Gerek karadaki hastanelerin gerekse denizdeki hastane gemi veya bu gemilere ve de karada yaralı ve hasta taşıyan ambulans görevi yapan arabalara 1864 Cenevre Sözleşmesine daha sonra yenilenen 1906 Cenevre Sözleşmesi’nin insani prensiplerle ilgili bölümlerinde belirtilen, Kızılhaç ve Kızılay Bayraklarının çekilmesiyle ilgili bölümlerinde belirtilen hükümlerine uygun olarak çekildi, beyaz zemin üzerine kırmızı hilalden oluşan bayrak 6 Temmuz 1906 tarihli Cenevre Sözleşmesindeki hasta ve yaralıların iyileştirilmesine yönelik hükümlerin muhtevasına uygundu. Osmanlı devleti bu hükümlere uyacağını ancak Kızılhaç bayrağı yerine Kızılay Bayrağı çekeceğini bildirdi. Daha sonra bu hükümler 18 Ekim 1907 tarihli Lahey Sözleşmesinde de tekrarlandı bu anlaşmalara göre bu tür sağlık kuruluşlara asla saldırı olmayacak personel ve araçları alıkoymayacaktı.
Fakat savaş içinde bu kurallara uyulmadığı görülmüştür. Savaş sonuna kadar çeşitli hastaneler sargı mahalleri sahra hastaneleri hastane gemileri bombalandığı sıkça rastlanmaktadır.19 tümen kurmay başkanı İzzettin (Çalışlar) 23 Nisan 1915 günü hatıra defterine şu notu düşecektir.
“Öğle üzeri 3 düşman tayyaresi Maydos üzerine 9 bomba atmıştır. Askerden 5 şehit, 9 yaralı, ahaliden (Hristiyan) 10 telef, 9 mecruh (yaralı) olmuştur. Tayyarelere top atışı icra edildiyse de isabet ettirilemedi.”[1]
Çanakkale-Seyyar Bir Hastaneye Atılan Top Mermisi
Muharebe gemileri, hastaneleri veya yaralıları taşıyan askerlerle araçları bombalamakta tereddüt etmiyorlardı. Nitekim, bu gemiler, 1 Mayıs 1915’te Eceabat’ta 2.500 yaralıyı barındırmakta olan hastaneyi topa tutarak yıkmış ve içlerindeki 2 İngiliz tutsak ağır yaralı er de, dahil olmak üzere, pek çoğunun ölümüne neden olmuşlardı.
Çanakkale seyyar bir hastaneye atılan top mermisi.
Çanakkale’de Türkler Tarafından Tedavi Edilen İngiliz Esirler
Uluslararası anlaşmalara rağmen özellikle savaş bölgesinde (Çanakkale’de) birçok yer uluslararası anlaşmalara aykırı bir şekilde bombalanmıştır. “Maydos (günümüz Eceabat) hastanesi düşman bombardımanıyla yanıp maamafif (bununla beraber) 50 zabit ve 2500 mecruh (yaralı) ihtiraktan (tutuşup yanmadan) evvel kurtarılmaya muvaffak olunduğu gibi bir kısmının Kilitbahir tarikiyle (yoluyla) Kale-i Sultaniye’ye (Çanakkale’ye) alındığı ve maa-t-teessüf (ne yazık ki) kalmaya gayr-i muktedir bazı mecruhların (yaralıların) yandıkları ve bil-cümle kuyudat (resmi evraklar) ile malzemenin zıy’a (yitirilme) uğradığı…” kayıtlara geçmiştir. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Erkekler Merkezi 30 Nisan 1915 tarihinde Dersaadet (İstanbul) Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne gönderdiği yazıda Eceabat’a yapılan bombardımandan ve bunun sonuçlarından bahsetmiştir. Dün düşman, derununda (içinde) binlerce masum biçareganın iskan edildiği Maydos (Eceabat) kasabasının Muarız (Saroz) körfezinden şiddetli bombardıman edildiği ve ilk güllelerin Hilal-i Ahmer bayrağı hamil (taşıyan) hastane-i askeriye (askeri hastaneye) sükut eyleyerek (düşerek) yüzlerce biçaregan mecruhin (yaralı) ile henüz adetleri malum olamayan (sayıları bilinmeyen) ve fakat yüzlere belağ (erişen) olduğu tahmin edilen çoluk çocuğun vefatına sebebiyet vermiştir. Hastane mevkii şehrin garp (batı) istikametinde ve haric-i şehirde (şehir dışında) bulunmasına nazaran düşmanın bu hareketi kasten ihtiyar eylemiş (seçmiş) safvet-i medeniye ile (medeniyetle) gayr-i kabil tevfik (uygun olmayan) ve … hunhuraneden (zalimlikten) ibaret olmağla bura Hilal-i Ahmer, teşebbüsat-ı mezkure-i gaddaraneyi (gaddar teşebbüsü) protesto eylemek üzere ve ….-i nezaretpenahilerine müracaatı medar-ı iftihar bulur… diyerek hastanenin kasten bombalandığından bunun protesto edilmesini istemiştir.
2 Mayıs 1915: İkdam gazetesindeki “Mühim Haberler” kısmında, İngilizlerin Çanakkale”ye son saldırı sırasında 2 liva generali kaybettikleri bildirilmektedir. “Kahramanlarımızın Mukavemeti Deliranesi” başlıklı yazıda, (Kale 17 nisan) düşmanın hiçbir ilerleme kaydedemediği, sahilde durmaya çalıştığı kaydedilerek, bugün Seddülbahir’de mavna ile kaçan düşmanın birçoğunun batırıldığı, korumaya çalışan düşman gemilerinin isabet alarak çekilmek zorunda kaldıkları ve bir uçağımızın birçok defa düşman gemilerini bombaladığı belirtilmektedir. “Düşman Tayyarelerinin Alçakça Tecavüzü” başlıklı yazıda, düşman uçaklarının Maydos üzerinde uçarak şehri ve bil hassa Hilali Ahmer işaretli hastaneyi bombaladığı bildirilmektedir.
Çanakkale’de Türkler Tarafından Tedavi Edilen İngiliz Esirler.
Çanakkale-Bombalanan Bir Hastanenin İç Tahribatından Bir Örnek[2]
3 Temmuz 1915: İkdam gazetesindeki Tebliği Resrni’de Anburnu”nda 18 haziranda birçok nakliye gemisinin yaralı taşıdığı, üzerlerinde hastane gemisi işareti olmamasına rağmen bunlara ateş açılmadığı,
7 Temmuz 1915: İkdam gazetesindeki Tebliği Resmi”de siper muharebelerinin bizim lehimize geliştiği, Anadolu bataryalarımızın ateşlerinin Seddülbahir’deki düşman ordugahlarında yangına sebep olduğu, uçaklarımızın düşman kıtaatını başarıyla bombaladığı, bir düşman monitörünün hastane gemisini kendine siper edinerek kara mevzilerimize ateş açtığı bildirilmektedir.
8 Temmuz 1915: İkdam “Düşmanların Küçüklüğü” başlıklı yazıda, dünkü hastane gemisi arkasına saklanıp ateş açan düşman monitöründen bahisle, düşmanın Türklerin şefkat ve alicenaplığından istifade edecek derecede alçalıp küçüldükleri ifade edilmektedir.
Çanakkale’de bombalanan bir hastanenin iç tahribatından bir örnek.
27 Temmuz 1915: İkdam akşam üstü düşman uçaklarının Hilal-i Ahmer Halil Paşa hastanesini hastane işareti görüldüğü halde bombaladıkları bildirilmektedir. “
5 Ağustos 1915: İkdam bir düşman uçağının Kumkale’nin güneyindeki Ezine hastanesini bombalayıp bir yaralınıp ölümüne yol açtığı bildirilmektedir. “Düşmanların ahd-şkenliği” başlıklı habere göre, (Berlin 3 Ağustos) bir Alman gazetesi Osmanlı hükumetinin müttefikleri Kızılhaç gemilerini kendilerine kalkan etmek ve Kızılay gemilerini vurmakla suçlayıp ABD vasıtasıyla protesto ettiğini, İngiltere’nin de hastane gemilerini asker naklinde kullandığında bunları vurmak zorunda kaldığını söylemektedir. Gazete bunu yalanlamakta ve böyle bir şey olsa ABD’nin bundan haberi olacağını belirtmektedir.
6 Ağustos 1915: İkdam Kilitbahir civarında etrafı Hilal-i Ahmer bayraklarıyla çevrili olmasına rağmen bir hastanemizin düşman uçaklarınca bombalandığı, 4 yaralının şehit olup, 14 kişinin yaralandığı bildirilmektedir.
12 Ağustos: İkdam Galata koyundaki Hilal-i Ahmer işaretli bir hastanemize bir düşman uçağının bomba attığı ve bir askerimizin ölümüyle üçünün de yaralanmasına sebep olduğu bildirilmektedir.
15 Ağustos 1915: İkdam düşman uçaklarının 31 Temmuz sabahı ve akşamı Hilal-ı Ahmer işaretli hastanelerimize 12 bomba atıp 3 askerimizin yeniden yaralanmasına sebep olduğu bildirilmektedir.
21 Eylül 1915: ikdam bir düşman uçağının Değirmenburnu önündeki hastane gemimize bomba attığı, düşmanın hastane gemilerini asker sevki ve direklerinde gözetleme eri bulundurarak suistimal ettiği bildirilmektedir.
24 Eylül 1915: İkdam bir düşman uçağının 8 Eylülde Çanakkale’de askeri merkez hastanesine işaretli olduğu halde bomba attığı fakat bir hasar veremediği bildirilmektedir.
Bunun gibi birçok bombalanma vakası bulunmaktadır. Burada hepsini dile getirmek yerine Türk askerlerinin bu durum karşısında yaptıkları bizleri şaşırtmaktadır. 24 Eylül İkdam gazetesinde çıkan bir haberde şu satırlar yer alıyordu.
“Türkler Mertcesine Harbediyorlar” başlıklı haberde, Londra’da neşredilen Şarkı Karib adlı risalenin Mısır”daki muhabiri oraya gelen müttefik asker lerinin ittifakla Türklerin kahramanlık, besalet, cesaret ve insanlığından bahsettiklerini bildirmektedir. Bu askerlerin anlattıkları olaylar da bunu teyid etmektedir. Birisi yaralı ve ölüler için akdedilen mütarekede tarafların birbirleri ile musafaha etmeleri ve düşmana ait olan bir şeyi yanlışlıkla alan Türk askerini subayının azarlayıp eşyayı iade ettirmesi, diğeri de düşman hastanesi yakınına düşen bir top mermisinden üzülen Türk kumandanının özür mesajı yollamasıdır.
Sydney Moseley Türklerin bu şekilde davranmasından ötürü Türk askerlerinin merhametli olduğundan bahsetmektedir. “Türkler bu konuda oldukça iyi bir oyun oynamıştır. Örneğin askerlerimizden bir kısmı suya gittikleri zaman genellikle vuruluyorlardı. ( subayın kasdı avcı askerlerdir) fakat bu yerlerdeki sağlık memurları fütursuzca gezebiliyorlardı. Ve bazıları siperlerde yaralıları tedavi edebiliyorlardı. Fakat kendisini göstermeye cesaret eden askerler anında vuruluyor. Bir aptal askerimiz kalbinden, diğer biri de omzundan yaralandı. Bununla birlikte bu avcıyı yok etmek gereği ortaya çıktı. Ve görevi yerine getirmeye bir doktor üstlendi. Doktor hareket etmeye girişir girişmez vurulup yaralandı. Fakat yaralının doktor olduğunu anlayan avcı ikinci kez ateş etmedi. Ve öylelikle görevini hakkıyla yaptı diyordu.”[3]
Bombardımanlara iki doktorumuz da şahit olmuştur. Bunlardan biri Eceabat hastanesi doktorlarından Yüzbaşı Operatör Doktor Ömer Vasfi ve diğeri Gelibolu hastanesi doktorlarından Talha Yusuf Beydir. Ömer Vasfi bey Eceabat Bombardımanını şöyle anlatıyor:
“Çanakkale Savaşı’nda Mükellef (Yükümlü) Yüzbaşı Operatör Doktor Ömer Vasfi: Eceabat, Harekât Merkezi olması sebebiyle, şehrin küçük hastanesi de birdenbire ehemmiyet kazanmış ve tamamen askerî idare altına alınarak organize edilmişti. Vazifem, 9’uncu Tümenin Seyyar Hastanesi operatörlüğüydü. Fakat geçici olarak Çanakkale Merkez Hastanesinde çalıştırılıyordum. Harbin fiilen başlaması üzerine beni de derhâl Eceabat hastanesine gönderdiler. Hastanede, istihkâm cephaneliklerinin patlamasıyla meydana gelen elli kadar ağır yaralı ile karşılaştım. Balkan Harbi’nde merhum operatör Cemil Paşa’nın yanında çalışmış bulunduğum için şaşırmadan işe koyuldum. Bombalar Patlamaya Başladı: Bir gün öğleden sonra uçaklar gene dolaşmaya başladılar. Asker ve ahali normal olarak seyre dalmıştı. Birdenbire, şehirde o ana kadar seslerini işitmediğimiz müthiş gürültülerle bombalar patlamaya başladı. Şehirde yanan ve yıkılan evlerden feryat yükseliyor, sokaklarda parçalanmış cesetler, ağır yaralı çocuk ve kadınlarla erkekler, kanlar içinde yatıyordu. Bu korkunç manzara karşısında, kestirme yollardan dolaşarak hastaneye koştum. Yaralılar gelmeye başlamıştı. Yaralıların çoğu yerli Rum ahalisinden idi. Askerden yaralı ve zayiat pek azdı. Getirilen yaralılar arasında heykel gibi vücudu, göğsüne kadar uzanan kara sakalı ile şehrin metrapoliti de vardı. Bombardımanın ertesi günü Kolordu Kumandanı Esat Paşa ve Sıhhi Müşavir İbrahim Tali, kalabalık bir heyet ile Eceabat’a gelip yaralıları ziyaret ettiler. Metropolit ile Esad paşa, uzun boylu Rumca görüştüler. Metropolit ellerini kaldırarak teşekkür ediyor, Rumca dualar okuyordu. Metropolit ertesi gün öldü. Bombardıman henüz bitmeden bir bölük askerin “Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı” şarkısını söyleyerek şehrin sokaklarından arslanlar gibi geçişleri, en korkakların bile maneviyatını yükseltiyor, gönüllere teselli veriyordu. Böyle korkunç bir zamanda, bu azametli yürüyüşün unutulmaz hatırasını hâlâ yaşamaktayım. Silahsız ve askeri olmayan bir şehre yapılan bu vahşiyane taarruz, protesto edildi. Beş on gün sonra tabiî hâl geri gelir gibi oldu. Olanca öğüt ve ısrarlara rağmen Rum ahali şehri terk etmeyi reddetti. Derken nisan haftasının bir sabahında, düşman kıtaları sahile çıkarılmaya başlanmıştı. İşte bu çıkarma hareketinden bir hafta sonra Eceabat donanma ateşiyle bombardıman edildi. İkinci Bombardıman: Olay özetle şöyle olmuştu: Düşman donanması hergün Arıburnu açıklarından aşırtma atışlarla Nara Burnu, Çanakkale ve Akbaş mevkii arasındaki deniz ulaştırma bölgesini ateş altına alıyordu. Buna karşı Barbaros ve Turgut Reis zırhlılarımız da hastane önündeki sahile yanaşarak, Arıburnu’na aşırtma mermi atıyor ve bir iki salvodan sonra Naraburnu arkasına çekiliyorlardı. Balon ve uçaklarla zırhlılarımızı gören düşman, onları aşırtma mermi yağmuruna tutuyorlardı. Bu ateş karşısında zırhlılarımızı geri çekmekten başka çare kalmıyordu. Yaralı adedi binleri çoktan aşmıştı., aralarında İngilizler, Yeni Zelandalılar ve Avustralyalılar vardı. Hastane çoktan dolduğu gibi, şehir baştan başa hastane olmuş denebilirdi. Şehrin, hertürlü uluslararası işaretleri açıkça görülen hastanenin, bombardıman edileceği hatırımıza gelmiyordu. Fakat bu kanaatımız uzun sürmedi, bir gün mermiler kısa düşmeye başladı. Eceabat endirekt atışla bombardıman ediliyordu. Bu sırada ameliyathanede bir ere ameliyat yapıyordum. Boynundan yaralanan askerin hançeresi tıkanmış, nefes alamıyordu. Ameliyat bitmek üzere iken yakınımızda müthiş gürültü ile bir mermi patlayıverdi. Hastane derhâl yanmaya başlamıştı. Mermi eczaneye düştüğünden o sıralarda tekalüf-i harbiye (harp sırasında toplanan vergi) ile topladığımız çokça alkol de parlamıştı. Yaralıların, personelin feryat ve kaçışları, yangının her tarafa sıçraması karşısında şaşırmış kalmıştım. Kendimi dışarıya zor attım. Manzara korkunçtu; birçok yaralı, aralarında düşman askerleri de olduğu hâlde, hastanenin demir parmaklıklarına takılarak kebap oluyorlardı. Yerlerde sürünerek canlarını kurtarmaya çalışanlar da çoktu. Hastane personeli dağılmıştı. Ne yapabileceğimi düşünürken yanıbaşımda patlayan bir merminin çıkardığı kum sağanağının tesiri ile yere yuvarlandım. Güçlükle ayağa kalkarak şehre doğru koşmaya başladım. Sokaklar asker, kadın, erkek, çocuk, yaralı ve ölüleriyle doluydu. Bu gürültüde sağlık yardımı diye bir şey yoktu.”
Karşımızdaki bu kuvvetler Türk askerinin merhametini her fırsatta kullanmışlardır. Çanakkale’de savaşan daha sonrasında Filistin cephesine de giden Mülazım Mehmet Sinan düşman kuvvetlerinin bu fırsatçılığına – Avrupalının “Truva” sevdasına- bizzat şahit olmuştur.
“Bir aralık arkamdan Ali İhsanın sesini işittim. Yanında yaveri Kurtcebe ile Erkân-ı harb Kenan Bey ve emir zabitleri vardı. Eliyle İngilizlerin sağ gerisinde merkeze yakın bir yerde kurulmuş olan hastane çadırlarını göstererek yüksek sesle bize;
-Topçular su çadırları şimdi ateş altına alınız!., emrini vererek yanımızdan ayrıldı ve cephe boyunca yürüyüşüne devam etmişti.
Bu emri aldıktan sonra yan yana bulunduğum Ragıp Bey’le birbirimizin yüzüne bakıyor ve üzerinde Salîb-i Ahmer dalgalanan hastane çadırları nasıl bombardıman edilir diyorduk, birbirimize istifhamla bakıyorduk. Fakat öyle anlarda kat’î emir geri kalır mı? Hemen beklemeden aldığımız emri yerine getirmek için yedi binden ateş açtık. İlk mermi hedef üzerinde idi. Açıktan yapılan bu endâhatta yan tashîhatını nişancı neferleri yapıyor, edilen grup ateşlerinden çadırın biri parçalanmış bulunuyordu. Ne gariptir ki paralanan bu çadır içinden çığ gibi silahlı harp askeri çıkmasın mı?”[4]
Çanakkale Zaferi’nin; düşmanın bu her türlü azametine rağmen kazanılmasını yine en güzel şekilde tasvir 1. Cihan Harbinin bu en en kanlı muharebesini yaşayıp-gören, Mülazım Mehmet Sinan’ın kıymetli sözleri oluyor: Bununla beraber büyük fedakârlıklar mukabili çıkan bu kuvvetler, yerlerinde çivi gibi çakılıp kalmış ve bundan sonra, beşer havsalasına ve harp fenninin en son teknik çerçevesi içine sığmayan Türk, Çanakkale’nin müdafaasına başlamış bulunmakta idi.
Hem öyle bir müdafaa ki düşman her bakımdan, top, tüfenk, cephane ve her nevi malzeme, ikmal, iaşe, eczâ-i hastane gibi harbin ana kuvvetlerini teşkil eden bütün vasıtalarda bizden üstün!…”Düşman kuvvetlerinin bu üstünlüğü bir yerde psikolojik üstünlüğe dönüşmüşse de Türk askerinin manevi derinliği ve uğruna canını koymak istediği mukaddesatı oldukça fazla idi.[5]