varna’yı bombardıman altına tutmuştu. Bu bombardımana Bulgaristan’ın karşı koyacak donanma kuvvetinin bulunmaması, Osmanlı donanmasının Karadeniz’de Bulgarlara karşı rahat hareket etmesini sağlamıştır. Zira donanma Çatalca muharebelerinde kara ordusuna büyük destek vermiş. Bulgarların konuşlandığı Çatalca köyleri bombalanmıştır.

Batı Ordusu’na geldiğimizde bu ordunun da kaderi Doğu Ordusu gibiydi. Tozlanmış rafların arasından çıkardıkları tarihi emellerini gerçekleştirmek için yıllardır fırsat kollayan Yunanlılar ve Sırplar için arzuladıkları fırsat gelmişti. Ve bu fırsat onlar açısından çok iyi kullanıldı, adeta yıllardan beri biriktirdikleri kin ve nefret bu savaşta artık kusulmaya başlandı. 20 Ekim’de Sırplar Priştine’yi aldılar. 22 Ekim’de 523 yıl önce I.Murad’ın, 464 yıl önce onun torunu II.Murad’ın Haçlı ordusunu bertaraf ettikleri yer olan Kosova’da bu sefer bertaraf olan Osmanlı Devleti’ydi.[13]

Sırplar bir süre sonra Kral olacak olan, Veliaht Aleksandr önderliğinde güneye doğru giderken, 22 Ekim’de Serfiçe’yi alan Yunanlar kuzeye çıkıyordu. 23 Ekim’de Novipazar’ı (Yenipazar) zabteden Sırplar batıdan gelen Karadağ ordusuyla ve doğudan gelen Bulgar kuvvetleriyle birleşti. Birleşerek daha da güçlenen bu üç devlete karşı bir de güneyden gelen Yunanlılar eklenince Batı cephesi çöktü. Bu çöküşten sonra artık Rumeli topraklarının bu devletlerin eline geçmesi kolaylaştı. 25 Ekim’de Vistriça’yı geçip Karaferya’yı işgal eden, Yunanlar Vardar’a kadar ulaştılar. 26 Ekim’de Sırplar-Bulgarlar Üsküp’e girdi. Ardından Osmanlı için bir dönem büyük önem arz eden Manastır’ı Sırpça ismiyle Bitola’yı zaptettiler. 30 Ekim’de Prizren kaybedildi.[14]

Balkan savaşlarının fitilini ateşleyen ve tek başına Osmanlı devleti için hiçbir tehlike oluşturamayacak olan Karadağ da  30 Ekim’de İpekli’yi 2 Kasım’da da Yakova’yı ele geçirdi.

6 Kasım’da Preveze’yi alan Yunanlılar bir süre sonra Kral olacak Veliaht Konstantin’in idaresinde Selanik’e yöneldi. Selanik müdafi Tahsin Paşa da muazzam ordusunu tek bir kurşun atmadan Yunanlılara teslim etmiştir. Halbuki Tahsin Paşa’nın emrinde Yunanlılara karşı direnebilecek 30.000 asker ve bu askerlerin yeteri kadar da mühimmatı bulunmaktaydı. Direniş için tüm bu olumlu şartlara rağmen Tahsin Paşa ve askerleri direnmeyip silahlarıyla beraber teslim olmuştu. Tahsin Paşa’nın geçmişine bakıldığında 2. Abdülhamit devrinde onun zimmetine mal geçirme suçundan merkezden uzaklaştırıldığı görülür. Fakat Abdülhamid’in devrilmesinden sonra tekrardan merkeze çekilecektir.[15] (Günümüzde ise Yunanistan’da Tahsin Paşa’ya, çok muhtemel şehri kendilerine mukavemetsiz olarak teslim ettiğinden dolayı ‘’Selanik’in gerçek kurtarıcısı’’ denmektedir.)

Yunanlılar bu zapt hareketlerini gerçekleştirirken, Sırplar-Karadağlılar aynı ay içinde Leş, Debre, Draç ve Ohri’yi ele geçirdiler. Kasım ayı içinde Türkler hemen hemen her cephede mağlup oldu. Edirne, Yanya, İşkodra haricinde Çatalca ve Adriyatik arasında kalan tüm Osmanlı toprakları Balkan devletleri tarafından zapt edilmiştir.[16]

Edirne birçok defa Bulgar kuvvetleri tarafından bombalandı. Şehri ele geçirmek isteyip bunu başaramayan Bulgarlar Edirne halkının etkilemek ve mukavemeti kırmak amacıyla havadan uçaklarla İlan-ı Umumi başlığı altında beyannameler atmışlardır. Bu beyannameler ise şunları ihtiva etmektedir ;

Bulgarların yani bizim muharebemiz Müslüman halk ile değil, belki o gaddar, zalim, merhametsiz, beyinsiz,rical-i devletinize karşıdır. Malum ola ki,  biz de kandökmeyi arzu etmeyiz. İstediğimiz şey sizi o para yiyici ricalinizden kurtarmaktır. Maksadımız Balkan yarımadasına sulh, asayiş, güzel idare idhal etmektir. Görmüyor musunuz ki devlet hazinesini soyan memurlar sayesinde Osmanlı devleti ne dereceye geldi? Dört Balkan komşunuz memleketinizi Dört taraftan istila ettiler… Artık Edirne’ye hiçbir taraftan imdat gelemez. Hal böyle iken niye kan dökelim ? Bu kanlar kime fayda getirir ? Padişahların zevki için mi kan dökülsün…

Ancak kan dökmeyi sevmediğini söyleyen Bulgarların Balkan Savaşları sırasında yaptıkları mezalim ve vahşetler belgeleriyle sabittir.[17]

Osmanlı Devleti’nin geri çekilmesi ve Balkan devletlerinin elde ettikleri bu kolay zaferler savaşın yaşandığı coğrafyada bir boşluğun doğmasına sebep oldu. Bu boşluk da siyasal buhran yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Sırbistan’ın birdenbire genişleyip Arnavutluk’u işgal etmesi ve Adriyatik’e inmesi Avusturya ve İtalya’yı korkuttu. Bu sebeple Avusturya, bağımsız bir Arnavutluk devleti kurdu ve bu devleti de Sırbistan üzerine baskı vasıtası haline getirdi. İtalya’nın da Avusturya’yı desteklemesi sonucu 28 Kasım 1912’de resmen Arnavutluk devleti kurulmuş olacaktı.

Bulgaristan ise İstanbul kapılarına kadar dayanmıştı. Osmanlı’nın kendi payitahtının, dolayısıyla kendi topraklarının bekası için son cephesi artık Çatalca’ydı. Bulgarların Kırklareli, Lüleburgaz, Pınarhisar muharebelerini kazandıkları gibi Çatalca muharebesini de kazanmaları içten bile değildi. Bu durumun çıkarlarına ters etki ettiğini gören Rusya, Bulgaristan üzerine takip ettiği politikasını değiştirerek, aleyhte politika uygulamaya başladı. Rusya; Bulgaristan’a, İstanbul’a girdiği takdirde boğazlara donanma göndereceğini ve Meriç’in doğusunda kalan toprakların ilhakını tanımayacağını belirtti. Ayrıca Ege adalarının işgali Rusya açısından Çanakkale Boğazı’nın  ilhakı için sıkıntı yaratıyordu.[18]

Balkan Savaşları’nın başlamasından itibaren Osmanlı’nın aldığı bu beklenmedik yenilgiler iç politikada büyük tepkilere yol açtı. Ahmet Muhtar Paşa sadaretten çekildi ve onun yerine dış politikada İngiltere yanlısı Kamil Paşa yeni hükümeti kurdu.[19] Fakat Kamil Paşa’nın sadareti uzun sürmedi. İttihat ve Terakki az sonra daha detaylı değineceğim Bab-ı Âli Baskını ile Kamil Paşa’yı istifaya zorladı ve Mahmut Şevket Paşa önderliğinde yeni kabine kuruldu.

Balkan buhranı bu şekilde gelişirken Bab’ı Âli Baskını’ndan önce, Bulgarlarda 12 Kasım’da Çatalca önlerinde son bir hamleye girişti. Lakin zikrolunan hamleyi Osmanlı kuvvetleri boşa çıkaracaktı. Bu son Bulgar taarruzunun başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Bulgaristan, Osmanlı Devletinin daha önceden istediği mütareke teklifini kabul etti. Çatalca’nın Bahşayış Köyü’nde bir tren vagonunda bu mütareke imza edildi.

3 Aralık 1912 tarihinde imzalanan bu mütarekeye göre; Bulgarlar demiryollarının Edirne istihkâmları içinden geçen bölümünden kontrolsüz olarak her türlü nakliyatlarına izin verilirken, aynı hakka Türk tarafı için Edirne orduları sahip olamamıştı.[20] Bulgaristan bu mütarekeyi hem kendi adına hem de Sırbistan ve Karadağ adına imzalamıştır. Yunanistan ise çok ağır isteklerde bulunduğundan sadece barış müzakerelerine katılmıştır. Üstelik Yunanistan mütareke yapmamakla kalmayıp taarruza devam etmiştir.[21]

Londra Konferansı 17 Aralık 1912’de toplantılarına başladı. Osmanlı Devleti ve Balkan devletleri Arnavutluk meselesini görüşmek üzere ilk toplantısını yaptı. Ancak bu görüşmeler çok uzun sürmesine rağmen Osmanlı’nın Arnavutluk, Ege Adaları ve Edirne’yi bırakmak istememesi yüzünden bir sonuç alınamadı. Kısa süre sonra da dağıldı. Bu arada Osmanlı’nın ezeli düşmanı olan Rusya’da yeni bir savaşa kayıtsız kalamayacağını ve Kafkasya üzerinden ilerleyeceğini bildirdi. Osmanlı açısından bütün sıkıntılar arka arkaya geliyordu. Neyse ki bu sırada Almanya devreye girdi ve Rusya’nın bu bildirisi üzerine Rusları tehdit etti. Bu tehdit karşısında Ruslarda geri çekilmek zorunda kaldı.[22]

Konferansın dağılması üzerine savaşın başında, savaşın sonucu ne olursa olsun Balkanlardaki siyasi sınırların ve statükonun değişmeyeceğini ve korunacağını bildiren Avrupalı devletler, 17 Ocak 1913’te Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek, Edirne’nin Balkanlılara verilmesini ve Ege adalarının geleceğinin tayin edilmesini hususunun kendilerine bırakılmasını istediler. Aksi halde savaş devam ederse durumun Osmanlı’nın zararına olacağını beyan ettiler.[23] Hâlbuki bu büyük devletler, Balkanlardaki statükonun korunacağını bildirmişlerdi…

Bu sıralarda da Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’da siyasi açıdan sıcak saatler yaşanıyordu. Balkanlarda alınan yenilgiler üzerine daha yeni göreve gelen Kâmil Paşa hükümetine karşı özellikle genç subaylar arasında büyük hoşnutsuzluk bulunmaktaydı. Bu hava içerisinde İttihat ve Terakki mensupları daha sonra inceleyeceğimiz Bab-ı Ali Baskını’nı gerçekleştirmişti. Bir hükümet darbesi olan Bab-ı Âli Baskını ile tekrar iktidarı İttihat ve Terakki ele geçirdi. Sadrazam Kâmil Paşa istifaya zorlanmış ve yerine Mahmut Şevket Paşa getirilmişti. En az bu olay kadar önemli olan bir hususta Balkan Savaşları^nın başında Başkumandanlık yapan Nazım Paşa’nın bu baskın sırasında öldürülmesidir. Nazım Paşa, savaşın hemen başında subaylarına toplanma emri verdiğinde onların merasim üniformalarını da yanına almasını emretmiştir. Bu üniformaları Sofya’da yapılacak törende giyileceğini bildirmişti. İşte Nazım Paşa galibiyetten bu kadar emindi. Ancak işler Nazım Paşa’nın planladığı gibi gitmedi. Belki de onun yanlış kararları canına mal oldu.[24]

Yeni kurulan İstanbul hükümeti, ilk iş olarak büyük devletlerin verdiği notayı reddetti. Yeni hükümetin Başkumandan vekili Ahmet İzzet Paşa, Edirne’yi kurtarmak için harekete geçti. İlk iş olarak daha önce yapılan mütarekeye son vererek 3 Şubat 1913’te Çatalca önlerindeki Bulgarlarla savaşmaya başladı.[25]Bulgarlar geri püskürtülerek Edirne’ye yardım götürülmesi öngörülmüştü. Ancak harekat başarısızlıkla sonuçlandı. Bu başarısız teşebbüsten kısa bir süre sonra 26 Mart 1913’te Edirne, Bulgarların yaptığı ani bir hücum sonucunda teslim olmak zorunda kaldı.[26] Çaresiz Edirne müdafi Şükrü Paşa, istemeden de olsa Osmanlı’ya 91 yıl payitahtlık eden bu mütevazı şehri teslim etti. Edirne savaş başladıktan kısa bir süre içinde özellikle Bulgar kuvvetleri tarafından çevrelenmişti. Çok az bir zaman zarfında Balkanlar’daki çoğu toprağını kaybeden Osmanlı’nın muazzam kültürel zenginliğe sahip şehri bu kadar olumsuz şartlar altında direndiyse de bu başarılı direnişin arkasında Şükrü Paşa’nın askeri komutanlık dehası yer almaktadır. Kendisi askeri disipline çok önem verirdi. Hatta o askerler arasında ‘’Deli Şükrü Paşa’’ olarak anılırdı. Mehmet Şükrü Paşa’ya Edirne müdafaasında Kazım Karabekir, Remzi Yiğitgüden, Fuat Bey gibi önemli şahsiyetler kurmaylık etmiştir. (Onun bu kurmaylarıyla müdafaayı yönettiği tabya günümüzde müze olarak hizmet vermekte ve savaş planının hazırlandığı odalar müzenin içinde bulunmaktadır.)

Şehri kahramanca savunması Avrupa basınında büyük yer bulduğu ve kamuoyunda takdir uyandırdığı için eğitim gördüğü Almanya’da adına küçük çaplı anıtlar dikilmişti. Belki savaş sırasında şehit olmak Şükrü Paşa’ya nasip olmamıştı. Lakin Şükrü Paşa’nın ölümü Edirne yüzünden olacaktı. Savaş sırasında Edirne’nin soğuğundan dolayı siyatik hastalığına yakalanmış. Bu siyatik hastalığının tedavisi için gittiği Bursa kaplıcalarında birde zatürreye tutulunca, İstanbul’a dönüşünde evinde 5 Haziran 1916 günü hayatını yitirmiştir.

Edirne’nin teslim olmasının hemen akabinde Yanya Yunanlıların, İşkodra’da Karadağlıların eline geçti. Bu olumsuz gelişmeler üzerine Osmanlı tekrardan barış masasına oturmak zorunda kaldı. Osmanlı ile Balkan devletleri arasında 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalandı.

 

İSMAİL PEHLİVAN



[1] Yüz yirmi tabur asker yaklaşık 75.000 asker yapar. Bkz, Ş. S. Aydemir , İkinci Adam I, İstanbul 1984,s.74; Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara 1986, s.46

[2] Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul 1994, s.376

[3] Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, İstanbul 1984, s.104-105

[4] Yılmaz Öztuna, a.g.e. , İstanbul 1984, s.378

[5] Talat Paşa, Talat Paşa’nın h-Hatıraları, Yay. Enver Bolayır, İstanbul 1946, s.17-18

[6]RifatUçarok , Siyasi Tarih (1789-1994) İstanbul 1995, s.431

[7] Mehmet Nihat, Balkan Harbi I, İstanbul 1954, s.75

[8] Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi , İzmir 1984, s.51

[9] Alemdar Gazetesi, 24 Eylül  1328 (5 Ekim 1912 )

[10]Armaoğlu, a.g.e. , s.332

[11] Ahmet Halaçoğlu , Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri , Ankara 1995 , s.57

[12]Halaçoğlu , a.g.e. , s.16

[13] Yılmaz Öztuna , a.g.e. , s.450

[14] B. Kodaman , Osmanlı Siyasi Tarihi, s.166

[15] Yılmaz Öztuna , Osmanlı Devleti Tarihi , İstanbul 2011 , s.601

[16] B. Kodaman , a.g.e. , s.201

[17] İlker Alp , Bulgar mezalimi , Ankara 1990, s.6-392

[18]Armaoğlu , a.g.e. , s.343

[19] Richard C. Hall , Balkan Savaşları , Çvr. Tanju Akad , İstanbul 2003 , s.54

[20]Armaoğlu , a.g.e. , s.342

[21] Ahmet İzzet Paşa , Feryadım, İstanbul 1993 , s.138

[22] Mithat Sertoğlu,Balkan Harbi. Resimli Tarih Mecmuası, 3 (36), Aralık 1952, 1897-1901.s.65

[23] Enver Ziya Karal , a.g.e. , s.334

[24] Yılmaz Öztuna , a.g.e. , İstanbul 2011 , s.652

[25]  Ahmet İzzet Paşa , a.g.e. , s.149

[26]Halaçoğlu , a.g.e. , s.19

13.551 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir