GİRİŞ
Tarihi boyunca olduğu gibi Şii ulemanın tutumu yakınçağda Irak’taki iç siyasi olayları hareketlendirmekle sınırlı olmamıştır. Aksine, Seyid Muhammed Hasan El-Şîrâzî’nin Sâmârra’da1891 yılında İran’da tütün imtiyazının haram kılınması / yasaklanması için yayınlamış olduğu fetvadan sonra bölgenin tamamının karşı karşıya kalmış olduğu olaylarda katkı sağlamıştır. Nitekim 1911’de kuzey İran’ı Rus birliklerinin güney İran’ı İngiliz birliklerinin işgal etmesi esnasında olduğu gibi, aynı yıl Libya’daki İtalyan işgali karşısında bölgesel katkı sağlamıştır.
Osmanlı Hükümeti, Şii ulemanın ve mercilerinin önemi ve Şii toplum üzerindeki etkileri, cihat hareketinde kendi lehine önemli bir etkinin olacağı konusunda emin idi. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı sırasında Irak’taki Şii ulemasına ait dini, askeri ve siyasi role ilgi göstermiştir. Şiiler Osmanlı yönetiminden hoşnut olmamalarına ve Osmanlıların “İslam’ı doğru bir şekilde temsil etmediklerine” itikad etmelerine rağmen, “İngiliz kafirine” karşı İslam’ın merkezini korumak için onlarla dayanışma içerisinde olunmasının vacip olduğuna da itikad ediyorlardı.
Irak’a İngiliz askeri işgalinin başlamasıyla birlikte, üst düzey Şii ulema; Cihada, İngiliz işgaline karşı direnmeye ve savaşta Osmanlıları desteklemeye yönelik çağrıda bulunan fetvalar yayınlamaya başlamışlardır. Şii ulema; sadece fetvalarla yetinmeyip, halkı seferber edip onları cihada teşvik ettikleri, gönüllüleri örgütledikleri ve savaşta onlara liderlik ettikleri görülmektedir. Bu durum İngilizlerin beklentilerinin aksine olmuştur. Zira İngilizler; Şiilerin Osmanlıların safında durmayacakları, aksine “asırlardır Irak’ı yöneten Osmanlı Devleti altında zulme uğradıklarından dolayı” onların Osmanlıya karşı savaşlarında İngilizleri destekleyecekleri beklentisi içerisindeydiler.
- Cihat Fetvaları
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden birkaç gün geçmeden kafirler ile savaş için “cihat” ilan edilmiştir. Cihat çeşitli aşamalarda ilan edilmiştir. Birincisi; 7 Kasım 1914’de Şeyhülislam Hayrı Efendi’nin bir fetva yayınlamasıdır. Bu fetvada şöyle geçmektedir: “Bütün Müslümanlar üzerine cihat farzı ayındır.”[1] İkinci aşama 11 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı Padişahı 5. Muhammed Reşat, Müslümanların halifesi olarak ordu ve donanmaya yönelik bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride esir düşmüş Müslümanları kurtarmak ve Osmanlı Devletini savunmak uğruna savaşmaya teşvik etmiştir. Üçüncü aşama ise 23 Kasım’da üst düzey din adamlarından otuz kişi tarafından imzalanmış İslam Âlemine yönelik bir bildiri yayınlanmıştır. Bu ulemanın başında; Şeyhülislam Hayrı Efendi, Fetva Emini / Vekili Ali Haydar Efendi ve eski üç Şeyhülislam bulunmuştur.[2]
Bu fetvaları dünyanın çeşitli dillerinde yayınlar, broşürler ve bildiriler “tufanı” takip etmiştir. Bunlardan Osmanlı devletinin geneline milyonlarcası dağıtılmıştır. Mısır, Sudan, Hindistan, Afganistan başta olmak üzere diğer bölgelere de kaçak yollarla ulaştırılmıştır. Söz konusu yayın, broşür ve bildiriler, içerik ve üsluplarında büyük farklılıklar göstermekteydiler. Zira bazısı askerleri müttefik ordularından kaçmaya teşvik ediyor, bazısı hedef alma, suikast ya da diğer bireysel saldırılar yapmak yönünde çağrıda bulunuyordu. Sonra basılı literatürdeki çağrıları destekleyici olarak küçük askeri birlikler gönderilmiştir.[3]
Arap kaynakları, Almanya’nın başlangıçta kendi yanında Osmanlı Devletinin savaşa girmesini istemediğini kaydetmektedir. Zira Almanya, kimsenin yardımı olmadan kendi başına Müttefiklere karşı hızlı bir zafer elde etmeyi ummaktaydı. Ancak Almanya, Eylül 1914 Marne Savaşı’nda başarısız olduktan sonra görüşü değişmiştir.[4] Bu kaynaklara göre; Almanya Osmanlıların savaşta güçlü bir müttefik teşkil etmeyeceğine inanmaktaydı, Almanya’nın Osmanlıları kendi yanında savaşa katmaktaki baş hedefi; İslam alemini müttefiklere karşı ayaklandırmaya çalışmaktır ve Hindistan, Mısır, Cezayir ve diğer sömürgeleştirilmiş İslami ülkelerindeki müttefiklerin hakimiyetini ortadan kaldırmak maksadıyla dini bir savaş ateşi yakmaktır.[5]
- Şii Ulemasının Tutumları
Cihat hareketi, Şii ağırlıklı Irak’ın tüm illerinde eş zamanlı olarak başlamıştır. İngilizlere karşı cihat ilan eden Irak şehirlerinin ön planında Şiiliğin merkezini temsil eden Necef şehri olmuştur. Zira ulemanın çoğu cihat ilanı yapmıştır. Muhammed Sa’îd Habbûbî gibi çoğu ulema cihat hareketinde önemli rol almıştır. Zira o, mücahit gruplarına liderlik edenlerin ilkidir. Orta Fırat kabilelerini harekete geçirmeye çalışan ve onları cihada teşvik eden birçok ulemayla birlikte o mücahit gurupları Basra cephesine yöneltmeke önemli rol oynamıştır.[6] Şii ulemanın birçoğu İngilizlere karşı cihat fetvaları yayınlamışlardır. Onların başında en üst Şii Merci’i Seyyid Kâzım el-Yezdî gelmektedir. O, “aşiretleri ve sınır bölgesi sakinlerini, Harameyn Şerifeyn’i, İmamların kabirlerini ve sınırları herkesin kendi gücü oranında savunmaya çağırmıştır”.[7] Oğlu Muhammed’i aşiretleri cihat için harekete geçirmekte kendisini temsil etmesi maksadıyla görevlendirmiştir.[8] Aynı şekilde Şeyh Eş-Şeri’atî el- İsfehâni İngilizlere karşı cihat ilan etmiştir. Şöyle demiştir: “Onları kovup atmakta üşengeçlik ve tembellik caiz değildir. Böylesi tutum, büyük isyanlardan ve günahlardan biri olarak da haramdır.”
Necef ve Kerbela arasındaki coğrafi konumla birlikte dini bağların hükmü ile yapılan çağrıya icabet eden şehirlerin ilki Kerbelâ’dır.[9] Kerbelâ halkı; Seyyid İsmail el-Sadr, Muhammed Hüseyin Hâirî el-Mâzenderânî ve Mehdi El es-Seyyid Haydar el-Hüseyni liderliğindeki üst düzey din adamlarının katıldığı büyük bir toplantı düzenlemişlerdir.[10] Sonra onu, cihat hareketinde şehirlerin en çok heveslisi olan Kâzimiyye takip etmiştir. Zira orada iki büyük merci olan Seyyid Mehdî el-Haydârî ve Şeyh Mehdî el-Hâlisî öne çıkmıştır. Bu ikisi cihat davetine liderlik etmiş ve gönüllü mücahitlere nezaretini ve/ veya denetimini üstlenmişlerdir. Necef, Kerbelâ, Sâmerra’ya işgal konusunu konuşmak için merciler ve din adamları ile toplantı yapmak arzularını ifade eden telgraflar göndermişlerdir. Ayrıca Kâzimiyye minberinden insanları cihada teşvik etmişlerdir.[11]
Şeyh Mehdî el-Hâlisî bir cihat fetvası yayınlamıştır. Bu fetvada Müslümanlara; “Küfür belası yok edilinceye kadar bütün mallarını cihat yolunda harcamalarını, bunu harcamaktan kaçınanlardan zorla alınmasını” vacip kılmıştır.[12] Aynı şekilde “Kafirlere Karşı Cihadda Keskin Kılıç” başlığı altında bir risale yayınlamıştır. Bu risalede İslam’da “cihat meselesi ve şartları, kuralları ve rükünleri ile kıyam için İslam Ümmetinin üzerine düşenin” ne olduğu incelenmiştir.[13] Sâmmara’nın, Seyyid Muhammed Taki Şirazi’nin sesini diğer mercilere katmak kararı ile birlikte katılımda ve İngilizlere karşı cihat ilan etmekte etkin bir rolü olmuştur.[14] Ve Mücahitlere katılmak için Kâzımiyye’ye oğlu Muhammed Rıza’yı kendisini temsilen göndermiştir.[15]
- Harp Esnasında Ulema ve Toplum İlişkileri
Ulema ile halk arasındaki ilişkiye bakmadan önce, Arap Yarımadasındaki ve Basra Körfezindeki şeyhler ve Arap kabileleri ile Osmanlı’nın ve İngiliz’in ilişkilerine biraz değinmekte yarar vardır. Nitekim iki taraf da kabileleri ve liderlerini savaşta kendi tarafına çekmek için çaba sarf ediyordu. Eylül 1914 ayında Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Riyad’daki Abdülaziz İbn Suud’a bir telgraf çekmiştir. Telgrafta İbni Suud’a; İngilizlere ya da onlarla anlaşmalı olanlara Körfez sahillerinde yerel saldırılar düzenlemek üzere hazırlık yapması için bedevi takipçilerini eğitmek için silah ve subayların gönderildiği bildirilmiştir. İngilizlerin, Osmanlılardan önce İbn Suud’u kendi taraflarına çekmeyi başardıkları görünmektedir. Zira Arap kaynakları bize İbn Suud’un, Osmanlı Savaş Bakanlığı’ndan alınan telgrafların bir kopyasını Körfez’deki İngiliz yerleşkesine göndererek onları Osmanlıların niyeti hakkında bilgilendirdiğini aktarmaktadırlar.[16] Kaynaklar, İngiltere Savaşta tarafında olması bağlılığını karşılamak için İbn Suud’a ayda 40.000 Sterlin civarında bir meblağ tahsis ettiğini de kaydetmektedir.[17]
Aynı şekilde İngilizler; savaş patlak vermeden birkaç yıl önce Kuveyt’te Şeyh Mübarek Al- Sabah’ı, ve El-Muhammara Prensi Şeyhi Khazâl’ı kendi tarafına çekebilmiştir. İngiltere 1908’de Şeyh Khazâl ile petrol anlaşması yapmıştır. Şeyh Khazâl, El-Muhammara’da ve Irak’ın güneyinin bir kısmında geniş etkiye sahipti. Zira Irak’ta ve Körfez’de birçok Arap aşireti ona bağlı idi.[18] Britanya Irak’ı “kendi ilgi alanı” nın Basra Körfezindeki kendi hatlarıyla bağıntılı bir parçası olarak görmekteydi. Bu hatlar iki yüzyıl boyunca Britanya diplomasisi ile inşa olmuştur. Bunlar, Orta Doğu’daki olaylarda gelecek Britanya etkisinin oluşmasında önemli duraklardır.[19] Çoğu Iraklı tarihçi; Osmanlı’nın Irak’ta kontrolü kaybetmesinin ve oraya yabancı nüfuzunun sirayet etmesinin en önemli nedeninin kötü yönetimi ve dar ufuklu bakışı olduğuna inanmaktadır.[20] Bu bağlamda Muslli diyor ki; “Türkiye bir yüzyılı aşkın süreden beri Irak’ı kaybetmiştir, dün kaybetmemiştir.”[21]
Aşiretleri savaşta kendi yanlarına çekmek uğruna bu Osmanlı ve İngiliz rekabeti ortamında, Irak’taki Şii ulemanın toplum ile ilişkileri çok iyiydi. Esasen bu ilişkiler, Irak’ın ortasındaki ve güneyindeki haklın çoğunluğunun Şii olmasından kaynaklanmaktadır. Bunlar akide hükmü ve taklit mefhumu ile Şii mercilere çok sıkı bağlıdırlar.[22] Orta ve güney Fırat Şii kabileleri, en büyük müçtehidin otoritesine bağlı olmaya Bağdat’taki sivil otoritenin tanınmasından daha çok eğilim göstermektedirler.[23] Genel olarak bu ilişkilerin, savaş sırasında İngiliz işgaline karşı karşıya iki taraf arasındaki yakın işbirliği nedeniyle daha derinleştiğini söylenebilir. Savaş esnasındaki bu ilişkileri, birkaç kısıma ayırmak mümkündür. Bunlar:
3.1. Şii Ulemanın, Osmanlı yönetimi ve bölge halkının kendilerini savunma taleplerine olumlu cevap vermesi. Mercilik konumuna ait üstün manevi konumun ile topluma karşı liderlik ilişkisi nedenyle, İngilizlerin Basra’ya çıkarma yapmasından sadece üç gün sonra yani 9 Kasım’da, “kutsal Şii” şehirler başta olmak üzere Irak şehirlerindeki ulemaya ve müçtehitlere Basra halkının göndermiş olduğu bir telgrafın ulaşmış olduğunu görmekteyiz. Telgraf şu ifadeleri içermektedir: “Basra şehrini kâfirler kuşatmışlardır. Hepsi silahlıdırlar. Diğer İslam beldeleri hakkında korkmaktayız. Aşiretlere savunmayı emrederek bize destek veriniz.”[24] Aşiretleri cihada teşvik etmeleri, mücahitlere liderlik etmeleri ve onları İngilizlere karşı yapılan savaş ve muharebede örgütlemeleri ve savaş nedeni ile meydana gelen idari boşlukları doldurmaları için bizzat kendilerinin harekete geçmeleri yönünde Şii ulemayı davet eden mesajlar tekrarlanmıştır. [25]
Nitekim Basra halkının telgrafları camilerde insanlara okunmuştur. “Münadiler bunları sokaklarda insanlara duyurmuşlardır. Vaizler ve hatipler heyecanlı hitabetleri ile insanların duygularını alevlendirmeye” başlamışlardır. Hitabetlerinde İngilizler, Irak’ı işgal ettiklerinde mescitlerini ve dergâhlarını yıkacaklarına, Kur’an’ı yakacaklarına, Kadınların namuslarına tecavüz edeceklerine ve çocukları ve yaşlıları katledeceklerine vurgu yapmışlardır. Elverdi; İnsanların çoğunun bu sözleri doğruladığını ve böylece aralarında korkunun yaygınlaştığını söylemektedir.
Bağdat’taki Osmanlı yönetimi, Muhammed Fadıl Paşa Dağıstanlı, Şevket Paşa, Şeyh Humeyd el-Kelîdâr ve diğerlerinden oluşan bir heyet göndermiştir. O heyet Necef’e geldiğinde çok sıcak ve güzel karşılanmıştır. Sonra Hindi camiinde bir toplantı düzenlenmiştir. Bu toplantıda pek çok ulema, devlet adamı ve aşiretlerin ileri gelenleri hazır bulunmuştur. Toplantıda Seyyid Muhammed Said el- Habbûbi, Şeyh Abdul Kerim el- Cezayirî ve Şeyh Cevad el-Cevâhirî konuşmuşlardır. Onlar konuşmalarında “İslam topraklarından kâfirlerin uzaklaştırılması hususunda Müslüman hükümete katılmanın vacip” oluşundan bahsetmişlerdir. Sonra El Fetle kabilesinin lideri Mubdar el-Firavun ayağa kalkıp bir konuşma yapmıştır. O konuşmasında şöyle demiştir: “Türkler dinde kardeşlerimizdirler. Ülkemizden düşmanları söküp atma hususunda onlara yardım etmek üzerimize vaciptir.” Sonra Şeyh Humeyd el-Kelîdâr, en yüksek Merci olan Seyyid Kâzım el-Yezdî ile görüşüp cihat meselesi hakkında konuşmak için Küfe’ye gitmiştir. En yüksek “Merciinin ittihatçılarla alakasının kötü olmasına rağmen, o, İslami ülkeyi genel olarak tehdit eden tehlikeleri def etme ilkesinden hareket ederek İngilizlerle savaşmaya ve cihat ilan etmeye karar vermiştir”. Aşiretleri ayaklandırmakta kendisini temsil etmesi için oğlu Muhammed’i göndermiştir.[26] Necef’ ve Kerbelâ’daki ulema cihat fetvaları yayınlamışlardır. Fetvalar; “İslam topraklarını savunmak için kâfirlere karşı cihat etmeyi vacip kılmaktadır.” [27] Kerbelâ, Necef ve Samarra ve el-Kâzımiye mücahidlerin toplanması ve Basra’daki çatışma bölgesine hareket etmesi için önemli bir merkez haline gelmişlerdir.[28]
3.2. Ulema halkı seferber edip mücahitlere katılmalarına teşvik etmiş, onları örgütlemiş ve onlardan savaştan kaçınanları ikna etmeye çalışmıştır. Nitekim ulema Necef’te binlerce vatandaşın katıldığı çok kalabalık bir toplantı yapmıştır. Bu toplantı esnasında halkı cihat çağrısına icabet etmeye katılmaya teşvik etmek için heyecanlı konuşmalar yapılmıştır.[29] Şunu da belirtmek gerekir ki; Irak Eski Başbakanı Nuri el-Maliki’nin dedesi Muhammed Hassan Ebu’l Mehâsin, kitlelerin harekete geçirilmesinde ve onları Kerbela’daki cihada teşvik etmekte rol oynamıştır.[30] Birkaç gün içerisinde bir dizi müçtehit kendilerine tabi olanlarla birlikte harp cephesine doğru yönelmiş olarak Necef ve diğer kutsal şehirlerden ayrılmışlardır. Onlar, halkı cihada teşvik etmek gayesi ile yolları üzerinde bulunan şehirlerde ve aşiretlerde konaklıyorlardı. Seyyid Abdürrezzâk el-Huluv, Semâwa’ya ulaşan mücahitlerin ilkiydi. Mücahit kafileleri; Eş-Şâmiye’den, Necef’ten, Ebu Sakhîr’den onlara katılmak için Semâwa’ya akın etmiştir. Kürt mücahit kafileleri ve diğerleri oraya ulaşmıştır.[31] el-Muslli, harbin başlangıcında Basra’daki Osmanlı ordusunda savaşanların üçte birinin mücahit aşiretlerin adamlarından olduğunu aktarmaktadır.[32]
Ulema halkı seferber etmeyi sürdürmüştür. Onların en çok istekli ve hamaseti olanı bir din adamı olmasının yanı sıra modern Irak’ın ünlü şairlerinden biri olan Şeyh Muhammed Said El-Habbûbî’ydi. Zira o, Necef’ten 15 Kasım 1914’de büyük bir konvoy ile çıkmıştır. Cihat hareketine katılmaya teşvik etmek için Orta Fırat şehirlerinde aşiretleri şahsen dolaşmasının yanı sıra kendi yardımcılarını da uzak kabilelere göndermiştir. Hükümet, aşiretlerin hazırlanıp donatılmasında harcaması için büyük miktarlarda parayı onun emrine vermiştir.[33] Kaynaklar, onun eş-Şa’îba’ya yönelmiş çok büyük bir orduya liderlik ettiğini kayıt etmektedir.[34] Mevcut Arapça belgeler bilfiil devlet mücahitleri sebat etmeye ya da harekete katılmaya teşvik etmek için savaşçılara fon tahsis ettiğini göstermektedir.[35]
Ulema, halkı cihada ikna ve teşvik etmek için çeşitli şehirlere ve aşiretlere mektuplar ve telgraflar göndermiştir. Ulema, doğrudan mesajlar ile savaştan kaçınanları cesaretlendirmeye uğraşıyorlardı. Örneğin, en yüksek Merci Seyyid Kâzım Yezdî, Eş-Şatra halkına ve aşiretlerine bir mesaj yazmıştır. Bu mesajda cihatla ilgili kendi fetvalarına vurgu yapmakta, onların bu fetvalara umursamazlıklarından duyduğu üzüntüyü bildirmekte ve onları bunun sonuçlarından uyarmaktadır.[36] Kendi ifadesine göre; El-Yezdî, mektuplarından birinde, kafir düşmana karşı aralarındaki farklılıkları bir tarafa koymak ve bir safta durmak için çağrıda bulunmuştur. Nasıriye’deki El-Hafâce aşiretinin reisi Ali El-Fadl’a gönderdiği bir yazısında, ona aşiretini hazırlamasını ve silahlandırıp cihat için Basra’ya yönelmesini, İngilizlere karşı koymasını emretmektedir. Mektubun devamında ona, emrin Osmanlı Devletine yardım etmekten daha çok İslam’a yardım etmekle alakalı olduğunu açıklamaktadır.[37]
Aynı şekilde ulema, aşiret liderlerine savaştan kaçınanları ve Osmanlıların yanında savaşmakta tereddüt edenleri ikna etme görevi yüklemiştir. En yüksek Mercinin, Nâsıriye’deki Ezreyyiç aşireti reisi Şeyh Kâta’ Âl Butti’ye yönelik mesajlarının bir tanesinde ona cihat hakkındaki fetvalarını bildirmekte ve ondan aşireti ile birlikte Basra’ya hareket etmesini, Şeyh Hayyûn el- Ubeyd’e ve aşiretine İslam’ı savunmanın ve hükümete muhalefet etme tutumundan vazgeçmenin vacip oluşunu tebliğ etmesini talep etmektedir. Böylece Şeyh Kâta’’ya da hükümete muhalefet etmekten vazgeçmeyi vacip kılmaktadır ve onu beraberindekiler ile birlikte İngilizlere karşı savaşmak için Basra’ya yönelmeye zorunlu kılmaktadır. Nasıriye’deki El-Hafâce aşiretinin reisi Ali El-Fadl’a gönderdiği benzer başka bir mesajda, onu Şeyh Hayyûn el- Ubeyd’e hükümete muhalefet etmekten vazgeçmeyi ve İngilizlere karşı savaşa katılmayı zorunlu kılmaya davet etmiştir.[38] Başka bir ifadeyle Şii ulema, tereddütlü ya da muhalif aşiretlere başka aşiretler vasıtası ile baskı yapmaktaydı ve onları Osmanlının yanında durmaya zorunlu kılmaktaydı. Onların cihada ikna olmalarından sonra, Şii ulemanın, emirlerine bağlı olarak cihada katılmaları ve İngilizlerle çarpışmaları nedeni ile onlara övgü ve tebrik mesajları göndermiştir. Tereddüt etmesinden sonra katılan Şeyh Hayyûn el-Ubeyd’de olduğu gibi, en yüksek Merci Seyyid Kâzım Yezdî’nin oğlu Seyyid Muhammed vastasıyla ona bu bağlamda bir mesaj göndermiştir.[39]
Buna ek olarak; Ulemanın rolü, cihat için çağrıları ve bunun etkileri sadece Irak ile sınırlı kalmamıştır. Aynı zamanda bazı yakın bölgeleri de kapsamıştır. Nitekim Şeyh Mustafa Kaşânî, İran’daki emirlere, başkanlara, tüccarlara ve diğer toplumsal sınıflara gönderdiği bir genelgede onları cihada ve İngilizlere ile Ruslara karşı savaşmaya, Osmanlı ve İran devletlerini savunmaya davet etmiştir. Bu iki devleti; “Dini havzanın iki koruyucusu, Kur’an’ı Mubin’in iki polisi, Müslümanların hudutlarının iki muhafızı …” olarak ifade etmiştir. Aynı şekilde Seyyid Hasan el-Sadr, El-Muhammara, Feyli Kürtlere, Bahtiyârililere ve Kelhor cemaatına mektuplar göndererek onlara cihat fetvalarını, İslami sınırları savunmak için Şeri bir vecibe olarak mücahitlere katılmanın zaruretini hatırlatmıştır.[40] El-Muhammara prensi Şeyh Haz’al el-Ka’abî’yi aşiretini teşvik etmek için yapılan bir teşebbüs bağlamında en yüksek merci Seyyid Kâzım Yezdî ve Şeyhül Şerî’ati el-Isfehânî iki mesaj göndererek ondan mücahitlere yardım ve destek vermesini, İngilizlere karşı savaşmasını talep etmişlerdir.[41] Şeyh Haz’al’ın, İngilizlerle ilişkileri ve onlara vermiş olduğu taahhütleri nedeni ile bu talebe olumsuz cevap vermesine rağmen, ulemanın Irak’ta yayınlanan cihat fetvaları ve davetleri; Kuveyt emirliğindeki ve İran’ın Arabistan (Ahvaz) bölgesindeki aşiretler arasında yayılmış ve onları etkilemiştir. Nitekim İngilizlere karşı cihat fetvalarından etkilenen, Şeyh Haz’al’ın aşiretlerinden bir çoğunun ismi ile el-Bâvi ve Ka’ab kabileleri gibi aşiretler harekete geçmiştir. Aynı şekilde Kuveyt Şeyhi Osmanlıların yanındaki mücahit aşiretlere karşı Şeyh Haz’al’ı desteklemek için bir kuvvet gönderme teşebbüsünde bulunduğunda kendi yönetimindeki aşiretlerin arasında “kâfir İngilizler” ile işbirliği içinde olduğundan dolayı isyan çıkma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı ve söz konudu teşebbüsten vazgeçtiği görülmektedir.[42]
Kuveyt emirini ve El-Muhammara emirini kazanmaya çalışılması, ikisinin stratejik konumlarından ve savaş için mümkün olan çok sayıda mücahide ihtiyaç duyulmasından kaynaklandığı görülmektedir. Nitekim Şii uleması tarafından El-Muhammara emirine gönderilen iki mesajdan birincisinde: “… Sen çok önemli bir sınır koyundasın. O koyun kafirlerin saldırısından elde edilen bütün imkanlarla korunması vaciptir. … Ayrıca Müslümanlara karşı savaşlarında İngilizlere destek ve yardım vermek her Müslümana haramdır. …” ifadesi kullanılmaktadır. İkinci mesaj ise, İster Osmanlı ister İran tebaası olsun aralarında bir fark olmaksızın bütün Müslümanlar üzerine cihadın vacip oluşuna, zira İslami hükmün genel olduğuna ve hepsini kapsadığına vurgu yapmıştır. Başka bir ifadeyle İran devletinin tebaası olmak bahanesi ile cihattan geri kalmamaya vurgu vardır. Bu: “Şeriati Muhammediye’nin ismi ile; Basra sınır bölgesini kafirlerden koruma hususunda Müslümanlar ile birlikte olmanız için uyanıp ayağa kalkmanız sana vaciptir… Bu, dini bir hükümdür, İranlı ve Osmanlı arasında fark yoktur. ..”[43] Aynı şekilde en yüksek merci Seyyid Kâzım Yezdî’nin oğlu Muhammed ve Şeyh Abulkerim el-Cezâirî cihat hareketine katılmaya Şeyh Haz’al el-Ka’abî’yi ikna etmek için çaba sarf etmişlerdir. Fakat İngilizler, Şeyh Haz’al’ı hepsinden önce kazanmışlardır. Haz’al’ı cihat hareketine ikna etmek için yapılan bütün teşebbüsler boşa çıkmıştır. Şeyh Abulkerim el-Cezâirî’nin Şeyh Haz’al ile yakın ilişkisi olduğunu aktaran kaynaklar, Şeyh Khaz’al’in el-Cezâirî’nin mukallitlerinden biri ve ona sadakatle bağlılığıyla bilindiğini aktarmaktadır. Kaynaklar, Haz’al, Şeyh Abulkerim el-Cezâirî’nin mesajından dolayı özür dilediğini, İngiltere’nin konumunu ve yüzlerine karşı ayaklanmanın imkânsız olduğunu açıklasa da, el-Cezâirî çok üzülmüş ve Haz’al ile alakasını kestiğini kayıt etmektedir. Savaştan sonra Haz’al’ın el-Cezâirî ile eski ilişkilerini yeniden onarmaya teşebbüs ettiğini, fakat el-Cezâirî’nin ona son cevabı; “Benimle senin aran İslam’la bozuldu” bir daha düzelmez şeklinde olduğu aktarılmaktadır. [44]
3.3. Şii Ulemanın sefere çıkarak savaşlara doğrudan katılmaları ve savaş meydanlarında mücahitlere liderlik etmeleri. Savaş esnasında, mücahitlerin kafileleri ve gemileri, Dicle ve Fırat nehirleri boyunca halk ezgileri eşliğinde görkemli bir şeklinde hareket etmiştir.[45] Ulema önderliğinde mücahit savaşçılar, Kurne’de, Dicle ve Fırat kavşağında, Osmanlı askeri komutanlığının savaş ekseninin taksimine bağlı olarak üç kola veya cephelere dağıtılmıştır.[46] Kurna cephesindeki savaşa katılan ulemanın en göze çarpanları; Seyyid Mehdi Haydâri, Şeyhül Şerîati el-İsfahâni, Seyyid Ali el-Dâmâd ve Seyyid Mustafa Keşâni’dir. Basra’nın doğu cephesindeki ulemanın en göze çarpanları ise; Şeyh Mehdi El-Khâlisi ve oğlu Muhammed, , en yüksek merci Seyyid Kâzım Yezdî’nin oğlu Seyyid Muhammed, Şeyh Cafer Râdî ve Seyyid Kemâl el-Hilli’dir. Basra’nın batısındaki Eş-Şuaybe cephesindeki ulemanın en göze çarpanları ise; Seyyid Muhammed Sa’id el-Habûbî, Şeyh Abdul Kerîm el-Cezâirî, Şeyh Abdul Rızâ Râdî, Seyid Muhsin el-Hakîm (Ellili yılların sonlarından 1970 yılında ölümüne kadar Şiilerin en yüksek mercii olmuştur), Şeyh Ahmed Tâmer, Şeyh Rahûm el-Zâlimî, Şeyh Bâkır Haydar ve Seyyid Sa’îd Kemâleddin bu cephelere katılanların bir ksmıdır. Özellikle Eş-Şuaybe cephesi, buna Orta Fırat aşiretlerinin çok büyük çoğunluğundan topluluklar katılmıştır. Kaynaklara göre bu toplulukların her birisi bin mücahidi içeriyordu.[47]
Yığınak yapma süresinde, mücahitler, kendileriyle belirleyici bir savaşa girmeden önce İngiliz kuvvetleri ile sataşmalar ve hafif çatışmalar yapıyorlardı. Fakat Kurna Cephesinin düşüşünden sonra çabalar iki temel cepheye odaklanmıştır. Bu iki cephe; Havîza Cephesi ve 1915 yılı 11-14 Nisan arasında oluşan eş-Şuaybe Cephesi’dir.[48] Bu cephelere ulema ve mücahitler Şeyh Muhammed Said El-Habbûbî’nin liderliğinde Osmanlı ordusunun yanında temel olarak katılmışlardır. Şii ulemanın liderliğindeki Iraklı mücahitlerin savaşın ilk aylarında savaş cephelerine katılımı etkin bir katılım idi. Osmanlı askeri kuvvetleri genel komutanı Süleyman Askerî Bey buna çok güvenmiştir. Öyle ki bu onun hatalarından sayılmıştır.[49]
Seyyid Muhammed Said El-Habbûbî’ye eş-Şuaybe savaşındaki cephenin sağ kanadına doğru seferinde eşlik eden savaşçıların sayısının otuz bin yayadan ve on bin süvariden daha fazla olduğu tahmin edilmiştir. Bazı Arap kaynaklar, eş-Şuaybe savaşındaki mücahitlerin sayısının yaklaşık 50 000 savaşçı olduğunu tahmin etmektedir.[50] Şii ulemanın, savaş cephelerinde mücahitler topluluklarına liderlik ettiklerinin en net örneğinden biri eş-Şuaybe savaşıdır. Zira eş-Şuaybe cephesinin sağ kanadındaki mücahitlerin başında Seyyid Muhsin el-Hakim ve diğer bir kısım alimle ile birlikte Seyyid Muhammed Said El-Habbûbî vardı. Sol kanatta ise; Şeyh eş-Şerîati, Seyyid Ebu El-Kâsım El-Kâşâni, Seyyid Mehdî, Seyyid Haydar vardı.[51] Arap kaynaklar; Osmanlı komutanı Süleyman Askeri Bey’in sol ve sağ kanattan Mücahitlerin hücum etmesini gerektirirken nizami kuvvetlerin kalpten hücum etmelerini gerektiren ve Osmanlılara savaşta yenilginin nedenini taşıyan bir plan hazırladığını aktarmaktadırlar. Savaş dönemide bir subay olduğu bilinen el- Muslli; Acmi Sadun Paşa ve diğerleri gibi harplerde tecrübeli mücahitlerin, içerisinde İngilizlerin siperlenmiş oldukları eş-Şuaybe mevzisine doğrudan saldırının övgü olmadığını aksine onları kuşatma altına almakla, ona akınlar yapmakla ve iletişim hatlarını kesmekle yetinmenin gerektirdiğini düşündüklerini aktarıyor. Diğer birçok Arapça kaynakta olduğu gibi el- Muslli de Süleyman Askeri Bey’i kibir, inat ve yenilgiye sebep olmakla itham ettiğini söylemektedir.[52] Bu kaynaklara göre; savaşın sonunda mücahitlerin kayıpları yaklaşık 3.000 savaşçıya ulaşmıştır, Osmanlının kayıpları ise iki binden fazla şehittir ve buna ilaveten Süleyman Askeri Bey intihar etmiştir.[53] Doğrusu eş-Şuaybe’de kaybeden Osmanlı birliklerinin çekilme esnasında El-Müntefek kabileleri tarafından saldırıya maruz kalmasından dolayı el-Nâsıriyye sarayına sığınmaya ve orada siperlendiği görülmektedir. Bu durum da aşiretlerin eş-Şuaybe savaşındaki kayıptan Osmanlıyı sorumlu tuttuğunun bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. [54]
Doğu Basra (El-Ahvâz) cephesinde ise; Mücahitlerin El-Amâra şehrini bir üs edinmiş oldukları görülmektedir. Seyyid Muhammed El-Yezdî, El-Amâra şehrinden Necef’teki kardeşi Seyyid Mahmûd ve babası Büyük Merci Seyyid Kâzım ile birlikte telgraflar ve mektuplar yoluyla cephelerin durumları hakkında haberleştikleri ve karşılıklı istişarelerde bulundukları anlaşılmaktadır. Ulema İngilizlere karşı cihat için, aşiretler arasında birliği sağlamak, Müslümanları ve İslam topraklarını savunmak hususunda çok çaba sarf etmiştir.[55] Nitekim Büyük Merci El-Yezdî’nin oğlu Seyyid Muhammed’in; bazı ulema, dini ilimler öğrencileri ve aşiret liderleri ile birlikte cihat harekatı boyunca saf tutmuştur.[56] Tevfik Halidi Bey’in komutasında Osmanlı kuvvetlerinin 1915 yılında Ocak ayı sonlarında el-Amâra’ya ulaşmasından sonra Mücahitler bu güç ile birlikte hareket etmişlerdir. Mücahitlere liderlik yapanlar; Şeyh Mehdi el-Hâlisi ve oğlu Şeyh Muhammed, Seyyid Muhammed el-Yezdî’nin, Şeyh Aldulkerim el-Cezâiri ve El-Ahvâz’ın ünlü ulemasından biri olan Seyyid Isâ Kemâleddîn’dir. Bu mücahitlerin gelmesi El-Ahvâz aşiretlerinde etkili olmuştur. 2 Şubat’ta El-Ahvâz’ın doğusunda bulunan El-Bâvî aşireti cihat hareketine katıldığını ilan etmiştir. Petrol boru hatları kesilip ateşe verilmiştir ve şirketin depoları yağmalanmıştır. 25 Şubat’ta Beni Ka’ab aşireti, Şeyh Haz’al’a karşı ayaklanmıştır. Kendisine İngilizlere uşaklık etmek ithamında bulunulmuştur. Bu aşiret, El-Felahiye beldesinde kontrolü ele geçirip oraya Alevilerden Câbir Seyyid Meş’al isminde birisini yönetici olarak belirlemişlerdir. Fakat Şeyh Haz’al, bir süre sonra İngilizlerin yarımıyla da güçlerini toparlayıp iki kabileyi yenilgiye uğratabilmiştir. Mücahitler ve Osmanlılar ise, kendilerine ani baskın ile saldırı hazırlığı yapan İngiliz kuvvetinden önce hareket ederek mücahitlerin ani baskınından sonra 15 Şubat 1915 Günü “el-Gadîr” mevkiinde İngilizleri bozguna uğratmışlardır. Böylece İngilizler ağır kayıpların ardından çekilmişlerdir. Fakat Muhammed Fâdıl Dağıstâni Paşa’nın komutasındaki Osmanlı kuvvetleri burada, eş-Şuaybe bölgesindeki hezimetten sonra ordunun üst komutasından el-Amâra’ya çekilme emri almıştır. Bunun üzerine bu kuvvetler, el-Amâra’ya, oradan da Kut şehrine gitmek üzere 1915 Haziran’da oradan ayrılmıştır.[57]
Osmanlının bu kayıplarının ardından Basra cephelerindeki askeri faaliyetler Ağustos 1915 yılında durdurulmuştur. El-Kurna işgalinden sonra Iraklı mücahitlerin nizami savaşta Osmanlı kuvvetlerine katılım, doğrudan “gerilla / çete savaşı” ya da “gece baskınları” olarak bilinen şekle dönüşmüştür. Bunu aşiretler İngilizlere vur kaç saldırıları düzenleyerek başlatmışlardır. Farklı erzakla yüklü onlarca gemi ve savaş teknesi yağmalamışlardır. Basra ve eş-Şuaybe bölgeleri arasındaki telefon ve telgraf kablolarını tahrip etmişlerdir. İngilizler Bağdat’a yaklaştıkça, cihat hareketinin etki alanı da daralıyordu.
Öte yandan Osmanlı gücünü toparlayıp yeniden saldırmak için hazırlık yapıyordu. Osmanlı, aşiretler ile Kerbelâ ve Necef olmak başta olmak üzere, şehirlerde yeni bir cihat kampanyası düzenlemeye başlamışlardır. Zira İngiliz kuvvetleri Irak cephesinde ilerledikçe cihat harekâtının etkisi azalmaktaydı. Nitekim Kut şehrinde İngilizleri kuşatan Osmanlıların yanında savaşmaya ve savunmaya ulemanın vurgu yapmalarından sonra birçok aşiret ve aşiret lideri bu kampanyaya icabet etmiştir. Fakat Selman-ı Pak’ta ve Kut şehirlerinde Osmanlının elde ettiği zaferler, onların bölge halkı ve aşiretler ile ilişkilerini olumsuz seyretmeye başlamıştır. Nitekim Arap kaynakları Necef, Kerbelâ,Tuvirîc, el-Amâra[58] ve el-Hilla’da[59] olduğu gibi Osmanlılar gönüllü mücahitlerin durumunu ihmal etmeye başladığını iddia etmektedir. Bunun bir sonucu olarak, mücahitler evlerine geri dönmeye başlamışlardır.[60] Buna ilave olarak; önceki çatışmalarda [61] hezimetlere sebep olma hususunda karşılıklı suçlamaların yanı sıra bölge halkının artan vergiler, zorunlu askerlik ve ordudan kaçanları idam etme gibi Osmanlı uygulamalarından hoşnutsuzluğu nedeni ile Osmanlılar ile aşiretler arasındaki ilişkilerin oldukça gerildiğini aktarılmaktadır.[62]
- Osmanlı – Şii Uleması İlişkileri
Savaşın yanı sıra her iki tarafın İngilizler ile savaşa öncelikli olarak önem vermesi sonucu olarak, Osmanlılar ile Şiiler arasındaki ilişkide olumlu yönde ilerlemiştir. Fakat bu iyileşme uzun sürmemiştir. Çatlamaya başlayıp hızlı bir şekilde iki taraf arasındaki çatışmalara dönüşmüştür. 1915 Mayıs – 1916 Mayıs arasında Necef, Kerbela ve Hille’de gerçekleşen olaylar, çatışmanın en belirgin tezahürüdür. Bu ilişkilerin çatlamaya dönüşmesindeki temel sebep, tarafların birbirini İngilizlere karşı savaşlarda ve özellikle eş-Şuaybe savaşında kayıplara neden olmakla karşılıklı suçlamasıdır.[63]
Bu karşılıklı suçlamalar, yerel otoriteye karşı halk isyanının çıkmasına yol açmıştır. Askerlik görevinden kaçanlar bu isyanların temel beşeri gücünü oluşturmuştur. Necef başta olmak üzere bazı şehirlerde kriz derinleşip alanı genişlemiştir.[64] Halk, Mayıs 1915’te Osmanlıya karşı isyan etmiştir. Osmanlı ile üç gün çarpışma sonrası şehrin kontrolünü ele geçirmişlerdir. Doğrusu, Osmanlı şehri cezalandırmak istememiştir. Ulemaya ve cihat hareketindeki rollerine ihtiyacı olduğunun bilincinden sorunu hikmetle çözmeye çalıştığı söylenebilir. Bunun üzerine Necef’e bir heyet göndermiştir. Heyet; ulema, ileri gelenler, tüccarlar ve dört mahallenin başkanları ile bir konferans düzenlemiştir. Müzakereler; az sayıda askerle birlikte kaymakam, maliye müdürü ve veznedardan oluşan bir idari ekibin geri dönüşü konusunda anlaşmaya varılması ile sona ermiştir. Başka bir ifadeyle Osmanlı idaresi sembolik olarak Necef’e geri dönüştür. Bu da devletin otorite ve prestijini sembolik de olsa ayakta tutmayı amaçlamaktadır.[65] Bu durum, Mart 1918’de İngilizlere karşı Necef ayaklanmasına kadar devam etmiştir. el-Nefisî; en yüksek merci, İngiliz işgaline kadar, Necef’te takriben iki yıl bağımsız idari otoriteyi üstlendiğini söylemektedir.[66]
Necef ile Kerbelâ’nın coğrafi anlamda birbirlerine yakınlığı ve Necef’in idari olarak Kerbelâ’ya bağlı olmasından dolayı iki şehirde meydana gelen olaylarda büyük benzerlikler görülmektedir. Her iki şehirde de dini liderlik merkezinin Necef olması hasebiyle şartlar birleşiktir. Zira Kerbelâ halkı ve aşiret mensubu olan çok sayıdaki asker kaçağı; Haziran 1915’te Kerbelâ’da belediye binasına ve diğer kamu kuruluşlarına saldırıp memurları kovarak şehri istila etmişlerdir. Ulemanın ve şehrin ileri gelenlerinin arabuluculuğu sonrasında Osmanlı memurları ve yeni yönetici şehre geri dönmüştür. Fakat olaylar Mayıs 1916’da bir tekrar patlak vermiştir. Bu, çok sayıda can kaybıyla birlikte şehirde büyük hasara yol açmıştır.[67]
Bazı isyancıların hükümet konağına saldırmasının ardından benzer bir isyan da el-Hille şehrinde meydana gelmiştir. 13 Ekim 1916’da oradaki mal ve evrak yağmalanmış ve talan etmiştir. Bunun üzerine Osmanlı şehri kuşatıp, isyancıların teslim olmalarını istetmiştir. Fakat isyancılar vatandaşların evlerinde, hükümet konağına siperlenmiş ve teslim olmayı reddetmişlerdir. Bundan dolayı 20 Kasım 1916 tarihinde Osmanlı, şehirde kontrolü silahla bastırmış ve isyancıları cezalandırmıştır.[68]
Genel olarak I. Dünya Savaşında Osmanlı ile Şii Uleması ilişkileri olumlu yönde seyir etmiştir. Nitekim Şii Uleması Osmanlı’ya karşı herhangi bir düşmanca tutum sergilememişlerdir. Halk ile Osmanlı ilişkileri gerildiği zaman Ulema Osmanlı ile olumlu ilişkilerini çıkan çatışma ortamını yatıştırmak ve anlaşmazlığı gidermek için kullanmıştır. Nitekim Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın 19 Mayıs 1916 tarihinde Bağdat’a ziyareti esnasında Necef ve Kerbelâ’da ulemanın halk ile Osmanlı arasında arabuluculuk yapmıştır.[69] Zira Elverdi, Kerbelâ halkının, el-Kut’ta zafer elde etmesinden sonra Osmanlının intikamından korkup, Şeyh Muhammed Ali Kemmûne’yi Necef’e gönderdiklerini ve Büyük Merci Seyyid Kâzım el-Yezdî’den müdahale ve arabuluculuk etmesini talep ettiklerini aktarmaktadır. Bunun üzerine el-Yezdî, Enver Paşa’ya telgraf çekmiş ve Necef ve Kerbela halkı için şefaat / af istemiştir. Enver Paşa bir telgrafla ona; hükümetin kan dökmemeye, mücahitlere ve ulemaya saygı göstermeye, fakirlere merhametli olmaya, anlaşmazlıkların giderilmesine özen gösterdiğini bildirmiştir. Enver Paşa, Bağdat’ta bir dizi ileri gelenler ve liderler ile buluşmuştur. El-Kazımiye’de Seyyid Mehdi el- Haydarî ile bir araya gelmiştir. El- Haydarî, ondan askeri güce başvurmadan barışçıl yollarla Kerbelâ’daki fitneyi söndürmek için çaba göstermesini rica etmiştir. Enver Paşa, onun ricasına yanıt vermiştir. Kerbelâ’ya giderek fitneyi bitirmek için Seyyid Mehdi Haydari’nin başkanlığında bir heyet oluşturulmasında görüş birliğine varılmıştır. Heyet; Seyyid Mehdi’ye ilaveten evlatlarından üçü olan Seyyid Abdulhamîd, Ahmed ve Râzî ile birlikte Şeyh Abdulkerim el-Cezâiri, El-Mirzâ Muhammed Rızâ eş-Şîrâzî, Şeyh Abdülhamit Kelîdâr ve hükümetin iki adamı Hilmi Bey ve Hâmid Bey’den oluşmuştur. Bunlar, Kerbelâ’ya 30 Mayıs’ta ulaşan heyet, şehrin ileri gelenleriyle bir araya gelmişlerdir. Şehrin ileri gelenleri Osmanlıya bağlılıklarını bildirmiş kayıtsız şartsız hükümetin geri gelmesini beklediklerini söylemişlerdir. Heyet, başlarında yeni yönetici Es’ad Rauf Bey’in olduğu görevlilerden oluşan yeni idari heyetin gelmesine kadar Kerbelâ’da kalmıştır. Bu yeni idari heyet Kerbelâ’ya 1916 Temmuz ayında ulaşmıştır. 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ın işgaline kadar Kerbelâ sakinleşmiştir.[70]
Aşiret şeyhleri / liderleri genel olarak Osmanlılardan memnun değildirler. Onlardan bazısı, Osmanlıya karşı savaşmanın İngilizlere savaşmaktan daha evla olduğunu düşünüyordu. İçlerinden bazısı cihat fetvası olmasa, Osmanlının yanında savaşmayacaklarını açıkça söylüyordu. Bazı kaynaklar Seyyid Muhammed Sa’îd el-Habûbî’nin yol arkadaşlarından birisi ve aşiretleri cihat için kıyam maksadıyla gönderilen el-Habûbî’nin temsilcisi olan Şeyh Bakır el-Şebîbî’den; aşiretlerin liderlerinin büyük çoğunluğunun “onlardan gördükleri kabalık, haşinlik, zulüm ve çok vergi nedeniyle savaşta Osmanlıya katılmaktan memnun olmadıklarını” aktarmaktadır. Bu kaynaklar ulemanın, aşiretleriyle birlikte şeyhleri savaşa katılmaya ikna edebildiğini aktarmaktadır. Zira onların içinde dini eğilimlerin ve Büyük Mercilik konumunun baskın geldiğini rivayet etmektedir. Bu tutuma rağmen, cihat hareketi devam etmiştir. Etkisi azalsa da, gayrinizami şekilleriyle Osmanlı ile dayanışma devam etmiştir. Daha sonra eş-Şuaybe savaşından ve Necef, Kerbelâ ve el-Hilla olaylarının akabinde sarsılmasına rağmen Osmanlı – Şiilik ilişkileri genellikle olumlu olarak devam etmiştir. Nitekim Irak’ta o dönemde siyasi liderlik ulemanın elinde ve cihat hareketine liderlik eden büyük ulema ve dini merciler Necef, Kerbelâ ve el-Hille’de meydana gelen isyan olaylarına karışanlara destek veren tutum ya da Osmanlıya olumsuz ve/ veya düşmanca tutum sergilemedikleri Arap kaynaklarında yer almamaktadır. Zira Şii ulemasının tutumu, İngilizlere karşı cihadın sürdürülmesine, aşiret reislerini Osmanlı ordusu ile işbirliğine yönlendirmeye ve teşvik etmeye odaklanmıştır.[71]
Sonuç
Şii uleması, Osmanlı devleti ile toplumun taleplerine olumlu yanıt verip İngilizlere karşı cihat ilan etmişlerdir. Onların fetvaları özellikle Irak halkının Şii kesimleri tarafından benimsenmiş ve oldukça etkili olmuştur. Zira on binlerce insan mücahitlerin saflarına katılmıştır. Bu, müçahitler için Şii ulemasının etkisinin, Irak toplumu ve Şii mercilerinin mukallitleri arasındaki karşılıklı ilişkinin derinliğinin boyutunu göstermektedir. Dolayısıyla Şii uleması, olayların başat yönlendiricisi ve cihat harekâtının tek lider konumundaydılar.
Şii ulemasının cihat fetvaları ilan etmesinden sonra harekete katılımları bir taraftan İngiliz ordusuna karşı mücahitlerin başlattığı savaşların büyük çoğuna doğrudan katılmışlardır. Bu katılım, askeri hafif çarpışmalar hem İngilizlerin asker, mühimmat ve gıda ulaştırma ve telgiraf hatları gibi iletişim yollarını kesme ve/ veya vurma yoluyla hem da eş-Şuaybeve el-Medâin savaşında olduğu gibi nizami savaşta Osmanlı kuvvetleri ile birlikte ortak hareket etme yoluyla gerçekleştiği görülmektedir. Diğer taraftan mücahitlere liderlik eden aşiret liderlerini irşat / rehberlik etmek, yönlendirmek, taktik verme şeklinde gerçekleşmiştir.
Buna ek olarak; Basra körfezinden Bağdat’a uzanan Irak cephesinde İngilizlere karşı cihat harekâtına katılan aşiretlerin ve mücahitlerin Osmanlıya değil dini eğilim ve Şii ulemasının etkisinden kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim Irak’ta o dönemde siyasi liderlik ulemanın elinde ve büyük ulema ve dini merciler cihat harekâtına liderlik ediyorlardı.
Çoğu Arap kanağı Osmanlının ilan ettiği cihat fetvasının İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yönettiği ülkelerdeki Müslümanları isyan ettirip harekete geçirmekte hedeflerini gerçekleştiremediği hususunda hemfikirdir. Öyle ki Osmanlı ve Almanya’nın büyük hayal kırıklığına uğradıklarını savunmaktadır. Söz konusu kaynaklar pek çok Müslümanın, müttefiklerin ordularında gönüllü çalışıp içtenlikle onların saflarında savaştıklarını iddia etmektedir. Hâlbuki Irak cephesinde cihat fetvasının geniş yankısı olmuştur. Bu, Irak’ın orta ve güneyindeki Şii ulemanın ve halkın fetvaya icabet etmesi ve savaşa etkin bir şekilde katılması görülmektedir.
I. Dünya Savaşı esnasında Irak cephesinde Şii ulema ve toplumunun etkin katılımına karşın Arapça literatürde Sünni ulemanın tutumuna değinen bilgilerin olamaması dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, Sünnilerin savaş esnasındaki tutumunun özel olarak incelenmesine gereksinim duyulmaktadır. Şii tarihçiler ve yazarlar, Sünni tutumunun açık olmaması nedeni ile onları suçlamaktadırlar. Onlara göre Irak’taki Sünnilerin Osmanlı yönetiminden yararlanan kesim olmalarına rağmen savaş sırasındaki tutumlarının ikna edici olmamakla birlikte herhangi bir gerekçeyle açıklanamaz.
Yrd.Doç.Dr. Ziya Abbas , Aksaray Üniversitesi İİBF. Ulus. İliş. Böl. öğretim üyesidir. Önsöz Yayınlarından “Irak’ta Şii Merciliğin Siyasi Rolü” adlı çalışması yayınlanmıştır.
Bu makale Atatürk Araştırma Merkezinin 28-29 Nisan 2016 tarihlerinde Mardin’de düzenlediği “Kutü’l Amare Zaferi’nin 100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşında Irak Cephesi” Sempozyumu’nda tebliğ olarak sunulmuş, yazarın izniyle sitemize konulmuştur.
Kaynaklar
- Abdürrezzâk, Salah, el-Merci’ıyyetü ve el-İhtilâl el- Ecnebî ; Dirâsetün fî Fetâvâ Es-Seyyid Kâzım el-Yezdî Zıddı el-Gazvi’l Bıritanya 1914, Müntedi el-Me’ârif Lil- Neşr, Birinci Baskı, Beyrut, 2010.
- Edderrâjî, Abdurrezzâk Abd, Cafer Ebu Temen ve Devruhu F’ı’l Hareketi’l Vataniyyeti Fî’l Irâk, Mastır Tezi, Bağdat, 1978.
- El-Azzâwi, Abbas, Mevsû’atü Târihi’l Irâk Beyne İhtilâleyn, Cilt: 8, Birinci Baskı, el-Dâru’l Arabiyye Lil Mevsû’ât, 2004, Beyrut.
- El-Jubouri, Kâmil Selmân, Vesâiku’l Sevreti’l Irâkıyyeti’l Kübrâ Mukaddimâtühâ ve Netâicuhâ 1914 – 1923, Cilt: 1, Birinci Baskı, Dâru’l Müerrihi’l Arabiy, Beyrut, 2009.
- El-Kerîtî, Âlâi Abdu’l Jabbâr Kâzım, Mevkıfi’l Fieti’l Müsakkafti Fî Kerbelâi Min El-Tatavvurâti’s Siyâsiyeti Fî’l Irâk 1908 – 1932, Mastır Tezi, Modern ve Çağdaş Tarih Bölümü, Edebiyat Fakültesi, Küfe Üniversitesi, Küfe, 2007.
- El-Muslli, Muhammed Tahir el- Omari, Târihu Mukadderâti’l Irâk es- Siyasiyyeti, Cilt: 1, El-Matba’atu’l Asrıyyetü, Bağdat, 1925.
- El-Verdi, Ali, Lemahâtün İctimâ’ıyetün Min Târihi’l Irâk el-Hadîs, Cilt: 4, El-Mektebetü’l Haydariyye, 2. Baskı, Bağdat, 1958.
- Enneccâr, Cemil Mûsa, El-Necefü’l Eşref ; Havâdis ve Meşâhid ve mevâkıf siyasiyye 1508 – 1916, Birinci Baskı, Matba’atu’r Râfidîn, Beyrut, 2005.
- Ennefisî, Abdullah, Devru’ş Şî’ati Fî Tatavvuri’l Irâk el-Siyâsî el-Hadîs, Tercümetü ve Tıbâ’atü Dâru’l Nehâr, Beyrut, 1973.
- Essa’adûn, Hamid Hamad, İmâretu el- Müntefik ve Eserühâ Fî Târîhi’l Irak ve’l Mıntıkati’l İklîmiyyeti 1546 – 1918, Birinci baskı, Dâr Vâil Lin-Neşr, Ammân, 1999.
- Esselmân, In’âm Mehdi Ali, Hükmü Khazâl el- Ke’abî Fî’l Ehvâz 1897 – 1925, Mektebetü Dârü’l Kindî, Bağdat.
- Errahîmî, Abd el-Halim, Târihu’l Hareketi’l İslâmiyyeti Fî’l Irâk; El-Cezûru’l Fikrî ve el-Vâkı’i’l Târîhî 1900- 1924, Birinci Baskı, El-Dâru’l Âlemiyyetü Lit- Tıbâ’ati ve el-Neşri, Beyrut, 1985.
