GELİBOLU’YU ANLAMAK

İkiye Bölünen Yaşamın Tasarımı Üzerine (Hüseyin Yanar)

Gelibolu Yarımadası, Çanakkale, Anafartalar, Conkbayırı ve diğerleri… Yüzyılı aşkın bir süre önce bu ülkenin özgürlüğüne, “Kurtuluş Savaşı”na doğru giden yolun başlangıcı, uzun mücadele kapılarının açıldığı yerler… Bir ulus için yeniden hayata dönmenin, nefes almanın başladığı anlar… Bir bütünün parçaları, bir zincirin halkaları, anılar, anıtlar, bazılarının isimleri bile bilinmeyen kaybettiklerimiz ve kaybederek kazandıklarımız…

Bugün o yamaçlar, o dağlar sessizdir ama etrafta dolaşırken sanki savaş hala yanı başımızda sürüyor, savaş yolunda yürüyormuşuz gibidir. Sonuç hüzünlü olur. Bu yarımadada bu topografyada, yüzbinlerce kişi yaşamını yitirir. Sanki kimsenin olmadığı, kendi kendimize kaldığımız bomboş mekânlarda oluruz bugün, kaybettiklerimizle birlikte. Umudumuzu hiç yitirmeden kaybedilenleri aramaktayızdır bir tepeden bir tepeye. Dramatik bir resimdir önümüzdeki kilometrelerce uzadıkça uzayan toprakların resmi. Sonra her şey yine sessizleşir.

Zaman aniden durur.

Ama yaşam da sanki tam orta yerinden ikiye bölünmüştür. Bir yanda hala o acımasız anıları ile savaş vardır sanki dün gibi, hala canlı, hiç bitmeyen savaş. Bir yanda da o savaşı yaşayanların özlemi, kaybettiklerimizin bedeli bizim kazandığımız ve şimdi yaşadığımız barış vardır. Savaş ve barış karşı karşıya gelir, yaşamın ortasında yüz yüzedirler. Bu sadece bizim için değil diğer devletlerin yitirdikleriyle de ilgilidir. Onlarınkiler gibi, işte bugün tarla olan üzerinde, etrafında rengârenk çiçekleri ve bu bölgeye özgü bitki örtüsüyle, topografyası ve bazen de toprak ve kayalar ile çevrili bomboş şehitlikler adeta tek tek izler sürerek takip ederek bulduğumuz yerlerdir. Uzun aramalardan sonra yüz yıldır saklı, açmaya kıyamadığımız kutsal köşelerdir.

15 şehitlik bir şarapnelin patlamasından sonra bütün parçaların her yere dağılmasına benzer. Bu şehitlikler uzun yıllar önce yapılmış haritanın izleri sürülerek bugün araştırmalar sonucu yerleri tespit edilen, kilometreler boyunca yaygın bir şekilde bulunan alanlardır. Bunların bir kısmı yarımadanın güney bölgesinde, daha önce düzenlemeleri yapılmış olan şehitliklerimiz ve diğer devletlerin anma mekanlarının yakın çevresinde yer alır. Kuzeydeki bölgede olanlar ise, bugün güneyde bulunan ve bilinen şehitliklerden uzakta dağınık haldedir. Yerleri karakter olarak bazen birbirinden farklı özellikler taşısa da her nasılsa sanki yeniden bir zincirin halkaları olmayı isterler, ya da yukarıdaki nitelikleri de göz önüne alınarak bir bütün hikâyenin, parçalara ayrılmış bir bütünün içinde yeniden bütün bir senaryonun parçaları olmayı beklerler.

Altında, kaybettiklerimizin yattığı bu kalıntılar, biten savaşın, hala belleğimizde var olan izlerinin ve şimdiki barışın bir araya geldiği, anısal, anıtsal ve kutsal yerlerdir. Resmedilen bu ortamda farklı disiplinlerden bir araya gelerek oluşturulacak yarışmacı ekiplerden sözü edilen bu bütünlüğü, herhangi bir şekilde bu senaryoyu ve bu birlikteliği tasarımlarına yansıtmaları, özellikle beklenmektedir.

Yukarıdaki tabloda vurgulanan “Savaş” ve “Barış” kavramlarının karşıtlığı ve bu ikilemin arasında olma hali belki de tasarlama yönünden bir başka ikilemi de beraberinde getirmektedir. İnşa etmenin niteliği fiziksel ve kavramsal olarak farklı açılardan tartılsa da mimarlık inşa etmek, peyzaj ise üzerinde yaşadığımız bütün doğanın alt yapısı olarak görülebilir. Her nasılsa inşa etmenin altındaki yerdir, sonsuz platform, sonsuz bir kaidedir. Özellikle böyle bir yarışmada, bu doğal peyzajın üzerinde inşa etme ve etmeme ya da nasıl etme arasında yaşanan sorular ve cevaplar arasındaki diyalog bu işin özü de denilebilir. Mimarların, peyzaj mimarlarının, sanatçıların, plancıların birlikteliği, bu ikilemler, bu tartışmalar, bu spekülasyonlar arasında diyalog kurabilecek bağlayıcı bir köprü olabilir. Bütün bu ikilemler arasındaki insanı tasarımda yerli yerine oturtur.

1997’deki Uluslararası Yarışma’nın jüri raporundan bir alıntı bütün bunların sanki özetidir.

“Bu büyüklükteki bir alanda, çeşitli planlama etkinliklerinin birleştirici unsuru – koruma bağlamında – yüz binlerce askerin anısına duyulan saygıdır.

Yaşayan bu alan bir mezarlık değil, kahramanlığa ve ölü askerlere adanmış bir anıttır. Bu nedenle, insan yaşamının devamlılığı duygusuyla birlikte algılanan bilgelik, güvenlilik ve sessizlik, planlama ve uygulama etkinliklerinin her açıdan ana konusu olmalıdır.”

 

YER ÜZERİNE: TASARIMA YAKLAŞIM VE ÖNERİLER

Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı, tarihin en yoğun siper savaşlarının yaşandığı yer olarak anılmaktadır. Bir asır önce, Birinci Dünya Savaşı sırasında burada yaşanan ve sekiz buçuk ay boyunca tarafların büyük kayıplar verdiği kara savaşlarının izleri, günümüzde yarımadanın neredeyse her noktasında hala tüm canlılığıyla hissedilmektedir. Kaybedilen yüzbinlerin anısına saygı duyarcasına dingin doğası ile bütünüyle bir anı alanı niteliğindeki bölgede, savaşın sona ermesiyle birlikte pek çok anıt, mezar, şehitlik ve benzeri anma alanları yapılmaya başlanmıştır. Sonuçlarıyla tarihin gidişatını değiştiren bu büyük savaşta yaşananların korunarak gelecek nesillere aktarılması ve toplumsal bellekte yer alması için hem Türk tarafı hem de Fransız, İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan oluşan yabancı uluslar yarımadanın çeşitli bölgelerinde anıtsallaştırma çalışmaları gerçekleştirmiştir.

2000 yılında yapılan Anzak Koyu anma alanı dışında, bölgede yer alan müttefiklere ait anıt ve mezarlıkların tümü savaşın sona ermesini takip eden ilk on yıl içerisinde, aynı dönemlerde yapılmıştır. Bu nedenle yabancı anma alanları arasında içerik ve biçimlendirme tutumları açısından benzerlikler izlenebilmektedir. Buna karşın Türk anma alanlarının 1916’dan günümüze kadar zamana yayıldığı görülmektedir. Bu durum da zaman içerisinde özellikle son 30 yılda dünyada anıtsallaştırma yaklaşımlarında oluşan değişimlerin farklı zamanlarda yapılmış Türk anma alanlarına da yansımasını beraberinde getirmiştir.

Anıt kavramı İkinci Dünya Savaşı’na kadar obelisk, tak, yazıt ve benzeri güçlü görsel mimari öğelerle nicel olarak sembolleştirilmiş özellikle 1980’lerden sonra da daha çok duygusal olarak deneyimlenen, etkileşime girilen ve bu yolla toplumsal bellek oluşturan, nitel yapının öne çıktığı mekânsal yaklaşımlar olarak değişmeye başlamıştır. Zafer, güç, övgü gibi kavramlar yerini sevgi, barış, yas gibi kavramlara bırakmış, mekânda anlamak ve hissetmek öne çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Gelibolu Tarihi Alanı içerisinde çeşitli dönemlerde yapılan anıtsallaştırmalarda farklılıklar gözlenebilmektedir. Özellikle 1970 yılında Ahmet Gülgönen tarafından tasarlanan ve yapımı 80’lerde gerçekleştirilen, her biri sade bir yazıt niteliğindeki Conkbayırı Mehmetçik Anıtlarının bir araya gelişlerinde mekân oluşturmaları ve ‘yer-anlam’ j|e ilişkilendirilmeleri bu değişimin ilk başlangıcı olarak görülebilmektedir.

Gelibolu Yarımadası tarihsel açıdan büyük bir önem taşıyan, pek çok ilk ve sona tanıklık etmiş, her noktası farklı anlam içeren zengin bir coğrafyadır. Öyle ki, Gelibolu Tarihi Alanı tarihi sit alanlarının yanı sıra, doğal, arkeolojik, kentsel sit alanlarından oluşan ve UNESCO Dünya Mirası geçici listesine alınmış bir koruma alanıdır. Bu anlamda, bir asır önceki bu savaş alanı, bugün insanla, doğayla, çevreyle barış kavramının öneminin belki de anlatılabileceği en uygun yerdir.

Sonuç olarak Gelibolu Tarihi Alanı, konumu ve tarihi öneminin yanı sıra, sahip olduğu kültürel ve doğal değerleriyle ulusal ve uluslararası ortamda eşsiz bir coğrafyadır.

  • Yarımada yalnızca muharebe alanları ile değil, Tarihi, Arkeolojik, Kentsel ve Doğal Sit Alanları ile de evrensel değerler taşıyan bir koruma alanıdır. Bu nedenle mekâna yapılacak her türlü fiziksel müdahalenin, doğal ve kültürel peyzaj karakterinin devamlılığı ilkesi gözetilerek ele alınması ana hedeftir.
  • Tasarlanması beklenen şehitlik alanları ve çevresinde, bütünsel bir yaklaşım ile tasarım stratejileri ve ilkelerinin geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bununla birlikte her bir şehitlik için yere ait özgün fiziksel yapı ve anlamın vurgulanması önem taşımaktadır.
  • Duygusal olarak zaten zorlu ve taşıdığı değerlerle en iyi çözümü hak eden bu tasarım probleminin, 15 şehitliğin tasarlanması beklentisiyle nicelik olarak da zor bir hal aldığı yadsınamaz. Yukarıda çizilen çerçeve ışığında, bu altyapı ve ikilemler arasında, jüri; yaratıcı, zamanı olmayan, eskimeyen projelere, ileriye dönük yeni buluşlara ve çözümlere açıktır
  • 15 şehitliğin peyzajı, tarihsel süreç içindeki yeri, önemi ve tarihi alan içindeki konumu gibi özeliklerinin tasarımcıların konulara farklı yaklaşmalarını sağlayacağı düşüncesiyle, jüri yarışmaya konu bu 15 alanı gruplamanın da bir tasarım sorunu olduğunu dikkate alarak, şehitlikleri ayrı ayrı yarışmaya açmak yerine, ekiplerin tamamından tüm yerlere ilişkin çözüm üretmelerini beklemektedir.
  • Jüri, tasarlanacak 15 şehitliğin yine yukarıda tasvir edilen tabloya paralel olarak bütünsellik taşımasını beklemektedir. Ancak bu kesinlikle tekdüzelik ya da tek tipleştirme olarak algılanmamalıdır. Aksine, bütünsel bir kurgu içerisinde ekiplerin her bir yerin özgün karakteri doğrultusunda alanlara farklı gözlerle bakması önemsenmektedir.
  • Şehitliklerin tanımlanan çerçevede yarışmaya konu bu 15 alanın belirli senaryolara bağlı olarak farklılaşan nitelikleri doğrultusunda gruplar halinde ele alınması da mümkündür.
  • Tasarım sorununun çözümü, bu tanımlanan bağlam içinde tek bir tasarımcının elinden çıkabileceği gibi farklı düzlemlerde taşıdığı özelliklerine göre gruplanmasıyla, ekiplerin bireyselliğinden bütünselliğe giden bir tasarımla da yapılabilir.
  • Şehitlik alanlarında bulgu sınırları toplu mezar niteliği taşımaktadır. Bu nedenle bulgu sınırları içeresindeki öneriler dini ve kültürel değerler dikkate alınarak geliştirilmelidir. Üzerinde aktif kullanım alanı olmamalıdır.
  • Jeo-radar yöntemi ile belirlenen bulgu sınırları haritalarda geometrik biçimde ifade edilmiş olup, belirtilen sınırlar daraltılmamak üzere, tasarımla yeniden tanımlanabilir.
  • Şehitlikler çevresinde çok sayıda muharebe alanı, siper hattı, tünel vb. öğeler bulunması sebebiyle çevre tasarımında topografyaya ve Şevki Paşa Haritası’ndaki izlere uyulması beklenmektedir. Alanın tarihi topografyasını bozacak ölçüde kazı ve dolgulardan kaçınılması gerekmektedir.
  • Tasarımlarda kullanılacak sembol, simge ve grafiklerde manevi değerlere ve ilgili mevzuata uyulacaktır.
  • Bitkilendirmede, yerel floradaki bitki türleri kullanılmalı ve tarihi alanda suyun kısıtlı olduğu dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte yerel olmayan türler de tasarımın destekleyicisi olarak kullanılabilir. Ancak bu tür kullanımlarda alanın doğal bitki örtüsünün zaman içerisinde bozulmasına neden olacak tercihlerden kaçınılmalıdır.
  • Erişim senaryolarının da şehitliklerin ziyaretinde önemli birer kurgusal yaklaşım olarak ele alınması gerekmektedir. Toplu ulaşım, araç, bisiklet, yaya ve engelli erişiminin düzeyi tasarımlarda irdelenmelidir. Topoğrafik açıdan uygun alanlarda engelli erişiminin dikkate alınması beklenmektedir.
  • Tasarımcılardan portfolyolarında sundukları disiplinlerarası ekip yapısının gerektirdiği yaratıcı çözüm önerileri geliştirmeleri beklenmektedir.

 

Bu yazı diğer jüri üyelerinin görüşleri de alınarak yazılmıştır. www.sehitlikyarismasi.com sitesinde daha ayrıntılı hali bulunabilir. 

Hüseyin Yanar 
MİMAR, ORPHEUS NORTH ARCHİTECTS (JÜRİ BAŞKANI)
 
Akademiyi (MSGSÜ) Üstün Başarı ile bitirdi. Orada yardımcı doçent oldu. Tezini tamamladığı, stüdyo hocalığı ve jüri üyelikleri yaptığı Oxford Brookes Üniversitesinde 5 yıl kaldı. Finlandiyadaki önde gelen mimarlık ve sanat okullarında atölyeler yönetti, dersler verdi. Juhani Pallasmaa’nın önsözünü yazdığı Muotokuvia (Portreler) kitabı Fin dünyasında dikkat çekti, ödül aldı. Türk ve Fin mimarlık-sanat dergilerinde, arkitera.com’da bir çok yazısı yayınlandı. Fin Mimarlık Bienali 2011 kitabına davet edilen üç yazardan biriydi. Finlandiya Güzel Sanatlar Akademisi, Fin Mimarlık Müzesi ve Tallinn Mimarlık Bienalinde yapıtları, çizgileri ve kutsal mekanlarla ilgili yazıları sergilendi. 2013-2014 arasında Güney Koredeki, Busan Dong-Eui Üniversitesinde Doçent oldu. Bazi ödüller kazandı, bazı binaları inşa edildi, ulusal ve uluslararası yarışmalarda, jüri üyelikleri yaptı. “Mimarlıkta Ritim” üzerine doktora ve MPhil tezleri bulunuyor.

6.534 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir