GELİBOLU’YU ANLAMAK

İkinci Kirte Muharebesi (6-8 Mayıs 1915 Taarruzları) (Yücel Özkorucu)

Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinde ½ Mayıs gece taarruzundan sonra ¾ Mayıs gecesi düzenlenen yeni bir taarruz girişimi başarılı bir sonuca götürülememiş ve Türk birlikleri bir kez daha gece karanlığında birbirine karışarak ve düşman donanmasının ve kara topçularının ateşleri ile makineli tüfeklerin yakıcı tesiri altında eski mevzilerine geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu taarruzlar sırasında toplam 10.000 civarında zayiat verilmiş, ancak cephe hattında Türk kuvvetleri için kazanç adına belirgin bir değişiklik meydana gelmemişti. Güney Bölge Komutanlığı’na getirilmiş olan Albay von Zodernshtern, 4 Mayıs günü hastalığı gerekçesiyle görevinden alınarak İstanbul’a gönderilmiş. 4 Mayıs günü 5’inci Ordu Komutanlığı’nın sorumluluğunda bulunan tüm bölgelerde komuta ve idare değişikliğine gidilmiş, grup komutanlıkları oluşturularak Güney Grup Komutanlığı’nın başına General Weber getirilmiş ve bu grup doğrudan Ordu Komutanlığı’na bağlanmıştı. [a] Bu durumda 3’üncü Kolordu Komutanı Esat Paşa, Kuzey Grup Komutanlığına getirilmiş ve sorumluluk alanı daraltılmıştı.

 

Güney Grup Komutanlığı’nda göreve atanan General Weber kendi bölgesine ait sorumluluğu teslim almaya geldiğinde, muharebe yorgunu birlikler tükenmiş vaziyette eski mevzilerine geri dönerek savunmada kalmak üzere yerleşmiş durumdaydılar. Birliklerinin yarısı kadarını zayiat olarak kaybetmiş olan 15’inci Tümen Soğanlıdere’ye çekilmiş ve burada toplanmakla meşgul olmuştu. 5’inci Ordu Komutanlığı tarafından, Albay von Zodenshtern görevinden alınmadan önce, 4 Mayıs günü saat 08.00 işaretli muharebe raporunda belirtilen hususlar dikkate alınmış ve gece taarruzlarına son verilmesi istenmişti. Birlikler Alçıtepe’yi koruyacak şekilde mevzilerini tahkim ederek kuvvetlendireceklerdi. Aynı zamanda 15’inci Tümen hakkında bir karar verilebilmesi için mevcut durumu hakkında bilgi bekleniyordu. Bölgedeki diğer tümenler ise 5 Mayıs günü ve gecesini toparlanmak ve birliklerini düzenlemekle geçirerek yoğun bir şekilde tahkimat işlerine ağırlık vermişlerdi. General Weber komutayı ele aldıktan sonra, beklendiği gibi savunma yönünde tedbirler alınması için nasıl bir yapı ile geliştirmeler uygulanacağını belirlemiş ve bunları emirlerle savunma hattındaki 7’nci ve 9’uncu Tümenlere iletmişti. Tümenler de aldıkları emirler doğrultusunda, sorumluluk alanlarındaki tahkimatın nasıl yapılacağı ve savunma tedbirleri konusunda bir çeşit yönerge hazırlayarak birliklerine iletmişti.

 

4 Mayıs günü Başkomutanlıktan gelen bir telgraf emri, daha önceki taarruzlara sebep olan aynı gerekçe ile düşmanın bir an önce denize dökülmesini belirtiyordu. Askeri ve siyasi sebeplerle Gelibolu Yarımadası’nda kesin sonucun bir an önce alınmasında fayda görüleceği bildirilerek, taarruzlara ara verilmemesi gerektiği ve bunun için bir tümen kuvvetinde takviye gönderileceği bilgisi veriliyordu. Üst üste tekrarlanan taarruzlarla bir sonuç alınamadığı gibi yüksek zayiat verilmesi, zaten 5’inci Ordu Komutanlığında bir telaş yaratmışken, bu istenilenlerin yerine getirilmesi oldukça zordu. Arıburnu ve Seddülbahir bölgesindeki cephelerde hareket muharebeleri temelinde yürüyen şartlar değişmiş, taraflar siperlere gömülerek mevzi muharebe dönemine girilmişti. Bu vakitten sonra muharebe şartlarını zorlayarak askerleri yanaşık düzende süngü hücumuna sürmek yalnızca zayiatın artmasına sebep olacaktı. Sayısal çokluğa göre üstün duruma gelinse dahi, taktik açıdan ve teknik malzeme üstünlüğü bakımından düşman tarafının gözle görünür biçimde fazla imkânlara sahip olduğu ortadaydı;

 

“Çok geçmeden her iki düşman tarafından 3-4 hatlı mükemmel sahra istihkâmı yapılmış, pek çok örtülü ve korunaklı mahal ile kilometrelerce devam eden yaklaşma yolları da inşa edilmişti. Her iki tarafın kullandığı istihkâm ve kazı aletleri tabii ki bambaşkaydı. Dünyanın bütün imkân ve kaynaklarına sahip olan düşman tarafı en son sistem savaş vasıtaları ile donatılmış olduğu halde zavallı Türkler, inşa edecekleri sahra istihkâmatı için muhtaç oldukları alet ve edevatı çoğunlukla düşmandan ganimet olarak almaya mecbur kalıyorlardı; çünkü elde çok az kazma ve kürek vardı. Korunaklar için gerekli olan ahşap ve demir malzemesi _ çok gerekli miktarda olmak üzere_ daha o vakit düşman mermileriyle tamamen harap olmuş olan köylerden sağlanıyordu. Az çok ihtiyaca yetecek kadar bile kum torbası tedarik edilemiyordu. Bazen de İstanbul’dan bir kaç bin kum torbası gelince, küçük rütbeli birlik komutanlarının, çoğunlukla tamamen yırtılmış asker elbiselerini yamamak için bunları kullanmaları tehlikesi baş gösteriyordu. Bütün bu güçlüklere karşı koyma imkânını; sadece Anadolu neferinin direnme azmi, tahammülü ve kanaatkârlığı sağlayabilmiştir…” Mareşal Liman von Sanders [b]

 

5’inci Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders, Başkomutanlıktan gelen emir için verecek yanıt bulamıyordu ve istenenler mantık ve teknik dışı, hemen uygulanması akla uygun düşmeyen nitelik barındırdığını görmüştü. Bu sebeple, Kurmay Başkanı Yarbay Kazım’dan (İnanç) özel olarak durumu izah edecek nitelikte bir mektup yazmasını ve cephe vaziyetini iyi bir şekilde izah etmesini istemişti. Bölgede inatçı bir savunma sistemi kurulmalı ve bu şartlar altında düşmanın yıpratılmaya çalışılması gerekiyordu. Alçıtepe’yi almak isteyen düşman, eninde sonunda açığa çıkacak ve taarruza kalkacaktı. Bunlar etkili bir şekilde Başkomutanlığa aktarılmalıydı. Bu mektup, emrin geldiği aynı gün telgrafla İstanbul’a iletilmiş ve görülmüştü ama Başkomutan Vekili Enver Paşa, 5’inci Ordu Kurmay Başkanını muhatap olarak almamış ve yazılanlara itibar etmemişti. Bu defa aynı emirleri bizzat Mareşal Liman von Sanders’in şahsına yeni bir tekrarla gönderilmişti. Bu aşamadan sonra Ordu Komutanı geniş bir izahata dayalı rapor hazırlamış ve güney cephesindeki vaziyetin ne derece kırılgan olduğunu anlatmaya çalışmıştı ama rapor içeriği zayıf kalmış ve bazı anlatımlar pek belirgin değildi. Raporun en çarpıcı kısmında, gönderileceği vaat edilen bir tümenlik kuvvet ile birlikte de olsa, kesin sonuç almanın bazı şartlara dayalı olduğu belirtilmişti. Bu raporun içeriği genel olarak anlaşılmış ve bundan sonrasında Seddülbahir bölgesindeki toplu gece taarruzlarına son verilmişti.

 

“Seddülbahir’in kuzeyindeki arazi üç taraftan düşman donanmasının ateşi altında bulunduğundan her gece taarruz eden birliklerin tekrar bir gece taarruzu yapması halinde büyük zayiata uğramalarına yol açacaktır. Biz, düşmanın ilerlemesine meydan vermiyoruz ve sol kanadımızla Eskihisarlık dolaylarında bulunuyoruz. Şiddetli bir lodos rüzgârı düşman filosunun atışlarına engel olmadığı takdirde, yine bir tümenle kesin sonucu buradan elde edebilmek olanaksızdır…” Mareşal Liman von Sanders [c]

 

Türk taarruzlarının İngiliz ve Fransız birliklerini bunaltması sonucu, özellikle zayıf görülen Fransız kanadında tedbir alınması için donanmadan fayda bekleniyordu. Çıkarmalar ve muharebelerin başlangıcından devamına kadar orduyu himaye etmekle görevli olan itilaf donanmasına, Morto Koyu civarından Anzak sektörüne kadar olan sahil kısmında yeni birtakım mevkiler verilmişti. Umulmadık bir anda gerçekleşmesi muhtemel olan bir denizaltı torpido saldırısına karşı muhrip tertibatıyla güvenlik altına alınmaya çalışılan muharebe gemilerinden bazıları, güney cephesindeki Fransızların bulunduğu mevkiye yardımcı olabilmek ve geceleri Türk birliklerinin yaklaşma yollarına ışıldak tutmak ile vazifelendirilmişti. Bu şekilde Fransızların sağ kısmında açığa demirlenmiş durumda iş göreceklerdi. Donanmanın diğer unsurları da, balonlardan veya uçaklardan yardım görmek suretiyle Çanakkale, Maydos ve Boğaz içindeki demirli bulunan Türk nakliyeleri ve diğer gemilerle birlikte Anadolu yakasındaki toplara karşı ateş açmak görevlerini sürdürüyorlardı. Bu donanma görevi bazı işler görmek için avantajlı bir durum sağlamakla birlikte aynı zamanda risk te taşıyordu. Bu görevi sürdüren gemilerden Albion iki defa top ateşi ile delinmiş ve Mondros’a gönderilerek burada onarıma alınmıştı. Prince George muharebe gemisi ise su kesiminden aşağı bir bölümden aldığı bir top mermisi ile delinmiş, bu geminin onarımı için Malta’ya götürülerek orada havuza çekilmesi gerekmişti. Seddülbahir bölgesi açıklarında yarımadanın bu en uç burun kısmını muharebe gemileri ile üç yandan çevrelemişlerdi. Buna rağmen Türk siperleri ve bataryaların bulunduğu alanlar kesin olarak belirlenememişti. Bu yüzden denizden yapılan bombardımanlarda çok fazla fiziksel tesir olmamakla birlikte, bazı hedeflerin yerleri tam olarak tespit edilmiş olsa bile donanma ile kara arasındaki muhabere yetersizliği nedeniyle denizden isabetli atışlar yapmak çok güçtü. Çoğunlukla bu hedeflerin olduğu noktalar tahmine göre ve mantıksal hesaplamalarla bulunmaya çalışıyor ama genellikle de gelişi güzel ateş açma yöntemine gidiliyordu. Bazı durumlarda ise menzil içinde kritik sayılabilecek noktalar üzerine yapılan ateş, bu bölgede kendi askerlerinin bulunması nedeniyle fazla uzatılmadan kesilmek durumunda kalıyordu. Uçaklardan yararlanma biçimleri vardı ama bunlar genel olarak beklenildiği gibi işe yaramıyordu. Çoğunlukla telsizleri bozuk olduğundan, işaretleşme ile anlaşma yapılması için seçilen yöntemler de pek işe yaramıyordu. Uçaklardan donanmanın görüş açısına atılan ve hedef gösteren işaret tabancalarından faydalanmak bile hemen hiçbir şekilde iş görmüyordu. Gemi topçularına hedefin yakınına atış yapabilmeleri için yön tayini yapan uçaklardan bilgi alabilmek için çoğu zaman bir muhrip Bozcaada’ya gider ve buradaki havaalanından bilgi aldıktan sonra dönüş yaparak bu bilgiyi aktarmaya çalışırdı ama bu da çok fazla gecikmeye sebep olduğundan, yine faydalanmak mümkün olmuyordu.

 

Akdeniz Seferi Kuvvetleri Komutanı General Ian Hamilton’ın 6 Mayıs günü için planladığı ileri harekât hakkında adımlar atılmaya başlanmış ve ilk adım olarak İngiliz birliklerinin yeniden düzenlenmesi işine girişilmişti. Mısır’dan 125’inci Tugay, Anzak bölgesinden ise iki tugayın Seddülbahir bölgesine gelmesiyle birlikte emir ve komutanın düzenli sürdürülebilmesi için bu düzenleme şart olmuştu. 29’uncu İngiliz Tümeni muharebelerde oldukça fazla zayiat vermiş ve 86’ıncı Tugayın parçalanarak 87’nci ve 88’inci Tugaylar arasında kuvvet dengesi gözetilerek bölüştürülmesi mecburiyeti doğmuştu. Bu şekilde 125’inci Tugay ve Hint Tugayının da 29’uncu Tümene bağlanmasıyla, bu tümenin kuvveti dört piyade tugayına çıkarılacaktı. Bununla beraber Komutası General Paris’te olmak üzere bir mürettep tümen daha oluşturulmasına karar verilmişti. Bu tümene Anzak bölgesinden gelecek Avustralya ve Yeni Zelanda Tugaylarının katılımıyla, mevcut durumda zaten General Paris’in elinde bulunan deniz tümeninin iki taburundan oluşan bir tugay meydana getirilecekti. Diğer yandan Anzak tarafından getirilecek olan beş takviye batarya ile birlikte, diğer mevcut tüm topçu kuvveti 29’uncu Tümen emrinde olacaktı. Bu topçu kuvveti tamamen İngiliz taarruz cephesini örtecek biçimde arazide mevzileneceklerdi. Bu aşamada itilaf kuvvetlerinin toplam mevcudu 25.000 kadar tüfekli piyade askeri şeklinde artmıştı. İngiliz genel karargâhı, Türk piyade kuvvetlerinin miktarı hakkında kesin bir bilgiye sahip olunmamakla beraber, uçaklarla yapılmaya çalışılan keşif raporları ve diğer istihbarat bilgilerine göre ancak tahminde bulunuyordu. İngiliz genel karargâhı bu kuvvet toplamını yaklaşık 20.000 tüfekli piyade askeri olarak tahmin ediyordu. Türk kuvvetlerinin ileri karakolları ana hat mevzilerinin keşfi ve dolayısıyla durumu hakkında bilgi edinmeyi güçleştiriyordu. Asıl hatların nerede ve hangi çizgi doğrultusunda, nasıl ilerlediğini bilememek taktik manevra planı geliştirmek konusunda sıkıntı oluşturuyordu. İngilizlere göre, o an için uçak yetersizliği, eğitimli pilot yoksunluğu gibi sebepler sonucunda gerekli olan bilgi toplama faaliyetleri sınırlı yapılabiliyordu. Mevcut olanaklarla yapılabilen keşif çalışmalarında ise Kirte Köyü önünde bazı dağınık siperler ve köyün 800 metre kadar güneyine düşen bir noktadan, güneydoğu istikametine doğru devam eden yekpare siper hattı tespit edilebilmişti. İngiliz Genel Karargâhının bu keşif raporlarından oluşan değerlendirmelerine göre, bu hattın ileri Türk mevzileri olduğu ve esas savunma hattının Alçıtepe önünde ve daha geride olduğu düşünülüyordu.

 

28 Nisan günü yapılmış olan ilerleme harekâtı sırasında ve sonrasında Türk taarruzlarını önlemek için kullanılan sahra topları ve donanmanın mühimmatı büyük ölçüde azalmıştı ve bu durum, yapılacak olan genel bir taarruz harekâtı için ciddi derecede endişe verici bir mesele olarak belirmişti. Üstelik 4 Mayıs günü cepheye mühimmat taşıyan bir layterin kaza sonucu batması, 150 sandık top mermisinin heba edilmesi anlamını taşıyordu ve iki yönlü yapılması planlanan harekât için çok büyük yoksunluk ve tehlike olarak görülmüştü. Oysa düzenlenmesi planlanan harekât için şimdiye kadar edinilen tüm tecrübeler, piyade unsurunun hareketinden önce ve devamında düşman tarafının mevzilerinin bombardıman edilmesiydi ve piyadenin ilerlemeye başlamasıyla birlikte onları koruyacak olan yegâne yöntem, topçular ve makineli tüfeklerin sağlayacağı örtü ateşiydi. Özellikle de tahrip mermilerinin siper kırıcı tesirleri bu bakımdan çok önem taşıyordu. Cephede geçen zaman içinde sınırlı harcanması gereken topçu mühimmatı, gelişen olayların istenilen seyirde gitmemesi yüzünden fazlaca kullanılmak zorunda kalınmış ve bu yüzden neredeyse yarısından fazlası tüketilmişti bile. Bu mühimmat, donanmanın boğazı geçmesinin ardından Türk sularında savunma yapmak durumunda olan donanmasını batırmak ve İstanbul’a hâkim olmak için kullanılacaktı. Oysa işler planlandığı gibi gitmemiş ve birkaç günde kara harekâtının sonuçlarının alınması hayali, boğazın serin sularına gömülmüştü. İleri harekât açısından yapılacak olan hazırlık ateşi, bu şekilde ister istemez sınırlı tutulmak zorunda kalacaktı. Bununla birlikte tahrip mermisi ihtiyacı bu kadar fazla iken, İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda topçularının elinde yalnızca şarapnel mermileri bulunuyordu. Bu sebeplerden dolayı General Ian Hamilton, şayet topçu örtü ateşi kısıtlı kullanılacaksa; o halde, ilerleme hareketinde bulunan piyade askerinin mevzilerindeki Türk ateşinden koruyabilmek için karanlıktan istifade etme fikrine sahip olmuştu. Bu fikir dile getirildiğinde ise agresif bir biçimde karşı fikir General Hunter Weston’dan gelmişti. Hamilton, sabah aydınlığı olmadan hemen önce harekâtın başlatılması ve kısa bir süre de olsa karanlıktan faydalanılması yönünde düşünce belirtmişti. General Hunter Weston, bölüklerin çoğunun başlarında komutanları bulunmaması sebebiyle karanlıkta karmaşa yaşanabileceği ihtimalinin çok yüksek olduğunu ve bu yüzden 29’uncu Tümen’den karanlıkta bir harekât düzenlemesini beklemenin pek uygun olmayacağını söylediğinde, General Ian Hamilton fikrini daha o an geri çekmişti. Bu yüzden planlanan hücum gündüz yapılacaktı. Esas olarak bu planın nihai amacı 28 Nisan günü yapılan ilerleyiş ile aynı idi ama bu defa silah sayısı artırılmış durumda ve kullanılacak olan kuvvet miktarı bir kat daha fazlaydı. Böyle olunca da, plandaki hedeflerde bazı değişikliklere gidilmiş, zamanlama bakımından çok daha ince düşünülmüş ve ayarlanmış, kanatlar alabildiğine kuvvetlendirilerek bir kuşatma kolu oluşturulmuştu.

 

İtilaf kuvvetlerinin 6 Mayıs taarruzu hazırlıkları, bir ölçüde Türk tarafının ¾ Mayıs gece taarruzundaki hazırlıklarına benziyordu. Bazı ihmaller vardı ve bunların üzerinde fazla durma gereği duyulmamıştı. Genel olarak taarruz planı incelendiğinde, piyadenin ileri hareketi başlamadan evvel, bir topçu hazırlık bombardımanı yapılacaktı ve bunun hemen ardından saat 11.00’de harekâta başlanacaktı. Plan basit gibi görünüyordu ama incelikten yoksundu. Kabaca şöyle bir bakıldığında anlaşılacak olan duruma göre Fransızlar Kerevizdere’yi kesin olarak zapt edecekler, İngilizler ise Kirte ile Alçıtepe sırtlarını işgal edeceklerdi. General Hunter Weston’un emirlerine göre, Türk tarafında ağır kayba uğramış vaziyetteki birliklerin Alçıtepe önünde ve sırtlarında, hemen hemen güneydoğu ve kuzeybatı istikametlerinde uzayan bir mevzi ile Kerevizdere boyunda ve Kirte önünde bir ileri hat işgal ettikleri görüşü hâkim durumdaydı. Taarruza ait emirler bu harekâttan yedi saat öncesine kadar dağıtılmamıştı ve bazı birliklere çok daha geç bir zamanda ulaşacaktı. Muharebenin ilk safhasında mevcut durumdaki cephenin bulunulan yerinden bir buçuk kilometre kadar ilerlenecekti. Bu ilerleyiş sırasında Fransızlar sol yanları Kerevizsırtı olmak üzere, sağ yanları da Kerevizdere’nin karşı yakasındaki Boğaz sahilinde olacak şekilde, bu derenin sağında ve solunda bulunulacak bir mevzi tutmuş olacaklardı. Bu mevziler tamamen elde olduktan sonra Fransızların en büyük işi siper kazmak ve harekât devam ettiği müddetçe her ne olursa olsun burasını elde tutmaktı. Fransızların sol kanadındaki durum çok önemliydi. Bu kısımdan 29’uncu Tümen’in daha ileriye gidebilmesi için bir istinat noktası oluşturulması ve buna çok dikkat edilmesi gerekiyordu. Bu mevzinin tahkim edilmesinin hemen ardından İngilizler, Fransızların bu sol kanadına dayanak oluşturarak sağa doğru kırılacak, diğer kuvvetlerle birlikte Kirte’nin zapt edilmesinin sonrasında bu köyün doğusunda ve güneye doğru uzanan bir hatta doğru ilerleyeceklerdi. Böylece bu hattın teşkiliyle beraber harekâtın ikinci aşaması da tamamlanmış olacaktı. Bu girişimlerden mutlak başarı ümit ediliyordu ve devamında üçüncü aşama hedefine geçilecekti. Bu safhada 29’uncu Tümen batı ve güneybatı yönünden esas taarruzu gerçekleştirecekti. Bu bitirici aşamaya geçildiğinde Fransızlar da Alçıtepe’den Boğaz’a doğru, güneydoğu istikâmetindeki sırta yapacakları taarruz ile İngilizlerin harekâtına yardımcı olacaklardı.

 

İngiliz ve Fransız hatlarının birleştiği bu nokta çok büyük önem taşıyordu ve harekâtın sonuna kadar buradaki temasın ne şekilde olursa olsun devamı isteniyordu. Bu duruma karşı ayrı bir tedbir daha alınmıştı. 88’inci İngiliz Tugayına mensup bir tabur Kanlıdere’den Fransızlara paralel bir vaziyette ilerleyecekler ve yer tutacaklardı. Ayrıca General d’Amade’ın kuvvetlerine bağlanmış olan 2’nci Deniz Tugayı Fransızların sol gerisinde, bu bölgeye karşı bir Türk taarruzunun belirmesi ihtimaline karşı kademelendirilmişti. Kirte sırtı açık görüşe sahip olduğundan 29’uncu Tümen cephesinin bu bölümünden ilerleme teşebbüsünde bulunulmayacaktı. Gündüz vakti yapılacak olan taarruzda böyle bir duruma sebep olmak Türk topçusunun açık hedefi haline gelmek demek olacaktı. Kanlıdere tarafından ilerleyecek olan bir taburla Kirte Deresi, 29’uncu Tümen’in yapacağı ilk taarruzda sağ yanını oluşturacaktı. General Paris’in emrinde olmak üzere hazırlanan tümenin mürettep tugayı ise gedik verilmesi mümkün görülen Kirte Sırtı tarafına bakan mevzilerdeki siperlerini tutacak ve burada kademe oluşturacaktı. General Paris tümeninin geri kalan birlikleri de ihtiyat olarak değerlendirilecekti. 29’uncu Tümen Komutanı General Hunter Weston, bu ihtiyatların kullanılması konusunda izin almasına gerek olmaksızın yetkisini kullanabilecekti. İngiliz Genel Karargâhı harekâtın safhalarındaki zaman tayini hakkında bir görüş belirtmemişti. Bu safhalar ilk hareketin başarısı ve bundan sonraki gelişmelerin durumuna göre belirlenecekti. Her ne surette olursa olsun 6 Mayıs akşamında bu işin artık bitirilmesi ve Alçıtepe ele geçirilmesi umuluyordu.

 

Türk hatlarında 5 Mayıs günü hareketlilik devam ediyordu. 7’nci ve 9’uncu Tümenler cephede düzenleme işlerine çalışıyorlar, zayıf düşmüş durumdaki taburların durumu gözden geçiriliyor ve ileri hatlara elde mevcut bulunan en güçlü durumdaki taburlar sürülüyordu. Ana savunma mevzilerinin önündeki ileri hatlar özellikle kuvvetli tutuluyordu. Muharebelerde yıpranmış ve zayıf duruma düşmüş olan birlikler ihtiyat görevinde bulunmaları için geri çekilerek eksikleri tamamlanmaya ve toplu olarak kullanılabilir halde tutulmaya çalışılıyordu. 7’nci Tümen emirlerinde kendi bölgesinde alınan savunma düzeni açıkça görülüyordu; [e]

 

1-Düşman durumunda bir değişiklik yoktur

2-3/4 Mayıs gecesi ordu ihtiyat grubu olarak ileriye sürülmüş olan 15’inci Tümen yine ihtiyat göreviyle Kerevizdere’de bulunacaktır. 56’ncı Alay tümenimize bağlanmıştır.

3-Tümenimize verilen bölge aşağıdaki şekilde tutulup savunulacaktır:

127’nci Alayın iki taburu ve 32’nci Alaydan mürettep tabur, Yarbay Hasan emri altında, Kirte – Seddülbahir şosesiyle Alibey Çiftliği – Seddülbahir Yolu arasındaki kesimde,

56’ncı Alayın iki taburu, Bursa ve Beyoğlu Jandarma Taburları Yarbay Mahmut’un emri altında, Alibey Çiftliği – Seddülbahir yoluyla Boğaz kıyıları arasındaki bölgede,

Bölgedeki topçular, oldukları yerde kalacaklardır.

4-19’uncu Alaydan arta kalanlarla 26’ncı Alayın 1’inci Taburuyla 39’uncu Alaydan mürettep bir tabur Yarbay Sabri emrinde; 21’inci Alaydan arta kalmış dağınık gruplar da (2 Tabur) Yarbay Halil emrinde tümen ihtiyatını teşkil edeceklerdir. Bu birlikler şimdilik Domuzderesi içerisinde bulunacaklardır.

5-Birinci ve ikinci siper hatlarındaki görevli birlikler; her fırsattan yararlanarak asıl mevzi siperlerini, hendeklerini onarıp takviye edecek, tahkimatı maskeleyecek, ayrıca geride korunaklı mahaller vücuda getireceklerdir.

6-İkinci hatta bulunan birlikler tam bir sükûnet içerisinde birbirine karışmış kısımlarını düzeltecekler ve verilen yönergeye göre derli toplu bir teşkilat meydana getireceklerdir.

 

7’nci ve 9’uncu Tümenlerin sorumlu olduğu alanlarda birliklerine verdikleri emirler aynı benzerlikleri taşıyordu. Birlikler kendi içlerindeki düzenleme işleriyle birlikte tahkimat konusunda da hassasiyetle çalışarak bulundukları bölgeleri güvenli halde tutmaya çalışacaklardı. Yakın zaman için herhangi bir taarruz emri bulunmadığına göre, birlikler savunma konusunu çok ciddi tutmak zorundaydı. 9’uncu Tümen elindeki mevcut sağlam kalabilen kuvvetlerden iki alay büyüklüğünde muharebe grubu toplamış ve ileri hatlara sürmüştü. Kadro mevcudundan düşmüş olan dağınık taburlar ise dinlenmeleri ve yeniden teşkilatlanmaları için ihtiyat olarak geri alınmışlardı. 7’nci Tümen ileri hatlarda iki alay muharebe grubu olarak 7 taburdan oluşuyordu ve ihtiyat için her birisi bir alaydan toplanıp kurulacak olan 4 mürettep tabur olarak yerinde bulunuyordu. 9’uncu Tümen ise birinci hatta iki alay muharebe grubu halinde 6 tabur, ihtiyatta ise yeniden teşkilatlanmaya çalışılan bir tabur şeklindeydi. Tümenin 25’nci Alay Muharebe grubunun iki taburu birinci hatta ve Zığındere sırtları – Harapkilise’nin güney sırtlarında olmak üzere batı kanadında bulunuyordu. Alayın ihtiyat taburu ise merkez gerisinde ve birinci hatta yakın mesafede idi. 20’nci Alay Muharebe Grubu da iki taburuyla birinci hatta ve Kirte köyünün güneyinde bulundurulurken, alayın ihtiyat taburu Kirtederesi’nde idi. 9’uncu Tümen ihtiyatı ise Yassıtepe gerisinde tutuluyordu. 15’inci Tümenin de Soğanlıdere’ye alınarak elde olan birliklerinden normal yapıda bir alay kurulması istenmişti. [d] 9’uncu Tümen savunma hattının iç kanadında yerleştirilmiş durumdaki 20’nci Alay Muharebe Grubunun Komutanı Binbaşı Halit, komutası altında bulunan birliklerinin vaziyeti hakkında endişe duyuyordu. Düşmanın kuvvetli bir taarruz sonucu bu kısımlara yüklenmesi halinde kritik sonuçlar olabileceğini düşünüyordu ve buna sebep olmak istemiyordu. Gerçekten de düşman taarruzunun bu bölgede ağırlık bulacağı planlarında yer alıyordu. 20’nci Alay Muharebe Grubunun savunmasını kurduğu bu kısımlarda, düşmanın karışık piyade tümeninin büyük kısmı ve Kirte Deresi’nin doğu sırtlarından bir tugay büyüklüğünde kuvvet hücuma geçecekti. Binbaşı Halit tümene endişelerini belirten bir rapor göndermişti;

 

“Erler pek büyük bir karışıklık içerisindedir. Evvelce de arz ettiğim gibi, şurasını kesinlikle belirtmek isterim ki düşmanın bu yönden baş gösterecek ciddi bir taarruz hareketi, böyle çavuşlar elinde bulunan taburlar ve bölüklerden kurulu birlikler tarafından önlemez. Bu konu, memleketin saadet ve selametine bağlı bir sorun olduğundan gerçek durumu size bildirmeyi bir vicdan borcu bildim. Emir ve komutadaki bu dağınıklıkla beraber mevcudunun yarısından fazlasını kaybetmiş ve savaş gücü hırpalanıp yaralanmış olan bu birliklerle burada kesin sonuçlu bir savunma yapılabilmesi, hiçbir vakit mümkün olamaz. Bu nedenle yıpranmamış, teşkilatı düzgün bir birlik gönderilmedikçe her an tehlike mevcut olacağını bir kere daha arz ederim…” [f]

 

Bulundukları bölgenin kritik durumu ve birliklerin yetersizliğini içeren bir rapor da 7’nci Tümen Komutanı tarafından Güney Grup Komutanlığı’na verilmişti. Bu raporda en son ¾ Mayıs gecesi yapılan taarruz sonrasında birliklerin pek büyük zayiata uğradıkları ve özellikle 19’uncu ve 21’inci Alayların tabur mevcutlarının bir bölükten aza indiğinin altı çiziliyordu. Dört beş günden beri geceli gündüzlü sürdürülen muharebelerin askerleri çok fazla yorduğunu ve neredeyse bunların tamamında bitkinlik belirtisinin çok fazla göze çarptığı konusuna dikkat çekiliyordu. Savunma durumunda ileri hatlarda bulunan birliklerin sarsılmış vaziyetinin ve iç düzenlerinin durumu, bu alanların savunulması için endişe oluşturuyordu. Buradaki birliklerin gereksinimlerinin karşılanması ve dinlendirilmelerinin sonunda savunma hattının güven duyulacak bir halde olacağı bildiriliyordu. Vaziyetin endişe verici bu halinden başka, bölgenin özelliği gereği bütün birliklerin daima, her yandan ateş altında kalıyor olması ve birliklerin muharebe edemeden zayiat vermesi gibi konuların mutlaka gözden geçirilmesi ve bunlar hakkında bir karar verilmesi rapor metninin maddelerinde yer almıştı. Ayrıca bu rapora ek olarak son taarruzun ardından elde kalan mevcuda ve zayiat oranlarına ilişkin bir çizelge de eklenmişti. Bu çizelgede 7’nci Tümenin sorumluluk alanı olan cephede toplam 35 subay ve 3127 er hazır bulunmaktaydı ve bu birliklerin durumu zaten rapor içeriğinde belirtilmişti. Rapora iliştirilen çizelge ekinde 26’ncı Alayın 1’inci ve 39’uncu Alayın 1’inci Mürettep Taburu ile iki Jandarma Taburunun mevcutları yer almıyordu. Bu taburlar çok fazla zayiat verdiklerinden ihtiyattan çekilmişler ve ikisinin birbirine karışımından bir mürettep tabur oluşturulmaya çalışılıyordu. Bursa Jandarma Taburu ilk günlerden itibaren aşırı şekilde zayiat vermiş ve tabur adeta erimişti. Beyoğlu Jandarma Taburu ise bir kısmıyla ilerde bulunuyordu ama büyük bölümü Müstahkem Mevki kıyılarını korumak için ayrılmıştı. 6 Mayıs İngiliz taarruzu öncesinde tarafların kuvvet kıyaslaması yapılacak olursa, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin 25.000 den fazla muharip miktarına karşı Türk tarafında en fazla 10.000 kişi bulunuyordu. 300’den fazla ağır makineli tüfek ateşine karşı, Türk tarafının 24 ağır makineli tüfeği ile karşılık verilecekti. 105 kara topçusunun namlusuna karşı ise yine daha düşük sayıda 40 namlu mevcuttu. Deniz topçusunun her türlü avantajı ile birlikte 400’den fazla top namlusunun karşısında ise kıyas kabul edilebilecek bir şey yoktu.

 

6 Mayıs günü İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin düzenleyeceği taarruz planında donanmanın rolü de belirlenmişti. Bu görev için 5 Mayıs akşamında deniz emirleri verilmiş ve muharebe gemileri iki kısma ayrılarak harekâtı destekleyeceklerdi. Swiftsure, Cornwallis, Implacable ve Lord Nelson isimlerindeki muharebe gemileri ana bombardıman gemileri olarak Aytepe’de kurulu olan topçu komutanlığından alınacak işarete göre ve gelişen şartların getirdiği duruma göre hareket edeceklerdi. Bir başka muharebe gemisi olan Agamemnon’a, atışlarını idare edecek olan bir uçakla birlikte Anadolu yakasındaki Türk topçularını taciz etme görevi verilmişti. Fransız bölgesinin sağ yanında Boğaz’a sokularak atış yapacak olan bir muharebe gemisi ile Ege tarafında bulunacak dört kruvazör bölgeye yan atışları yapacak olan cenah gemileri olarak görevlendirilmişlerdi. Fransız bölgesi için Boğaz’a girerek yapılacak olan su üstü desteğinin kritik ve yorucu olmasından dolayı, bu bölgede birbirini değiştirmek üzere üç gemi ayrılmıştı. Ege tarafındaki gemilerden Dublin, daha kuzeyde bulunacak ve Alçıtepe civarındaki Türk toplarının ateş açmalarını gözetleyecekti. Bu ateşler gözlendiği zaman içinde tespit edilen önemli bir mevki bombardımana tutulacaktı. Yine bu tarafta görev yapacak olan gemilerden birisi olan Sapphire, sol cenaha çok yakın bir şekilde yatarak, bu cenahta ileri harekete geçecek olan tugayı destekleyecekti. Sarıtepe’nin kuzeyinde ise diğer iki gemi olan Talbot ve Minerva yer alacak, Alçıtepe’nin kuzey ve kuzeybatı etekleri ile esas sırtın kuzeybatısındaki açık ovadan geçecek olan bir Türk piyade grubunu gözleyecek veya bu bölgelerde göze çarpacak olan Türk bataryası tespit edildiğinde atışlarını bunlara odaklayacaktı.

 

Gelibolu Yarımada’sının güney ucunda İngiliz ve Fransız kuvvetlerin düzenleyecekleri 6 Mayıs genel taarruzu için geri sayım başlamıştı. Alınan takviyeler, bunların düzenlenmesi ve mevkilerinin tayin edilmesi gibi işlerde son aşamaya gelinmişti. İngiliz 29’uncu Tümen Komutanlığı, Başkomutanlıktan aldığı harekât emirlerinden sonra, “4 No’lu harekât emri” başlığı altında kendi birlikleri için 5 Mayıs günü tamamlanmış olan harekât emirlerini birlik komutanlarına, 6 Mayıs sabah 04.00 sıralarında vermişti. Birlik komutanlarının ellerindeki harfler ve numaralarla işaretli olan haritalar üzerinde, hangi birliğin ne şekilde hangi kısımda ve hangi istikâmetle hareket edeceği bu işaretlerle açıkça belirtilmişti. Maddeler halinde sıralanan bu emirler 3 safha halinde sürecek bir harekât organizasyonunu gösteriyordu. Detayları belirtilmiş olan emirlerin alınmasıyla birlikte 28 Nisan’dan sonra ikinci kez büyük bir harekât planlanmıştı. Daha önce ardı ardına Türk taarruzlarıyla baş etmek zorunda olan İtilaf kuvvetlerinin, ¾ Mayıs gecesi süren son Türk taarruzunun ardından, artık daha fazla gecikmeye tahammülü bulunmuyordu ve Türk tarafı yeni takviye kuvvetleri alarak güçlerini artırmadan önce Alçıtepe’nin ele geçirilmesi için daha fazla beklenilemezdi. Sayıca üstün duruma geçildiği bu anlarda artık sonuca gidilmesi gerekiyordu.

 

6 Mayıs sabahı erken saatlerde bölgedeki hareketlilik Türk karargâhının dikkatini çekmişti. Gün doğumuna yakın zaman içinde düşman cephesi hakkında ilk keşif raporları gelmeye başlamıştı. Grup Komutanlığı’nın muharebe idare yeri daha önce olduğu gibi yine Küçük Mehmet Bey Tepesi’nde olup, karargâh ise bunun daha gerisinde bulunan korunaklı bir alandaydı. Karargâha gelen bilgiler toplanarak gözden geçirildiğinde düşman cephesindeki hatlarda bariz bir şekilde dikkat çekici kıpırdanışlar olduğu açıkça anlaşılıyordu. Zığındere ve ayrıca Tekke Yolu istikâmetlerinde hareketli oldukları görülen düşman kuvvetlerinin ön hatlara doğru ilerledikleri gözlenmiş ve rapor edilmişti. Düşmanın bir başka yürüyüş kolunun ise Seddülbahir’den Eskihisarlık sırtlarına doğru ilerledikleri saptanmış ve bundan başka Hacı Eyüp Çiftliği’nden ileri hatlar yönünde de düşman birliklerinin kaydırıldığı tespit edilmişti. Gelen raporlarda geçen bilgilerden dikkat çekici olan bir başka husus ise, Seddülbahir iskelelerine yanaşan deniz taşıtlarının yeni çıkarmalar yapıldığı hissi uyandırmasıydı. Türk ileri karakollarından alınan bilgilerde ise mevzilerindeki düşmanın anormal hareketliliklerinin görüldüğü ve bu karakollar ile düşman hatları arasında yer yer bazı çarpışmaların olduğu bilgisi gelmişti. Gelişmeler dikkatle izlenmiş ve sonunda Grup Komutanı General Weber saat 10.00 sıralarında cephedeki tümenlere yazılı bir emir yayınlamıştı;

 

1-Görünüşe göre düşman takviye kuvvetleri almıştır. Mevzilerimize hücum etmesi beklenebilir. Bu gerçeğin tümenlerce dikkate alınması gereklidir.

2-Gündüzün, asıl mevzilerimizde düşman taarruzlarını geri atmak ve mevzileri vaktinde takviye etmek üzere elde yeterli kuvvet bulundurulmalıdır.

3-Genel ihtiyat (38’nci ve 45’inci Alaylar) gündüzleri Alibey Çiftliği dolaylarına yanaşıp gizlenecek, geceleri Domuzdere’ye ilerleyecektir. [g]

 

 

 

 

Bu emir yayınlandıktan kısa süre sonra, saat 10.30 sıralarında cephenin üç yanından aynı anda düşman donanmasının muharebe gemileri tarafından bombardıman başlatılmıştı. Bu bombardımana aynı zamanda düşmanın kara topçusu da eşlik ediyordu. Türk mevzilerini vuran bu top ateşleri sırasında düşman birlikleri ilerleme yapmak için istim üstünde beklemişler ve yaklaşık yarım saat kadar süren ateşin Türk mevzilerinin daha gerisine kaydırılmasıyla birlikte düşmanın ileri harekâtı da başlamıştı. İlk anlarda iki taraf arasındaki insansız bölge geçilirken savunmadaki Türk piyadeleri ile karşılıklı ateş yoğun değildi ve ilerleme ağır hareketlerle devam ediyordu.

 

“Birliklerimiz kusursuz bir düzen içinde silkelenip, onları düşmanlardan ayıran uzun bayırı _sahipsiz araziyi_ tırmanmaya koyuldu. Tatbikattaymış gibi ilerliyorlardı. Yiğit askerlerimiz, saflarda hiçbir boşluk yok, arada öğle güneşinin ışınlarını yansıtan tüfeklerin mavi ışıltısı ve süngülerin parıltısı. Bir talim yerinde olduklarını sanırdınız. Söze ne hacet? Bu çelik duvar durur, yaramadığı bir engele çarpar, bir an tereddüt eder. Sonra bütün geometrik hatlar dağılır. Sağa, sola koşan, karışıklığın içine atılan gruplar. Durmadan konuşan, havayı yırtan, heyecandan titreyen etten bir duvara aralıksız ateş eden Türk makineli tüfekleri…” Teğmen Henri Feuille, 52. Batarya, 30. Alay CEO [h]

 

Türk ileri karakollarında mevzilenme biçimi ve cephe hattında sınırlı sayıda olan makineli tüfeklerin, bulundukları noktalarda en uygun alanlara yerleştirilmeleri ve bu taarruza hazırlıklı durumda düşmanı bekleyen Türk savunmasının dikkati ve isabetli ateşleriyle, tüm cephede birden sürdürülen kararlı yürüyüşler bir anda ağırlaşmaya başlamış ve çoğu noktalarda düşmanın avcı erlerini sarsmıştı. Üç aşamalı olarak hazırlanan İngiliz-Fransız taarruzunun bu ilk safhasında, Ege Denizi ile Zığındere arasında yer alan 29’uncu Tümen’e bağlı 125’inci Tugay ilerleme kaydetmeye çalışıyordu. Bunun hemen sağ kanadından başlayarak Kirte Deresi’ne kadar cephe hattından ileri harekâtı sürdürmek için görevli olan 88’inci Tugay vardı. Kirte Deresi’nin yatağının her iki yanını Mürettep Deniz Tümeni tutacaktı. Kirte Deresi ve İngiliz Hattının Fransızlarla birleştiği Kanlıdere’nin doğu yakasındaki açık arazinin geçilmesi çok zayiata sebep olacağı önceden biliniyordu ve buradan herhangi bir harekete girişilmeyecekti. İngiliz birliklerinin harekâtı sırasında Kirte Deresi yatağını tutacak olan Mürettep Deniz Tümeni, diğer birlikler her iki yanında da ilk hedeflerine başarıyla ulaştıktan sonra, solundaki 88’inci İngiliz Tugayı ile sağındaki Fransızların sol kanadına birleştirecekti. Mürettep Deniz Tümeni’nın bulunduğu hat çok önemli bir bağlantı noktasıydı ve burasını daha da emniyet altına almak için, 1’inci Lancashire Fusiliers, 88’inci Tugaydan alınarak, Mürettep Deniz Tümeninin sağına yerleştirilmiş ve bu birliğe ilerleme halindeki Fransızlarla olan teması asla kaybetmemesi gerektiği çok önem verilerek bildirilmişti. Fransız Tümeninin ileri harekâta geçmesinde bazı karışıklıklar ve anlaşmazlıklar sebebiyle yaklaşık 40 dakikalık bir gecikme yaşanmıştı. 28 Nisan harekâtında olduğu gibi benzer bir anlaşmazlık yaşanmıştı. Fransız Tümeninin sol kanadını destekleyecek olan 2’inci Deniz Tugayının üstleneceği görev konusunda çıkan anlaşmazlık, Fransızların hareketini yarım saatten fazla bir süre aksatmıştı. Bununla birlikte Fransızların sağ kanadı hareketlerine başladıktan bir süre sonra kısmen bazı başarılar elde etmiş görünüyordu. Bu ilk adımda Kerevizdere ağzındaki yüksek araziye doğru ilerleme sağlayabilmişti. Saat 12.00 civarında ise 7’inci Türk Tümeninin ileri hatlarıyla temasa girilmişti. Fransızların bu bölgedeki taarruz harekâtı çok yoğun biçimde 7’nci Tümen cephesine yüklenmişti. Çok kısa süre içinde burada yakın çarpışmalar cereyan etmeye başlamıştı. Genel harekâtın bütün cephe birliklerini kapsayan planlarının içinde, harekâtın ileriye taşınabilmesini temin edebilmek için Türk mevzilerinin daha ilk harekette çökertmek çabasını gerektiriyordu.

 

7’inci Tümen bölgesinde birliklerin durumu zorluk ve sıkışıklık içindeydi. Tümen komutanı daha önce içinde bulunulan durumu ayrıntılarıyla Grup Komutanlığı’na arz etmişti. Buna rağmen yapılacak fazla bir şey yoktu ve eldeki birlikler ve imkânlarla savunma görevi sürdürülecekti. İlk tedbir ihtiyatların ikiye bölünmesi ve bunların cephedeki alay muharebe gruplarının emrine koşturmak olmuştu. Jandarmalardan ve bazı müfrezelerden toplanabilen 150 kişilik bir ihtiyat grubu daha sağlanabilmişti. Fransızlar sağ kanatlarının ilerlemeye çalıştığı Kerevizdere ağzının üzerindeki yüksek araziden sonra, karşılaştıkları yoğun ve etkili Türk piyade ateşleri sebebiyle duraksamışlardı. Sol kanatları nispeten daha ağır ilerleme kaydedebiliyordu ama öğleden hemen sonraki zaman içinde Türk mevzileri önünde Senegallilerden kurulmuş olan güçlü bir hat tesis edebilmişlerdi. Bununla birlikte oldukça etkili görünen topçu desteğine rağmen, bu hattın önündeki Türk mevzilerine saldırmak konusunda tutuk davranmışlardı. Bu hattın en sol kısmında, Kanlıdere kesimindeki İngilizlerle temas halinde bulunması gereken Fransız birlikleri, karşılaştıkları mukavemetin çetin olması ve etkili Türk ateşlerinden sakınarak çekilmeye başlamışlardı. Bu tehlikeli durum karşısında temasın kaybedilmemesi için deniz tugayı bu alana sürülmüştü. Ne var ki, öncü birlikler ilerledikleri sırada sağ taraflarındaki yüksek kesimde bulunan Türk piyadelerinin çok şiddetli ve etkili ateşiyle karşılaşmışlardı. Her an biraz daha yoğunlaşan bu ateş karşısında ısrar etmelerine rağmen hızları kesilmişti,

 

“Hatırlıyorum, Yates, Don’un (Townshend) ve benim az ilerimizdeydi. Biz hattı bozmadan sürünüyorduk ama kurşunlar kumlara ve sırt çantalarımıza saplanıyordu. ‘Bir daha fırlayalım’ diye karar verdik. Ayağa kalkıp koştuk. On beş metre kadar gidip yine yattık. Sonra biraz daha ilerlemeye karar verdik. Ateş hattından korunur gibi göründüğümüzden hafifçe sağa yönelmiştik. Ama yine de kurşunlar başımızın üstünden geçiyor, toprağa saplanıyordu. Bunun bir makineli tüfek ateşi olduğunu sanıyorum. İnsan eğer üzerine üç dört tüfekle birden ateş ediliyorsa bunu makineli tüfek sanıyor. Onları göremiyorduk ama silah sesleri sadece bizim bulunduğumuz yerde değil, her taraftaydı. Biraz daha ilerlemeye karar verdik ve dördümüz birden kalktık. En önde olan Yates birden devrildi. Karnından ya da hayalarından vurulmuştu ama sıcak kiremite basmış bir kedi gibi zıplayıp duruyordu, sonra yere düştü. Biraz durmaya karar verdik. Ama tam yanına varmıştık ki, birden kalkıp çılgınlar gibi Türklere doğru koşmaya başladı ve ‘Bang!’ Bu sefer bir daha kalkmamak üzere düşmüştü. Townshend öteki yandaydı ve Yates’in olduğu yerde bir boşluk vardı. Yates’e ilk ulaşan genç Horton oldu. Yarasının ne olduğunu anlamak için Yates’i iterken alnından bir kurşun yedi. Kurşun başının arkasından çıkıp benim parmağımın bir boğumunu kopardı. Zavallı Horton. Annesini çağırarak ağlıyordu. Onu şimdi bile görebiliyorum. Sesini duyar gibiyim. On sekiz yaşında olduğunu söylemişti ama on sekiz bir yana on altı bile olduğunu sanmıyorum. O kadar genç bir oğlandı ki. Barışta Fyffe gemilerinde kamarotmuş. Yates ölmüştü. Horton ölmüştü. Sadece Don ile ben kalmıştık…” (Deniz eri Joe Murray) [ı]

 

Fransızlar 7’inci Tümen bölgesine fazla kuvvetlerle ve çok şiddetli bir şekilde taarruza başlamışlardı ama zaman geçtikçe mevzilerinde sebat gösteren Türk piyadelerinin soğukkanlı mukavemeti ve isabetli ateşleriyle durdurulmuşlardı. Türk savunması bu kuvvetli taarruza direnirken, kendilerinden beklendiği gibi bir adım dahi geri çekilmemiş ve hatta bazı yerel hareketlerle kendilerine yaklaşan düşman askerlerine karşı süngü hücumuna kalktıkları bile görülmüştü. Zaman ilerledikçe etkisi azalan Fransızların taarruzu önce zayıflamış ve ardından durmuştu. Fransızların sol kanadında onlara destek için gelen 2’inci Deniz Tugayı, Fransızların geride kalması nedeniyle olması gerekenden fazla ilerleme kaydetmişler ama bu durumda her yönden Türk ateşiyle karşılaşmaları yüzünden akşama doğru ilerledikleri alanlardan geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu bölgedeki muharebelerin çok kızıştığı bir dönemde durumdan haberdar olan 5’inci Ordu Komutanı Liman von Sanders, büyük ölçüde endişelenerek, Eceabat’ta tuttuğu iki taburluk ihtiyat kuvvetini çok acele biçimde güney bölgesine göndermişti. Bir süre sonra düşman taarruzlarının zayıfladığı ve sonrasında da hepten söndüğü haberi alındığında bu iki tabur, Sarafim Çiftliği’ne alınmıştı. Bu taarruzun savunulmasında kullanılması düşünülen 15’inci Tümen Domuzderesi’ne alınmıştı ama bu tümenin de kullanılmasına gerek kalmamıştı.

 

 

İngiliz-Fransız cephe hattının merkez kesiminde 88’inci Tugayın ilerleyişi de yavaş olmuştu. Tugayın öncü birliklerinin yaklaşık 450 metre kadar ilerlemesinin ardından Türk kuvvetlerinin etkili ateş sahasına girildiğinde, burada çok uygun noktalara mevzilendirilmiş Türk makineli tüfeklerinin ve piyade ateşinin etkisinde kalmıştı. Bu ateş gücüne Türk topçusunun şarapnel mermileri de katıldığında İngiliz birlikleri duraksamak zorunda kalmışlardı. 29’uncu İngiliz Piyade Tümeninin iç kanadını ve yapılan taarruzun eksenini teşkil eden kuvvetler, Kirte Köyü istikametinde Türk mevzilerini ezecekler ve akşama kadar Harapkilise kuzeyi sırtlarına hâkim olacaklardı. Bu kesimde hareket eden İngiliz birlikleri yaklaşık 1000 metre kadar bir çizgiye üç taburluk bir kuvveti yayarak birinci hatlarını teşkil etmiş ve ilerleme yapmışlardı. İngilizlerin ilerledikleri alanda Türk kuvvetleri Harapkilise güneyindeki ileri karakolda iki takım kuvvetiyle önlem almışlardı. İngilizler bu iki takımın tutmuş olduğu hattı geçememişlerdi. Farklı taktikler uygulamışlar, yer değiştirmişler, ağır makineli tüfeklerini farklı noktalara mevzilendirdikleri halde, bu Türk ileri karakoluna ciddi biçimde saldırı gerçekleştirememişlerdi. Öğleden sonra derlenip toparlanan İngiliz birlikleri bir kez daha inatla saldırıya geçerek ilerleme kaydetmeye çalışmışlar ve bir miktar daha mesafe kaydetmelerine rağmen yeniden durmak zorunda kalmışlar ve daha ileri gidebilme imkânı olmadığını gördüklerinde ise bu yeni hatta açıkta kalmamak için siper kazmaya başlamışlardı. Bundan bir iki saat sonra da bu bölgede bulunan Mürettep Deniz Tugayının Drake Taburu da, bu yeni hattın oluşum şekline uyum sağlayarak Fransızların sol tarafındaki Lancashire Fusiliers’in sol yanında siperler kazarak hatlarını bu taburla birleştirmişti. Ancak cephe hattının en sol kesiminde görev alan 125’inci Tugayın ilerleyememesi yüzünden, doğal olarak Zığındere tarafındaki 88’inci Tugayın sol kanadı açıkta kalmıştı. Her iki tarafta birbirlerine çok yakın bir mesafede toprağa gömülü olarak kalmışlardı. İngiliz 88’inci Tugayının Komutanı Yarbay Williams hazırladığı raporda, bu genel taarruzun daha ilk safhasında Türk kuvvetlerinin ancak örtü kuvvetleri (İleri hat karakolları) ile temas edilmiş olduğunu ve henüz esas kuvvetleriyle muharebeye tutuşulmamış olduğunu ikaz etmişti. [i]

 

İngiliz birliklerinin genel taarruz hattının en solunda Zığındere mevkisi yakınlarında işler biraz daha yavaş ilerlemişti. Zığındere sırtlarının dış kanat kesiminde İngilizler için taze kuvvet olan 125’inci Tugay ayrılmıştı. 88’inci Tugay ile aynı anda ileri harekâtın yürüyüşüne başlamış olan 125’inci Tugay çok ağır ve alabildiğine temkinli hareket ediyordu. Kısa bir süre yapılan ilerleyişin ardından Türklerin Sarıtepe’ye önlem için sürmüş oldukları takviye edilmiş bir takım kadar kuvvetin ateşiyle karşılanmışlardı. Derhal şiddetli bir ateş muharebesi başlamıştı. Savunmadaki Türk piyade takımına bir takımlık daha güç yetiştirilmiş ve dirençleri artırılmıştı. Ege Denizi yönünde mevzi almış olan cenah gemileri Sarıtepe ve civarı derinliklerine ateş açmaya başlamıştı ama burada gizlenmiş olan Türk takımı geri adım atmıyor ve direnmekte sebat gösteriyordu. Harapkilise güneybatısında çok iyi mevzilendirilmiş bulunan iki makineli tüfek, ne zaman bir düşman hareketi olsa, düşmanın sağ yanını etkili bir şekilde ateş altına alarak kayıp verdiriyor ve takımın direnmesine destek oluyordu. Bu bölgede saatler geçtiği halde 125’inci Tugayın hücumları her defasında kırılmış ve tugayın ileri sürmüş olduğu üç tabur kuvvetindeki birlikler, dar bir arazi şeridinde sıkışmış ve burasını savunan Türk takımından oluşan muharebe ileri karakolu karşısında hareketsiz kalmışlardı. 125’inci Tugayın akşam raporuna 350 muharip İngiliz askeri, bu gün verilen zayiat miktarı olarak geçmişti.

 

“Makineli tüfekle donatılmış berbat tahkimli mevziye çattılar. Süngü hücumu yapacaklar. Gönüllü birliklerden fazla şey beklemek oluyor bu, ama ölümüne ve kendi toprağı için savaşan bir düşmana karşı herkesin gayretine başvurmak zorundayız. Başka bir zaman olsa onlardan kapasitelerinden fazlasını beklemek olurdu bu…” Akdeniz Seferi Kuvvetler Komutanı General Ian Hamilton [j]

 

İkinci Kirte Muharebesi olarak anılan düşman taarruzlarının ilk günü olan 6 Mayıs taarruzu, İngiliz ve Fransız piyadelerinin ilerleme harekâtında arzu edilen ve planlanan sonuçlar hiçbir noktada alınamamıştı. Tarafların esas kuvvetleri henüz birbirine girmeden önce, taarruz hareketi Türk muharebe ileri karakolları önünde sönümlenmişti. Aslında cephenin sağ kısım ve sol kısım birlik komutanları vaziyetlerinin ¾ Mayıs Türk taarruzundan sonra hiç te iç açıcı olmadığını raporlarla Grup Komutanlığına bildirmişlerdi. Belki de bu raporlar, Grup Komutanlığından bir kez daha çıkma ihtimali olan taarruzun tekrar edilmesi emrinin olasılığı hakkında çekinceleri baştan ortaya koymak ve böyle bir emrin çıkması halinde bir başarısızlık söz konusu olursa, bunun sebeplerinin en başından bilinmesi biçiminde algılanabilir. 6 Mayıs taarruzu sırasında savunma mevzilerinde gösterilen inatçı direnme ve düşmana fırsat vermeme konusunda, kendisinden çok daha fazla sayıda asker kuvvetine rağmen, düşmana başarı şansı tanınmamıştı. Muharebeler esnasında bazı noktalarda düşmanın sarsılmasını fırsat bilen küçük Türk gruplarının, hırpaladığı düşmanın peşine düşmek isteğindeki hırs, takdire şayan görülmekle beraber bu isteği ilerletmek hata olurdu. Düşman birlikleri harekâtını kademe anlayışıyla yürütüyordu ve muharebe esnasında zayıf düşmüş bir ileri hat birliği olsa bile derinlikte bu noktayı takviye edecek ihtiyatları fazlaca bulunuyordu. Nitekim sonuç itibarıyla İkinci Kirte Muharebesi, İngiliz Komutanlığının isteği ve planına göre uygulanamamış ve Türk tarafının muharebe ileri karakolları önünde kalan başarısız bir harekât olarak kalmakla birlikte, Türk tarafının savunma muharebesinde çok daha üstün bir performans ile düşmanına geçit vermeyeceği anlaşılmış oldu. Sayısal üstünlük yerine taktik açıdan en uygun önleme mevkilerini seçen Türk birlikleri, piyade askerinin mevzilendirilmesi, makineli tüfeklerin en uygun açılarda düşmana kaptırılma riski olmaksızın değerlendirilmesi ve sahra toplarının bu savunma sırasında daha ileri alınarak düşman piyadesi üzerindeki şiddetli etkisi ile başarının haklı sahibi olmuştu. Bu savunma başarısının ardından 5’inci Ordu Komutanı, Başkomutanlık Vekâletine saat 16.20’de telefonla şu raporu vermişti;

 

“Güney bölgesinde saat 12.45’te büyük cephede taarruza başlayan düşman birliklerinin geriye atıldıklarını, Hisarlık kuzeyindeki tepelerin her duruma karşı korunması için bir alayın daha ileriye sürüldüğünü General Weber yazıyor. Esasen bu taarruzun başladığı haberi üzerine, iki ihtiyat taburunun Sarafim Çiftliği güneydoğusundaki Soğanlıdere’ye hareketini emretmiştim. General Weber’in bildirdiğine göre, şimdiye kadar güney bölgesine gönderilmiş olan 28 taburda ancak 13.000 tüfek bulunduğunu arz ederim…” [k]

 

Akdeniz Seferi Kuvvetler Komutanı General Ian Hamilton, cephenin bazı noktalarında Türk savunmacılarının geri çekildiklerini düşünüyordu. Ancak bu düşüncelerini ifade ettiği notları arasında, Türklerin asıl siperlerinin ele geçirilemediğini de belirtmişti. 6 Mayıs taarruzunun sonucunu gözlediğinde; “Hala 200-300 metrelik bir arazi kazanmak için, bu işi nasıl daha az kayıp vererek başarırız diye düşünüyorum…” demişti. [l] Hamilton’u düşündüren kuvvetli sebeplerden birisi de mühimmat konusu olmuştu. Belli ki taarruza kalkmadan evvel piyadenin önünü açabilmek için Türk mevzilerini tamamen yıkımdan geçirmek üzere, bu konuda elinin alabildiğine serbest olmasını istiyordu. Oysa kara harekâtı başladığı zaman bu işin eldeki mevcut imkân ve olanaklarla kısa sürede bitirileceği, donanmanın gereğinden fazla mühimmat sarfiyatı yapmasına gerek olmadan başarıya ulaşılacağı öngörülmüştü. Tasarruf edilen her topçu mühimmatı Çanakkale Boğazı geçildikten sonra Marmara Denizinde ve İstanbul önlerinde ziyadesiyle gerekli olacaktı. Savaş Bakanı Lord Kitchener’a bu mühimmatın çok gerekli olduğu iletilmişti ve General Hamilton, bu konuda 4 Mayıs tarihinde bir telgraf göndermişti ve bundan sonrasında çok fazla üstelemeye gerek kalmaksızın olumlu bir yanıt gelmesi için umut taşıyordu. 6 Mayıs taarruzunun Türk mevzileri önünde ilerletilemediği ve hücumların durdurulduğu haberinin İngiliz Genel Karargâhına ulaşmasından kısa bir müddet sonra, İngiliz Savaş Bakanlığından cephanenin ikmaline dair bir telgraf gelmişti. İngiltere Savaş Bakanlığının bu telgrafta verdiği yanıtta şöyle yazıyordu; “Emrinizdeki kuvvete tahsis edilmiş olan cephane, asla, Yarımadanın uzun zamanda işgali esasına göre hesap edilmemiştir. Süratle hareket edilmesi istenmektedir…” Bu yanıt bir yandan haklılık taşıdığı gibi, General Hamilton’u da hem derin düşünceye hem de endişeye sevk etmişti. Bu durumda İngiltere’den verilen mesajın “Süratle hareket edilmesi” kısmı üzerinde durulmalıydı ve 6 Mayıs günü başlatılan taarruz üstelenerek bu işin bir an önce bitirilmesi yoluna gidilmeliydi.

 

“Önümüzde dikilip kalmış olan bu büyük vazifeye ait bütün boş fikirlerin, ilk ve son defa olmak üzere, yolumuz üzerinden derhal kaldırılıp süpürülmesi gerekir. Kesin neticeye ulaştıran zaferler, Gelibolu Yarımadası’nda, öyle bir iki günde kazanılacak kadar kolay bir iş değildir. Son derece yüksek bir askeri maharetle sevk ve idare edilen cesur ve inatçı bir düşmanla savaşıyoruz. Türk, bir köşeye sıkıştırılıp savunma durumuna geçtiği zaman dehşetli ve korkunç bir düşman olup kalır. Askerlerimizin savaşmakta olduğu bugünkü düşman evlatları, namdâr gazi ve şöhretli kumandan Osman Paşa’nın kumandasında olarak Plevne’yi kahramanca tutan aslanların aynıdır. Bugünkü Türkler, Avrupa politikasının tek faktörü olan varlıkları için savaşıyorlar. Bugünkü Türkler, her bir Türkün kalpten sevdiği ve iftihar sebebi olan, sevgili İstanbul’u muhafaza için kanlarını döküyorlar. Türkler buraları bırakıp bizleri Narrows’tan kolayca geçirmek istemiyorlar. İşte bunun içindir ki biz de kendimize yol açmak üzere her bir karış toprak için savaşıp duruyoruz. Buradaki savaş da, Fransa’da yapılanlarda olduğu gibi, her bir siperi ve her bir kilometre araziyi zapt etmek için ne kadar asker feda edebiliriz meselesini doğurmuştur. Buradaki galibiyet, Fransa’da olduğu gibi, ancak çok asker ve bol mühimmat ile olabilir; başka yolu yok…” Ellis Ashmead Bartlett [m]

 

6 Mayıs İngiliz-Fransız taarruzu için cephenin genelinde yalnızca biraz daha Türk mevzilerine yaklaşılmış olması dışında fazla bir kazanım olmadığı gibi, iki tarafın da raporlarına bakıldığı zaman bu ilerleyişin Türk muharebe ileri karakollarına biraz daha yaklaşılmış olduğu ama esas kuvvetlerin mevzilerine ise halen daha mesafe olduğu görülmektedir. Türk tarafı bu taarruzdan sonra daha dikkatli davranmak zorundaydı. Yeniden bir düşman taarruzunun ne zaman belireceği belli olmamakla birlikte, her an için bir gece taarruzu ihtimali olduğu gibi duruyordu. Muharebe ileri karakollarındaki birliklerin yüksek dikkati ile birlikte 6/7 Mayıs gecesi bir düşman taarruz girişimi gerçekleşmemiş, taraflar bu nispeten sakin geçen geceyi tahkimat hazırlayarak ve yeni bir harekât durumu için hazırlıklarını tamamlayarak geçirmişlerdi. Gündüz boyunca devam eden düşman donanmasının bombardımanı ile Türk siperlerindeki tahkimatın çoğu bozulmuş ve dağılmıştı. Mevziler bu haliyle oldukça dayanıksızdı ve muhakkak elden geçirilerek onarılması ve daha da güçlendirilmesi gerekiyordu. Tümen komutanları bu işin yalnızca istihkâm sorumluları tarafından değil, bütün birliklerdeki askerlerin de yardımıyla yapılması için subaylardan olağanüstü bir gayret içinde çalışmalara katılımın yapılması isteniyordu. Düşman taarruzunun 9’uncu Tümen bölgesinde nispeten zayıf kalması nedeniyle fazla baskı hissedilmiyordu. Bu yüzden önceden alınmış olan tertibata bağlı kalarak mevzilerinde rahat durumda sayılırlardı. Bu kesimde ek tedbirler alınma yoluna gidilerek Yassıtepe’de bulunan deniz ağır makineli tüfekleri ilerideki destek bölüğüne verilmişti. Aynı şekilde 25’inci Alay Muharebe Grubunun destek kademesinde tutulan ağır makineli tüfek takımı da Zığındere sırtlarındaki batı kanada yerleştirilmişti. Muharebe sırasında ileri hatlara yanaştırılan üç sahra bataryası, tekrar Yassıtepe-145 Rakımlı Tepe hattı gerisine alınmıştı. Muharebe ileri karakollarındaki birliklerin sayısı artırılarak daha da kuvvetlendirilmişti ve daha sık keşif kolları tertip edilerek göreve çıkarılmıştı. Bir yandan lojistik işleri düzenlenirken, aynı zamanda geride tutulan cephane kademelerindeki paylar ile birliklerin stokları artırılmıştı.

 

7’nci Tümen bölgesinde de faaliyetler tüm hızıyla sürüyordu ama bu tarafta işler biraz daha yoğun olmakla birlikte, bazı kritik durumlar söz konusuydu. Bunların en başında gelen konu, gündüz muharebelerde çok sayıda zayiat verilmişti ve tümenin elinde hiç ihtiyat kuvveti bulunmuyordu. 7’nci Tümen Komutanı, Grup Komutanlığına bu durumu nakletmişti. Bütün kuvvetlerin ileri hatlarda bulunduğunu ve bunun nedenlerini bir rapor halinde arz etmişti. Bölgedeki durum ayrıntılarıyla izah edilerek, bu kesimde dolgun mevcudu bulunan bir ihtiyat birliğinin çok lüzumlu olduğu bildirilmişti. Bu istek olumlu karşılanarak tümen bölgesine, 15’inci Tümenin tek sağlam ve derli toplu durumdaki 45’inci Alayı gönderilmişti. Tümen bölgesinde duyulan diğer bir endişe ise 7 Mayıs sabahına kadar eldeki imkânlarla kuvvetli bir savunma mevzisi kurabilmekti. Bunun dışında cephe hattındaki bütün birlikler yerinde bırakılmış, cephe kesimlerindeki karışık grupların komutanları ve bunların sorumluluk alanları belirtilmiş ve bir düzen sağlanmıştı. Lojistik işler yoluna konulmuş, ileride bulunan şehitler ve yaralılar eldeki her imkân değerlendirilerek toplanmıştı. Karanlıkta yapılan bu toplama işi oldukça zordu ve güçlükle ilerletilmişti. Sargı yerleri yaralılarla dolup taşmıştı. İleri mevzilerdeki askerlerin yiyeceklerinin ulaştırılmasında da zorluklar yaşanıyordu ve cephanenin ulaştırılması konusunda da çeşitli problemler yaşanıyordu. Tümenin ikmal malzemelerinin dağıtıldığı noktalar ile birliklerin bulunduğu yerler arasında ulaşımda kopukluklar bazı güçlükleri beraberinde getiriyordu.

 

6/7 Mayıs gecesi taraflar cephede mevzi hazırlıklarını ve düzenlerini hararetle gözden geçirirken, İngiliz Genel Karargâhında da çalışmalar sürdürülüyor ve bir sonraki gün için planlar gözden geçirilerek son karar alınmaya çalışılıyordu. 6 Mayıs muharebelerinde verilen zayiatlar korkutucu boyutta değildi ve harekâtın aşamaları için devam edilmesi yönünde görüşler ağır basıyordu. Türk kuvvetleriyle asıl mevzilerinde karşılaşmak ve onları her şart altında geri atmak ve Alçıtepe’yi ele geçirmek doğal olarak yine harekâtın öncelikli hedefiydi. 29’uncu Tümen Komutanı General Hunter Weston taarruzun sonucunu almak konusunda istekliydi. Harekât planı konusunda General Hamilton’un emirleri üzerinde çok fazla bir değişikliğe gidilmeyecekti. Taarruza bırakıldığı yerden aynı şekliyle devam edilecekti. Fransız taarruz bölgesindeki görev tanımı da aynıydı ve bu şekilde onlara düşen görev, Türk mevzilerinin süratle aşılması ve Kerevizdere hâkim sırtlarının ele geçirilmesiyle birlikte, İngilizlerin ileriye açılması sırasında dayanak noktası olacaklardı. Harekâtın İngiliz kanadına ait olan bölümünde bazı mesafe ve hedefler konusunda revizyon yapılmıştı. Kabaca bu kesimdeki birlikler önceki güne göre daha atak davranarak Türk hatlarını ezerek aşacaklar, Kirte’nin kuzeyi – Ocaktaşıtepe – Yassıtepe hattına sarkacaklardı. Böylece aynı gün Alçıtepe’nin kuşatılması sağlanacaktı. 7 Mayıs günü için planlanan taarruz için takviye kuvvet gelmeye başlamıştı. 6 Mayıs’ta gönderilen 2’inci Fransız Tümenine ait iki tabur karaya çıkarılmıştı. Aynı gün daha sonraki saatlerde bir kafile daha yetişmiş ve bu kuvvetler tugay seviyesine çıkmıştı. Bu yeni gelen kuvvetler iç kanada sürülerek, Kerevizdere sırtlarının daha hızlı bir şekilde zaptı için kullanılacaktı. General d’Amade, İngiliz emirlerini aldığında, 88’inci İngiliz Tugayının yapacağı harekâtın başarısının, kendi kıtaları tarafından çok önemli hedef olan dayanak noktasının ele geçirilmesine bağlı olduğunu anlamıştı. Bu yüzden karaya çıkarılmış olan Albay Simon’un sömürge tugayını taarruz sırasında 29’uncu Tümene dayanak noktası olacak bölgeyi ele geçirmek için kullanılacaktı. 1’inci Fransız Tümeni Komutanı General Mansou’ya konu hakkında bilgi ve emir verilmişti. Taarruzun Fransızları ilgilendiren bu bölümü saat 10.00 sıralarında başlayacaktı.

 

General Ian Hamilton’u ve 29’uncu Tümen Komutanı General Hunter Weston’u sevindirecek bir diğer haber ise, 2’nci Fransız Tümeniyle, 42’inci İngiliz Teritoryal Tümeninin deniz yolculuğundaki büyük kısımlarının Ege Denizi’ne girmiş olmasıydı. Bu heyecan verici haberin bir diğer sevindirici yanı ise bu birliklerin 8 Mayıstan itibaren karaya çıkarılmalarının mümkün olmasıydı. Böylece bölgede bulunan eldeki mevcut kuvvetlerin kullanımı buna göre değerlendirilebilecek ve yeni gelecek olan taze kuvvetlere bu bakımdan güvenilecekti. General Hunter Weston 7 Mayıs günkü muharebe başlamadan önce birliklerine gayret kazandırmak için çok fazla kişisel çaba sarf etmişti. Bir gün önceki durgunluğun tekrar yaşanmaması için elinden geleni yapıyordu. Tugay komutanlarının her birine bizzat telefonla bu konunun ve yapılacak olan taarruzun önemini anlatmış ve askerlerinin yüksek moral ile daha yırtıcı bir şekilde saldırmalarını istemişti. Ayrıca yine dünkü saldırıda çabuk yılgınlığa düşmüş olan 125’inci Tugayı daha fazla cesaretlendirmek ve onlara nasihat aktarmak için özel bir tezkere göndermişti;

“472 rakımlı tepe ile bu tepenin İngilizlerin solunu koruyan batı ve güney eteklerinin zaptından ibaret olan şerefli vazife, 125. Tugaya verilmiştir. Lancashire’ler bütün dünyanın gözü size bakıyor. Memleketinizin şeref ve namusu, yuvanızdaki insanların refah ve saadeti, bugün yapacağınız işlere bağlıdır. Tümgeneral, hiçbir ateşin, hiçbir zayiatın sizi yolunuzda yürümekten alıkoymayacağından ve bu yolda parlak bir zafere kavuşacağınızdan emindir…” [n]

7’nci Tümenin savunduğu sorumluluk alanı hakkında Grup Komutanlığının bazı endişeleri vardı. Tümen Komutanlığı’ndan gelen raporlardaki yetersiz muharip kuvvet sebebiyle elde bu kısma ayıracak kuvvet bulunmadığından, tümene verilen emirlerde bu cephenin mevzilerin güçlü bir düşman taarruzuna karşı emniyetli hale getirilmesi isteniyordu. 7 Mayıs sabahı muhtemel bir düşman saldırısına karşı 7’nci Tümen bölgesinde yapılmakta olunan hazırlıklar zaten, yalnızca tahkimat ve lojistik işlerinin kısmen düzeltilmesi olarak sürdürülmüştü. Bu kısımda değerlendirebilmek için akla 15’inci Tümenin eksik ve dağınık vaziyetteki durumu geliyordu. Bu konuda yapılan çalışmalar yeterli olmamıştı ve 15’inci Tümenin kadroları tamamlanamamıştı. Bu durum ordu komutanlığına bildirilerek en kısa sürede yeni kuvvetler yetiştirilmesinin gerekliliği aktarılmıştı. Güney bölgesine 11’inci Tümenin verilmesi kararına varılmıştı ama Anadolu Yakası’nda görev yapan bu tümenin kadrosundan zaten parça parça istifade edilmiş, bu parçalar her iki muharebe bölgesinde paylaşılmıştı. 11’inci Tümenden geriye yalnızca iki tabur kuvvetinde birlikler mevcuttu ve bunlar da Sarafim Çiftliği bölgesinde toplanmışlardı. Bu tümenin bir alayı Anadolu Yakası’nda, diğer alaylarından bazı taburlar 7’nci Tümen bölgesinde, tümenin topçu birlikleri ise her tarafa dağıtılmış durumda bulunuyordu. Güney Grubu Komutanlığı’nın elinde 38’inci Alaydan (İki Taburlu) başka ihtiyat birliği kalmamıştı. Güney bölgesinde mevcut topçu tümenlerin savunma hatlarına destek verecek şekilde dağıtılmıştı. 9’uncu Tümen altı hafif sahra bataryası ve 7’nci Tümen de beş hafif sahra bataryası ile birlikte, bir dağ bataryası ve üç obüs bataryası tarafından destekleniyordu. Her iki tümen bölgesinde ise toplam 24 adet ağır makineli tüfek bulunuyordu. Bu miktar tümen kısımlarına yarı yarıya dağıtılmıştı.

 

 

İngilizlerin Balon Uçurma Gemisi Manica

 

 

7 Mayıs sabahı tüm cephede bir sakinlik göze çarpıyordu. Taraflar tahkimat işleriyle yoğunlaşmış ama herhangi bir noktada çatışmaya dair emare gözlenmiyordu. Bu sükûnet hali sabah saat 10.00 civarında şiddetle başlayan düşman topçu ateşiyle yerini bir anda büyük bir hareketlenmeye bırakmıştı. Donanma topçusu ve karadaki topçularının tamamı birden gürlemeye başlamış, bunlara ağır makineli tüfekler de eşlik etmişlerdi. Ateşler tüm cephe hattında görülmekle beraber, en fazla 9’uncu Tümen şeridine odaklanmıştı. Zığındere bölgesindeki Türk mevzilerinin avantajlı pozisyonunu ortadan kaldırmak için bir şeyler yapılması ve buradan ilerleyecek olan İngiliz birliklerinin rahatlatılması gerekiyordu. Pınariçi Koyu açıklarına Swiftsure ve Talbot muharebe gemileri gönderilmiş ve bir türlü yeri tam olarak tespit edilemeyen Türk mevzilerini ve makineli tüfek yuvalarını görebilmek ve muharebe gemilerine bunların yerlerini işaret edebilmek amacıyla Manica isimli balon gemisinden yararlanılmak istenmişti. Bu gemiden yükseltilen balon ile yapılan keşif çalışmaları sonuç vermemiş ve Türk mevzilerinin izi muharebe gemileri tarafından isabetli bir şekilde bombardıman edilmek üzere bulunamamıştı. Bu sol kanatta İngiliz birlikleri, yerleri bir türlü tayin edilemeyen Türk mevzilerine doğru hareketlenmeye başlamışlardı. Uç kanatta ilerlemesi istenen Lancashire Taburu çok şiddetli bir Türk direnci ile karşılaşmış ve bir gün öncesinde olduğu gibi hareketini ilerletememişti. Bu hareketin sonucu tüm tugayı ilgilendireceklerdi ve başarıya ulaşılması halinde Alçıtepe’nin kuşatılması için derinliklere doğru hareket edilecekti. Taburun ileriye hamle yapabilmesi için üst üste gayretlerde bulunuluyor ama en ufak bir hücum hareketinde Türk piyade tüfekleri ve makineli tüfekler olanca şiddetiyle ateşlenmeye başlıyor ve oldukça etkili oluyorlardı. Teritoryal askerine yardımcı olabilmek için Hassa İskoçya Taburundan bir müfrezeye, tepelerin altından ilerlemeleri için emir verilmişti. İnniskilling Taburundan olan bu müfreze sağ yanlarında bulunan Zığındere’den yukarı doğru saldırıya geçmişti. Tüm bu hareketleri daha da kolaylaştırmak adına bir hamle daha yapılarak diğer muharebe gemileri gibi Queen Elizabeth gemisi de cenah ateşine katılmak üzere Pınariçi Koyu’nun açıklarına gelmişti. Öylesine şiddetli bir top ateşi açmıştı ki, adeta tepe yerinden oynuyor ve kaynıyor gibiydi. Buradan herhangi bir canlının sağ çıkmasının ihtimali yok gibi görünüyordu. Ancak belli bir noktaya yapılan bu ateşlerden büyük bir tesir görülmesi ve burada Türk piyadesine ait hiçbir emare görülmemesi gerektiği düşünülerek, Teritoryal askeri bir kez daha hareketlendiğinde, tekrar Türk makineli tüfekleri takırdamaya başlıyor ve piyade tüfekleri de buna eşlik ediyordu. İngiliz askerleri yılgınlığa düşmüşlerdi ve hava kararıncaya dek vaziyetlerinde başka bir değişme olmamıştı. 125’inci Tugayın sorumluluk bölgesinde başarı gösterememesi doğrudan 88’inci İngiliz Tugayını etkilemişti. Normal şartlarda aldığı görev zor olan 88’inci Tugayın, bu durumda yükü bir kat daha artmış oluyordu. 125’inci Tugayın ilerlemesinde başarı göstermesi halinde eş zamanlı olarak hareket etmesi gereken 88’inci Tugay, Türk birliklerinin mevzilerinden geri atılmasından sonra sağa çark edecekti. Tugay biraz ilerleme kaydettikten sonra bu hareketi yapması güçleşmişti. Şayet Türk kuvvetleri sol taraflarında mevzilerindeyken bu sağa çark hareketi gerçekleşmiş olsa bu defa yanlarından ve cephelerinden ateş altında kalacaklardı. Bir ara İngiliz Essex Taburu ilerleme kaydettiği haberi alınmış ve bunlara takviye olmak üzere Worcestershire Taburu da gönderilmişti. Bu iki tabur da cephenin derinliğindeki Türk hattını geri atarak derinlikle ilerlediklerini rapor etmişlerdi ama bu durum çok kısa bir süre sonra umut olmaktan çıkmıştı. Türk birlikleri kısa sürede toparlanarak yeniden bir karşı taarruza geçmişler ve İngiliz birlikleri ilerledikleri alandan geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Böylece 88’inci Tugayın hareket alanında da öğlen saatlerine dek fazla bir gelişme olmamış ve tugay komutanı, takviye edilmesi lazım geldiğini, bu olmadıkça solda artık ilerleme durumunun gerçekleşemeyeceğini rapor etmişti. Bütün İngiliz birliklerinin cephesinde meydana gelen bu yılgınlık ve hareketsizlik vaziyetinin kronik bir hal almaması için 29’uncu Tümen Komutanı Hunter Weston devreye girerek 87’nci Tugayı ileri sürmüştü. Bir kez daha 15 dakika gibi kısa bir süre Türk mevzileri ve gerisi bombardıman edilecek ve bu defa 88’inci İngiliz Tugayı ile birlikte, onlara yardıma gelen 87’nci Tugay da harekâta katılacaklardı. Aynı zamanda bu hareketi takviye etmeleri için Yeni Zelanda kıtalarına emir verilmiş ve Karanfil Çiftliği’ne gitmeleri istenmişti. Bu şekilde teşkil edilen kuvvet ile taarruz cephesi, Kirte ekseni olmak üzere, İngiliz cephesinde yapılan tekrar harekâtı ile bazı noktalarda münferit bazı gelişmeler görülmeye başlamıştı. İngilizler olanca güçleriyle saldırıyorlar ve ön hatlarda Türk mevzilerinden açılan ateşle kırılanların yerine hemen takviye yetiştiriliyordu. Türk mevzilerine yaklaşan İngiliz birliklerine karşı, bu mevzileri elde tutmak adına bazı noktalarda Türk piyadeleri süngü hücumuna geçmişler ve göğüs göğüse gelinmişti. Muharebenin şiddeti İngilizler için dayanılmaz bir hale geldiğinde bu mücadelenin içinden çözülmeye başlamışlar ve geri çekilmeler meydana gelmişti. Kısa süre sonra İngilizler tarafından elde edilen kazançlar bir kez daha kaybedilmiş ve akşam vakti yaklaştığında, İngiliz hattının bir gün öncesine göre hemen hiçbir değişikliğe uğramadığı anlaşılmıştı.

 

“Takımlarla yayılma düzeninde ilerleyeceğimiz söylenmişti. Bölükler D, C, B ve A düzeniyle ilerleyeceklerdi. Ben A Bölüğü, 3. Takım’daydım. Bu da en sondan ikinci olmam demekti. Gully Ravine (Zığındere) ile deniz arası 300 metre kadar olduğundan takımımı otuzar metrelik iki saf halinde dizdim, her safta onar adım arayla otuz er vardı. Çalılıklar öylesine sıktı ki, adamların hepsiyle ilişki kurmak olanaksızdı ve sadece düdük çalarak herkesin ilerlemiş olacağını umuyordum. Önünüzdekini izlemek zorundaydınız. Öndeki sıra yatınca sizde yatmak zorundaydınız. Onlar kalkınca siz de kalkıp yürümeye devam ediyordunuz. Böylece yola çıktık. Üzerimizden ıslık çalarak geçen mermiler, ilerledikçe daha da artmaya başladı. Bir sipere geldik. Sonra biraz daha ilerledik ve ateş daha da fazlalaştı. Çalılıklar arasında göremediğimden takımın kontrolünü kaybetmiştim. Yapabileceğim tek şey düdüğümü çalmaktı ve öndeki sırayla birlikte yürüyorduk. Astsubayların görevlerini yaptıklarını umuyordum. Sonunda cephenin gerisindeki son sipere vardık. Yanımda Collinson adında yaşlı bir asker vardı. Siperden çıktık ve ateş çok yoğun olduğundan koşmaya başladık. Kurşunlar çevremizde vızıldıyordu. Yarı yola kadar koşup bir tümseğin ardına sığındık. Bir iki dakika dinlendikten sonra Collinson’a ‘Haydi gidelim’ dedim ve yeniden koşmaya başladık. Ben iyi koştuğum için Collinson’u geride bırakıp cephe siperine atladım. Ne yazık ki, Collinson son on metrede göğsünden veya karnından vuruldu. Onu sipere çektik ama az sonra öldü…” (Teğmen George Horridge) [o]

 

7’inci Tümen cephesinde tüm gece boyunca hiç aralık vermeden tahkimat yapılmıştı. Sayıca düşmana göre neredeyse üçte bir kadar kuvvete sahip olunan bu bölgede mevzilerde sağlam durulması gerekiyordu ve bu yüzden zayiat vermemek için siperlerin mutlaka sağlamlaştırılması gerekiyordu. Sabah saatlerinden itibaren de bu tahkimat çalışmalarına devam edilmişti. İngiliz hatlarının taarruza başlama vaktine göre biraz daha geç başlayan Fransız harekâtı ilk zamanlarında çok şiddetli değildi. 1’inci Fransız Tümeni, 2’nci Fransız Tümeninden bir tugay ve İngiliz Deniz Piyade Tugayı’nın hücumları öğlen saatlerinde şiddetlendirilmişti. Boğaz’a giren muharebe gemileri bir kere daha 7’nci Tümenin sol kanat gerilerine yanaşarak buradan top ateşi açıyordu. 7’nci Tümen hem cephesindeki düşman piyadelerinin ve topçularının, hem de yan tarafında muharebe gemilerinin ateşi altında mukavemet göstermeye çalışıyordu. Tümenin savunma mevzilerinin sağ kanadında bulunan 127’nci Alayın siperleri neredeyse tamamen harap olmuştu ve buradaki birliklerin bir kısmı durulamayacak noktalardan biraz daha geriye çekilerek açık arazide savunma yapmak zorunda kalmışlardı. Diğer kanatta savunmada bulunan 56’ncı Alayın da durumu tehlikeye girmişti ve tümen komutanı burada devreye girerek, ihtiyatları ileriye sürmüş ve cephenin bu noktalarına kuvvet kazandırmıştı. Bu takviye kuvvetinin ileriye sürülmesiyle birlikte, takviye edilen her iki kanadın da düşman üzerine karşı taarruzda bulunmasını istemişti. Verilen emirler gereği karşı taarruza geçen birlikler durumu tekrar düzeltecek ve işgal edilen yerlerden bir adım geri çekilme yapılmayacaktı. Bunun üzerine ileriye gönderilen takviye birlikleri hiç duraksamadan taarruza geçmişler ve tümenin kanatlarına yansıyan bu canlılık cephe hattı boyunca yayılmış, piyade askerlerine gayret gelmişti. Tüm cephe hattı tam bir şevk içinde ileriye doğru hareketlenmişti. Hemen akabinde Fransızların iç kanadı kopmuş ve birlikleri dağılmışlardı. Bu gayretli Türk taarruzundan kaçışan Fransız birlikleri, İngiliz Tugayı’nın siperlerine sığınmaya başlamışlardı.

 

Bir önceki gün gibi 7 Mayıs günü de tekrar edilen ve kuvvetler artırılarak başarı aranan İngiliz-Fransız taarruzu benzer şekilde sonuçlanmıştı. Ne denizden bombardıman, ne de üstün kuvvetlerle yapılan taarruzlar bir türlü sonuç vermiyor ve Kirte ekseninden Türk kuvvetleri atılamıyor, Alçıtepe’nin kuşatılması ve nihayetinde ele geçirilmesi mümkün olmuyordu. Meselenin tuhaf tarafı, gün boyunca devam eden şiddetli muharebeler sonucunda verilen kayıplar iki taraf için de sorun olmuyordu. Türk tarafında bir kez daha ihtiyatları kullanmaya gerek olmaksızın (7’nci Tümen bölgesine ihtiyat kuvveti yetiştirilmişti) cephenin neredeyse tamamında sürdürülen düşman taarruzu akim bırakılmıştı. İngiliz ve Fransız birliklerinin ise kuvvetleri artırılarak taarruz hareketleri kademelendirilmiş olmasına rağmen, cephenin ön hatlarında Türk savunmasının şiddetiyle karşılaşıldığında çok çabuk yılgınlıklar baş göstermişti. Oysa müttefik askerleri artık önceki zaman kadar yorgun ve bitkin değillerdi. Donanımları her zaman iyiydi ve gıda konusunda da hiç sorun yaşamamış ve iyi beslenmişlerdi. Son iki gün boyunca üstelenen bu genel taarruz sonucu değiştirmediği görülmüş ve anlaşılan o ki, bunun üzerine aynı şekilde bir taarruz daha üstelemenin bir anlamı olmayacaktı. Böyle bir taarruz düşünülse bile bu arazi yapısı ve cephenin durumu, coğrafi koşullar da eklenince saldırganlar için fazla bir taktik değişikliği sunmuyordu zaten. Diğer yandan, aynı noktadan ısırılarak bu lokmanın kopartılması gerekiyordu. Üstelik Türk tarafının da kayda değer bir zayiatı olmadığı anlaşılmış ve bunun üstüne ihtiyatlarının da muharebeye katılmamış olduğu bu kez de anlaşılmıştı. İngilizler, Türk savunmasındaki yüksek başarıyı 6 Mayıs taarruzundan önce tahkimat yapmak için iki günlük hazine değerinde zaman kazanmaya bağlamaktadırlar. Şikâyet edilen konuların en başında ise sınırlı cephane sıkıntısı öne sürülmektedir. Bu iki gün boyunca yapılan taarruzlar ve donanmanın bombardımanının Türk savunmasına pek ciddi zarar vermediği düşünülüyordu. Bunlarla beraber Türk raporlarının sonradan incelenmesiyle, İngilizler tarafından Türklerin yüksek komuta makamının bu günler zarfınca bir şekilde müttefiklerin büyük bir genel taarruz yaptıklarından haberdar olmadıkları bile telaffuz edilmektedir. [ö] Kayıplar konusunda General Ian Hamilton’un bahisleri biraz daha farklı bir yönde sarf edilmiştir;

 

“7 Mayıs günü sabaha karşı saat 4.30’da genel bir saldırı emrettim. 88. Tugay, 87. Yeni Zelanda Tugayı önünde ilerleyecek, İkinci Tugay ise destek gücü olarak görev yapacaktı. Topçularımız her zamandan daha çok çaba harcayarak düşman mevzilerini bombaladılar. Obüs topları 4,5’lik mermileri 500 atım kullandılar. Türk cephesinin ön safları dumandan ve taş bulutundan görünmez oldu. Ardından cesaretle atılan birliklerimiz, Türklerin inatçı direnişine rağmen ilk mevzileri ele geçirdi. Gece Türkler arka arkaya karşı hücumlarda bulundularsa da, ağır kayıplar verdirilerek püskürtüldü. Fakat artık biz de tek bacakla kaldık ve onun üzerinde durmaya çalışıyoruz. 25 Nisan günü her biri çok iyi olan taburlar eridi, iskelete döndü. Birliklerin gölgesi kaldı sanki. Dereler gibi kan akarken, kıyıya götürülen yüzlerce yaralının sayısı arttıkça, üzüntü içinde düşünüyordum. Durum son derece sinir bozucu idi. Askerlerin her biri şu üzüntü verici düşünceyle savaşa gidiyordu, düşmanları sandıklarından çok daha sertti. Türkleri daha gerilere süremezsek, bu duruma dayanılamaz. Yarın tekrar savaşmak zorundaydık…” General Ian Hamilton [p]

 

İtilaf Kuvvetleri’nin genel karargâhı iki gün boyunca üstelenen taarruzlardan başarıya dair geçerli bir sonuç çıkmaması karşısında sıkışmış durumdaydı. Eldeki kuvvetlerden bu saldırılar boyunca zayiat verilmişti ama bu yetersizlik anlamına gelmiyordu ve halen daha bir taarruz düzenlenmesi için bu kuvvetler fazlasıyla yeterliydi. Sonunda Türk cephesinin bir şekilde yarılması için 8 Mayıs günü bir taarruz daha düzenlenmesine karar verilmişti. Bunun üzerine İngiliz Genel Karargâhı ertesi gün bir kez daha taarruz yapılacağına dair gece saat 10.25 sıralarında emir vermişti. Uzun görüşmeler yapılmıştı ama planda herhangi bir değişiklik yapılasına ilişkin bir görüş ortaya atılmamıştı. Bir ara daha önceden olduğu gibi bir gece taarruzu fikri öne sürülmüş olsa da, bu fikir çoktan zayıf kalmış ve üzerine inşa edilecek bir heyecan, mantık veya fikir için gerekçe tazeliği sunmuyordu. İki gün boyunca yapılan planların aynısı bir sonraki gün için de tekrarlanacaktı. Burada bir tek fark göze çarpıyordu; o da, taarruzun mümkün olan en azami şiddetle yapılacak olmasıydı. Bu defaki plan içinde Fransızların görevi nispeten hafifletilirken, büyük yük İngiliz kıtaları üzerinde olacaktı. Yeni Zelanda Tugayı ile takviye edilen İngiliz 29’uncu Tümeni sabah saat 10.30 itibarıyla harekete geçecekti. Fransızlar sol yanlarındaki dayanak noktasını tahkim etmeye devam edecekler ve ilk taarruzda kendilerine verilmiş olan emrin aynısını uygulamaya çalışarak, sağ kanatlarıyla Kerevizdere’yi geçmeye çalışarak belirlenmiş olan hedefe varacaklardı. General d’Amade’ın emirleri 8 Mayıs sabahı yayınlanmıştı. Buna göre sol kanatlarında Albay Simon’un Tugayı üç taburla tutulacak olan dayanak noktasındaki mevzileri tahkim edeceklerdi ve burasını sağlam tutacaklardı. Sağ kanatlarında ise 1’inci Fransız Tümeni, Türk mukavemetinin en çok zayıfladığı yerden geçecek ve ilerleyecekti. 29’uncu Tümen Komutanı General Hunter Weston 7 Mayıs gecesi saat 11.25 itibarıyla tugaylara taarruz emri yayınlamıştı. Emre ait ayrıntılar ise 8 Mayıs sabahı saat 08.55 civarında tugayların eline geçecekti;

 

“Yarın saat 10.30’da ileri hareketine başlanacaktır. Bu saatte Yeni Zelanda Tugayı, 88. Tugayın arasından hareket etmek üzere, hazırlanacaktır. 87. Tugay, ileri hareketinde solu oluşturacaktır. 88. Tugay, şimdiki mevziinde ihtiyatta kalacaktır. Hint Tugayı ile mürettep deniz tugayı, bulundukları mevzileri muhafaza edeceklerdir…” [r]

 

İngiliz-Fransız bölgesindeki tugaylar bu kısa emrin ne anlama geldiğini biliyorlardı ve hazırlıklar buna göre yapılmıştı. Tümen karargâhı emrin ayrıntılarını sabah 8.30’a kadar vermemişti. Saat 08.55’te tugay komutanları emrin detaylarına vakıf olabilmişlerdi. Genel emirlerde tugayların görevi zaten belliydi ve emir detaylarına yalnızca göz gezdirmek ve buna göre tugay komutanlıklarının vereceği tugay emirleri haline getirmek kolay olacaktı. Bu emirlerin geç gelmesi Yeni Zelanda Tugayının Komutanı için adeta bir fırsat olmuştu ve emrindeki tabur komutanlarıyla bir araya gelerek onlara yapacakları görevin ne olduğunu izah etme olanağı doğmuştu. Nihayet 10.10 sıralarında verilen tugay emrini inceleyen tabur komutanları, emir metinlerinin neredeyse konferansta aktarılanların aynısı olduğunu görmüşlerdi. Yeni Zelanda Tugayının taburlarına verdiği emirlere göre hedef Kirte Köyü idi ve bu hedefe ilerlemede Wellington Taburu solda, Auckland Taburu merkezde, Canterbury Taburu sağda olmak üzere yapılacaktı. Otago Taburu 2 Mayıs günü Arıburnu cephesindeki Kılıçbayırı taarruzuna katılmış ve çok sayıda zayiat vermekle birlikte, oldukça yıpranmış durumda bulunduğundan ihtiyatta kalacaktı. 87’inci Tugayın ayrıntılı emirlerinde bir taktik değişiklik söz konusuydu. Zığındere civarında bulunan tugayın birlikleri taarruz saatinde hep birlikte hücuma geçmeyeceklerdi. Buradaki birliklerden Güney Galya Teritoryal Taburu ve Inniskilling Taburundan seçilecek olan küçük müfrezeler, bulundukları sırtın altına ve Zığınderenin yukarısına sürülecekti. Bu müfrezeler Pınariçi Koyu yakınlarındaki Türk mevzilerinin yerini tayin edecekler, buldukları bu mevziye yakın siper kazacaklar ve tespit edilen noktaya taarruz etmek için en uygun yaklaşma yolunu rapor edeceklerdi. Bununla birlikte Inniskilling Taburu, Yeni Zelanda Taburu’nun ilerlemesi sırasında, bu taburun sol kanadını korumak amacıyla Zığındere’nin doğu yakasında birtakım irtibat postaları kuracaktı. Görünüşe bakılırsa, 29’uncu Tümenin harekât planında önceki taarruzlardan ders çıkarıldığı ve bir hayli detaylarla incelik kazandırıldığı anlaşılıyordu. Taarruz planına şöyle bir bakıldığında 8 Mayıs harekâtının bir tek Yeni Zelanda Tugayının taburları üzerine yoğunlaştığı ortaya çıkıyordu.

 

“114 rakımlı tepenin ön eteklerinden açılan manzara, hâlâ, hayalimde yaşamaktadır. Tepeleri taçlayan çimenli etekler, çiçeklerle bezenmişti. Mavi gökyüzü bulutsuz. Hava, yabani kekik kokusu ile dolu. Önünde, selviler, zeytin ağaçları ve yer yer taze ekinle bezenmiş, insanın yüzüne gülen bir vadinin ilerisinde, arazi, küme küme dut ve meşe ağaçlarının arasında dimdik duran Kirte köyüne doğru hafif meyillerle, oradan da, en yüksek noktası bir deve hörgücüne benzeyen ilerdeki suratsız bir sırta, daha dik olarak yükseliyor. Ta sağımızda, kenarı gümüş gibi bir kum şeridi ile çevrilmiş olan Morto Limanının gök yakut rengindeki kavsi, Boğazın pırıl pırıl yanan suları ile Truvanın altın gibi tarlaları uzanıyor. Solumuzda bir mil ötede, Ege’de, birkaç harp gemisi, narin şekilleri atlas gibi bir denize vurmuş olduğu halde, uykuya dalmış devler gibi hareketsiz yatıyor. Bunların gerisinde, ufkun hafif sisleri arasında tepesi karlı Semadirek’in ince hatlarla çekilmiş şekli görünüyor. Gözün alabildiği kadar uzaklarda, bir hareket emaresi görülmüyor. Sanki bütün dünya uykuya varmış. Yalnız, Alçıtepe’nin _İngiliz kıtalarının hedefi_ yüksek sırtında bir haşhaş tarlası, hiç susmayan sesi ile bu sükûnu bozuyor. Bununla beraber, yarım saat içinde, bu sessiz manzaranın üzerinden, gene, o parıl parıl yanan süngü dalgaları geçecek, işte bunlar, yüzlerce kıymetli vücudun son dakikalarıdır…” Yarbay C. F. Aspinall – Oglander [s]

 

 

 

Öğleden önce saat 10.15 sıralarında muharebe bölgesinde bir süredir devam eden neredeyse romantik derecedeki sükûnet, yerini topçu atışlarından oluşan büyük bir ateş cehennemine bırakmıştı. Yarım saat süresince devam eden bombardıman daha öncekilerin benzeri şekilde şiddetli tutulmuştu ve Türk mevzilerini ezmeye uğraşılıyordu. Yeni ZelandaTugayı istim üstünde her an yerlerinden fırlamaya hazır bir vaziyette bekliyorlardı. Bombardımanın sona ermesiyle birlikte bu kıtalar uzun kademeler halinde birbirinin ardı sıra 88’inci Tugayın tutmuş olduğu bölgeden ileriye atılmışlardı. Sağda Canterbury taburu, insansız bölgeyi Türk piyade ateşi altında geçerek yaklaşık 350 metre kadar ilerleme kaydetmiş ama bundan sonrasında Türk savunma kuvvetlerinin yakıcı ateşi ile daha fazla ilerleyememişlerdi. Düşman taarruz bölgesinin merkez kesiminde Auckland taburu da bir miktar mesafe kaydetmiş olmalarına rağmen bir süre sonra ağır zayiata uğrayarak durmak zorunda kalmışlardı. Sol kısımda ilerleyen Wellington Taburu ise, yine insansız alan boyunca 250-300 metre kadar bir ilerleme sağladıktan sonra cephelerinden ve bilhassa Pınariçi Koyu yakınlarındaki sırtlardan açılan Türk piyade ateşi ile fena yan ateşi almışlar ve daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı anlaşıldığında ise bulundukları alanlarda kendilerini gizlemeye çalışmışlardı. Zığındere civarındaki İngiliz birliklerinin burada aldıkları özel görev sırasında ayrılan müfrezeler, derenin her iki tarafında da biraz ilerleme kaydetmiş olmalarına rağmen, bir türlü bu civardaki Türk mevzilerinin tam olarak yerini bulamamışlardı. Yalnızca Türk makineli tüfekleri bu müfrezeleri çaresiz bırakmaya yetmişti ki, bu hengâme sırasında Türk piyadelerinin ateşleri sanki her bir taraftan geliyordu. Bu kanattaki harekât hiçbir etki yaratmadan Türk savunma kuvvetleri tarafından kolaylıkla bastırılmıştı. İngiliz birliklerinin ve Yeni Zelanda taburlarının harekâtı henüz gün ortasında sönmüş ve büyük bir iştah ile başlayan taarruz gürültüsü, yerini tek tük piyade tüfeği ateşlerine bırakmıştı. Karşılıklı hatlarda en ufak bir kıpırdanış olduğunda Türk makineli tüfekleri kısa aralıkla bir süre takırdıyor ama hedef ortadan kaybolduğunda ise derhal ateş kesilerek boş yere cephane bile harcanmıyordu.

 

İngiliz hattında olaylar bir türlü arzu edilen noktaya getirilemezken, karargâhı sıkıntılı durumdan eksik etmeyen diğer bir unsur, durumu hiç değişmeyen Fransız sektöründe oluyordu. Bu bölgeden iç açıcı bir haber almak neredeyse hiç mümkün olmuyordu. Top mermileri açısından İngilizler kadar sıkıntıları yoktu. Ellerindeki 75 milimetrelik tahrip mermileriyle Türk hatlarının bulunduğu mevzileri sürekli dövmelerine rağmen, piyadeleri yerinden kımıldatmak mümkün olmuyordu. Türk tarafı piyade sayısı olarak çok imkâna sahip olmadıkları gibi topçu cephanesi de kısıtlıydı ama mevzilerin tahkim edilmesi ve savunma pozisyonundaki avantajlı durumun tesisi için gece gündüz çalışmışlardı. Burada gösterilen çok sıkı mukavemet karşısında Fransız birlikleri, Türk asıl siperleri karşısında bir harekete kalkıştıklarında sürekli olarak etkili bir ateş cehennemi ile karşılaşıyorlardı. İşler hiçbir noktada istenen yönde bir gelişme göstermiyordu ama General Hamilton, olan biteni başarısızlık olarak görmeye hazır değildi. Elinde henüz kullanabileceği üç tugay kuvvetinde birlikleri bulunuyordu ve gelişmeleri kendi istedikleri şartlara getirmek için taktik geliştirmeden ziyade, insan kuvveti çokluğuna güveniyordu. Esasında harekâtın sorumlusu General Hunter Weston’da, Hamilton ile aynı kanaatte bulunduğundan bu düğümü çözmek ve hiç olmazsa bir noktasından Türk savunma hattını yarmak ve işi bitirmek istiyordu. Buna göre cephenin her noktasında durdurulmuş olan taarruzu bir kez daha hararetlendirebilmek için birlikler düzenlenmeye başlamıştı. Hızlı bir teşkilatlanmadan geçerek, görev bölümlerinde bazı değişiklikler uygulanmasıyla birlikte, olayları karadan takip etmekte olan General Hamilton öğleden sonra saat 16.00 olduğunda, bütün cephe hattına Avustralya Kuvvetlerini de takviye ederek, saat 17.30’da süngü takarak Kirte üzerine hareket edilmesi emrini vermişti. Bu genel hücumun tekrarı niteliğindeki harekât öncesinde, bu defa 15 dakika kadar Türk mevzileri bombardıman edilecekti. General Hamilton’un emri çok kesindi ve hiçbir mazeret kabul edilmeksizin bu harekâtın mutlaka bitirici olması yönünde kararlılık içeriyordu. Fransız kesimindeki harekât için sızlanması beklenen General d’Amade, Hamilton’un emrini görür görmez, hiçbir itiraz veya sızlanma göstermeksizin; emrin alındığını, anlaşıldığını ve koşullar ne olursa olsun tatbik edileceğini bildirmiş ve birliklerine de şu emri vermişti;

 

“Bugün öğleden sonra tam saat 5.30’da bütün İngiliz cephesi, genel bir taarruz hareketi yapacaktır. Başkomutan Sir Ian Hamilton, Fransız kıtalarının, bu ileri hareketine katılmaya hazır bulunduğu kanaatinde olduğunu bildirmektedir. Bundan dolayı C. S. O (Şark Seferi Kuvveti) komutanı bulunan General, kıtalarının, saat 5.30 sonrada bütün Fransız cephesi boyunca ilerlemesini ve önüne çıkacak olan her mukavemeti kırmasını emreder. Taarruz için trampetler, borular çalınacaktır…” [ş]

 

 

2. Avustralya Tugayının işgal ettiği siperlerden Kirte istikâmetinin görünüşü

 

General Ian Hamilton bu üstelenen üçüncü saldırıda gözü kara bir taarruz hamlesi yapmak istiyordu. Daha önceki zorluklar dikkate alınmayacak ve bu defa 87’nci Tugay tarafından Zığındere civarındaki Türk makineli tüfek mevzilerinin üzerine gidilecekti. Kirte’nin batı yönündeki Türk mevzilerine sonuç ne olursa olsun hızla ilerlenecekti. Yeni Zelandalılar, 88’inci Tugayı takviye ederek Kirte köyünü işgal etmek üzere taarruza geçeceklerdi. Yeni Zelandalıların hücum edeceği arazinin sağında bulunan ve şimdiye dek tehlikeli olduğu için tercih edilmeyen çıplak arazi boyunca hücum etmek için Avustralyalılara görev verilmişti. Bu kıtalara verilen emir Albay M’Cay’i şaşırtmıştı. Emri saat 17.00’de, Mürettep Deniz Tugayı tarafından tutulan Kirte sırtındaki İngiliz cephe hattının gerisinde ihtiyatta bulunduğu sırada almıştı. Albay M’Cay 6’ncı ve 7’nci taburları ile ileri atılacak ve hemen ardından kademeyi oluşturmak üzere 5’inci ve 8’inci Taburlar harekete geçeceklerdi. Tüm cephe hattı boyunca yapılacak bu son taarruzun çok güçlü olması ve muhakkak tutulan hedefin koparılması isteniyordu. Bu yüzden topçulardan cephane konusunda temkinli olunmaması ve istedikleri gibi sarfiyat yapabilecekleri bildirilmişti. Bu yarımadaya karşı yapılan bombardımanlar arasında en şiddetlisi olacaktı. Piyade kuvvetleri ise bütün yoğunluğuyla saldıracaklar, eldeki tüm kuvvetlerden istifade edilecekti. Saat 17.30’a kadar bir süre durgun geçtikten sonra hazırlıklarını tamamlayan İngiliz ve Fransız birlikleri, bu saatten itibaren başlayan çok şiddetli topçu hazırlık ateşinin geriye kaydırılmasını beklemişlerdi. Devamında bütün birlikler aynı anda süngü takarak kendi sorumluluk alanlarında hücuma geçmişlerdi.

 

 

 

Avustralyalı birliklerin güney cephesindeki barınaklarından bir kesit

 

Bu taarruz daha başlangıcında kanlı netice göstermişti. Türk savunma kuvvetlerinin mevzileri fevkalade uygun noktalarda seçilmiş ve buralarda soğukkanlılıkla düşman hareketi izlenmiş ve harekât başlar başlamaz Türk piyadeleri ve makineli tüfekler isabetli atışlar yapmışlardı. Zığındere tarafında Güney Galya Teritoryal Taburu daha ilk hareketlerinde açığa çıkar çıkmaz biçilmeye başlamışlardı. Bu mıntıkada ileri hareket etme olanağı kesinlikle bulunmuyordu ve her hareketin sonu kanlı bir şekilde sonuçlanıyor, taarruza kalkan birlikler hüsranla karşılaşıyorlardı. Wellington Taburunun sol kanadı harekete yeltendiği anda karşılaştıkları ateş ile çökmüşler ve öylece kalmışlardı. Bu taburun sağ kanadı ise Auckland Taburu ile birlikte ilerlemeye gayret etmişler ama Türk ateşlerinin çok yoğun olmasıyla birlikte daha hiçbir düşmanını göremeden ağır zayiat vermeye başlamışlardı. İçinde bulundukları vaziyet kahramanlık kabul etmiyordu ve başını kaldıran yere düşüyordu. Bu şekilde birliklerin ileri hareketi sonrasında verilen ağır zayiattan hayatta kalanlar, tekrar çıkış yaptıkları siperlerine dönmek zorunda kalmışlardı. Yine ağır zayiat veren birliklerden Canterbury taburu, tam bir cesaretle biraz ilerleme sağlayabilmişlerse de, onlar da hareketleri sırasında hiçbir Türk piyadesiyle yüz yüze dahi gelememişlerdi. İngiliz taarruz hattında Türk mevzilerine en çok yaklaşan ve kendilerine yapılan ateşleri ilk kez bu kadar yakından görebilenler Avustralyalılar olmuştu. Daha önceki taarruzlarda açık alan olduğu için riskli görüldüğünden İngiliz birliklerinin hiç sürülmediği Kirte sırtına Avustralyalılar hücum etmişlerdi. Onlar da ilk hareketlerinde ilerleme kaydetmişlerdi ama açık arazide Türk bataryalarının net bir biçimde görüşü ve tesiri altındaydılar. Topçu ateşleri altında hücumlarını cesaretle ilerletmelerine rağmen, Türk siperlerinden açılan yakıcı piyade ateşleri altında dökülmeye başlamışlardı. Hücum hatlarındaki seyrelmeleri ve oluşan gediği kapamak üzere hemen onların ardından ilerleyen diğer iki tabur da aynı sonuçla karşılaşmıştı. Sonuçta Avustralya Tugayından muharebeye giren iki kurmay subay da dâhil olmak üzere, yalnızca bu kısımda 2000 askerin yarısı kaybedilmişti. Belki de kendileri için en üzüntü veren durum, düşmanı ile yüz yüze dahi gelemeden yeniliyor olmalarıydı;

 

“Evet, hücum ettik, ama neye hücum ettiğimizi yalnızca Tanrı bilir; ömrümde bu kadar çok koştuğumu hatırlamıyorum. Sonra makineli tüfekler başladı. Bu, hücumumuzu durdurdu; vuruş mesafesi içinde kısa hamlelerle ilerliyorduk, ama taarruzu tamamlayamayacak kadar çok kırıldık. Yüzbaşı Heron ile tesadüfen yan yana düştük ve serseri atışlarla bizi derinliğine ateş altında tutan berbat bir Türk vardı. O sırada karanlıktı. Heron sağ gözüne bir kurşun alana kadar, tahkim edevatı ile tüfeği sırayla kullandık; ondan sonra ikimiz için siper kazmak zorunda kaldım. Daha fazla aksilik yaşamadan korunmak için yere yattık. Türklerin o gece karşı taarruza geçip çoğumuzu temizlememelerinin nedenini yalnızca Tanrı bilir. Düşünün, 300 kişiden fazla olmayan küçük bir çete, sağında ve solunda bir şey olmayan ordunun önüne dikildi…” Çavuş Cecil Eades, 7. Tabur (Victoria), 2. Tugay, 1. Tümen, AIF [t]

 

 

9 Mayıs günü çekilmiş bir fotoğrafta, 2. Avustralya Tugayının ilerlerdiği hat görülüyor.

 

Öğleden sonra tekrarlanan genel taarruz sırasında biraz gecikmeyle beraber Fransız birlikleri de harekâta başlamışlardı. Fransızlar süngü hücumunda ileri hareketine başladıkları sırada, hiç beklenmedik bir gelişme yaşanmış ve bu cephenin sağ kanadındaki Türk piyadeleri de süngüleri takılı olduğu halde karşı saldırıya geçmişlerdi. 127’nci Alayın erlerinden bir kısmı Fransızlara karşı ileriye fırlamışlardı. Fransızlar için çok şaşırtıcı olan bu hareketle beraber üzerlerine yağan mermi sağanağı ile birlikte taarruz bir anda durmuş ve taraflar siperlerine çekilmişlerdi. Bu cephe hattında dalgalanmalar yaşanıyor, çarpışmalar çok yakın mesafede ve Türk mevzileri önünde göğüs göğüse devam ediyordu. Bu sıralarda 83 rakımlı tepe (Bouchet tabyası) Fransızların eline geçmişti. Bunun üzerine tümen ihtiyat iç kanada yetiştirilerek karşı taarruzlar başlatılmış ve düşman hatları üzerinde etkili olarak bu tepe yeniden geri alınmıştı. Düşman kademeleri çözülmeye başlamış, sol ve merkez hatları geriye doğru bükülmüştü. Fransız kademeleri eski siperlerine geri dönmeye başlamışlar ve hatta bazıları daha da gerilere kaçışmışlardı. [u]

 

“8 Mayıs cumartesi sabahı karaya çıktım ve saat 9.30’dan sonra W (Tekke Koyu) ve X (İkiz Koyu) Kumsalları arasındaki ağaçlı küçük bir derede karargâhımı kurdum. Kraliyet Deniz Tümeni Genel Karargâhı çok yakınımızda idi, telefon bağlantısı da sağlandı. Oradan General Hunter-Weston ve d’Amade ile doğrudan telefon konuşması yapmam mümkün oldu. Birliklerimiz iki gün, iki gecedir aralıksız çarpışıyorlar. Aldığımız mesajlar, askerlerimizin bu çabalarına karşılık elle tutulur, gözle görülür bir şeyler kazanmak kararında olduklarını gösteriyor. Gemiler 10.15’te bombardımana başladılar ve bir buçuk saat süren mermi atışından sonra, Yeni Zelanda birlikleri hücuma geçtiler Çok kıyıcı ve korkunç, süngü süngüye, göğüs göğüse çarpışmalar sonunda ağır ağır ilerledik, birkaç yüz metre olsun kazandık. Kimi karargâhlarda elimizden gelen her şeyi yaptığımız kanısı egemendi, fakat ben bir başka girişim daha yapılmasına karar verdim. Öğleden sonra saat 16.00’da Avustralya birlikleriyle desteklenen bütün kuvvetlerimizin, 17.30’da Kerte (Kirte) köyü ve Alçıtepe yönünde süngü hücumuna kalkmasını emrettim. Saat 17.15’te büyük çaplı toplar düşman mevzilerini bombardımana başladı ve 15 dakika sonra tarihe geçecek olan 8 Mayıs 1915 harekâtı sonucunu gerçekleştirdi. Karşımızdaki geniş ova insanlarla doldu. Süngü parıltıları bir anda ufku baştan başa kapladı. Derken kıpırdanışlar dürbünlerimizde şekillenmeye ve birer insan biçimini almaya başladı. Türkler süngü hücumuna kalkmışlardı. İnsanlar kana boyanıyor, yuvarlanıyor, düşüyor, kaçıyor, dalgalanan insan seli akıyordu. Birden hatlar çözülüyor, tekrar birleşiyor, parçalanıyor, dağılıyor ve gözden kayboluyordu. Sol kanadımız ilerledi, fakat sağ kanatta başlangıçta bir gelişme olmadı. Birdenbire, göz açıp kapayana kadar, Kerevizdere vadisinin kuzey yamaçları kabaran dalgalarla, açık renk elbiseli, düzensiz birliklerle kaplandı ve haki renkli elbiseler giymiş diğer birlikler onların sol kanadında ileri atıldı. Bir an içinde aktıkları savaş alanı, bir sel felaketine uğramış gibiydi. Yıkıp geçtiği, kana buladığı, bu çığ, sonra yön değiştirdi ve henüz kimsenin sahip olamadığı topraklar, insan cesetleriyle doldu. Nice asker, obüslerin öldürücü tehlikesiyle karşı karşıya kalmadan, can verdi. Kimse, şuraya buraya koşuşan, savaş dünyasında bağıran, nara atan bir düzen uygulamaya çalışan insanların boğuşmalarını görmeye dayanamaz. Dürbünüm gözlerimde, öylece kaldım ve durumun sakinleştiğine inanmak istedim. Öyle geldi ki, binlerce Türk askeri Kerevizdere’ye doğru yön değiştirdi ve hızla geri çekildi. Birkaç saniye geçmişti ki, Türklerin 6 inçlik topları ateşe başladı: Bir! İki!! Üç!!!. Korkunç dumanlar, sarı şimşekli alevler yükseliyor. Hızlı ve kızgın düşman topları ilk kez bütün güçlerini göstererek, bir volkan gibi patlıyor. Büyük çaplı obüs topları da cehennem orkestrasının havasına katıldı. Dumanlar dağıldığı zaman manzara şuydu; Senegalli birlikler perişan, dağılmış, çılgınlar gibi kaçıyor. Bir kere daha dev patlamalar, akşamın koyulaşan sıkıntılı havasına, gecenin yükünü boşaltıyor. Zuavları ve Senegallileri tutmak, durdurmak olanaksız. Türklerle yeniden süngü hücumu çatışması başladı. Az önce mermiler arka arkaya patlarken Türkler siperlerine doğru çekilmişlerdi. Akşam karanlığı dumanlı ufkun üzerine çöküyor. Son bir manzara Fransız askerlerinden oluşan küçük bir grup, kaybettikleri tabyalarını ele geçirmek için, düşmanlarını geriye sürmeye çalışıyorlar. Karanlık bastıktan sonra! Savaş bitti. Her iki taraf korkunç bir güçle savaştılar. Ezici bir sıcaklık çevreyi sardı. Karaya sessizlik egemen oldu. Gündüz yazmaya başladığım notlarıma, gece yarısı oldu, devam ediyorum. Birliklerimiz için özel emir yayınladım. Bu dünyada da, öbür dünyada da lâyık oldukları her şeyi kazandılar…” General Ian Hamilton [ü]

 _________________________________________________________________________

Faydalanılan Kaynaklar:

 

Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012

Gelibolu Askeri Harekâtı, General C. F. Aspinall – Oglander, 1. Cilt, 2005

Gelibolu 1915, Birinci Dünya Harbi’nde Alman-Türk Askeri İttifakı, Klaus Wolf, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014

Türkiye’de Beş Sene, Liman von Sanders, Yeditepe Yayınevi, 2013

Gelibolu Harekâtı, Robert Rhodes James, Belge Yayınları, 1965

Gelibolu, Peter Hart, Alfa Tarih, 2014

Gelibolu Yenilginin Destanı, Nigel Steel – Peter Hart, Epsilon Tarih, 2005

Çanakkale Zığındere, Stephen Chambers, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015

Gelibolu Hatıraları, Ian Hamilton, Örgün Yayınevi, 2006

Çanakkale Gerçeği, Ellis Ashmead Bartlett, Yeditepe Yayınevi, 2006

Türk Kurmay Subaylarının Gözüyle Çanakkale Savaşı, Dr. Burhan Sayılır, Salyangoz Yayınları, 2006

 

_________________________________________________________________________________________

 

[a] “Akşam geç vakitte General Weber de geldi; hücum harekâtı başarısız olduktan sonra şimdi siper savaşı başlayacaktı ve Weber nakliye ve kale subayı olduğundan bunun için biçilmiş kaftandı. Geldiği için ben de çok memnundum. Sodernshtern bu ağır görevin altından uzun süre kalkacak adam değildi ve ben de bir siper savaşı için mevzilerin tahkim edilmesi, engellerin konması, mayınların yerleştirilmesi vs. bakımından kendimi çok acemi buluyordum…” Binbaşı Carl Mühlmann (a1)

 

 

(a1) Gelibolu 1915, Birinci Dünya Harbi’nde Alman-Türk Askeri İttifakı, Klaus Wolf, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, s/296

 

[b] Türkiye’de Beş Sene, Liman von Sanders, Yeditepe Yayınevi, 2013, s/99

 

 

[c] Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012, s/251

 

 

[d] 15’inci Tümen ¾ Mayıs taarruzunda çok zayiat vermiş ve toplanabilen mevcudu ancak 3900 kişiyi bulmuştu. 6 Mayıs taarruzu başladığında bu tümen tekrar ileriye alınmış fakat muharebe alanında değerlendirilememişti. Sonrasında bir kez daha Soğanlıdere’ye alınarak, birlikleri lağvedilecek ve bölgedeki diğer ihtiyaç halindeki taburlara dağıtılacaktır.

 

 

[e] Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012, s/255

 

 

[f] Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012, s/257

 

 

[g] Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012, s/259

 

 

(g1) Seddülbahir bölgesinde emir ve komutayı eline alan bu komutanlık, 15’inci Kolordu olarak adını muhafaza etmekle beraber üç gün sonra ordudan verilecek bir emirle tekrar Güney Grup Komutanlığı adını alacaktır. Bu sıralarda karargâhının başlıca şubelerini kurmuş olan General Weber, derli toplu bir sevk ve idare merkezi hâline gelmişti; ama Kolordu Karargâhının birçok personeli henüz Anadolu yakasında bulunuyordu. Küçük Mehmet Bey Tepesi’nde eleman yetersizliğinden doğan ciddi sıkışıklıklar vardı. (Age:365 No’lu Dipnot)

 

[h] Gelibolu, Peter Hart, Alfa Tarih, 2014, s/255

 

 

[ı] Gelibolu Yenilginin Destanı, Nigel Steel – Peter Hart, Epsilon Tarih, 2005, s/113

 

 

[i] İngiliz 88’inci Tugay Komutanının hazırladığı raporun içinde geçen “Bütün gün Türk kuvvetlerinin ancak ileri karakollarındaki kuvvetleriyle temas edilmiş olması ve henüz esas kuvvetlerle muharebeye tutuşulmamış olduğu” ibaresi, pek çok yönden oldukça düşündürücüdür. İngiliz – Fransız cephesinden başlatılan genel taarruz harekâtında düşmanın çok bariz bir sayı ve silah üstünlüğü bulunmasına rağmen, sağlam bir direnç gösterildiğinde tüm cephe hattındaki savunma başarısı göze çarpmaktadır. Üstelik bu muharebeler sırasında, Türk tarafının bazı kuvvetlerini henüz cepheye sürmemiş olması da gerçekten çok çarpıcı bir konu olmakla birlikte, olasılık değerlendirmeleri hususunda anlam taşıyan çok yönlü fikirler açmaktadır. Belki de bunlar arasında en önemli olanlardan bir tanesi ¾ Mayıs gece taarruzu konusuna bu yönden bakmaktır. ½ Mayıs gece taarruzu sırasında yapılan hazırlıkların ve gelişen olayların, sonraki Türk taarruzunda da neredeyse tekrar edilmesi; fakat ¾ Mayıs taarruzunda güvenilen en önemli faktörün 15’inci Tümenin taze kuvvet olarak, cephenin sol kesiminde daha önce elde edilen bazı mevzi başarıların üstüne gitmek için kullanılmasıydı. Varsayım dendiği zaman insanın aklına şöyle bir değerlendirmede bulunmak geliyor. Başkomutanlığın bu konudaki ısrarı bir yol bulunarak geçiştirilmiş olsaydı ve taarruz yapılmasaydı. 15’inci Tümenin muharebe bölgesine varışı sonrasında ileri hatlara yerleştirilmelerinden sonra, 4 Mayıs gündüz vakitlerinde muharebe alanına alışmış bulunsalardı. Gündüz doğal olarak donanma ateşinden sakınılacağı için, ¾ Mayıs gece taarruzu da yapılmayacağından 7’nci ve 9’uncu Tümenlerin de büyük ölçüde zayiatları bulunmayacaktı, birlikler dinlendirilirken, aynı zamanda tahkimatın güçlendirilmesine çalışılmış olunacaktı. Diğer ikmal yolları ile sıhhi tertibatın alınmış olmasıyla birlikte bir düşman taarruzunun beklenmesi düşünülmüş olsaydı, nasıl sonuçlanırdı? Netice itibarıyla düşman Alçıtepe’yi istiyordu ve harekete hiç zaman kaybetmeden başlaması gerekiyordu.

 

 

Burada akla gelen en önemli husus herhalde olası bir düşman taarruzu sonrasında 15’inci Tümenin muharebe alanını tanımış olmasıyla, diğer birliklerle beraber koordinasyon halinde sağlıklı bir savunma muharebesi vermesi söz konusu olacaktı. Bir başka açıdan bakıldığında, diğer birliklerin kayıp vermemesiyle eldeki kuvvet miktarının yüksek olması anlamını taşıyor. Üstelik bu gece taarruzuyla bitkin düşmek yerine, tam aksine bir gece daha dinlendirilmiş olan toplam Türk kuvvetlerinin, olası bir düşman taarruzunun kırılması ve verdirilen zayiatın hemen ardından yapılacak bir karşı taarruzun etkilerinin nasıl olabileceğinin düşünülmesi gerektiği kanaati ortaya çıkıyor. Düşman taarruzu sırasında öncü birliklerin Türk ileri karakolları ile muharebeye tutuştuğu anlarda, hemen geride kademede bulunan esas mevzilerindeki birliklerin kademe anlayışıyla ve aynı zamanda adeta bir baskın unsuru şeklinde değerlendirerek, hızlı bir biçimde karşı taarruza geçmelerinin sonuçlarını biraz detaylarıyla düşünmek gerekir. Esas kuvvetlerin süngü hücumunda bulunan düşman kuvvetlerine karşı hiç umulmadık biçimde şekillendirecekleri hızlı bir karşı taarruz atağı, yüksek ihtimalle mevzilerinden ayrılmış ve makineli tüfekleri için henüz uygun bir alan oluşturamamış düşman üzerine yapılacak bir karşı taarruz, muhtemelen birbirine girmiş tarafları bir anda hareket muharebeleri koşullarına getirecektir. Bu durumun en büyük avantajlarından birisi de hiç kuşkusuz yakın temas haline muharebe eden tarafların ortasına donanma veya kara topçuları tarafından bir şekilde müdahale olanağı kalmayacak olmasıdır. Üstelik mevzilerinde açık alana çıkarak taarruza geçen düşman kuvvetlerine bu sırada verdirilecek kayıpların da hesaba katılması gerekir.

 

Dinlenmiş ve birlikleri düzene sokulmuş mevcut savunma kuvvetleri ve buna önemli ölçüde büyük destek yaratacak olan bir tümen büyüklüğünde taze kuvvet desteği ile bu şartlardaki bir karşı taarruzun nasıl tecelli edeceği anlaşılmaya çalışılması lazım. Düşmanın ileri hareketi başladığı anlarda kararlı bir şekilde yapılacak inatçı savunmanın, siperlerin ardından açık alanda hareket halindeki düşman askerlerine verdirilecek kayıplar; bu halde daha ilk anlarda savunma birliklerine avantaj sağlayacaktı. ¾ Mayıs taarruzlarında 15’inci Tümen’in muharebe başlangıç saatinde yetişememiş olması, taarruz emrine ve saatine uymak zorunda kalan 7’inci Tümen birliklerinin bazı mevzi başarılarına rağmen çok fazla sayıda zayiat vermelerine sebep olmuştu. Gece yarısı muharebeye neredeyse hiç hazırlık olanağı bulamadan girişen 15’inci Tümen birliklerinin ise verdikleri kayıplara aldırış etmeden yaptıkları ileri harekette, Seddülbahir Köyü yakınlarına kadar ilerlemeleri göz önüne getirilirse bakış açısı biraz daha netleşmiş olacaktır. Bu birliklerin tamamı da çok kötü şartlar altında, zaten eksik olan kuvvetlerle taarruzu kendi bölgelerinde çok ilerilere kadar sürüklemiş ama bir noktadan sonra geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Derli toplu kuvvetlerle, dinlenmiş bir şekilde ve taze kuvvetlerin de katılımıyla, yukarıda bahsedildiği gibi bir karşı taarruzun düşmanı nasıl gafil avlayacağı ve düşmanı sol kanadından bir çengel hareketiyle toplanıp derdest edilebileceği muhtemelen imkân dâhilinde görünüyordur. Bu şekilde düşünüldüğü zaman şunu da ilave etmek gerekebilir. Muharebe zamanı uzayacağından, yine kayıplar olacaktı ve belki de bu kayıplar ¾ Mayıs gece taarruzunda verilenlere yakın bir sayıda ve hatta muharebe süresi uzayacağından, bunun da üzerinde olabilirdi. Meseleyi sonuca gitmek ve düşmanı denize dökmek ve çok fazla askerini esir etmek, sonrasında da neredeyse hiç uğraş vermeden Türk piyade kuvvetlerinin Arıburnu’nda değerlendirilmesi şeklince kabaca bir düşünmek gerekir. Kuzey bölgesindeki Anzak birliklerinin güneydeki gelişmelerin ardından yalnız kalmaları ve moral açısından içinde bulunacakları vaziyetleri gibi daha pek çok bakış açısıyla burada anlatılmak istenen husus derinleştirilebilir.

 

Sonuç bakımından yapılan değerlendirmeler, bizzat bu muharebelerde yer almış kahramanların aktarımından öğrenilen yaklaşımlarla birlikte ele alındığında daha bir anlam kazanmaktadır. Güney Bölge Komutanlığında Kurmay Subay olarak vazife yapmış olan Yüzbaşı Nihat’ın sonraki yıllarda binbaşı rütbesiyle harp akademisinde yapılan konferanstaki ifadeleri çok önemlidir. Burada alıntı yapılacak olan anlatımda Binbaşı Nihat amansız taarruzlar hususuna bir başka açıdan yaklaşmaktadır;

 

“Daha ilk günden itibaren düşmanla doğrudan doğruya temasa giren birliklerin gösterdiği direniş, inatla yapılan bölgesel taarruzlar, büyük komuta heyetlerinin rast geldiği ve yakaladığı birlikleri önüne ardına bakmadan tekrar savaş meydanına sürmesi, devamlı bir surette verilen taarruz emirleri, top sesine koşan birliklerin tek tek veya etrafındaki birliklerle ortak taarruza kalkması ve düşmanı gece gündüz taarruz tehdidi altında tutması, bir taraftan düşmanı serbest ve istediği gibi hareket etmekten alıkoymuş, diğer taraftan ‘demek Osmanlı ordusu İngiliz ve Fransız ordularıyla başa çıkabilirmiş’ fikrini doğurmuş ve hızlandırmış, bu suretle de manevi gücümüzü yükselterek Çanakkale direnişinin esasını kurmuştur. Bununla beraber genel kanının tersine Osmanlı ordusunun başlangıçta birçok taarruzla döktüğü kan boşuna gitmemiş, akan kanlar gaye itibarıyla amaçsız akmamıştır.

Kanaatim şudur ki, eğer başlangıçtan itibaren savunmadan vazgeçilip mevziden mevziye geri çekilme gerçekleşseydi, savaş alanlarında geri çekilmeyi en güç kabullenen Osmanlı ordusunun gözü belki geriye döner ve felaket gerçekleşirdi. Yalnız önceden söylenilen bir noktayı bir kere daha izah etmek gerekir: Acaba bu şekilde tek tek ve parça parça olarak iyi bir sevk ve idare altında olmaksızın yapılan taarruzlar yerine, amaca daha uygun bir sevk ve idare olsaydı daha önemli sonuçlar elde edilmesi mümkün değil miydi…?” (i1)

 

İkinci Kirte Muharebesi sonuçları gözlendiğinde, 8 Mayıs akşamına doğru başlatılan müttefiklerin genel taarruzunun ikinci bölümünde, yalnızca Türk mevzilerinden açılan ateşle verilen kayıplar, kendileri açısından kanlı bir yenilgiye yol açmıştı. Türk birlikleri bir karşı saldırıya geçmemişlerdi. Bu konuyu Avustralyalı Çavuş Cecil Eades’in sözleriyle hatırlatmakta fayda var; “Türklerin o gece karşı taarruza geçip çoğumuzu temizlememelerinin nedenini yalnızca Tanrı bilir…” (*)Acaba bu düşünceyi şöyle tamamlamak yerinde olur mu? Türk tarafının ½ Mayıs’ta ilk gece taarruzunun ardından ağır zayiat verilmiş ve birlikler birbirine karışarak intizamdan çıkmışlardı. Mevcutlarının büyük kısmını kaybeden ve bitkin düşen birlikler, daha kendilerini toplayamadan ve ihtiyat eksikleri bulunmasına rağmen, bir de yeterli topçu desteği olmadan üst üste taarruzlar gerçekleştirmişler, bu durumda nihai gelişmelere bakıldığında sonuç olarak birliklerin kırılmalarına yol açmıştı. Hele ki en son ¾ Mayıs taarruzunda, henüz 15’inci Tümenin taze kuvvetleri muharebe bölgesine yanaşmadan hücum başlatılmış ve devamında bu tümen, diğer birliklerin hareket tarzı konusunda gereken işbirliğini sağlayamadan ileri sürülmüştü. Tüm bu şartlar altında bir karşı taarruzun, elde yeterli miktarda Türk piyadesi bulunmadığı sebebiyle yapılamadığı düşüncesi yanlış olur mu diye değerlendirmek gerekir. Karşı taarruz yapılamazdı ve iyi ki de yapılmadı. Gerek arazi yapısı açık alanda hücum yapmayı gerektirecekti, gerekse elde mevcut olan ve tümen kısımları için yalnızca iki taburlu birer alay kuvvetinde ihtiyatlarla harekâta kalkışmanın sonuçları öngörülemezdi. 8 Mayıs taarruzunun her iki bölümünde de düşman birliklerinin genel olarak zayiatı 6500 kişi civarındaydı. Ancak Türk tarafı kendileri açısından daha fazla kuvvet kaybına tahammül edebilecek durumda değildi ki; önceki taarruzların tecrübesini yaşamış birliklerin başına henüz yeni bir komutan getirilmişti. Bu komutanın ise daha en başlarda böyle bir inisiyatif kullanabilmesi her halde zor olsa gerekti.

 

Değerlendirmeye geçerken o dönem şartlarını ve alınacak olan kararın çok seri bir şekilde verilmesi konusunu da bir yanda tutmak gerek. İstanbul’da Başkomutanlık ısrarlı emirlerini göndermiş ve 5’inci Ordu Komutanlığı bu doğrultuda hareket etmek durumda kalmıştır. Güney Bölge Komutanlığı ise her durumda bu taarruz harekâtına girişmek zorundaydı.

 

(i1) Türk Kurmay Subaylarının Gözüyle Çanakkale Savaşı, Dr. Burhan Sayılır, Salyangoz Yayınları, 2006, s/238

 

[j] Çanakkale Zığındere, Stephen Chambers, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015, s/16

 

 

[k] Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012, s/262

 

 

[l] Gelibolu Hatıraları, Ian Hamilton, Örgün Yayınevi, 2006, s/150

 

 

[m] Çanakkale Gerçeği, Ellis Ashmead Bartlett, Yeditepe Yayınevi, 2006, s/144

 

 

[n] Gelibolu Askeri Harekâtı, General C. F. Aspinall – Oglander, 1. Cilt, 2005, s/410 (1 No’lu Dipnot)

 

 

[o] Gelibolu Yenilginin Destanı, Nigel Steel – Peter Hart, Epsilon Tarih, 2005, s/115

 

 

[ö] Gelibolu Askeri Harekâtı, General C. F. Aspinall – Oglander, 1. Cilt, 2005, s/413 (3 No’lu Dipnot)

 

 

[p] Gelibolu Hatıraları, Ian Hamilton, Örgün Yayınevi, 2006, s/152 (p1)

 

 

(p1) İngiliz ve Türk resmi kaynaklarında yer almayan bazı ifadeler, General Ian Hamilton’un notları arasına nasıl girmiş olabilir. 7 Mayıs günü ve akşamına kadar devam eden İngiliz-Fransız genel taarruzunun, aynı önceki gün gibi Türk savunmasının önünde kaldığı, pek çok noktada asıl savunma hattına yaklaşılamadığı tarafların resmi yayınlarında geçmektedir. İstisnai bazı yerel başarıların da gece vakti olmadan kısa bir süre sonrasında Türk karşı hücumları sırasında göğüs göğüse gelindiği ve genel olarak İngiliz hatlarında meydana gelen bu hadiselerde, İngilizlerin nasıl bozuldukları ve geri püskürtüldükleri bilinmektedir. Türk kuvvetlerinin takviye eksikleri olduğu ve kuvvet dengesizliği gereği iki gün süren taarruzlara, karşı taarruzlar ile cevap verememiştir. Fransız sektöründe ise, en ufak bir Türk süngü hücumunda nasıl perişan edildikleri yine kaynaklarda belirtilmektedir. Hamilton’un anlatımında sanırım hayal gücü ve bazı hazımsızlıklar yatmaktadır. İngiliz resmi tarihi anlatımları içinde bile pek çok başarısızlığı, yoksunluk kılıfına uydurarak bahane biçiminde aktarılmasına rağmen, genel olarak gerçekliğe bağlı kalındığı görülmektedir. General Ian Hamilton’un romantik ruh halinin gerçeklerle uyumsuz olması, zaten savaşın sonunda kendisine yansıyacaktır ve o veda edip bölgeyi terk ederken yalnızca kurmay başkanının ve diğer üst subaylarının yüzüne kinayeli bakışlar savuracaktır.

 

[r] Gelibolu Askeri Harekâtı, General C. F. Aspinall – Oglander, 1. Cilt, 2005, s/415

 

 

[s] Gelibolu Askeri Harekâtı, General C. F. Aspinall – Oglander, 1. Cilt, 2005, s/416

 

 

[ş] Gelibolu Askeri Harekâtı, General C. F. Aspinall – Oglander, 1. Cilt, 2005, s/418 (4 No’lu Dipnot)

 

 

[t] Gelibolu, Peter Hart, Alfa Tarih, 2014, s/259

 

 

[u] 83 Rakımlı Tepe, düşman mevzilerine doğru sarkmış tehlikeli bir noktaydı. Fransızlar, Türklerin bu tepedeki tahkimatına çok önem veriyorlardı. 8/9 Mayıs gecesi bir baskın hücumuyla ellerine geçirdiler. Karşı hücumlarla tekrar geriye alındı. Aynı gece birkaç kez el değiştiren bu tepe nihayet Fransızların elinde kaldı. (u1)

 

 

(u1) Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Cilt 5, Kitap 2, Atase Yayınları, 2012, s/267

 

[ü] Gelibolu Hatıraları, Ian Hamilton, Örgün Yayınevi, 2006, s/151

 

Bu yazı daha önce şu sitede yayımlanmıştır.


https://canakkalemuharebeleri1915.com/makale-ler/yucel-ozkorucu/289-ikinci-kirte-muharebesi-6-8-mayis-1915-taarruzlari

7.668 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir