Çanakkale Muharebelerinin 100.yılı münasebeti ile son bir sene içinde çok sayıda film yapıldı. Gördüğüm kadarıyla da yenileri yapılmaya devam edecek. Geçen hafta bir dostumun haberdar etmesi ile bir yenisinin daha çekilmiş olduğunu öğrendim. Söz konusu dostum Perşembe akşamı aradı, “Bu akşam TRT yapımı ‘Seddülbahir 32 Saat’ isimli diziyi izleyecek misin?” diye sordu ve cevap vermeden devam etti, “Eleştirini bekliyorum.” O akşam adı geçen dizinin sadece fragmanını görmüştüm. Fragmanda bile göze çarpan çok sayıda hatanın varlığı canımı sıkmış ve söz konusu diziyi o akşam seyretmemiştim.
Fakat birkaç gün sonra dayanamayıp internet üzerinden seyretmeye karar verdim.
Birkaç sene evvel yapımcı bir arkadaşım, Çanakkale Muharebeleri üzerine iddiâlı bir film çekileceğini, bu konuda benimle görüşmek istediklerini söyledi. Kabul ettim ve görüştük. Filmin konusunu dinledim. Sorularımı sordum. Böyle bir filmin Çanakkale gerçeği ile alâkasının olmadığını söylediğimde şöyle bir cevap aldım “Ben kendi Çanakkale mi çekmek istiyorum!”
Yabancılar gerçek mezarlıklarında tören yaparken şehitlerimizi sembolik şehitlikte anan bizler, Çanakkale’yi menkıbelerle anlatan tarihçi(!) şovmenlerimiz, netice olarak; her dünya görüşünün kendi Çanakkalesinin olduğu müddetçe bu cevapta kaçınılmazdı.
Kendi imkânları ile bir şeyler yapmağa çalışan yapımcıları ayrı tutuyorum. Şimdiye kadar o projelerle ilgili hiçbir eleştiri yapmadım, yapmam da. Ancak, bu milletin vergileri ile kurulmuş, milli(!) olarak baktığımız bir kurumun finansmanıyla yapılmış her Çanakkale projesini takip edeceğimi daha önceden de belirtmiş ve bu konuda birkaç eleştiri yazısı da yazmıştım. Bu eleştirilerin siyasi kaygıdan uzak, sadece orada yatan şehitlerimiz ve ötekileştirip ölene kadar arayıp sormadığımız gâzilerin aziz hatıralarına hürmeten olduğunu da vurgulamıştım. Maksadım, bunları yaparken arı kovanına çomak sokmak da değildi elbette. Vergilerimizle yayın yapan ve yayın politikası itbariyle ciddî olmasını beklediğimiz TRT’nin, konumuyla paralel bir hassasiyete ve ciddiyete sahip olmasıydı.
Şimdi gelelim Seddülbahir 32 Saat isimli diziye…
TRT sitesinde dizi ile ilgili bilgi şöyle:
“Çanakkale’ de 5 ayrı lokasyonda kurulan film setinde çok sayıda figüran görev aldı. 750 adet kostüm dikildi. 750 adet silah ve 16 adet top yapıldı. Tabya ve siperlerin yeniden tasarlandığı yapım süreci yaklaşık 8 ay sürdü. Çekimleri 4 ay da tamamlanan Çanakkale Kara savaşlarının başladığı ilk gün olan 25 Nisan sabahı, Binbaşı Mahmut Sabri komutasında ki 1050 kişilik Türk birliklerinin 32 saatlik direnişini anlatıyor”
Dizinin tanıtım yazısından; prodüksiyona büyük emek verildiği ve epeyce masraf edildiği anlaşılıyordu. Pekiî bunca emek ve harcanan paraya rağmen söz konusu dizide ne yanlışlar yapılmıştı?
-
Çadıra giren doktorun boynundaki steteskop 1926 tarihinden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Dönemle alâkası bulunmamaktadır.
-
Sıhhiye sırt çantaları şeklen bozuk, üzerindeki kırmızı hilâlin kimisi sağa, kimisi aşağıya bakıyor.
-
Çadır içerisinde hemşirelerin ne işi var!? Hadi çadıra soktunuz, rahibe benzeri kıyafetleri nereden uydurdunuz. Hâlbuki gerek doktorların, gerekse hemşirelerin kıyafet şekli belirlenmiş, hattâ bununla ilgili bir kitapçık bile bastırılmıştı. Dizideki gibi göğsüne ve baş kısmına hilâl koymak da nereden çıktı? Sol kollarında hilâl pazubandı takılırdı. Kollarda dirseklere kadardır. Uzun olmaz. Doktorun üzerindeki beyaz önlük ve asker kıyâfeti yakalı ve tamamıyla uydurma.
-
Subay ve asker kıyâfetlerinin tamamı cepli Alman modeli. Muhtelif fotoğraflarda bu kıyâfetleri görürsünüz. Ancak Türk asker ve subay kıyâfetlerinde cep yoktur.
-
Subay ve askerlerin kemer tokaları, hiçbir dönem kullanılmamış, tarif edemeyeceğim bir şekilsizlikte.
-
Subayın sağ omzundan gelip kemerinin sol tarafına bağlanan kayış hiçbir anlam veremedim. 1. Dünya Savaşı’nda Sir Ian Hamilton’ un fotoğrafı mı size fikir verdi? Biz bu kemeri İstiklâl Savaşı’ndan sonra kullandık.
- Bu arada çıkarma yapan İngilizlerin şapkalarına bakıldığında hepsinin subay olduğu anlaşılıyor!
-
Bataryalar ise tam bir müsâmere sahnesi… O toplar ne öyle? Bir sahnede tek elle alınan 24’lük olması gereken top mermileri 18’lik. Toplarda ne ateşleme mekanizması ne de kama var.
-
Cephede mezar taşı ustaları vardı da biz mi bilmiyoruz?
-
Kara muharebeleri başlamamış, subayımızda harp madalyası var. Onu da ne olduğu belli olmayan diğer madalya gibi gelişi güzel takmış. Harp madalyası sağ göğüs altına takılır.
-
Türk askerlerinin tüfekleri ve ucunda sallanan süngülerin o dönemle bir alâkası yok.
-
Türk askerinin kütüklükleri de İngilizlerin kütüklükleri de yanlış. Bazı sahnelerde İngiliz kütüklüklerinde deri benzetmesi sentetik kütüklükler kullanılmış. Palaska kayışları da öyle.
-
Muhtemelen Türk asker postallarıyla, İngilizlerinki ucuza kotarılsın diye aynı yapılmış. Hâlbuki, İngiliz postalları açık kahve rengidir. Plastik tabanlı botlar kullanılmış, sahnelerin bir çoğunda altı görünüyor. Kabala dediğimiz çiviler ve topuklarında nal olması gerekirdi.
-
Gönüllü olarak askere yazılanlar var. Beyler, seferberlik ilan edildiğinde 18-45 yaş arası herkes askere alınıyor zaten. Gönüllülük, Osmanlı tebâsı olmayanlar içindir. Kayıtlarda da Bursa’dan Osmanlı tebâsı olmayan Kafkas kökenli gönüllülerin katıldığını biliyoruz.
-
Karargâhta Türk subayları Enver Paşa’ya hakâret ediyor. Almanlarla bizi savaşa sürüklediğinden bahsediyor. Bu ilkokul bilgisinin, TRT gibi ciddî(!) bir kanalda, tarih bilgisinden mahrum, tarafgir senaristlerin, Enver Paşa düşmalığı yapmasını tarihçilere bırakıyorum.
-
Seferberlikte askere alınanların asker kıyafetleri birliklerinde verilir. Dün de öyleydi bugün de. Köyde asker kıyafeti giyip direk cepheye gönderilmezler.
-
Liman von Sanders’la Cevat Paşa’nın bu ya da benzeri bir diyaloğu söz konusu değildir. Dizinin senaristinin Liman Paşa’yı Cevat Paşa’ya i tokatlatmadığı kalmış. Ast ve üst arasında böyle bir diyalog söz konusu dahi olamaz. Ayrıca Cevat Paşa Müstahkem Mevki komutanıdır. Yarımada’nın düşman kara birliklerine karşı nasıl savunulacağı hususu direkt kendisi ile ilgili bir konu değidir.Ve zaten Müstahkem Mevki de direkt Başkomutanlığa bağlıdır.
-
Ordu karargâhındaki toplantıya, 26. Alay 3. Tabur komutanı Mahmud Sabri Bey de girmiş. O düzeydeki bir toplantıda tabur komutanının ne işi olur?
-
Dizide geçen bir diyalogta, avcı hendeği kazan ve tel örgü çeken asker komutanına, düşmana açık hedef olmamak için bu işleri gece yaptıklarını anlatıyor ve dizinin bir sahnesinde bu durum da gösteriliyor (Düşman torpidobotlarından açılacak bir ateşe maruz kalmamak ve düşman projektörlerine yakalanmamak için ayağa kalkmadan çalışan askerler). Fakat gündüz sahildeki sahnelerde herkes gemilerin açıkça görüldüğü siper ve hendek önlerinde elini kolunu sallayarak geziyor, hattâ çıkartma günü sabahı cemaatle sahilin dibinde namaz kılıyor.
-
3. Tabur komutanı Mahmud Sabri Bey ve efradının 18 Mart Boğaz Muharebelerinde kıyıdaki bataryaların başında ne işi var?
-
Mahmut Sabri Bey, Müstahkem Mevki Komutanın karargâhında ne toplantısına katılıyor? Ne Mahmud Sabri Bey ne onun üstleri olan 26. Alay Komutanı Hafız Kadri Bey ve ne de 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey Müstahkem Mevki’nin emrinde değiller.
-
Cevat Paşa’nın huzurundaki toplantıda bir subay, “Liman Paşa bu coğrafyayı ve Osmanlı askeri ne tanır” diyerek öfkeyle nutuk atıyor ve Liman von Sanders’ın 5. Ordu’nun başına getirilmesini eleştiriyor. Liman von Sanders söz konusu tarihten bir seneden ziyâde bir zamandan beri Türkiye’de kara ordumuzun ıslahı için gelen heyetin başındadır. “Osmanlı askerini ne tanır” diye öfke kusulan kişi, ordumuzun ıslahı için vazîfelendirilmiş bir subay. Orduyu ıslah edebilir, fakat ona komutanlık edemez!
-
Dizide geçen bir diyalogta (25 Nisan’dan önce geçiyor bu diyalog), düşmanın Çanakkale’ye çok sayıda asker çıkartmak üzere olduğu ile beraber Van’ın Ruslar tarafından işgal edildiği anlatılıyor. Hâlbuki Ruslar Van’ı 18 Mayıs 1915 tarihinde işgal ettiler. Yani neredeyse bir ay sonra.
Kısacası ilk bölümde göze batan hatalar bunlar.
Maksadım hata aramak, hata bulup eleştirmek değil. Çanakkale Muharebeleri gibi, tarihin gördüğü en büyük savunma muharebesinin doğru bir şekilde anlatılmasıdır. Steven Spielberg’ in 1998 de çektiği ve dünya sinema tarihinin en başarılı filmleri arasında gösterilen “Er Ryan’ı Kurtarmak” 70 milyon dolar bütçeyle çekildi. Hasılatı 481.840.909 milyon dolar. Filmin ilk 20 dakikasındaki Normandiya Çıkarması sahnelerinin, dünya sinema tarihindeki yeri ayrıdır. Film eleştirmenleri bu sahneleri aşırı gerçekçi olarak nitelendirmiştir.
Diyeceksiniz ki, bu bütçeyle biz de güzel film çekeriz. Ben de diyorum ki; siz bu kafayla değil bu filmi, hepiniz bir araya gelseniz, bu bütçenin iki katını da alsanız Er Ryan’ ın ilk 20 dakikasını çekemezsiniz.
Yukarıda film sahneleri, yönetmenin hataları vs. girmediğimi göreceksiniz. Size para ödenmiş ve demişler ki; dönem silahlarının, kostümlerinin aynısını yapın. Yanlış yapmanın bütçeyle ne alâkası var? Kumaşı doğru kesememişken, silah kalıplarının doğrusunu kullanmamışsan, doğru danışman seçememişsen, yapılanları kontrol edememişsen, işi doğru kişi yerine, yakınına havâle etmişsen, bu işi hangi bütçe olursa olsun yapamayacağın muhakkak. Zorlamayla da ortaya çıkan bu.
26. Alay, 3. Tabur komutanı Binbaşı Mahmut Sabri Bey… Erol Mütercimler’ in “Seddülbâhir Aslanı” olarak nitelendirdiği büyük komutan ve kahraman askerler… Yukarıda saydığım sebeplerden dolayı size “Er Ryan” kadar değer vermedik.
Sizler düşmanla boğuşurken büyük mâkâmı ödül bildiniz . Bizler para karşılığı sizleri değil anlatmak, anlamadık bile.
AFFEDİN!
Seyit Ahmet SILAY
Çanakkale Harp Malzemeleri ve Belgeleri Koleksiyoneri