- Eşşerîfî, Ahmad Bakır Alwan, Kerbelâ Beyne’l Harbeyn el-Alemiyeteyn (1918 – 1939), Mastır Tezi, Me’hadu’l Târihi’l Arabî ve El-Turâs el-Ilmî Lid- Dirâsâti’l Ulyâ Bağdat, 2004.
- Mâlik, Muhammed Cevad, Şîatü’l Irâk ve Binâü’l Vatan, İkinci Baskı, Menşûrâtü’l Utbeti’l Huseyniyyeti’l Mukaddeseti, Kerbelâ, 2012.
- Ziya Abbas, Irak’ta Şii Merciliğinin Siyasi Rolü, Önsöz Yayınlar, 2013, İstanbul.
[1]*
Ali El-Verdi, Lemahâtün İctimâ’ıyetün Min Târihi’l Irâk el-Hadîs, Cilt: 4, El-Mektebetü’l Haydariyye, 2. Baskı, Bağdat, 1958, s 18.
[2]Salah Abdürrezzaq, el-Merci’ıyyetü ve el-İhtilâl el- Ecnebî, Dirâsetün fî Fetâvâ Es-Seyyid Kâzım el-Yezdî
Zıddı el-Gazvi’l Bıritanya 1914, Müntedi el-Me’ârif Lil- Neşr, Birinci Baskı, Beyrut, 2010, s 139.
[3]Abbas El-Azzawi, Mevsû’atü Târihi’l Irâk Beyne İhtilâleyn, Cilt: 8, Birinci Baskı, el-Dâru’l Arabiyye Lil Mevsû’ât, Beyrut, 2004, s. 315.
[4]Muhammed Cevad Malik, Şîatü’l Irâk ve Binâü’l Vatan, İkinci Baskı, Menşûrâtü’l Utbeti’l Huseyniyyeti’l Mukaddeseti, Kerbelâ, 2012, s. 273.
[5]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 21.
[6]Abdullah Ennefisî, Devru’ş Şî’ati Fî Tatavvuri’l Irâk el-Siyâsî el-Hadîs, Tercümetü ve Tıbâ’atü Dâru’l Nehâr, Beyrut, 1973, s 86.
[7]El- Jubouri, Kâmil Selmân, Vesâiku’l Sevreti’l Irâkıyyeti’l Kübrâ Mukaddimâtühâ ve Netâicuhâ 1914 – 1923, Cilt: 1, Birinci Baskı, Dâru’l Müerrihi’l Arabiy, Beyrut, 2009, s 24.
[8]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 129.
[9]Ahmad Bakır Alwan Eşşerîfî, Kerbelâ Beyne’l Harbeyn el-Alemiyeteyn (1918 – 1939), Mastır Tezi, Me’hadu’l Târihi’l Arabî ve El-Turâs el-Ilmî Lid- Dirâsâti’l Ulyâ Bağdat, 2004, s 36.
[10]El-Jubouri, a. g. e., C: 1, s 25.
[11]Abdurrezzâk Abd Edderrâjî, Cafer Ebu Temen ve Devruhu F’ı’l Hareketi’l Vataniyyeti Fî’l Irâk, Mastır Tezi, Bağdat, 1978, s 40.
[12]Eşşerîfî, a. g. e., s 36.
[13]Abd el- Halim Errahîmî, Târihu’l Hareketi’l İslâmiyyeti Fî’l Irâk; El-Cezûru’l Fikrî ve el-Vâkı’i’l Târîhî
1900- 1924, Birinci Baskı, El-Dâru’l Âlemiyyetü Lit- Tıbâ’ati ve el-Neşri, Beyrut, 1985, s167.
[14]El-Jubouri, a. g. e., C: 1, s 25.
[15]Edderrâjî, a. g. e., C: 4, s 41.
[16]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 104.
[17]Muhammed Tahir el- Omari El-Muslli, Târihu Mukadderâti’l Irâk es- Siyasiyyeti, Cilt: 1, El-Matba’atu’l Asrıyyetü, Bağdat, 1925, s 59.
[18]In’âm Mehdi Ali Esselmân, Hükmü Khazâl el- Ke’abî Fî’l Ehvâz 1897 – 1925, Mektebetü Dârü’l Kindî, Bağdat, s 50.
[19]Hamid Hamad Essa’adûn, İmâretu el- Müntefik ve Eserühâ Fî Târîhi’l Irak ve’l Mıntıkati’l İklîmiyyeti 1546 – 1918, Birinci baskı, Dâr Vâil Lin-Neşr, Ammân, 1999, s 251.
[20]Esselmân, a. g. e., s 72.
[21]El-Muslli, a. g. e., C: 1, s 99.
[22]Şii Merciler il ulemanın konumu ve Şia’daki taklit olgusu hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Ziya Abbas, Irak’ta Şii Merciliğinin Siyasi Rolü, Önsöz Yayınlar, 2013, İstanbul.
[23]Ennefisî, a. g. e., s 81.
[24]El-Jubouri, a. g. e., C: 1, s 22 ; El-verdi, a. g. e., C: 4, s 127.
[25]Eşşerîfî, a. g. e., s 34.
[26]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 128.
[27]Fetvaların metinlerinin detayı için bakınız: El-Jubouri, a. g. e., C: 1, s 23-190
[28]eşşerîfî, a. g. e., s 34.
[29]Abdurrezzâk, a. g. e., s 177.
[30]Âlâi Abdu’l Jabbâr Kâzım El-Kerîtî, Mevkıfi’l Fieti’l Müsakkafti Fî Kerbelâi Min El-Tatavvurâti’s Siyâsiyeti
Fî’l Irâk 1908 – 1932, Mastır Tezi, Modern ve Çağdaş Tarih Bölümü, Edebiyat Fakültesi, Küfe Üniversitesi, Küfe, 2007, s 98.
[31]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 129.
[32]El-Muslli, a. g. e., C:1, s 90.
[33]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 130.
[34]Mâlik, a. g. e., s 277.
[35]El-Jubouri, a. g. e., C:1, s 192.
[36]El-Jubouri, a. g. e., C:1, s 72.
[37]El-Jubouri, a. g. e., C:1, s 80- 88.
[38]El-Jubouri, a. e., C: 1, s 91.
[39]El-Jubouri, a. e., C: 1, s 102.
[40]El-Jubouri, a. e., C: 1, s 52.
[41]Errahîmî, a. g. e., s 168.
[42]Esselmân, a. g. e., s 74.
[43]Mâlik, a. g. e., s 283.
[44]El-Jubouri, a. g. e., C: 1, s 170.
[45]Ennefisî, a. g. e., s 86.
[46]Errahîmî, a. g. e., s 169.
[47]Mâlik, a. g. e., s 284.
[48]Errahîmî, a. g. e., s 170.
[49]Cemil Mûsa El-Neccâr, El-Necefü’l Eşref ; Havâdis ve Meşâhid ve mevâkıf siyasiyye 1508 – 1916, Birinci
Baskı, Matba’atu’r Râfidîn, Beyrut, 2005, s 191.
[50]El-Muslli, a. g. e., C: 1, s 106.
[51]Mâlik, a. g. e., s 285.
[52]El-Muslli, a. g. e., C: 1, s 106.
[53]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 148.
[54]Ennefisî, a. g. e., s 90.
[55]El-Jubouri, a. g. e., C: 1, s 106 – 108.
[56]Enneccâr, a. g. e., s 194.
[57]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s. 142.
[58]El-Muslli, a. g. e., C: 1, s 108.
[59]El-Azzâwi, a. g. e., C: 8, s 351.
[60]Enneccâr, a. g. e., s 196.
[61]Ennefisî, a. g. e., s 91.
[62]El-Azzâwi, a. g. e., C: 8, s 34
[63]Errahîmî, a. g. e., s 174.
[64]Mâlik, a. g. e., s. 304.
[65]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 190.
[66]Ennefisî, a. g. e., s 90.
[67]eşşerîfî, a. g. e., s 39.
[68]El-Azzâwi, a. g. e., C: 8, s 351.
[69]El-Azzâwi, a. g. e., C: 8, s 343.
[70]El-Verdi, a. g. e., C: 4, s 291.
[71]Errahîmî, a. g. e., s 176.