GELİBOLU’YU ANLAMAK

Eğitimli Neslin Birinci Dünya Savaşı ile İmtihanı ( Dr. Nuri Güçtekin )

 I. Dünya Savaşı’nın Osmanlı eğitim sistemi üzerindeki etkisinin çok yıkıcı olduğu ifade edilmesine rağmen bu konu hakkında yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Şimdiye kadar ifade edilen birçok söylem bu nedenle bir anlamda belgelerden çok sözlü anlatımlara dayanmaktadır. Bu çalışma ile bu eksikliğin kapatılarak, bu alanda kaynak bir eser ortaya çıkarmak ve böylece bu alanda ki boşluğun doldurulması hedeflenmiştir. Bu çalışmada; Osmanlı Devleti’nin savaşa girerken, savaş süreci ve savaş sonrası yüksek ve orta eğitim kurumları ile öğretmen okullarının eğitim ve askerlik durumları ele alınmıştır. Bu yöntem; eğitimli neslin ve eğitim kurumlarının bu süreçte her yönüyle değerlendirilebilmesi ve savaşın bu kurumlara olan etkisini net olarak görmemize imkân sağlamıştır.

Genel olarak öğrenci ve öğretmenler askerlik haricinde tutulmuştur. Ancak bu dönemde, ortaya çıkan olağanüstü şartlar dolayısıyla öğretmen ve öğrenciler tam ve kısa dönem askere alınmak zorunda kalınmıştır. Zira I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun en fazla ihtiyaç duyduğu askeri sınıf subaylardır. Subaylar içerisinde en fazla eksiklikte küçük rütbeli subaylardı. Eğitimsiz askerlerden subay tayin etmek veya yetiştirmek mümkün olmadığı için eldeki tek kaynak yüksekokul ve lise öğrencileri ile öğretmenlerdi.

Bu süreçte eğitimli nesil; tahsillerinden ve gelecek hayallerinden hatta verebilecek en son şeyleri olan canlarını vatan müdafaası yolunda vermekten çekinmemiştir. Bu süreçte “vatana verdikleri değer kendi hayatlarına verdikleri kıymetten daha fazla olmuştur.”

Bu cansiperane kahramanlık ve fedakârlık devlet nezdinde karşılıksız kalmamıştır. Özellikle eğitimli neslin doğabilecek tüm hak ve mağduriyetleri giderilmesi için gereken tüm kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Az da olsa geri dönebilen öğrencilere, emsallerinin bu süreçte kazanmış olduğu tüm haklar verilmiştir. Birçoğu bir üst sınıfa ya da sınavsız üniversiteye alınmıştır. Osmanlı Devleti tüm imkânsızlıklara rağmen vatan uğrana canlarını ortaya koyan ve askerden dönebilen bu vatan evlatlarına vefa borcunu ödemek için gereken kararları almış ve uygulamaya koymuştur.

Bu çalışma ile; I. Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı Devleti’nin orta ve yüksek eğitimin durumu nasıldı? Bu büyük savaşa katılan liseler hangileriydi? Bu öğrenciler savaşa katıldıklarında kaç yaşındaydı? Bu öğrenciler geri dönebilmiş miydi? I. Dünya Savaşı sürecinde toplam kaybedilen öğretmen ve öğrenci sayısı ne kadardır? Bu kaybın etkisi ve önemi nedir? gibi önemli soruların cevapları belgelere dayalı olarak verilmiştir.

 GİRİŞ

Osmanlı Devleti için büyük bir felaket olan 93 Harbi’nden itibaren İstanbul ve boğazlar üzerindeki tehlike her geçen gün daha da artmıştır. Bunun sebebi Osmanlı iç gelişmelerinden ziyade devletlerarasındaki büyük rekabetin en üst seviyeye gelmesi ve Osmanlı Devleti’ni tehdit eder ölçeğe ulaşmasıdır. Osmanlılar 1912 yılına kadar boğazlar bölgesini korumayı başarmış olmalarına rağmen Balkan Harbi’ndeki mağlubiyet ile İstanbul şehri bile Balkanların küçük düşman devletlerinin karadan tehdidi altına girmiştir. Ancak İkinci Balkan Savaşı sırasında Edirne tekrar kurtarılarak biraz nefes alınabilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin başkentinin bile tehdit altına girmesinin en önemli nedeni dönemin güçlü devletlerinden İngiltere, Almanya, Rusya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın tamamının Osmanlı Devleti aleyhine bir tavır ortaya koymalarıydı. Bu dönemde iki gruba ayrılan bu devletlerin hiçbiri Osmanlı Devleti ile ittifak kurmak niyetini taşımamıştır. 1914 yılı ortalarına kadar İngiltere, Rusya, Fransa İtilaf Devletleri; Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya ise rakip grubu oluşturmuştur. Osmanlı Devleti ancak İtalya’nın tarafsız kalacağını açıklaması üzerine sahnede yer bulabilme imkânına kavuşmuştur.

Almanların müttefike ihtiyacı olduğu bir sırada, yani Temmuz 1914’te Osmanlı Devleti Almanya’ya ittifak yapma teklifi yapmış ve Almanya da kabul etmişti. 2 Ağustos 1914’te İttifak Anlaşması yapılmasına rağmen Osmanlı Devleti Savaşa hemen girmek niyetinde değildi. Tarafsız gibi görünmesine rağmen Osmanlı Devleti savaşa hazırlık yapmaya başlamış, ordu yakın bir savaş için tanzim edilmiştir.

I. Dünya Savaşı’nın daha fiilen başlamasından önce 12 Mayıs 1914 tarihinde yeni bir askerlik kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanuna göre, Osmanlı saltanat ailesi hariç, 18–45 yaşları arasındaki bütün Osmanlı vatandaşları askerlikle yükümlü tutulmuştur. Bunların tamamı bir anda askere alınmayacak, ihtiyaç olduğunda hükümet lüzum gördüğü şekilde silahaltına çağrılacaktır.

Genel olarak öğrenci ve öğretmenler askerlik haricinde tutulmuştur. Ancak bu dönemde, ortaya çıkan olağanüstü şartlar dolayısıyla öğretmen ve öğrenciler tam ve kısa dönem askere alınmak zorunda kalınmıştır. Zira I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun en fazla ihtiyaç duyduğu askeri sınıf subaylardır. Subaylar içerisinde en fazla eksiklikte küçük rütbeli subaylardı. Eğitimsiz askerlerden subay tayin etmek veya yetiştirmek mümkün olmadığı için eldeki tek kaynak yüksekokul ve lise öğrencileri ile öğretmenlerdi.

 

1838’den itibaren Batılı tarzda başlayan örgün eğitim ancak 1869 Maârif Nizamnamesi ile düzenli bir hale getirilmiştir. Bu sistem zamanla oturmuş ve son şeklini alarak II. Meşrutiyet döneminde meyvelerini tam olarak vermeye başladığında Balkan ve I. Dünya Savaşı ile yüzyüze gelinmiştir. Eğitimin Osmanlı taşrasında ciddi atılımlar yapmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan bu büyük savaşın, özellikle orta ve yüksek eğitim kurumlarında eğitim gören ya da mezun olmuş olan küçük subayları ile karşılanması bu eğitim sistemine düşmüştür.

I. Dünya Savaşı’nın eğitim üzerindeki etkisinin çok yıkıcı olduğu ifade edilmesine rağmen bu konu hakkında yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bunun en büyük sebebi, böyle bir çalışmanın çok büyük emek ve zaman gerektirmesinden kaynaklanmaktadır. Bu çalışmanın yapılabilmesi için konunun bir bütün olarak ele alınması ve bütün eğitim kurumların tek tek incelenmesi şarttır. Bu sayede niçin bu çalışmaya “eğitimli Osmanlı neslinin I. Dünya Savaşı’yla imtihanı” başlığı verildiği anlaşılabilir hale gelir. Bu öyle bir imtihandır ki; sadece düşmana karşı değil aynı zamanda tüm imkânsızlıklara karşı verilmiştir.

Çanakkale Cephesi’ne koşan öğrenci ve öğretmenlerin tamamı kendi irade ve istekleri ile gönüllü olarak bu mücadelede yer almıştır. Sadece 1915 yılının Eylül ayında liselerden askere çağrılan 1312/1896 doğumlu olan ve o tarihte yaşları 19 olan gençler bu kutlu zaferi görebilmiştir. Bu nedenle bugünü kadar yapılan 15 yaşında olan 49 kilo olan gençler zorunlu olarak askere alınmıştır söylemleri tamamen tarihi gerçekler dışındadır. Eğer böyle olsa zaten diğer cephelerde savaşacak ne yeterli asker ne de yeterli subay kalmış olurdu.

Çanakkale Savaşı’ndaki büyük insan kaybı sonucu, kademeli olarak liselerde eğitim gören 1313/1897, 1314/1898 ve 1315/1899 askerlik yükümlülüklerini yapmak için askere çağrılmıştır. 1314 ve 1315 doğumluların sene sonu sınavlarının bitmesi beklenmeden silahaltına alınmıştır. Bu yüzden bu tevellütlüler bir anlamda imtihanlarını I. Dünya Savaşı ile vermişlerdir. Eğitim kurumlarından pek bilinmese de 1316/1900 doğumlu öğrenciler dahi 1917 yılında 17 yaşında iken askere alınmışlardır. I. Dünya Savaşı döneminde öğretmen ve öğrenciler sadece Çanakkale de değil bütün cephelerde savaşmışlardır. Büyük bir çoğunluğu geri dönememiş ve şehit olmuşlardır.

 Nasıl mı şehit olmuşlardır. Mülâzım-ı evvel Ahmed Enver Efendi; Kafkas Muharebesi’nde bölüğünün 1/3’ü şehit ve kendisi yaralandığı halde düşman hücumları karşısında asla geri çekilmeyerek ve birçok yaralı zabitin tedavi için geri çekildiği halde kendisi yarasını orada sardırarak muharebeye devam etmiştir. Bu suretle numune-i emsal olacak kahramanlık gösterdikten sonra 1 Ağustos 1916 tarihinde şehit olmuştur. Tabip Kıdemli Yüzbaşı İsmail Hakkı Efendi;1 Eylül 1916 tarihinde Kafkas Cephesi Harbi’nde 2380 rakımlı tepe ve üstünden yapılan taarruzda düşmanın yağdırdığı piyade ve topçu mermileri altında fevkalade fedakârlık ibraz ederek ifayı vazifesi esnasında piyade mermisiyle nâil-i rütbe-i şahadet olmuştur.142. Alayın 3. Tabur Komutanı piyade Yüzbaşı Mehmed Efendi; düşmanın 12 Aralık-21 Aralık 1916 tarihleri arasından geceli gündüzlü icra eylediği bombardımanları sırasında taburunun her mıntıkasını dolaşmış ve zabitan efradına iyi örnek olarak taburunu iyi idare etmiştir.11 Ocak 1917 tarihinde şehit olmuştur.

Bu yaşayan ölülerimiz, mukaddes şehitlerimiz; düşmanla göğüs gögüse saatlerce savaşmıştır. Taburunu cesaretlendirmek için en önde savaşan komutanlar süngü, mitralyöz ya da kurşunla başından göğsünden aldıkları isabetlerle yaralanmış ve büyük çoğunluğu şehit olmuştur. Bu kahramanlar; 4-5 yerinden yaralanmasına rağmen savaşmaya devam etmişler, ellerini, gözlerini, ayaklarını kaybetmesine rağmen son nefesine kadar mücadele etmişlerdir. Bu mücadele azmini doğuran yegâne sebep; “vatana verdikleri değerin kendi hayatlarına vermiş oldukları kıymetten daha fazla olmasıdır.” Asıl görülmesi gereken mesele de budur aslında.

Bu cansiperane fedakârlık, devlet nezdinde karşılıksız kalmamıştır. Özellikle eğitimli neslin doğabilecek tüm hak ve mağduriyetleri giderilmesi için gereken tüm kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Az da olsa geri dönebilen öğrencilere, emsallerinin bu süreçte kazanmış olduğu tüm haklar verilmiştir. Birçoğu bir üst sınıfa ya da sınavsız üniversiteye alınmıştır. Osmanlı Devleti tüm imkânsızlıklara rağmen vatan uğrana canlarını ortaya koyan ve askerden dönebilen bu vatan evlatlarına vefa borcunu ödemek için gereken kararları almış ve uygulamaya koymuştur.

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı içinde savaştığı birçok cephe içinde Çanakkale Cephesi ayrı bir yer tutmaktadır. Bu mücadele daha farklı bir ruh ile verilmiştir. “Çanakkale Ruhu” vatan sevgisiyle; aşk ile iman ile bilinen tüm mukaddes değerleri koruma adına malını, canını ve her şeyin ortaya koyulması ile ortaya çıkmıştır. Bunun dışında şehitlik rütbesine ulaşma hayali dışında hiçbir karşılık beklenmemesi halidir. Bunu yapabilirsen bunun adı “Çanakkale ruhu” olabilir.

Bir ülkenin değeri onun üzerinde yaşayanlardan çok, onu vatan olmasını sağlayanların çokluğundan ileri gelir. Bizler bu açıdan çok şanslıyız. Bu topraklara değer katan, bu toprakları toprak yapan her karış toprağında milyonlarca kilometre taşlarına sahibiz. Bu açıdan bakıldığında ülkenin kalbinin attığı yerde Çanakkale’dir… Neden mi? Hiçbir ülkenin sahip olmayacağı en büyük zenginliği ifade ettiği için… O gün olduğu gibi, insanlık tarihi boyunca bir daha hiçbir mücadelenin bu kadar birleştirici olamayacağı için. Filistin’den Kudüs’e Halep’ten Şam’a Bağdat’tan Kafkasya’ya Diyarbakır’dan İran’a Mısır’dan Tunus’a Edirne’den Bosna’ya Yunanistan’dan Rodos’a Girit Hanya’dan Konya’ya tüm vatanseverler bir bayrak altında olmuştur. Bu savaşta Ermeni, Rum ve Musevi olarak asker ve komutan olarak Osmanlılar ile beraber savaşan ve bu uğurda canlarını ortaya koyanlarının oranı düşünüldüğü kadar az değildir. Bu açıdan birleştirici unsur; din, renk, millet kavramı değil, vatan sevgisi olmuştur. Vatan evlatları her yerden gönüllü olarak ülkenin ihtiyacı olduğunda gelmişler ve onun yanında olmuşlardır. Şimdi de koyun koyuna yatarak artık hepsi bizlerin evlatları olmuştur.

O gün müdafaa-i vatan için; hayallerini, tahsillerini, eşlerini, tüm sevdiklerini ve her şeylerini bırakarak geri dönmemek için çıktıkları bu yolda ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Bu kutlu kahramanlara selam olsun. Ruhları şâd olsun…

 

8.935 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir