Müttefiklerin Çanakkale macerası, Rus Orduları Başkomutanı Nikolay’ın Ocak 1915 başında, Osmanlı ordularının Kafkaslarda başlattığı taarruz harekâtının baskısından kurtulmak için, denizden veya karadan yapılacak bir gösteri harekâtını İngiltere’den talep etmesi ile ortaya çıkmıştır. Rusların önerisine sıcak bakan İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener Batı Cephesinden başka bir yere birlik ayırmaya şiddetli bir şekilde karşı olduğu için en iyi seçeneğin Osmanlı Başkenti’ne yakın olan Çanakkale Boğazı bölgesinde gösteri şeklinde yapılacak olan bir deniz harekâtının olacağını öne sürmüştür.[1] Bu gösteri harekâtı ile Osmanlıların başkent İstanbul’u korumak için Doğu Cephesinden aceleyle birlik kaydıracakları öngörülmüş ve İngiltere Savaş Konseyi üyelerince de bu öneri benimsenmiştir.
Savaşın ilk aylarında Alman deniz gücü tehlikesine karşı Kuzey Denizi’nde hareketsiz şekilde bekleyen İngiliz donanmasını aktif bir şekilde kullanmak isteyen dönemin Kraliyet Donanması politik lideri Winston Churchill bu öneriyi bir fırsat olarak değerlendirmiş ve derhal Akdeniz’deki İngiliz filosunun başında bulunan Amiral Carden’e Çanakkale Boğazı’nın deniz yolu ile geçilip geçilemeyeceği, geçilebilecek ise nasıl bir plan izlenmesi gerektiğini sormuştur.[2] Amiral Carden’den olumlu cevap gelmesinin ardından Çanakkale Boğazı’nın gemiler ile geçilmesine yönelik hazırlıklar başlamıştır. Batı Cephesinde Müttefik kuvvetler ile Alman Ordusu arasında oluşan düğümü aşamayacaklarına kanaat getiren İngiliz karar vericiler bu talebi savaşı kısaltacak bir fırsat olarak görüp derhal benimsemişlerdir. Çünkü, İngiliz bakanlara ve yetkililere göre, boğazdan geçip İstanbul önlerine gelen Müttefik filosu Osmanlı Devleti’ni barış yapmaya zorlayacak; o dönem tarafsızlığını ilan etmiş olan Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’yı Müttefiklerin lehine savaşa katılmaya ikna edecek; ve Doğu Cephesinde Alman taarruzları karşısında zor durumda olan Ruslara yardım ulaştırılabilecekti. Tüm bu gelişmeler dolaylı olarak savaşın erken bitmesine olanak sağlayacaktı. Ancak 19 Şubat 1915 günü başlatılan deniz harekâtı 18 Mart 1915’te Müttefikler açısından bir facia ile sonuçlanmış, ardından Gelibolu Yarımadası’nda girişilen kara harekâtı da Müttefik kuvvetlerinin yıl sonunda çekilmesi ile sonuçlanmıştır.
Müttefikler yarımadadan çekilmeden çok önce ise Churchill’in politik kariyeri Mayıs 1915’te İngiliz Birinci Deniz Lordu Fisher’ın istifası ve Batı Cephesinde patlak veren ‘mühimmat krizi’ sebebiyle İngiliz Başbakanı Asquith hükümetinin düşmesi ile sona ermiştir. Churchill ilk olarak makamını kaybetmiş, sonrasında Savaş Konseyi üyeliğinden çıkarılmış ve Kasım 1915’te ise hükümetten istifa etmiştir. Churchill’in Mayıs 1915’te görevden alınmasının ardından başlayan Çanakkale savaşlarındaki rolü ile ilgili tartışmalar günümüze kadar süregelmiştir. Bazı kişilerin gözünde düşüncesiz bir maceraperest olan Churchill Çanakkale Deniz Harekâtının başlatılmasına ve başarısız olmasına sebep olan tek kişidir. Ancak Profesör Christopher Bell son çıkan Churchill and the Dardanelles kitabı ile Churchill’in Çanakkale Savaşlarındaki rolünü çok yönlü olarak inceleyerek, Churchill hakkında kolaycılığa kaçan bu eleştirilerin – veya tam tersi övgülerin – çok da basit bir şekilde açıklanamayacağını okurlara göstermiştir.
Bell bu çalışmasında arşiv kaynaklarından ustalıkla faydalanmıştır. Resmi devlet yazışmalarına ilave olarak mektup ve günlük gibi kişisel belgeleri de titizlikle inceleyen yazar tüm kaynakları ve önemli figürlerin ifadelerini adeta çapraz sorguya tutarak okuyucuya çok dengeli bir anlatı sunmuştur. Çok çeşitli arşiv belgelerini detaylı olarak kullanmış olmasına rağmen, Bell eserini oldukça sade ve anlaşılır bir üslup ile kaleme almıştır.
Kitabın ilk bölümünde Çanakkale deniz harekâtının ortaya çıkışı ve başarısız olma nedenleri detayları ile birlikte anlatılmıştır. Aslında Çanakkale Boğazı’nda bir deniz harekâtı 1914 yılının Ağustos ayında Churchill tarafından gündeme getirilmiştir. Bilindiği gibi o dönem Akdeniz’de bulunan Alman Goeben ve Breslau savaş gemileri İngiliz donanmasından kaçarak Çanakkale Boğazı’na gelmiş ve Osmanlı Devleti’nin izniyle Marmara Denizi’ne alınmıştır. Bu durumun hemen ardından Churchill, Yunanistan’ın yardımı ile Müttefik donanmasının Marmara Denizi’ne geçerek Alman gemilerini imha etmesini önermiş, ancak o dönem Osmanlı Devleti henüz tarafsızlığını bozmadığı için bu öneri dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey’ce uygun bulunmamıştır. Bu teşebbüsünün ardından aklının bir köşesinde boğazlarda harekât yapma fikri bulunan Churchill, yukarıda da belirtildiği gibi Kitchener’ın Ocak 1915’te Çanakkale Boğazları önünde gösteri harekâtı yapılması fikrini derhal olumlu karşılamıştır. Ancak ilginç bir şekilde Ocak 1915’te gösteri harekâtından ziyade, Çanakkale Boğazı’nın gemiler ile zorlanıp geçilebileceği fikrini sanılanın aksine ilk olarak Churchill değil İngiliz Birinci Deniz Lordu Fisher ortaya atmıştır.[3] Hatta Fisher, yapımı yeni bitmiş olan ve dünyanın en büyük gemisi, HMS Queen Elizabeth’in de Carden’in Çanakkale Boğazı civarında bekleyen filosuna katılmasını bizzat kendisi talep etmiştir.[4] Yukarıda da bahsedildiği üzere diğer karar vericiler tarafından da benimsenen Çanakkale Boğazı’nın gemiler ile geçilmesine yönelik Amiral Carden’in hazırladığı harekât planı İngiliz Deniz Kuvvetleri kurmay heyetince incelenip onaylanmıştır. Yazara göre, boğazın sadece gemilerle geçilmesi projesi Savaş Konseyi gündemine ilk geldiği zaman hiçbir bakan tarafından olumsuz karşılanmamış ve bir tane uzman bile Çanakkale Boğazı’nın sadece gemilerle geçilemeyeceğine dair bir kanaat belirtmemiştir. Bu önerinin bu kadar kolay kabul edilmesinin ardında birkaç faktörün yattığını belirten Bell, bu faktörleri şu şekilde sıralamıştır. İlk olarak Müttefik filosunda bulunan savaş gemileri Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı envanterinde bulunan topların menziline girmeden boğazdaki hedefleri bombalayabilecek böylece zayiat olmadan boğazdaki ‘Giriş Tahkimatları’ kolaylıkla imha edilebilecekti. Ayrıca, harekât esnasında zayiat olsa dahi miadını doldurmuş savaş gemileri kullanılacağından dolayı Alman tehlikesine karşı Kuzey Denizi’nde hazır bekleyen dünyanın en büyük donanması olan İngiliz Kraliyet Donanması herhangi bir şekilde bu durumdan etkilenmeyecekti. İngiliz yetkililerine göre planın en az riskli ve en güzel yanı ise – ki bu husus Fransızların da plana hemen destek vermelerini sağlamıştır – harekâtta öngörülemeyen ciddi bir problem ile karşılaşılması halinde harekâtın iptal edilebilecek olmasıdır. Tüm bu iyimser öngörüler ve avantajlar ile 19 Şubat 1915 günü boğazın Giriş Tahkimatlarını imha etmeye yönelik bombardıman başlatılmıştır.
18 Şubat mağlubiyetine kadar devam eden harekâtta Profesör Bell’e göre Müttefikler açısından hemen hemen her şey yanlış gitmiştir.[5] İlk olarak İngiliz-Fransız savaş gemileri, her ne kadar Müstahkem Mevkii topçularının menzili dışında olsalar da, tabyaları imha etme konusunda başarısız olmuşlardır. Bunun en önemli sebebi ise gemilerin kara hedeflerinden ziyade düşman gemileri ile savaşacak şekilde mühimmat ve silah ile teçhiz edilmiş olmasıdır. Yatay mermi yollu silahlar ve düşman zırhlılarını imha edecek mühimmatlar kıyılarda iyi şekilde tahkim edilmiş toplara çok sınırlı olarak tesir edebilmiştir. Bu durumu fark eden Amiral Carden Mart 1915 başlarında Seddül-Bahir ve Kum Kale’ye sınırlı sayıda deniz piyade birliği çıkarmak suretiyle giriş tahkimatlarını imha etmeyi başarabilmiştir. Ancak deniz piyadeleri ilerleyen günlerde Türk tarafınca şiddetli ateş ile karşılaştığı için, Amiral Carden bir daha sınırlı sayıda birliğin kıyılara çıkarılması fikrinden vazgeçmiştir. Giriş Tahkimatlarının imha edilmesine yönelik harekât göreceli olarak başarıya ulaşmış ve bu durum Londra’yı ciddi manada umutlandırmıştır. Ancak esas problemler yumağı bu safhadan sonra başlamıştır. Carden’in filosunun Giriş Tahkimatlarından sonraki hedefi Orta ve Merkez Tahkimatlarının imhası idi. Ancak bu tahkimatların yok edilebilmesi için savaş gemilerinin boğazdan içeri girmesi gerekiyordu. Boğazdan içeri girebilmesi içinde Asya ile Gelibolu Yarımadası kıyıları arasında bulunan mayın hatlarının tespiti ve temizlenmesi zorunlu idi. Carden’in donanmasında mayın arama gemileri mevcut olmasına rağmen bu gemiler her mayın arama faaliyeti için bölgeye yaklaştığında boğazın her iki yanından gelen şiddetli ateşle karşılaşıyor ve görevini yerine getiremiyordu. Boğazda bulunan sabit toplar donanma topçusu ile susturulsa[6] da esas problem dik mermi yoluna sahip obüsler ve hareketli topçu bataryalarıydı. Çünkü bu silahların donanma tarafından tespit edilmesi neredeyse imkansızdı ve tespit edilse dahi hemen yer değiştirebilecek imkan ve kabiliyete sahip oldukları için imhası da olanaksızdı. Yani Müttefik deniz harekâtını ciddi manada sekteye uğratan esas problem Çanakkale Boğazı’nda bulunan büyük toplardan ziyade yerleri tespit edilemeyen obüs ve hareketli bataryalar idi. Ayrıca bu silahların tespit edilmesine yönelik icra edilen hava keşif faaliyetleri de problemliydi. Carden’in emri altında bulunan uçaklar mekanik olarak yetersizdi ve yüksek irtifaya yükselemedikleri için Osmanlı ordusunun piyade silahlarından çokça etkileniyor, görevlerini yapamadan geri dönüyorlardı. Ayrıca uçakların görevlerini icra edebilecekleri elverişli hava koşulları da pek bulunamıyordu. Tüm bu problemlerin yanı sıra mayın tarama faaliyetleri de tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Çünkü mayın tarama ekibi bu önemli görevi icra edebilecek kapasitede değildi. Mayın tarama personeli profesyonel donanma personelinden oluşmuyordu. Hemen hemen tümü Kuzey Denizi’nde savaş öncesi avlanan sıradan balıkçılardı. Donanımsal olarak da mayın tarama gemileri Çanakkale Boğazı akıntısı dikkate alındığında yetersizdi. Esas kabiliyetli mayın tarama gemileri ana donanma ile Kuzey Denizi’nde bekliyordu. Tüm bunların sonucunda 18 Mart 1915 gününe kadar Müttefik donanması Osmanlıların döşemiş olduğu 400 civarı mayından sadece 4 tanesini temizleyebilmişti.
Peki yaşanan tüm bu gelişmeler Londra’da nasıl karşılanıyordu? Açıkçası sahadaki operatif ve taktik durum Savaş Konseyi üyeleri için tam bir muamma idi. Çünkü Bell’e göre Savaş Konseyi üyeleri özellikle Churchill ve Kitchener tarafından sürekli olarak askerî konularda karanlıkta bırakılıyordu. Churchill de Carden’den gelen olumsuz raporları konsey üyeleri ile ya hiç paylaşmıyordu ya da eksik veya yanıltıcı şekilde paylaşıyordu.[7]
Çanakkale Boğazı’nda Amiral Carden bu ümit vermeyen tablo ile Müstahkem Mevkii mevzilerini imha etmeye çalışırken, 13 Mart 1915 günü İngiliz istihbaratı kritik bir Alman mesajını çözmeyi başardı. Berlin’den Çanakkale’deki Müstahkem Mevkiinde görevli Alman üst düzey bir subaya (muhtemelen Guido von Usedom) yollanan bu mesajda Osmanlı Devleti’ne mühimmat gönderme isteği belirtiliyor ve ayrıca Almanya veya Avusturya’dan bölgeye denizaltı gönderilmesi ihtimalinin ciddi olarak değerlendirildiği söyleniyordu. Churchill eline ulaşan bu istihbarat ışığında Osmanlı topçusunun mühimmatının bitmek üzere olduğunu ve Alman denizaltılarının bölgeye ulaşmak üzere olduğunu değerlendirmiş ve derhal Amiral Carden’in Çanakkale Boğazı’nı gemiler ile zorlamasını talep etmiştir. Bu görüş İngiliz Birinci Deniz Lordu Amiral Fisher tarafından da açıkça desteklenmiştir. Ancak Profesör Bell kitabında belirttiği üzere, elde edilen bu kritik bilgide İngilizlerin açıkça öğrenebildiği şey Almanların mühimmat gönderme isteğidir, Çanakkale’deki Müstahkem Mevkii Komutanlığının mühimmatlarının azaldığına dair bir bilgi ele geçirilen bu mesajda geçmemektedir ve ayrıca Alman denizaltılarının bölgeye gönderildiğine dair herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır, sadece bu ihtimalin ciddi bir şekilde değerlendirildiği belirtilmiştir.[8] Ancak o dönem bu bilgilerin analizi yapılmamış ve bu yeni gelen bilgi ışığında 18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı’nın zorlanmasına karar verilmiştir.
18 Mart günü yapılan harekâtın tam anlamıyla başarısızlıkla neticelenmesinin ardından başlatılan kara harekâtı da beklenen sonucu vermemiş ve Mayıs 1915 ortasında İngiltere’de Asquith hükümeti sona ermiştir. Bu olay sonrasında Churchill Deniz Kuvvetlerindeki ve Savaş Konseyindeki makamını kaybetmiştir.
Yazar kitabında deniz harekâtının neden başarısız olduğunu anlattıktan sonra, Çanakkale Savaşlarını araştırmak üzere 1916 yılında kurulan komisyonunun (Dardanelles Commission) çalışmalarına ve bu dönem Churchill, Fisher ve Hamilton gibi kişilerin bu komisyona sunulmak üzere nasıl savunma hazırladıklarına kitabında yer vermiştir.[9] Bu bölümde Bell yalnızca komisyon raporunu incelemekle kalmamış, savaş boyunca önemli mevkide olan tüm kişilerin birbirleri ile olan yazışmaları, günlükleri ve hatta eşlerine yolladıkları mektupları bile inceleyerek adeta dokümanlar üzerinden şu an hayatta olmayan kişileri çapraz sorguya tutmuştur. Bu dönem Churchill’in gelecek politika kariyerini kurtarabilmek için yaptığı çabaları çok güzel bir şekilde anlatan Profesör Bell, bu konuda Churchill’in kısmen de olsa başarılı olduğunu belirtmiş ve tüm faturanın 1919’da yayımlanan komisyon raporunda Churchill’e çıkarılmadığını aktarmıştır.
Kitabın son bölümlerinde ise yazar Bell, Churchill’in yine gelecek politika kariyerinde Çanakkale harekâtını başlatan düşüncesiz bir maceraperest olarak anılmamak için yaptığı çalışmaları ve Çanakkale Savaşlarının kendi kişiliği ve karar alma süreci üzerindeki etkisini incelemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından İngiltere, Amerika ve Avustralya’da gelişmeye başlayan Çanakkale literatürüne Churchill’in nasıl etki etmeye çalıştığını çok güzel bir şekilde açıklayan Bell, Churchill’in bu konuda da başarılı olduğunu belirterek ilk dönem eserlerde – Avustralya’da Charles Bean’in kaleme aldığı resmi tarih hariç – isminin ciddi bir yara almadan çıkabildiğini ortaya koymuştur.
Profesör Bell’in alana yaptığı en büyük katkılardan bir tanesi ise kitabında Çanakkale Savaşlarının Churchill’in sonraki hayatında karar alma sürecine ne şekilde tesir ettiğini anlattığı bölümüdür.[10] İkinci Dünya Savaşı başında Churchill ilk olarak İngiliz Kraliyet Donanması’nın politik lideri olmuş ve görevden alınmasından tam 25 sene sonra, 1940 yılının Mayıs ayında politik kariyerindeki en üst makama ulaşarak İngiltere Başbakanı olmuştur. Profesör Bell’e göre, Başbakan olduktan sonra Churchill büyük girişimlere, özellikle askerî danışmanları olumsuz baktığında, daha kolay bir şekilde ‘hayır’ diyebilmiştir. Bell’e göre şüphesiz bu değişimde Çanakkale Savaşlarının etkisi çok büyüktür.
Sonuç olarak Çanakkale Savaşlarının başlatılmasına Churchill tek başına karar vermemiştir ve sanılanın aksine Churchill – diktatörce – stratejik karar alma süreci üzerinde tek başına baskın durumda olmamıştır. Çünkü Bell’in çalışmasında açıkladığı gibi diğer bakanlar ve askerî danışmanları Churchill’in diğer projelerine ve önerilerine olan itirazlarını sıklıkla ve açıkça dile getirebilmişlerdir. Ancak, yukarıda belirtildiği üzere, Çanakkale Harekâtı planı ilk masaya geldiğinde bu kişilerin hiçbiri plana itiraz etmemiş, hatta Çanakkale Boğazı’nın bu şekilde geçilemeyeceğine dair herhangi bir şüphe dahi dile getirilmemiştir. Söz sanatı konusunda usta olan Churchill konsey üzerinde fikirlerini savunma konusunda yetenekli olsa da bu sebepten dolayı bu başarısızlığın sorumlusu olarak gösterilemez. Bell kitabının sonuç kısmında net bir şekilde yazmış olduğu gibi, Savaş Konseyi ‘müşterek’ olarak, Müttefik filonun Çanakkale Boğazı’nda karşılaşacağı sıkıntıları hafife almış, Müttefik gemilerinin herhangi ciddi bir sorun ile karşılaşması halinde operasyonun hemen iptal edilebileceğini düşündüğü için harekâtın düşük riskli olduğu kanaatine varmış ve konsey üyelerinin hiçbiri savaşın bu denli büyüyebileceği ihtimalini öngörememiştir.[11] Bell eserinde son olarak Çanakkale Savaşlarının, Churchill’in aşırı özgüvenli ve sabırsız olması, gereksiz riskler almayı sevmesi ve profesyonel tavsiyeleri görmezden gelmesi veya önemsememesi gibi bazı kusurlu yanlarını ortaya çıkardığını da belirtmeyi ihmal etmemiştir. Son söz olarak Çanakkale Savaşlarının başlatılmasında Churchill, Savaş Konseyi’nin diğer üyeleri kadar sorumlu tutulabilir.
Profesör Bell’in bu çalışması özellikle Çanakkale Savaşları çalışmaları yapacak kişiler tarafından mutlaka dikkatle incelenmelidir. Sadece İngiliz tarafından değil Türk tarafından bakılarak yapılacak araştırmalar için de olmazsa olmaz bir kaynaktır. İkincil olarak ise Bell’in bu eseri aynı zamanda dönemin asker-sivil ilişkileri ve askerî veya sivil karar alma süreçleri konularında da ışık tutan çok önemli bir kaynak olacaktır.
Yusuf Ali ÖZKAN
Brunel Üniversitesi Londra
Twitter: @yaliozkan
Notlar:
[1] Winston S. Churchill, The World Crisis, Vol. 2, 1915 (London: Bloomsbury Publishing PLC, 1950), 61.
[2] Ibid., 63.
[3] Christopher M. Bell, Churchill and the Dardanelles (Oxford: Oxford University Press, 2017), 64; Churchill, The World Crisis, Vol. 2, 1915, 62.
[4] Bell, Churchill and the Dardanelles, 75.
[5] Deniz Harekatı safhasında nelerin yanlış gittiği hakkında bkz; Ibid., 116–34.
[6] Bell kitabında Çanakkale Boğazı’nda bulunan tahkimatların sadece susturulabildiğini belirtmiştir. Yani bu tahkimatlar tamamen imha edilememiş sadece geçici süre ile susturulması sağlanmıştır.
[7] Graham T. Clews, Churchill’s Dilemma: The Real Story behind the Origins of the 1915 Dardanelles Campaign (Santa Barbara: Calif: Praeger, 2010), 255; Bell, Churchill and the Dardanelles, 7.
[8] Ibid., 129–30.
[9] Ibid., 224–88.
[10] Ibid., 330–56.
[11] Ibid., 367.