Çanakkale’de çarpışırken etrafında hep gördüğü ölümlerle , açıktaki cesetlerle sinirleri altüst olan bir Osmanlı askeri rüyasında bir din büyüğünü görür. Bu zat kendisine muharebenin silah ve cephane yapanlar yüzünden uzadığını söyler. Rüyanın etkisiyle sinirleri bozulan asker tüfekçi ustasını kasatura ile boğazlar. Derhal İstanbul’a gönderilerek akıl hastanesine kapatılan asker dönemin nöropsikyatrlarına göre “cibilliyetsiz dejenere” nin bir alt kategorisi olan saf mistisizimden muzdariptir!
Benzeri çarpıcı örneklerle Birinci Dünya Savaşı ve sonrasını bir başka yönüyle ele alan Yücel Yanıkdağ’ın “Millete Deva Olmak , Osmanlı Savaş Esirleri, TIP ve Milliyetçilik ( 1914-1939 )” adlı çalışması; 1. Dünya Savaşı ve sonrasında Osmanlı esirlerinin günlük yaşamlarını inceliyor, anılarından ve kamplarda çıkardıkları gazetelerden ülkelerinin geleceğine yönelik düşüncelerinin izini sürüyor. Ülkenin meşhur Nöropsikyatristlerince dönemin tıbbına uygun olarak askerleri, esirleri ve sağlıklı bir nasıl değerlendirildiklerini, savaş sonrası ülkenin geleceğine yönelik (yazarın deyişiyle) biyo-politika belirlenmesi için çabalarını inceliyor. Bu haliyle ilk bakışta birbirinden farklı görünen konuları etkileyici bir şekilde harmanlayarak okuyucuya sunan “Millet’e Deva Olmak” Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında esirler ve nöropsikyatri doktorları üzerinden TIP ve Milliyetçilik ilişkisini sorgulayan benzersiz bir kaynak.
Osmanlı nöropsikyatrlarının Avrupalı meslektaşları gibi savaşın bizatihi kendisinin ruhsal bozukluklara değil, varolan potansiyel durumları açığa çıkarıcı etkisi olduğunu savundular. Psikolojik sorun gibi görünenler ya yobaz ya da mütemârız dı. Yanıkdağ, yukarıda verilen örnekte olduğu gibi Osmanlı Nöropsikyatlarının savaş nevrozuna yol açan durumları görmemezlikten geldiğini belirtiyor. .
Nöropsikyatristler savaştan yeni çıkmış, zihnen ve fiziken sarsılmış yeni cumhuriyeti öjenik bir ırk yetiştirmek için sosyal ve demografik mühendislik projesi için sıkıştırdılar. Okuyucu ülkemizde modern Psikyatri ve Nörolojinin kurucusu kabul edilen sembol isimlerden Dr. Mazhar Osman’ın , Dr. Fahrettin Kerim’in görüşlerinden rahatsızlık duyabilir. Prof. Dr. Mazhar Osman savaş esirleri, savaş nevrotikleri, mütemarızlar kadınlar ve başka gruplar hakkında zalimane ve sert görüşleriyle karşımıza çıkıyor. Öğrencisi ünlü Nöropsikyatristlerden . Dr. Fahrettin Kerim’e göre anne olmayı istemeyen, dışarıda çalışmak isteyen kadınlar hiç evlenmemeliydi. Kıt olan sağlıklı erkek kaynağını “meyvasız” evliliklerle harcamaya gerek yoktu! Yine kendisi bir yatılı okula gitmiş, zeka kudretlerinin geri olduğu öğrencilere eğitim vermenin israf olduğu sonucuna varmıştı! Yanıkdağ, nöropsikyatların milli meclisten sosyal hijyen kanunlarını ( evlilik kanunları, içki yasağı ve intihar haberlerine sansür vs. ) geçirmedeki rolleri siyasal nüfuslarına etki ettiğinin altını çiziyor.
Dejenere çocukların dünyaya gelmesine yol açacağı gerekçesiyle , hastanın bilgisi ve onayı yapılmadan kısırlaştırma işlemleri negatif öjeniden başka bir şey değildir. Ülke nüfusunun üçte birinden fazlasının dejenere olabileceği ve bu sorunu tıbbi yollarla halletmek gerektiği teorisi savaşın bitiminden sonra uzun süre revaçta kaldı. Konunun tartışıldığı tıbbi kongrelerden , tartışmalardan örneklerle Yanıkdağ’ın en önemli saptamalarından bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti’nde negatif öjeninin uygulandığını iddia etmesi. ( s. 287 )
Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı eseri Cihan Harbi sonrasının kaotik koşulları içerisinde hem kendi iç hesaplaşmasını hem de memleketin geleceğine yönelik duyulan kaygıları paylaşan bir Osmanlı zabitinin anılarını içerir. Yanıkdağ da diğer “suyu arayanların” izini sürüyor. Kitabın başlangıcında 1. Dünya Savaşı’nın genel olarak arka planına değinen yazar çeşitli kaynakların değerlendirmesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun yaklaşık 250.000’ne yakın esir verdiğini belirtiyor. Çalışmasında esas olarak Rusya’daki ve İngilizlerin Mısır’daki esir kamplarında kalanları esas alan Yanıkdağ, Rusya’daki esaret koşullarının daha ağır olduğunun altını çiziyor. Soğuk, gıdasızlık, tecrit ve ağır kamp koşulları esirlerin karaladığı mısralara bile yansıyordu. Soğuktan ölülerin bile gömüleyip “tahta istifler gibi istiflenmeleri” Amerikalı denetçileri bile şoka uğratmıştı. (s. 33 )
Rusya’da Sibirya kamplarına yük vagonlarında hayvanmış gibi taşınan esirler, ölmüş arkadaşlarının vagonlardan atılışından etkilenmemeleri mümkün değildi. Yanıkdağ, 1917 ortalarına kadar Osmanlı esirlerinin çıkarlarını yeterince kollayacak tarafsız bir ülkenin olmaması nedeniyle , Rusların daha kötü ve dikkatsiz davranma yolunu seçtiklerini belirtiyor. (s. 31)
İngiliz esir kamplarının koşulları ise Ruslarınki ile karşılaştığında nisbeten daha iyiydi. Esirlere daha fazla banyo olanağı sağlanıyordu. Buna karşılık 10.000 ne yakın esir Mısır kamplarında hayatını kaybetti. İngilizlerin Mısır esir kamplarında yaygın olarak görülen Pallegra Hastalığı ve körlüğe yol açan Trahom salgını ( ve İngiliz doktorların hastalıkları değerlendirirken ırkçı, oryantalist yaklaşımları! ) Yanıkdağ’ın kitabının en çarpıcı bölümlerinden birini oluşturuyor. O dönemde nedeni bilinmeyen , B3 vitamini (Niasin ) eksikliğine bağlı olan Pallegra cillte lezyonlar, ishal demans ve sonunda ölümle sonuçlanan bir hastalıktı. Düşük rütbeli Osmanlı esirlerinde görülmesi tamamen diyetle ilgiliydi. İngiliz doktorlar ise esirlerin , esir düşmeden önce bu hastalığa yakalandıklarını iddia edeceklerdi. Keza Trahom salgını da çok sayıda körlük vakasına yol açacaktı. Bu tip hastalıkların tanı ve tedavi sürec, Türk ve İngiliz doktorlar arasında tartışma konusu olmuştu. Yanıkdağ, İngiliz sağlık görevlilerinin kasıtlı olmamakla birlikte oryantalist ve ırkçı yaklaşımlarının kalori açısından yeterli ancak B3 vitamini açısından yetersiz “Avrupalı Olmayan Esir Diyeti”nin Pallegra’ya yol açtığını kabullenmediklerinin altını çiziyor.
Kitabın en önemli bölümlerinden birisi ise esaret hayatının günlük yaşamına uyum sağlama çabaları ile birlikte memleketin içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağına dair önerileri üzerine. Yanıkdağ’ın bu bölümdeki en önemli kaynağı esir kamplarında çıkan gazeteler. Artık kaybedecek bir şeyi olmayan bundan dolayı da (öz)eleştiri konusunda daha serbest, bununla da kalmayıp durumun nasıl düzeleceğine dair önerilerde bulunan yüzlerce isimsiz makaleyi kaynak seçmiş.
Türkiye Cumhuriyeti’nin asker kökenli 2 cumhurbaşkanı Gürsel ve Sunay İngiliz esir kamplarında kalmıştı. Bu konuda hiç konuşmamayı, yazmamayı tercih ettiler. 1. Dünya Savaşı’nda esir düşmek hakkında hiç konuşulmayan , bahsedilmesi istenmeyen bir durumdu. Binlerce esir depresyondan şizofreniye bir çok ruhsal bozuklukla yurda döndü. Osmanlı nöropsikyatrları esaret yaşamının ruhen yıkıcı olabileceğini Cihan harbi bittikten sonra kabule yanaşmışlardı. (s. 233)
Özetle Yücel Yanıkdağ’ın “Millete Deva Olmak- Osmanlı Savaş Esirleri, TIP ve Milliyetçilik ( 1914-1939” adlı çalışması “Suyu Arayan Adamları merkeze alarak Cihan Harbi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ni etkilemiş bugüne kadar çok dile getirilmemiş sorunları çok çarpıcı örneklerle sunan orijinal bir eser.
* Bu Yazı Hashtag Tarih Dergisi Şubat 2015 sayısında yayınlanmış olup editörün izni ile sitemize konulmuştur.