1484’de Fatih Sultan Mehmet’in hemen hemen tüm Karadeniz kıyılarını egemenliği altına alınca Karadeniz yabancı gemilerin serbestçe geçmelerine kapalı iç deniz özelliği kazanmıştır. Bunun sonucunda boğazlardan geçiş ve Karadeniz’de ticaret yapabilmek için Osmanlı devletinin ilgili devletlere verdiği ayrıcalıklar sayesinde düzenlenmiş oldu. Boğazların uzun süre egemenliği altında tutulması sonucunda, Rusya güçlenerek Karadeniz sahillerine sahip olma gelişiminde bulundu. İstanbul antlaşması ile 3 Temmuz 1700 Azak kalesi ve civarı Ruslara bırakıldı ve Rus gemileri Azak denizinde sefer yapma hakkı buldu.1711 Purut da Rusya büyük bir hezimete uğradı 1713 te Edirne Antlaşmasıyla tekrar Osmanlı devletinin eline geçti. Böylece Karadeniz Türk gölü olma özelliğini sürdürmeye devam etti. Büyük Petro hayal ve gerçeği karıştırarak daha büyük başarılar elde edeyim derken bu sefer Purut ve Edirne Antlaşmaları ile Azak ve Tayganı elinden çıkarmaya mecbur oldu. Bununla birlikte Karadeniz ve boğazlar meselesi uzun bir zaman önemini kaybetti.[1]
1739 da Belgrat Anlaşmasıyla Azak kalesinin yıkılması kalenin bulunduğu yerden her iki devletinde terk etmesi esasına dayanan bir anlaşma yapıldı.21 Temmuz 1774 küçük kaynarca anlaşması ile Karadeniz’e çıkmaya ve serbestçe ticaret yapma hakkı kazandı. Rusya’ya diğer devletlere tanınan ticari geçiş hakkı verilmek mecburiyetinde kalındı bunun sonucunda boğazlar uluslararası hukukun konusu oldu.1798 mısırı işgal eden Fransa’ya karşı askeri önlem almak zorunda kalmasıyla Osmanlı devletinin Rusya ile 23 Aralık 1798 ve İngiltere ile 5 Ocak 1799 da ittifak yapmasıyla bu konuda ilk defa taviz verilmiştir. Bunun sonucunda Rus savaş gemileri boğazlardan geçerek Akdeniz’e ulaşmıştır.5 Ocak 1809 da Kale-i Sultaniye (Çanakkale Anlaşmasını) imzaladı. Buna göre boğazlar meselesi barış zamanında boğazların yabancı savaş gemilerine kapalılığı bu hususun Osmanlı devletinin eskiden beri benimsediği önemli bir kural olduğu kabul ettirildi. Boğazlardan ticari amaçla geçiş ve Karadeniz’de serbestçe ticaret hakkı, Rusya ile Akkirman Anlaşması ile teyit edildi.(/7 Ekim 1826) 14 Eylül 1829 da barış zamanında boğazlardan ticari geçiş yanında, Karadeniz’in bütün yabancı devletlerin ticaret gemilerine açılması ile Karadeniz bir ticaret gölü olma özelliğini kaybetti.[2]
Mehmet Ali Paşanın Mısır’da, Osmanlı Devleti’nin egemenliği altından çıkmak ve topraklarına Suriye’yi katmak amacıyla, 1831 yılında isyan etti. Osmanlı Padişahı II. Mahmut, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyana durduramayacağını anlayınca büyük devletlerden yardım istedi. Osmanlı Devleti’nin yardım isteğinde bulunduğu devletler olumlu cevap veremediler. Çünkü Avusturya’nın deniz gücü sınırlı idi. Fransa, Mısırlılara yakınlık göstermekteydi. İngiltere ise Rusya ve Fransa ile olan ilişkilerini bozmamak için, olumlu cevap vermemişti. Rusya’ya gelince, bu devlet yukarıda bahsettiğimiz politika değişikliği sebebiyle Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz sahibi olarak ve ekonomik çıkarlarını daha iyi koruyabilmek düşüncesiyle, II. Mahmut’un yardım çağrısına olumlu cevap verdi. II. Mahmut’un, Rus Çarı I. Nikola’nın yardım talebini kabul etti. Bunun üzerine bir Rus filosu Beykoz’a asker çıkardı. Bu durum İngiltere ve Fransa’yı harekete geçirdi ve Kütahya’da 1833’te anlaşma sağlandı. Devleti tehdit eden bu tehlike geçici olarak önlenmiş oldu. 8 Temmuz 1833 tarihinde Hünkâr İskelesi anlaşmasıyla 8 yıl süresinde taraflar tehlike anında birbirlerine yardım etmeyi kabul etmişlerdir. Avrupalı devletler Rusya’nın bu ayrıcalıklı haklarını 1841 yılında Londra Boğazlar Antlaşmasıyla sona erdirmeyi başardılar.[3] Bu anlaşma ile Boğazlar ilk defa çok taraflı Uluslararası statüye kavuşması ve büyük devletlerin farklı çıkar yolları aramalarına sebep olacaktır. Osmanlı Devleti’nin barış zamanlarında savaş gemilerinin geçişlerine izin vermemesi kaidesi, 1856 Paris Antlaşmasıyla savaş zamanında ekleyerek Osmanlı Devletinin egemenlik haklarını daralmıştır. Antlaşmayı imzalayan devletler ve elçiliklerin küçük savaş gemilerinin boğazdan geçişleri padişahın iznine tabidir. Bu şartlar Rusya’yı memnun etmedi, çünkü Karadeniz egemenliğini kaybetmiş oldu. 1870 Almanya – Fransa savaşıyla sıkıntıya düşen Avrupa siyasi halinden kazanç elde etmek için tek taraflı anlaşma maddelerini yok saydığını duyurdu. Almanya’nın Rusya ile beraber hareket etmesi sonucunda İngiltere öncülüğünde Londra’da Osmanlı, Almanya, Avusturya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya 17 Ocak 1871 tarihinde Londra da konferansta toplandılar ve 13 Mart 1871 Londra Anlaşmasını imzaladılar. Buna göre Karadeniz’in tarafsızlığı kaldırılarak, Osmanlı’nın barış zamanlarında boğazları kapalılığı ilkesi kaldırıldı. Türk Devleti istediği zaman boğazlara dost ve müttefik donanmalarına açabilecekti.[4]
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında büyük bir hezimete uğrayan Osmanlı’dan boğazlardan bazı ayrıcalıklar elde etmek isteyen Rusya İngiltere’nin araya girmesiyle 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla yeni bir ve değişiklik olmadığından İngiltere güvenceyi sağlamak amacıyla böyle bir antlaşma yaptı. Londra anlaşmasının aynen devam etmesi kararlaştırıldı. Boğazların hukuki statüsü Berlin antlaşmasına sonradan bazı küçük değişiklikler yapılarak hükümler geçerliliğini 1. Dünya Savaşına kadar sürdürmüş oldu.[5]
1.Dünya Savaşı sürecinde Türk Boğazlarında uygulanacak geçiş rejiminin ehemmiyeti çok dikkatli bir şekilde ortaya çıkmıştır. İttifak Devletlerinin Savaşı kaybetmesiyle ABD ve İngiltere Boğazların tüm yabancı devlet gemilerine açılması ve kendi menfaatleri yönünde gelişmesi yönünde caba harcamışlardır. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin 1. Maddesinde, Çanakkale ve Karadeniz Boğazları’nın yabancı devlet gemilerine açılması ve Boğazların İtilaf Devletlerinin hakimiyetine girmesi öngörülmüştür.[6] 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasının Boğazlarla ilgili maddelerine göre Boğazlar Uluslararası bir statüye girmekteydi. Çanakkale ve İstanbul Boğazından geçiş savaş esnasında her çeşit savaş ve ticaret gemilerine serbest olacaktı. Boğazların kontrolü Uluslararası bir komisyon tarafından yürütülecekti. Osmanlı Devleti Boğazların hakimiyeti tümüyle kaybetmiş olacaktı. Boğazlarda seyrüseferin, gerek barış gerek savaş hallerinde, milliyet farkı gözetmeksizin bütün ticaret ve harp gemilerine, askeri ve ticari uçaklara açık olmasına hükmedilmiştir. Ayrıca Boğazların ablukaya tabi tutulmaması, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin kararlarının icrası haricinde Boğazlarda harp hali hakkının kullanılmaması ve düşmanca hiçbir harekete başvurulmaması esasa bağlanmıştır. Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyısının ise Yunanistan’a verilmesi öngörülmüştür.[7] Osmanlı yetkilileri tarafından kabul edilen bu uygulama TBMM’ce kabul olmayınca uygulanmayan bir anlaşma olmuştur.[8]
Sevr antlaşması uygulama alanı bulunmayınca, Kurtuluş Savaşının kazanılması sonucunda Boğazların durumu Türkiye Cumhuriyetinin tapu mahiyetinde olan 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye ile Büyük Britanya, Fransa, Rusya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Japonya ve Yugoslavya arasında İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan ve Türkiye’yi İsmet Paşa’nın başkanlığında bir heyetin temsil ettiği Boğazlarının statüsüdür. Bu konferansta en çok zaman alan tartışma konusu Boğazlar meselesi olmuş ve bu tartışmalarda Türkiye ile Rusya, İngiltere’ye karşı beraber hareket etmişlerdir. Lozan Barış Antlaşması’nın 23. Maddesi ve ona ekli “Boğazların Tabi Olacağı Usule Dair Mukalevename” boğazlardan geçiş hükmü; barışta ve savaşta denizden ve havadan geçiş ve ulaşım serbestliği ilkesi kabul edilerek 1841’den beri devam eden Uluslararası statünün sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.[9] Bu hükümler Türk karasuları ve hava sahasında ve Boğazlar üzerindeki hava sahasında Türk hakimiyetini kısıtlamaktadır. Boğazlardan geçiş serbestisi kaidesinin uygulanması için düşünülen ilk önlem ise Boğazların askersizleştirilmesi olmuştur. Sözleşmeye göre bu tedbir Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının her iki kıyılarını, Marmara Adalarını ve Çanakkale giriş noktasındaki Türk ve Yunan adalarını kapsamaktadır. İstanbul’un güvenliği için 12.000 kişilik bir garnizon ile bir deniz üssünün tesisi zaruri görülmüştür. Buna karşılık İsmet Paşa, yaptığı konuşmada Boğazların askersizleştirilmesinin gerek Türkiye için, gerekse dünya barışı yönünden ortaya çıkarabileceği muhtemel zararları anlatmaya çalışmış ve uzun süren tartışmalardan sonra kabul edilmiştir. Askersiz bölge İstanbul Boğazı’nda 15 Km.’ye, Çanakkale Boğazı’nda 20 Km.’ ye indirilecek şeklinde düzenleme yapılmıştır.[10] Bölgenin herhangi bir saldırıya maruz kalması halinde güvenliği sözleşmeyi imzalayan devletler ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altına alındı.
Türkiye, bir taraftan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin gereklerini barışçıl bir şekilde yerine getirirken, diğer taraftan 1933 yılından itibaren Sözleşme’nin değiştirilmesine yönelik taleplerini, diplomatik geleneklere uygun bir şekilde dile getirmeye başlamıştır. Bu kapsamda Türkiye, 1923 yılında Lozan Boğazlar Sözleşmesi yapılırken mevcut olan siyasi şartların köklü bir şekilde değiştiğini, dolayısıyla boğazlar konusunda yeni bir konferans toplanmasının kaçınılmaz hale geldiğini ortaya koyan bir dizi diplomatik girişim başlatmıştır. İtalya lideri Mussolini’ nin izlediği siyaset yüzünden Akdeniz’de ortaya çıkan güvensizlik ve gitgide nazikleşen Boğazların durumu, Türk Hükümeti’nin dikkatini tekrar bu konuya çekmeye başlamıştır. Japonya’nın Milletler Cemiyeti’nden çekilmesi ve İtalya’nın Türk sahilleri çevresindeki 12 ada ile ilgilenmeye başlaması üzerine Türk Hükümeti Boğazlar Sözleşmesi’nin tadili için Milletler Cemiyetine başvurmuştur. Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda 1935 yılının Eylül ayında, İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi nedeniyle yapılan toplantı sırasında Boğazlar konusundaki talebini bir kez daha gündeme getirmiştir. Türkiye yeni bir konferans toplanmasına yönelik bu nihai diplomatik girişimini isabetli bir zamanlama ile 11 Nisan 1936 tarihinde Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olan tüm devletlere birer nota göndererek sonuçlandırma yoluna gitmiştir. Bu nota aynı gün Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri’ne ve onun aracılığıyla Cemiyet üyelerine de gönderilmiştir. Bu son girişim, başta İngiltere olmak üzere, Sovyetler Birliği, Fransa ve diğer devletler tarafından benimsenmiş ve 22 Haziran 1936 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde yeni bir konferans toplanmasına karar verilmiştir. Yaklaşık bir ay süren ve çetin müzakerelere sahne olan Konferans sonunda, 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Toplam 29 maddelik ana metin, bu ana metne ilişkin 4 ek ve bir de Protokol’den oluşan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Konferansa katılan Bulgaristan, Büyük Britanya, Fransa, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan tarafından 20 Temmuz 1936 yılında imzalanmış, 9 Kasım 1936 tarihinde yürürlüğe girmiştir114. Boğazlar’ın Türkiye tarafından yeniden askerleştirilmesine ilişkin uygulama ise, Protokol’ün 1’inci madde hükmü gereği, ana Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinden önce 15 Ağustos 1936 tarihinde başlamıştır.[11]
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin süresi 20 yıl ve her 5 yılda bir incelenecekti. Fakat sözleşme bitiminden 2 yıl öncesine kadar taraflardan hiç birisi feshi için istekte bulunmazsa 2 yıl sonraya kadar geçerliliği devam edecekti.1956’da bitmesi gereken sözleşme başvuru olmaması dolayısıyla günümüze kadar etmiştir. Boğazlarda Türk egemenliği artmasıyla birlikte tam anlamda bir hakimiyet söz konusu değildir. Bu sözleşme sayesinde Mustafa Kemal ve Tük yetkililerin siyasi alanda büyük bir başarı elde etmişlerdir. Türkiye’nin boğazlar üzerindeki hakimiyeti perçinleşmiştir. 1945 yılında Yalta ve Potsdam konferanslarında müttefikler kendi aralarında boğazlar ile ilgili görüşmeler yapmışlardır. 2. Dünya Savaşı sonrasında Uluslararası arenada tekrar tartışmalara neden olmuştur. Siyasi ve askeri alanda önemli gelişmelerin yaşanması Boğazların hukuki statüsünde bir değişiklik olmamıştır. Türkiye 1991 yılında Boğazlarda bazı değişiklikler yapma girişiminde bulunsa da bunda pek başarı sağlayamamıştır. Bu başarıyı ancak; uluslararası arenada gücünü arttırmasıyla sağlayabilir.[12]
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin mevcut haliyle devam ettirilmesinin, ancak sözleşmenin düzenlemediği ya da zamanla ortaya çıkan boşluk ve ihtiyaçların, uluslararası hukuk ve taraf olunan diğer uluslararası düzenlemeler göz önünde tutularak günümüz gereklerine göre düzenlenerek uygulanmasının, Türk Boğazları rejiminin geleceği ve uluslararası barışın devamı için en faydalı yol olacağı düşünülmektedir.
Ayhan Candan
Çanakkale Savaşı Araştırmacısı, Alan kılavuzu
KAYNAKÇA
BEYDİLLİ Kemal,Boğazlar Meselesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul(1988-2013), s.266-269.
DOÐRU Sami, Türk Boğazlarının Hukuki Statüsü: Sevr ve Lozan’dan Montrö’ye Geçiş, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.15, S.2, 2014,s.123-149.
DÖRDÜNCÜ Muharrem, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1841 Londra Sözleşmesine Kadar Boğazlar Meselesi, AKÜ. Sosyal Bilimler Dergisi C.3, S.1 Haziran 2001, s.73-79.
ERAT Muhammet(Ed.),Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Kriter Yayınevi,2013 İstanbul.
OÐUZ Yüksel, Montreux’den Günümüze Türk Boğazları( Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler) Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.
TUKİN Cemal, Boğazlar Meselesi, Pan Yayıncılık, İstanbul 1999.
[1] Cemal TUKİN, Boğazlar Meselesi, İstanbul 1999, s.64.
[2] Kemal BEYDİLLİ, Boğazlar Meselesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul(1988-2013), s.266.
[3] Muharrem DÖRDÜNCÜ, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1841 Londra Sözleşmesine Kadar Boğazlar Meselesi, AKÜ. Sosyal Bilimler Dergisi C.3, S.1 Haziran 2001, s.84.
[4] Beydilli, a.g.m. s.267.
[5] Tukin,a.g.e.,s.391.
[6] Sami DOÐRU, Türk Boğazlarının Hukuki Statüsü: Sevr ve Lozan’dan Montrö’ye Geçiş, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.15, S.2, 2014,s.140-141.
[7] Yüksel OÐUZ, Montreux’den Günümüze Türk Boğazları( Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler) Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007 Ankara, s.16.
[8] Muhammet ERAT,(Ed.),Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 2013 İstanbul,s.205.
[9] Doğru, a.g.m. s.143-144
[10] Oğuz,a.g.e. s.27-28.
[11] Doğru, a.g.m. s.154-155.
[12] Erat, a.g.e. s.343-345.