GELİBOLU’YU ANLAMAK

Florence Nightingale’in Eli Anadolu’ya da Değmişti-Kırım Savaşından Unutulan İlk Prefabrik Hastane: Erenköy (Renkioi) (Mustafa Onur Yurdal)

İnsanlar muhtemelen ve genelde yaşayacakları evi seçerken en ince ayrıntısına kadar tanımaya çalışırlar. Kaç penceresi var,  ne kadar güneş görür, hava alır? Mutfağı geniş mi? Dış kapı nereye açılıyordan tutun da komşulara kadar sorgular. Hatta bazısı işi daha da ileri götürür: “Bizden önce kim oturuyordu?” diye sorgular bazı haklı kaygılar ile…

İşte tarih ve arkeoloji ile ilgilenenler de coğrafyayı bu denli sorgular/sorgulamalı. Bu satırları yazarken hatırıma Çanakkale Savaşı sırasında yedek subay olarak görev yapan Tevfik Rıza Bey’in 5 Şubat 1915’te tek satır olarak günlüğüne yazdığı şu cümle geliverdi: “Hatıra kalbin dinidir.”

Öyleyse coğrafyaların mabedi tarih, dini ise arkeoloji olmalıydı. Bu sebepledir ki, yaşadığımız coğrafyaya kayıtsız kalmamalı sorgulamalıyız. Bu sorgulamayı yapan toplumlar toplumsal amneziden de ancak böyle kurtulurlar/kurtulmuşlardır.

Ben de yaşadığım coğrafyayı işte öyle sorguladım, sorguluyorum. Bunun sonucunda Çanakkale/İzmir Karayolunun 15. km’sinde yer alan bucağın, 100 yıl önceye kadar Renkioi (Erenköy) adlı ve 6000 nüfuslu bir rum yerleşkesi olduğunu öğrenmiştim. Şimdi oralarda üzüm bağları, boğaza nazır restoranlar, plajlar, otel işletmeleri bulunmaktaydı. Peki ya daha öncesinde? Mesela bundan 150-160 yıl öncesinde? İşte orada ben de donup kaldım. Oralara hep Florence Nightingale dokunmuştu. Hem de birçok ilki barındıran bir hastane ile…

 

Robert Gigs tarafından çizilen ve Florence Nightingale’in Selimiye Kışlası içindeki hastanede yaralıları tedavi ederken gösterildiği illüstrasyon.

Florence Nightingale’in hikâyesi birçok çevrelerce bilinmekte. Ama ben onun Anadolu’ya geliş hikâyesine kısacık da olsa değinmek istiyorum.

İngiltere, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun 1854-1856 yılları arasında Rusya’ya karşı verdiği Kırım savaşı, Osmanlı coğrafyası –özellikle İstanbul- Fransa ve İngiltere’nin ülke coğrafyalarının cepheye uzaklığı sebebiyle cephe gerisinin merkezi olmuştu.

Savaş Kırım yarımadasında devam ederken müttefiklerin cephede sadece Balaklava hastanesi bulunurken, diğer tüm yaralılar İstanbul’a naklediliyor, Selimiye Kışlası hastaneye çevrilmiş ve beraberinde yakınındaki Haydarpaşa Hastanesi de en önemli merkez olur.

Fakat İngiltere’ye İstanbul’dan haber servisleri vasıtasıyla gönderilen mektuplar, bilinen ilk savaş muhabirlerinden olan İngiliz gazeteci The Times gazetesi muhabiri Thomas Chenery’nin İstanbul’dan, aynı gazeteden meslektaşları John Delane ile William Howard Russell’ın Kırım’dan bildirdikleri ve nihayet Roger Fenton’ın cepheden gönderdiği fotoğraflar ve izlenim yazıları İngiliz kamuoyunda ve resmi makamlarda yankı bulur.

Thomas Chenery’nin The Times’ta 12 Ekim 1854’te yayınlanan makalesinde “… Öfke ve şaşkınlık içindeyiz. Çünkü halk, yaralıları korumak için hiçbir etkili sağlık hazırlığının bulunmadığını öğrenecek. Sadece cerrah değil, ne hemşire ne de pansumancı var. Bilindiği gibi tek söylenecek şey, yaralılara sargı yapmak için tek bir bezin bile olmadığıdır. Gerçi bu büyük acıyı paylaşmaktan kaynaklanan toplumsal dayanışma, Üsküdar’da kışlada veya akıl hastanesinde bulunan mutsuz insanlar için üstün geliyor ve bütün aileler, gerekli araçları, çarşafları ve eski giysilerini veriyor. Fakat gerekli durumlar niçin önceden açık bir şekilde görülemedi?” şeklinde dile getirmiş ve İngiliz askerlerin cephe ve cephe gerisinde sağlık olanaklarının yetersizliğini belirtmiştir

Tabi kamuoyu baskısını azaltmak için yaralı ve hasta İngilizlerin bakımı amacıyla, dönemin savunma bakanı olan Sidney Herbert, Florence Nightingale’den “Doğudaki İngiliz Umumi Asker Hastaneleri Kadın Hastabakıcılar Müdürü” unvanı ile İstanbul’a gitmesini ister ve destek sözü verir. Nightingale aile dostları Bracebridge’ler ile Roma Katolik Kilisesi’nden on rahibe, Anglikan Kilisesi’ne bağlı “Merhametli Kız Kardeşler”den sekiz rahibe, Saint John’s Enstitüsü’nden altı hastabakıcı ve çeşitli hastanelerde profesyonel hasta bakımı yapan 14 kadından oluşan toplam 38 kişilik bir ekip ile birlikte yola çıkarak ve çok zorlu geçen bir deniz yolculuğu sonunda 4 Kasım 1854’te Üsküdar’a gelmişti.

Kırım Savaşında Unutulmuş Bir Anadolu Hastanesi: Renkioi Hastanesi

Selimiye Kışlası’ndaki deneyimleri Nightingale’in hastane işletmeciliği üzerine yeni fikirler geliştirmesine olanak sağlamıştır. “Florence Nightingale Koğuşu (Florence Nightingale-Ward)” adı ile bilinen pavyon sistemi hastanelerde, her iki tarafta her yatağa bir tane düşecek şekilde penceresi olan, 9 metre genişliğinde, 39 metre uzunluğunda ve 3,5 metre yüksekliğinde koğuşlar bulunmasını öngörmüştür.

 

Renkioi hastanesinin ünlü mühendisi Isambard Kingdom Brunel.

Nightingale’in hastane ve koğuş tasarımlarını yaparken, Selimiye Kışlası’nın devasa odalarından ve koridorlarından etkilendiği açıktır. Kışlanın geniş koridorları hastane koğuşu olarak kullanılmış, son derece aydınlık ve havalanması iyi olan bu mekânlar Nightingale’e yeni yapılacak hastaneler için fikir vermiştir. Bununla birlikte Nightingale anılarında Selimiye’den hayli olumsuz biçimde bahsetmiş, kışlayı bir harabe olarak nitelendirmiştir

 

Renkioi hastanesinin prefabrik yapılarının planı.

Hem deneyimleri hem de geniş çevresi nedeniyle tıbbi ve sosyopolitik gelişmelerden süratle haberdar olması Nightingale’in hasta bakımında bir dizi yeniliğe öncülük etmesinde etkili olmuştur. Bu bağlamda özellikle geliştirdiği pavyon sistemi hastane modeli ona ayrı bir ün katmıştır. Hastalıkların kokuşmuş hava nedeniyle oluştuğuna (miyasma teorisine) inanması, Nightingale’in sanitasyona yönelik önlemler almaya yönelmesinde etkili olmuştu. Bu yüzden Nightingale’in özellikle üzerinde durduğu husus, hastalıkların yayılmasını önlemek amacıyla koğuşların havalandırılmasıdır.

Aslında temiz havanın hastanelerde ölüm oranını azalttığı görüşü, Kırım Savaşı sırasında İstanbul’da bulunan Fransız doktor Levy tarafından, Nightingale’den çok daha önce ortaya atılmıştır. Nightingale hastaları hastalıklarına göre ayrı koğuşlarda yatırma fikrini de bir Fransız hekimden, Dr. Scrive’den almıştır. Fakat bunların uygulanması ve fikrin hayata geçirilmesini Nightingale sağlamıştır. Ve bu sayede pek çok İngiliz askeri tifüsten ölmekten kurtulmuş, ölü sayısı % 75 oranında azalmış ve bu durum da Nightingale’in kahraman ilan edilmesinde büyük rol oynamıştı.

 

 

Hastane prefabrik yapılarının görünüş planı.

 

Bu nedenle çalışmalarında hasta bakım hizmetlerinden çok hastanelerin iyileştirilmesine önem vermiştir. Bu görüşünü yaşama geçirme konusunda en önemli deneyimi, Kırım Savaşı sırasında Selimiye Kışlası’nda ve Balaklava’da gerçekleştirmiştir

İngiliz Hükümeti ve savaş ofisi hastanelerin yetersiz kalması sebebiyle bir hastane daha yapılması için girişimde bulundular. 1855 yılı başı itibariyle yer arayışı başladı. Yer bulunmuştu Çanakkale’de sahile yakın bir yer olacaktı. 1855 Mart başında hükümete bağlı savaş ofisi ünü kıtaları aşan ve bugüne kadar gelen bir mühendis olan Isambard Kingdom Brunel’e hastane için teklifte bulundu. Brunel, daha önce böyle bir şey tasarlamamıştı ama 8 gün içinde sözleşmesini savaş ofisine sunarak işe koyuldu. Mimari açıdan “ilk büyük prefabrik yapı” ve “ilk prefabrik hastane” olma özelliğini taşıyan, mimarlık tarihi açısından da çok büyük öneme sahip olan proje tasarlanmaya başlandı. Bu sırada Nightingale Üsküdar’da edindiği deneyimleri derlemiş ve Times’ta yayınlanan askerlerin sağlık durumlarıyla ilgili olumsuz haberlerden ötürü kamuoyunun aydınlatılması için bu deneyimlerini içeren cevabi yazıyı yine yayınlanması ricasıyla Times’a göndermişti. Brunel tasarımını bitirmişti fakat

Nightingale’in; pavyon sistemi, sanitasyonla ilgili önerileri ve havalandırma sisteminin nasıl olması gerektiği ile ilgili önerilerini Times’ta okuyunca etkilenmişti. Bunun üzerine tasarımı savaş ofisinden geri çekti. Nightingale’in önerileri doğrultusunda 6 gün içinde tasarımı yeniden düzenledi. Özellikle Erenköy hastanesinin tasarımına kadar hastanelerde ortamın sabit sıcaklıkta tutulması gerektiğine inanılıyordu. Fakat Nightingale, temiz hava ile ortamın havalandırılmasının ölüm oranlarının azaltacağını iddia etmişti. Brunel de yeni tasarımda hastaneyi sürekli dışarıdaki temiz hava ile havalandıracak bir ventilasyon sistemi yarattı.

 

Hastanenin 5 no’lu koğuşu.

Burada şunu belirtmek lazım bahsettiğimiz lojistik nedenler ve uzaklık sebebiyle İngilizler Kırım’dan Ege Denizinin en uç noktalarına kadar hastaneler kurmuştu; ancak Erenköy’deki hastane (Renkioi hastanesi) bunlar arasında en az bilinenidir. Ama aslında hem mühendislik inovasyonu, hem de hastane modeli olarak ilkleri barındıran ve acıdır ki tarihte kaybolmuş bir hastanedir.

Böylece Nightingale’in hem hastanelerdeki pavyon sistemi fikri, hem de hastanenin havalandırılması fikri ve sanitasyon anlamındaki tüm bu deneyimleri ilk Erenköy hastanesinde uygulanmıştı.

Brunel tasarımı verdikten sonra hastane yapıları İngiltere’de üretilmeye başladı. Hızlıca  ve sıradışı bir üretimle tamamlanan yapının parçaları gemilere yüklendi. Toplamda 11.500 ton olan hastanenin parçaları 23 gemi ile Çanakkale’ye taşınmıştı. İlk gemiler Çanakkale sahillerine 8 Mayıs 1855’te varmışlardı. Projenin Çanakkale’deki uygulayıcı kontrolör mühendisi ise 1836 yolunda da Çanakkale’ye çeşitli arkeolojik kazılar için gelmiş olan mühendis John Brunton olacaktı.

 

Kontrolör mühendis John Brunton’un anılarının yayınlandığı kitabın iç kapağı.

 

Brunton Çanakkale’ye gelir ve Çanakkale’de İngiliz konsolosluğu yapan Calvert ailesi ile tanışır. Calvert’lerin hem bölgedeki ilişkileri çok iyidir, hem de dil ve çevreyi tanıma gibi sorunları aşmışlardır. Brunton uzun araştırmaları sonucunda Calvert ailesinin çitlik evinin olduğu Erenköy’ün 1,5 km kuzeydoğusunda (bu günkü Tusan Hotel ve Güzelyalı’ya doğru olan arazi) hastaneyi yapmaya karar verir ve hemen çalışmalara başlar. John Brunton’un hastane için seçtiği yer, aynı zamanda 1835 yılında Osmanlı İmpartorluğu’ndaki ilk karantinanın da yapıldığı yer olma özelliğini de taşımaktadır. Şöyle ki; 1817’deki büyük bir kolera pandemisi sebebiyle tüm dünyanın etkilediği bu illetten Osmanlı Devleti de etkilenmişti. Bu sebeple 1835 yılında Osmanlı’da tahaffuzhane (karantina idaresi) kuruldu. Bu idaresinin ilk icraatı, İstanbul’daki halkı salgından korumak amaçlı Çanakkale’ye Karantina kurulur. Daha sonra Renkioi hastanesinin kurulduğu noktaya çadırlarla kurulan karantina idaresinin olduğu sahile boğazdan giren gemiler yanaşarak yolcular indirilerek muayene ediliyor, hasta olanlar ve hastalık şüphesi olanlar karantinaya alınıyordu. Gemilerin geçişlerine tüm bu işler tamamlandıktan sonra izin veriliyordu. Böylece salgınların taşınması önlenmeye çalışılıyordu. Bu sebeple de ayrıca bu bölge haritalarda yıllarca “Karantina” bölgesi olarak tanımlanmıştır.

Renkioi Hastanesinin yapımına 1855 Mayıs işte bu eski karantinanın olduğu yerde başlanır ve Ekim 1855’te hastanenin yapımı tamamlanmasıyla kullanıma açılır. Hastane aslında çoğunlukla Kırım’dan gelen değil, Kırım’a giderken hastalanan askerlere hizmet vermek üzere kurulmuştur. Çünkü o dönemdeki buharlı gemilerle Üsküdar’dan Çanakkale’deki Renkioi hastanesine ancak 18 saatte varılabiliyordu. Üsküdar’dan gelen hasta ve yaralılar hastane ile liman arasında kurulan raylar üzerinden atlı tramvayla taşınıyordu. Her biri 50 hasta yatağı kapasitesine sahip 30 prefabrik yapıdan oluşan ve toplamda 1.500 yatak kapasiteli olan hastane Kırım’a uzaklığı nedeniyle istenilen kapasitede çalıştırılamadı. Hastaneye her hafta ortalama 50 yeni hasta katılıyordu. Her pavyonuna iki sıra hasta yatağı yerleştirilebilen havalandırması, su tesisatı, kanalizasyon çukurları iyi planlanmıştı ve sanitasyon açısından ilkleri barındırıyordu. Askerî personel yanında sivillere de hizmet eden hastanede sivil hekimler görev yapıyordu. Savaşta sanitasyon hizmetleri çok iyi planlanmış ilk hastane olmasından ötürü ve hastalar arası bulaşma en aza indirilmişti. Hastaların giysilerinin modern sayılabilecek çamaşırhanede 400 F (205ºC) derecede yıkanıp kurutulması hastalık yayılımını engellemişti. Oldukça temiz taze suyu bulunduğu bilinen hastanede sanitasyon başarısının dışında, cerrahiye sağladığı katkıyla da tarihe geçmiştir. Spencer Wells (1818-1897) tarafından geliştirilen, günümüzde de kullanılmakta olan Spencer Wells Forsepsi kanamaların durdurulmasında ilk kez bu hastanede kullanıldı. Savaş sonrası İngiltere’de yapılan hastaneler için örnek oluşturan bu hastanede çalışanların bulaşıcı hastalıklardan büyük ölçüde korunmuş olması söz konusudur. Savaş dönemi boyunca sadece bir doktor bir hemşire ve bir hastabakıcı tifüse yakalanmış ve hastabakıcı bu nedenle ölmüştür. Oysa aynı dönemde Selimiye’de aralarında sağlık çalışanlarının da olduğu 138 kişi koleradan ölmüştü. Hatta hastane sorumlu doktorlarından Edmund Parkes’ın, hastane ile ilgili 1857 Nisan’ında İngiliz Savaş Bakanlığı’na hazırladığı raporda verdiği istatistiğe göre hastanede çeşitli hastalık ve yaralanma tanılarıyla yatan hastaların ölüm oranı % 3,8’dir. Oysa bu oran Üsküdar’daki hastanelerde  %11,9’dur. Tifüse yakalanan hastaların izole edilmesini sağlayarak salgını önleyen Dr. Parkes, hastalığın yayılımını önlemiş ve bu başarısı ve sanitasyondaki deneyimleri savaş sonrası “Hijyen Profesörü” olmasını sağlamıştır.

 

Hastane bugünkü manada modern tuvalet ve banyolar içeriyordu ve tuvalet ve banyolar hasta koğuşlarının içindeydi. Mühendis Brunel mobilyadan, tuvalet kâğıdına kadar her ayrıntıya dikkat etmişti. Hastaların üniteler arası gezme ihtimali olması sebebiyle prefabrik yapılar arasındaki geçişler kapalı koridorlar olarak tasarlanmıştı. Daha da ilginci Brunel tuvaletlerin tasarımını çizdiği plan üzerine “Tuvalet kâğıtlarını unutmayın!” diye not ettiği gibi, kiler gibi küçük bir kısmı “tuvalet kâğıdı deposu” diye işaretlemişti.

Kırım Savaşı’nın sonlarına doğru hastanenin yapılmış olması nedeniyle Şubat 1856’dan sonra hastaneye Üsküdar’dan ve Kırım’dan yaralı gönderilmesi durduruldu. Hastanenin popülasyonu artık daha çok yereldeki sivil halk olmuştu.

Hastane ile ilgili başarı hikayeleri dönemin gazetelerinde yer edinecek kadar geniş bir zamanı olmasa da başka bir haberler basında kendine yer edinmeyi başarır. 1855 yılı Kasım’ında Erenköy Hastanesi ile İngiliz Konsolos Calvert evine saldıran “Başı Bozuklar” kontrolör mühendis Brunton’un da yardımı ile İngiliz askerleri tarafından Erenköy’de öldürülür. Bu olay İngiltere’de birçok gazetede günlerce yer edinir.

İngiliz Hükümetinin 30 Mart 1856’da Rusya ile barış imzalamasının ardından hastanenin işlevi tamamen ortadan kalkınca Londra’daki Savaş Ofisi Brunton’a bütün çalışmaları hemen durdurmasını emreder. Bunun üzerine Brunton, emrindeki eğitimli 150 askerle Troia (Truva) ovasında, bölgedeki bazı arkeolojik yerlerde kazı yapmak için kamp kurar. Brunton, bölge ile tüm arkeolojik bilgileri konsolos Frank Calvert’ten alır. Brunton bir arkeolog değildir ve tek amacı hazine bulmaktır. Bu nedenle oldukça hızlı ve tahrip edici bir şekilde kazılar yapar, tuttuğu kısa günlükte başka kazı yaptığı yerler ve buluntuları ile ilgili pek fazla bilgi vermez.

Yazdıklarından, askerlerin eski eserleri buldukça daha fazla motive olduklarını ve daha hızlı kazdıklarını öğrenmekteyiz. Brunton depremle yıkılmış bir tapınağı kazmaktadır, çok sayıda mozaikli yapı açığa çıkartır.

Fakat bu esnada Londra Savaş Ofisi’nin geri çağırması nedeniyle çalışmalarını kesmek zorunda kalır; böylece kesmeyi planladığı mozaikli yapı da bu sayede tahrip olmaktan kurtulur. Brunton İngiltere’ye dönene dek Troia Ovası ve çevresinde yedi farklı yerde kazılar yapmış ve çıkardığı eserleri yanında götürerek British Museum’a vermiştir. Binalar da sökülerek satılmıştır.

 

Önde hastanenin demir saclardan yapılmış mutfağı görülüyorken, arka tarafta hastanenin prefabrik yapıları görülmekte.

Hastanenin bulunduğu bölgede bugün Tusan Otel İşletmesi, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı İzci Kampı bulunmaktadır. Hastaneden geriye Brunton’un taze ve güzel suyu ile de meşhur olan hastanenin liman kısmına yaptırdığı ve üzerinde “RENKIOI BRITISH CIVIL HOSPITAL – 1856– JOHN BRUNTON – ENGINEER” yazan çeşme kitabesi dışında hemen hemen hiçbir şey kalmamıştır.

 

Bugün Tusan Otel İşletmesinin plaj bölümünde bulunan bu çeşme kitabesi, üzerinde bir istinat duvarı örülmüşken, dibinden de bir incir ağacı yükselmiş.  Tusan Otel İşletmecisi Enver Sadık Yılmaz aynı zamanda Troia kazılarının yürütülmesine destek veren Troia Vakfı Yönetim Kurulu II. Başkanı. Böyle olunca kendisi çeşme taşını görür görmez araştırmaya koyulmuş, Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma kuruluna dosya vererek çeşmenin kitabesini tescillenerek koruma altına alınmasını sağlamış.

 

Hastanenin 1855 yılındaki görüntüsü ve hastanenin bulunduğu yerin bugünkü hali.

 

Florence Nightingale, Brunel’in bu hastane planlamasında yakaladığı sıhhî ve modernite ilgili ayrıntılardan “Hastaneler Üzerine Notlar” adlı kitabında bahsetmiştir. Bu kitap savaş bittikten sonra yayınlanabildi. Her ne kadar Florence Nightingale’in hastanenin kurulmasında doğrudan katkısı olmasa da fikirlerinin ve ruhunun bu hastaneye tesir ettiği açıktır. Hem Florence Nightingale’in Times’a mektubunun ardından Brunel’in önceki tasarımını geri çekerek hastaneyi yeniden tasarlaması, hem de Sir Edward Tyas Cook’un “The Life of Florence Nightingale” adlı kitabında hastane sorumlusu Dr. Parkes’ın Renkioi hastanesindeki uygulamalarından söz ederken “Parkes ile olan dostluklarının ömür boyu sürdüğünü ve bazı uygulamaların Nightingale’in önerileri ile yapıldığını” belirtmesi bizi biraz daha aydınlatabilir.

 

Erenköy Hastanesinin liman kısmında yapılarak günümüzde hastaneden geriye tek kalan ve üzerinde “RENKIOI BRITISH CIVIL HOSPITAL – 1856– JOHN BRUNTON – ENGINEER” yazan çeşmenin kitabesi. 

Öyle ya da böyle, hastane; hem Mühendis Brunel’in yaratıcılığı ve ihtiyaçlara yönelik analizleri doğru anlaması ve Florence Nightingale’in hastanelerin durumunu hastalardan daha çok önemsemesi, mimari tarih ve de sağlık tarihi açısından hastanelerin modernleşmesi ve hijyenin sağlanması konularında ilkleri üzerinde taşıyor. Bundan sonra yapılan hastaneler için en modern ve en hijyenik hastane olarak örnek teşkil etmiştir.

 

 

Hastanenin bulunduğu yerin bir kısmı bugün sahildeki İzci Kampının içinde kalıyor. O kısmın bugünkü görüntüsü.

 

Geriye bir incir ağacı ve bir istinat duvarı arasına sıkışan çeşme kitabesi kalan hastaneyi düşününce yazının başında bahsettiğimiz gibi, içerisinde ilkleri, Florence Nightingale olmasa da başka bir tarihi şahsiyeti barındırabilir. Belki de tarih ve arkeoloji yanı başımızda; bir incir ağacının dibinde, yüzdüğümüz bir plajda, hatta bir duvarda gizli olabilir. Siz ne olur ne olmaz, sağınıza soluna tarihsel bakın!

Mustafa Onur Yurdal

 

Bu makale #tarih dergisi Temmuz sayısında yayınlanmış olup yazarın ve editörün izniyle sitemize konulmuştur

14.048 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir