GELİBOLU’YU ANLAMAK

Düşmana Korku Salan Efsanevi İntepe Topçularından Topçu Üsteğmen Mehmet Ali Bey (Muzaffer Albayrak)

Çanakkale muharebelerinde Türk ordusunun eksikliğini çektiği en önemli husus, topçu cephanesinin her zaman az oluşudur herhalde. Hatırat ve günlüklerde sürekli olarak düşman deniz ve kara topçusunun açtığı cehennemî ateşten ve bundan dolayı verilen zayiattan bahsedilerek; kendi topçumuzun buna karşılık verememesinden dolayı duyulan derin üzüntü ve hayıflanmalara rastlanır.

Topçu sınıfı; piyade sınıfına, yaptığı taarruzda en etkili bir yardımcı ve destekçi, savunmada ise piyadenin sırtını dayadığı, himayesine sığındığı unsurdur. Çanakkale’de topçularımız piyadesine destek vermekte ve düşman tarafından ezilmesine engel olmakta ellerinden gelen bütün gayreti göstermelerine rağmen, yetersiz cephane sebebiyle çok defa elleri kolları bağlı kalmıştır. Hatta düşmanın saatlerce sürdürdüğü topçu bombardımanı sırasında, siperlerdeki neferlere moral vermek adına kuru-sıkı manevra mermilerini bile ateşlemişlerdi. Topçulara cephane sayı ile veriliyor ve ne kadar harcayacağı da sıkı sıkıya tenbihleniyordu. Fazla mermi kullanan batarya komutanları hesaba çekiliyordu. Cephanesi biten bataryaların cephe gerisine alındığı görüldüğünden, topçular bir miktar mermiyi her zaman yedekte tutarak cephe gerisine çekilmemek, muharebeden geri kalmamak için taktik geliştiriyorlardı.

Çanakkale kara muharebeleri devam ederken Seddülbahir cephesinde Türk cephesinin karşısında bulunan düşman siperlerine ve Seddülbahir sahilindeki çıkarma iskelelerine yaptığı topçu bombardımanlarıyla Anadolu yakasındaki İntepe topçu bataryaları, Türk piyadesine en fazla yardımcı olan ve düşmana en çok zayiat verdiren topçular olmuştur.

Bu yazımızda Çanakkale muharebelerinde efsane haline gelmiş İntepe topçularından biri olan Üsteğmen Mehmet Ali Bey’i tanıtıp, hatıralarını paylaşacağız. Bu hatıraları 1935 yılında Abidin Daver Cumhuriyet gazetesinde okuyucularına aktarmıştır ve yukarıda anlattığımız Çanakkale topçularının yaşadığı sıkıntıları, çaresizliği bütün çıplaklığı ile aksettirmektedir.

Abidin Daver, gazetecilik mesleğinin yanısıra bilhassa denizcilik ve deniz tarihi üzerine çalışmaları olan, bu konuda uzmanlığı sebebiyle “sivil amiral” olarak isimlendirilen gazeteci-yazardır. Çanakkale Savaşları onun özel ilgi alanıydı. Özelde deniz savaşları, genelde ise Çanakkale muharebelerinin tamamı üzerinde derin bilgisiyle tanınmıştı. Ömrü boyunca Çanakkale muharebelerinin hatırasını yaşatmak üzere her türlü faaliyette öncü olmuştu.

1935 yılında köşe yazarlığı yaptığı Cumhuriyet gazetesinde “Çanakkale’de Süngü Süngüye” başlığı altında Çanakkale kara ve deniz muharebelerini yerli yabancı kaynaklardan ve yazarlardan alıntılar yaparak uzun bir seri halinde okuyucularına aktarmıştı. Bu yazı dizisi devam ederken, Çanakkale’de savaşmış subay ve erlerden gelen mesajları, konu ile ilgili tamamlayıcı bilgileri, fotoğrafları ve en önemlisi Çanakkale’de yaşadıklarını yazıya dökmemiş/dökememiş birkaç subayın hatıralarını da köşesinde nakletmişti.

Abidin Daver’in köşesine taşıdığı Çanakkale hatıralarından birisi, yazımıza konu olan Çanakkale’nin Anadolu yakasında İntepe’de topçu batarya komutanı olarak görev yapmış olan Topçu Üsteğmen Mehmet Ali Bey’in harp hatıralarıdır.

Mehmet Ali Bey, 1935 yılında askerlikten emekli olduktan sonra Mersin’e yerleşmiş ve belediyede mühendis olarak görev yapmaktaydı. Mehmed Ali Bey, Abidin Daver’in yazı dizisine katkı yapmak üzere gönderdiği hatıralarına Balkan Harbi’nde görevli olduğu İşkodra müdafaası günlerinden başlamıştır. Balkan Harbi’nden sonra Edirne’nin Bulgarlardan geri alınışı sırasında Bulgarlardan ele geçirilmiş olan 12’lik muhasara toplarıyla I. Dünya Savaşı başında üç bataryalı bir tabur oluşturulmuştu. Mehmet Ali Bey, bu bataryalardan birini komutanı olarak İstanbul üzerinden vapurla Çanakkale’ye sevk edildi. Oradan Erenköy’deki mıntıka topçu kumandanlığı emrine verildi ve Geyikli civarındaki sahil kısmında görevlendirildi. Burada üçüncü batarya komutanı olarak vazifesi düşman karaya çıkarma yaparsa sahili müdafaa etmekti.

Mehmet Ali Bey, hatıralarını naklederken önemli bir noktayı da izah etmektedir. Kendisi I. Dünya Savaşı bittikten sonra İzmir Karaburun’da görevli iken İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinde yanında yalnız üç erle ve kaması çıkarılmış toplarla kalmıştı. Yunanlıların eline düşmemek için yanında bulunan bütün evrakını ve eşyalarını bırakarak bir kayıkla Foça kıyısına geçmiş ve esir düşmekten kurtulmuştu. Bu yüzden elinde vesika namına bir şey kalmamıştı. Bundan dolayı harp hatıralarını yalnız hatırında kalanlarla yazdığını ifade etmektedir. Aradan geçen 20 yıldan dolayı unuttuğu veya yanlış hatırladığı şeylerden dolayı hoş görülmesini de rica etmektedir. Bu girizgâhtan sonra Çanakkale topçuları arasında efsane haline gelmiş İntepe topçu bataryalarından birinde görev yapan Topçu Üsteğmen Mehmet Ali Bey’in savaş hatıraları başlamaktadır.

Mehmet Ali Bey’in hatıratında dikkat çeken hususlar vardır. Bunların başında topçu cephanesinin eksikliğinin giderilememesi ve Seddülbahir cephesinde bilhassa Boğaz sahiline yakın Fransız siperlerine yapacakları etkili atışlar yaparak düşmana burayı terk ettirememeye esefle parmak basmaktadır. Bu konuda Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığını da eleştirmektedir.

Hakikaten de İntepe mevzilerinin Seddülbahir cephesini net olarak görmesine rağmen bu avantajlı konumdan ne 25 Nisan çıkarmaları esnasında ne de kara muharebelerinin devam ettiği aylar boyunca faydalahıldı. Oysa bir çıkarma yapılacağı bekleniyorken ve bu çıkarmaların yapılacağı muhtemel yerlerden en başta geleni Seddülbahir olacağı hep dile getirilirken neden İntepe mevzilerine menzili müsait, cephanesi bol toplar yerleştirilmedi. Şayet bu tertibat alınmış olsaydı muhtemelen Seddülbahir civarına düşmanın yapacağı çıkarma bu toplar sayesinde başlamadan bitirilmiş olurdu. Bu konuda Mehmet Ali Bey’in Müstahkem Mevki Komutanlığı’na getirmiş olduğu eleştirilerde haklılık payı olduğu görülmektedir.

İşte İntepe topçularından Üçüncü Batarya Komutanı Üsteğmen Mehmet Ali Bey’in Çanakkale muharebeleri hatıraları[1]:

Topçu Zabiti Mehmed Ali’nin Hatıraları

19 Şubat 1915’te başlayan ve 25 Şubat’ta Çanakkale giriş bataryalarının susturulması üzerine Geyikli bölgesinden Çanakkale’ye hareketimiz bildirildi. En soğuk ve çamurlu bir mevsimde güç halle Çanakkale Boğazının İntepe mevkiine geldik. Hemen karanlıktan istifade ederek top mevzilerini kazarak imkan dahilinde sabaha karşı topları mevziye yerleştirdik.Hemen ertesi sabah Morto limanında demirli bulunan bir İngiliz muhribine ateş açarak Boğazdan dışarı kovduk. Sabahleyin İngiliz neferleri güverteyi yıkıyorlardı. Hâlâ hatırımdadır. Ateşimiz başlayınca muhrip demirini denizde bıraktığı gibi denizden su çeken nefer de kovasını denize attı. Alelacele son süratle Boğaz dışına kaçışları var ki görmeye değerdi. Muhribi menzil dışına çıkıncaya kadar kovaladım. Son süratle gittiği için adi ateşli topla isabet ihtimali yoktu.

Erler acemi idi. Harp değil, henüz ders atışı bile yapmamışlardı. Siperler düzgün değildi. Bundan sonra muhripler Boğaza giremez oldular. Yalnız Boğaz girişi dışında dolaşır ve gözetleme ile meşgul olurlardı. Onlara da rahat vermez olduk. Çünkü asami menzilimiz 12.500 metre idi. Bununla beraber düşmana azami menzilimizi bildirmemek arzusundaydım. Hitekim mecbur kalmadıkça 8-9 binden fazla mesafeye atmıyordum. Düşman gemileri de bu mesafelerde dolaşıyorlardı.

Bir gün Müstahkem Mevki’den aldığımız emir üzerine herhangi bir gemi menzil dahiline girecek olursa hemen ateş edilmesi gerekiyordu. Biz de bunun üzerine muhripleri 10-11 bin metreye kadar kovalıyorduk. Nihayet bir gün en son mesafeye kovaladım. Toplarımızın azami menzilini de anlamak istemiştim. Düşman baktı ki muhriplerle gözetleme yapamayacak bu sefer zırhlılar gelmeye başladı. Öyle mağrur bir şekilde gelişleri vardı ki görmeye değer. Hatta Boğazın içine girip sağa sola selam verir gibi Erenköy önlerine doğru yani 15’lik obüs bataryalarının bulunduğu mıntıkaya kadar gelirler, oradan sıkı bir ateş karşısında kalınca hemen menzil dışına çekilirlerdi. Biz tabii sessiz kalırdık. Bize verilen vazife yalnız muhriplere karşı idi. Mermilerimiz zırhlılara etki edemiyordu. Gene Müstahkem Mevki emrine uyarak zırhlıları meşgul etmek için onlara da ateş etmemiz gerekiyordu. Fakat ben düşündüm ki mermilerimiz adi tane yani tahrip mermisi değil, baş tarafından tapalı olan bu mermiler zırhlılara bir tesir yapamaz. Belki boyalarını silerdi. Fakat emir üzerine ateş etmek mecburiyeti karşısında kalınca, bataryam dört toplu olduğu halde tek topla ateş ederdim. Zaten cephanemiz azdı ve fazla mermi atmamıza müsaade edilmiyordu. Bataryamız açıkta, görerek atış yaptığımız için bataryanın cephesini uzattırmak maksadıyla tek topla ateşi tercih etmiştim ve imkan oldukça isabet olmamasına gayret ediyordum. Düşmanın bizim bataryaya attığı merminin en ufağı 21’lik ve 30,5’luk idi. İsabet yaptığımız takdirde düşman toplarımızın cinsini ve mermilerimizin işe yarar bir şey olmadığını anlayacak ve belki bize cevap vermeye bile tenezzül etmeyecekti. O zaman zırhlıları meşgul etmek için yaptığımız ateşin hiç tesiri ve faydası olmayacaktı. Nitekim de öyle oldu. Epey zamandır kısa bir hedefe isabetler görmeyen grup kumandanı adeta bizi azarladı. Bunun topçuluk şerefiyle uygun düşmeyeceğini söylemesi üzerine zaten hazır olan mükemmel hedefe atışa başladık. Mesafeler de ata ata belirlenmiş gibiydi. Fakat ne çare ki artık düşman bizim ateşimize cevap vermez oldu. Çünkü isabetlere rağmen mermilerimiz düşman üzerinde hiçbir etki yapamamıştı. Bunu grup kumandanına anlattım. Düşman biraz sonra en ufak toplarıyla bize cevap vermeye başladı. Onu da mecbur kalmadıkça yapmıyordu. Evvelce bir mermimize yüzlerce mermi ile cevap verirken şimdi sıfıra inmişti. Zaten düşman mermilerinden etkilenmiyorduk. Bataryamıza belki binlerce mermi atıldı, bir tek mermi bataryamın içerisine düşmedi. Tek topla ateş ettiğim zaman bir mermi o topun civarına düşmeye başladı mı hemen topa ateşi kestirip başkasıyla ateş ederdim. 1. top ateş ediyorsa, 4. topa geçerdim, o da sıkıştı mı 2.’ye… Sanki yalnız bir top varmış da kızak üzerinde sıkıştıkça sağa sola kaçıyormuş hissini verirdim. Tek topla atışta hatalar kısmen azalır. İsabet ihtimali fazlalaşır. Dört topla atışlarda ise her topun ayrı ayrı hatalarını düzeltmek hem uzun zamana ihtiyaç duyuyor, hem de fazla mermi sarfına sebep oluyordu. Zaten verilen sıkı emirler top başına üç-beş mermiden fazla atmamızı yasaklıyordu. Hiçbir gün talimatnamenin emrettiği şekilde şöyle doya doya çatal teşkil edip mükemmel bir etki yapacak bol bir atış yaptığımı hatırlamıyorum.

Bir de şunu arzedeyim ki mevzimizin civarında palamut ağaçları çoktu. Tabii siperin önündeki ağaçları kestik. Çıplak arazi üzerinde 360 santim uzunluğundaki bir namluyu herhalde dürbünleri mükemmel olan İngiliz donanması görecekti. Bunun için şu hileye başvurdum. Top namlularının üzerine palamut ağaçlarının dallarını bağlattım. Mevsim kış olduğu için yaprak yoktu. Bundan çok istifade ettim. Namlu havaya kaldırılırken yavaş yavaş kalktığı için namlu bir ağaç kütüğünden farksızdı. Zaten arkamızdaki sırtlar da aynı manzarada idi ve ağaç kütükleri yoktu. Bizim zavallı ikinci batarya tamamen açık denecek bir mevzide bulunduğu için arkadaşlar böyleağaç dalı ve saire ile maske yapamıyorlardı. Ufak bir atış yapsalar hemen düşman onları hırpalıyordu. Bu bataryada subay ve erlerin toprak altında kaldıkları sık sık görülüyordu. Tabii zayiat da o nispette…

Bizim bataryada maskeye o kadar ehemmiyet verdim ki düşman tayyareleri bile göremezdi. Top başında beş neferden fazla er bulundurmazdım. Ateş kestirir kestirmez hemen topları maskelerdim. Erler korunaklı mahallere çekilirlerdi. Sonra 100 kişilik batarya erlerini ikiye ayırmıştım. Bir kısmı köyde istirahat eder ve bir kısmı top başında kalırdı. Hiç olmazsa bu suretle erlerin maneviyatları ve moralleri bozulmaz adeta düğün yapar gibi harp ederlerdi.

Hatta 30,5’luk mermiler bataryanın pek yakınından geçerken kimse başını bile eğmezdi. Askerlerim merminin nereye düştüğünü seyreder ve düşman mermileriyle alay ederlerdi. Erlerin maneviyatlarının bozulmamasına çok dikkat ederdim.

18 Mart deniz muharebesini İntepe’de aynı mevkide yaptık. Boğazdan içeriye giren düşman donanmasının önünde hareket eden muhriplere ilk ateş eden benim bataryam olmuştu.

En önde dört İngiliz muhribi, arkasında Fransızlar, arkada İngilizler, daha geride yine İngilizler vardı. Zaten biz önceden vazife aldığımız için hemen muhriplere ateş açtık ve üç muhribi dışarıya kovduk. Zırhlılır ise hiç aldırış etmediler. Donanma Boğaza girerken bütün mürettebat üvertede ve hatta direklerde alay sancağı gibi dizilmişlerdi. Zırhlılar baş taretlerini İntepe bataryalarına –iki bataya idik- çevirmişlerdi. Gemiler ilerledikçe taretleri de dönebildiği kadar dönüyordu. Baş taretler ateş sahası dışına çıkınca kıç taretler bize dönüyordu. Sanki bizi korkutacaklar gibi. Hatta kıç güvertede bahriye mızıkası marşlar çalıyordu. Bizden ilk top patlar patlamaz bütün erler ve mızıka susup kayboldu. Tabii bizim batarya muhriplerle meşguldü. Bunlardan yalnız bir muhrip bir zırhlının ateş altı tarafına geçerek kurtuldu, diğerleri kapıdışarı edilerek Boğazın ağzında kapı önündeki köpekler gibi gezmeye başladılar. İçeriye giren muhriplerden biri, batan bir zırhlının askerlerini kurtarırken obüs bataryamız tarafından batırıldı. Zırhlı batarken Boğazın dışındaki muhripler içeriye hücum ettiler. Hemen sıkı bir ateşle karşıladık. Mermilerimiz o kadar yakın düşüyordu ki isabetler yüzde yüz muhakkaktı. Henüz o esnada yeni gelen İngiliz zırhlıları ve Kuvin Elizabet (Queen Elizabeth) bütün borda toplarıyla bizi şiddetli bir ateş altına aldılar ve toz duman içinde bıraktılar. Muhripler içeriye girinceye kadar bu şiddetli ateş devam etti. Biz de hedefi görmek imkanı olmadığı için ateş kestik. Bu en şiddetli ateşte, ne toplarda ve ne de erlerde bir zayiat olmadı. Toplar ve neferler toz toprak içinde kaldı. Aradan çok geçmeden Fransızların Golua (Gaulois) zırhlısı göründü. Yaralanmış, burnu suya gömülmüş olduğu halde hemen batmak üzere güç bela bir muhrip himayesinde Boğazdan çıktı. Neferlerdeki manevi kuvveti görme! Arkasından bir İngiliz zırhlısı bordasına yemiş olduğu bir merminin tesiri üzerinde görüldüğü halde direğine siyah bir bandra çekerek Boğazdan dışarı çıkıyordu. Nihayet bütün donanma kahrolmuş ve zelil olarak Boğaz dışına kaçtılar. O gün hayatımın en mesut günlerindendir!

25 Nisan’da karaya asker çıkarılırken yine aynı mevkide idim. Biz gene iki batarya idik. Hedef o kadar çoktu ki hangisine atacağımızı şaşırdık. Kumkale, Yenişehir. Seddülbahir, Morto Limanı’nın kuzeyindeki Hisarburnu, Helles Burnu arkasına ateş ediyorduk. Cephanemiz pek azdı. Ben topları dört mıntıkaya ayırdım. 1- Hisar Burnu, 2-Seddülbahir, 3-Helles Feneri, 4-Kumkale.

Bir tek takım subayım vardı. Bütün bu ateşleri idare etmek bir mesele idi. Gerçi ikinci batarya da Seddülbahir ve Hisar Burnu’na ateş ediyorsa da bu batarya tamamen açık denilecek bir halde olduğundan düşman ateşinden etkileniyor, gereği gibi ateş edemiyordu. Hisar Burnu’na çıkarma yapılmasını engelledik. Birçok şalopeler batırıldı ise de düşmanın çıkarma herakatı tamamen engellenemedi. Kumkale açığında buraya yapılan çıkarmaya nezaret eden bir gemide Fransız kumandanını yaraladık. Mermimiz güverteye isabet etti ve gemi siyah bandra çekerek açığa çekildi. Yalnız Helles Burnu’na (Ertuğrul Koyu ve Tekke Koyu) fazlaca asker çıkarılıyordu ki burası bataryamızdan görülemiyordu. Gerçi burnun arkasına aşırma ateşi yapıyordum ama bunun ne derece etkili olduğunu anlayamıyordum.

Kumkale çıkarmasına da kısmen engel olunabildiyse de Yenişehir tarafının ölü açısı çok olduğundan oraları görülüp ateş edilemiyordu.

Nihayet cephanemiz pek azaldığı için mıntıka komutanlığı emriyle ikinci bir emre kadar emir olmadıkça ateş etmemekliğimiz bildirildi. Bu emir yüzünden Kumkale’de cereyan eden cehennemî muharebeye iştirak edemedik. Bereket versin ki oradaki tümenin sebatkâr müdafaası ve sonradan bizim civarımıza gelen bir onbeşlik obüs bataryasının müdahalesi üzerine düşman oradanr çekilmeye mecbur oldu. Hatta Jandark (Jean d’Arc) Kruvazörü sanki rıhtıma yanaşmış gibi gerek toplarıyla ve gerek makineli tüfekleri ve tüfekleriyle piyadelerimizi fena halde hırpalıyordu. Obüs bataryasının isabetli atışları üzerine çekilip kaçmak mecburiyetinde kaldı. Orada altı bacalı bir Rus kruvazörü de harbe iştirak ve ateş ediyordu. Ona da biz cevap verdik o da kaçtı. Artık harp yalnız Seddülbahir’de cereyan ediyordu. Bize biraz cephane geldi. İlk devrelerde piyade taarruzları geceleri yapıldığı için biz de gece düşmanın bulunduğu araziye yaylım ateş yapıyorduk. Gündüz düşman kuyruk acısını bizden çıkarıyor, gemiler sürekli bize ateş ediyordu. Karaya düşman topçusu çıkınca biz de mevzi değiştirerek az geride bulunan bir sırtın arkasında siperler kazdık ve bu yeni mevziye geçtik. Eski mevzide de sahte batarya teşkilatı yaparak orayı da boş bırakmadık. Biz korunaklı mevziden ateş ettikçe eski mevzide bıraktığım bir nefer bir kürek üzerine koymuş olduğu dumanlı barutu tutuşturarak havaya savuruyor sanki bir top ateş etmiş hissini veriyordu. Bu şekilde yeni mevzimizi pek keşfedemediler. Top mevzilerinin üstüne çardak kurarak bütün irtibat yollarını ve hasılı batarya dahilindeki bütün teşkilatın üzerini maskeledim. Üç-dört günde bir maskeyi tazeler, araziye, arazinin rengine uydururdum. Bu yüzden tayyareler bataryamı keşfedemezdi.

Biz korunaklı mevziye çekildikten bir müddet sonra Süveyş Kanalı herakatına iştirak etmiş seri ateşle bir obüs bataryası geldi. Bizim sağ tarafımızda İtalya (Trablusgarp) Harbi esnasında kazılmış korunaklı bir batarya mevziine girdi. Bu batarya, Boğazdan içeri girip piyadelerimize etkili atış yapan düşman zırhlılarına hiç aman vermez oldu. Bunun üzerine Agamemnon zırhlısı Saros Körfezi tarafından tayyare yönlendirmesiyle endirekt atış yaparak bataryanın bir topunu tahrip etti. Batarya o akşam mevziini değiştirerek gerimizdeki sırta yerleşti. Daha sonra Seddülbahir cephesine nakledildi.

Gene bir müddet sonra tekerlekli top haline getirilmiş olan 8,8 santimlik bir Alman gemi bataryası obüs bataryasının daha önce işgal etmiş olduğu mevziye girerek yerleşti. Almanlar o kadar mağrurdular ki hiçbir gizliliğe önem vermeyerek serbestçe sağda solda gezmeye başladılar. Hatta gözetleme yeri bile kazmayarak batarya dürbünlerini açıkta kurdular.

O gün bol mermi ile mükemmel atışlar yaptılar. Biz adeta gıpta ettik. Fakat ertesi gün obüs bataryasının uğradığı akıbete uğradılar. Tayyare yönlendirmesiyle gene bir zırhlı Alman bataryasının seyirlerini karmakarışık etti. İlk isabette batarya subayları ve telefon neferi yaralandı. Toplarda epey sakatlıklar oldu. Onlar da mevzi değiştirmek zorunda kaldılar. O zaman Almanların gururları söndü ve batarya kumandanları bana müracaat ederek kendilerine iyi bir mevzi göstermemi rica etti. Ben de güzel bir mevzi gösterdim, orada epey bir müddet kaldılar. Sonra onlar da Seddülbahir’e gittiler, biz gene yalnız kaldık.

Yalnız ikinci bataryanın kuzey tarafına 21’lik kızaklı bir batarya getirilip konuldu. O da zırhlıları epey korkuttu. Bir de Çatal Tepe’ye iki tane seri ateşli 15’lik top konuldu. Geç olmakla beraber bunlar etkili atışlar yaptılar. Artık zırhlılar Boğaza giremez oldular. Keşke civara birkaç seri ateşli top daha konulsaydı her halde çok etkili olurdu. Bizim mevkilerimiz topçu mevzii için o kadar müsait idi ki tasavvur edilemez. Eğer Müstahkem Mevki seyirci vaziyetini muhafaza etmeyip de Güney Grubu ile müşterek çalışsaydı Seddülbahir’de bu kadar telefat vermezdik.

En şiddetli düşman taarruzlarında bile bize verilen emir şu idi: 20 mermi at, 30 mermi at! Bu şartlar altında ne yapabilirdik? Koca Mesudiye’yi boşuna batırtacakları yerde toplarını çıkarıp İntepe, Çakaltepe ve Erenköyü’ne koysa idiler ne kadar etkili bir vaziyet oluşurdu. Bunlar yaptıkları aşırma atışlarla düşmana ne tesir yaptılar sanki…

O zaman muhakkak Çanakkale muharebeleri daha az zayiatla nihayete ermiş olacaktı. Fakat kim düşünüyor? Bereket versin Alman denizaltısı geldi de savaş durumunda biraz başkalık oldu. Seddülbahir’deki Helles Burnu’nun önü İstanbul limanından daha kalabalık gemilerle dolu idi. Hiç korkmadan menzilimiz dahilinde demir atmış yatıyorlardı. Bir de başımıza grup kumandanı diye alaylı bir yüzbaşıyı koydular. Ne tabiyeden, ne seferiyeden ve ne de atıştan anlıyordu. Yalnız kukla gibi üstlerinden aldığı emri, doğru veya yanlış tebliğ ederdi.

Sonra mermilerimiz çok muhtelif idi. Yalnız topun çapına uysun yeter! Ağırlıkları muhtelif, adetleri muhtelif, barut hakları muhtelifti. Adeta bataryamız poligon yeri imiş gibi her gün bir liste tutardık. Mesela 16 kiloluk bir mermi 2,5 kilo barutla atılıyor. Bu mermiden 10 tane var. 20 kiloluk bir mermi 3 kilo barut hakkıyla atılıyor. Bundan da 20 tane var. Sonra bir de som gülle gönderdiler. Bunları zırhlılara atarsınız dediler! Biz de attık! Elimizde fazla miktar kaldı. Nereye sarfedeceğiz? Alman denizaltıları geldi geleli zırhlılar, torpidolar buralara uğramaz oldu. Haydi, Morto limanındaki düşman piyadelerine ziyafet. Mermilerin içerisinde barut ve tapa olmadığından (bunlar yekpare çelikti) evvela sahile düşürüp istikametini tespit ettikten sonra düşmanın en çok dolaştığı yerlere, kazamatlara atıyorduk. Elimizde şarapnel yoktu. Yalnız bir defasında bir miktar şarapnel geldi, adeta o gün düğün bayram yapmış gibi sevindik. Hangi hedeflere atacağımızı düşündük. Tabii çıkarma iskelelerine, Morto limanına gönderdik. Herhalde Fransızlar epey telaş ettiler. Ah, ne olurdu birkaç bin şarapnelimiz olsaydı. Düşman siperlerini arkadan şarapnelle dövecektik. O zaman bu siperleri düşmana terkettirmek işten bile değildi.

Düşmanın bataryamıza yaptığı isabetlere gelince: Burada yalnız bir batarya yoktu. Birkaç batarya vardı. Bizim bataryaya son zamanlarda isabetler oluyor idiyse de etkili değildi. Hiçbir topumuzu tahrip edemediler. Başka tahribe uğramış batarya da yoktu. Yalnız bir seri ateşli obüs toplarının yakınına isabet eden bir mermiyle topun kundağı sakatlandı ve tamire gönderildi. Ayrıca tophane ve Zeytinburnu’nda dökülen adi mermilerin tapalarının bozukluğundan namlu dahilinde veya namludan çıkar çıkmaz patlamaları sebebiyle batarya mevziinin yerinin keşfedilmesine neden oluyordu. Bir de bize gönderilen gemi topu mermileriyle gelen barutlar kahverengi bir duman çıkardıklarından mevzimizin keşfedilmesine sebebiyet vermişlerdi.

Buna rağmen düşmanın yaptığı tesiri azaltmak için pek çok hileye başvurduk. Mesela pek sıkı bir atış esnasında bataryamız civarına yakın düşen mermilerden etkilenmiş olsak bile ateşi kesmeyip devam eder, düşman mermileri uzağa düşmeye başlayınca o zaman ateşi keserdik. Düşman da etkili mesafeyi buldum diye sürekli oraların altını üstüne getirirdi. Çünkü görerek atmıyordu. O mesafeyi etkili misefe olarak görerek sürekli gelişigüzel yaylım ateşi yapıyordu. Tabii düşman ateşi kesti mi biz tekrar düşmanı kızdırmak ve bol bol cephane sarfettirmek için etkili olabilecek belirli hedeflere birkaç mermi atıyorduk. Bu sefer düşman beş mermi atacaksa on atıyor ve biz hep susuyorduk. O sürekli sağa sola, geriye ateşler ediyordu. Bazen tayyare yönlendirmesiyle bizim sahte bataryaya atıyor ve biz de gülmeden bayılıyorduk!

Bir defasında sahte bataryada ne yaptım? Buraya bir-iki nefer koydum. Onlar tayyareyi gördü mü sağ ve soldaki örtülü mahallere kaçıyorlardı. Düzgün ağaçlardan bizim top namluları uzunluğunda dört kütük kestirdim. Bunları hafifçe ateşte yakarak siyahlattım ve üstlerine şerit halinde tenekeler mıhlattım. Bu ağaçları sehpalar üzerine koydurdum. Tabii tayyare yukarıdan baktıkça bunu hakiki bir batarya gibi görüyordu. Ve koordinat vererek üzerine ateş ettiriyordu. Muhakak akşam raporunda kendi kumandanlarına İntepe bataryalarına isabetler yaptıklarını yazıyorlardı.

Bizim batarya harpte hiç zayiat vermedi desem caizdir.

Yalnız bizi evvela sıtma mahvetti, sonra yemekler! Acı zeytinyağlı kurtlu kuru bakla…

Aman ya Rabbi! Bizim memlekette ne kadar kuru bakla varmış… Bütün ordunun yediği kuru bakla olduğu halde bir türlü bitmedi!

Bizim bataryaya isabet eden mermiler şunlardır: Bir gün ben sıtmadan fevkalade mustariptim. Doktor bir hafta istirahat verdi. Bataryayı takım subayına terkederek cephe gerisindeki Halileli köyüne gittim. Fakat burada çok canım sıkılıyordu. Adeta oturamaz oldum. Bizim İntepe inliyor, çok merak ediyordum, bir türlü yüreğim rahat etmiyordu. İkinci gün bizim taburun birinci bataryası ki Çakaltepe ile Erenköy arasında mevzi almıştı oraya gittim. Batarya kumandanı ile biraz konuştuktan sonra burası mevzi itibarıyla oldukça bizimkinden yüksek olduğu için, düşman piyade siperlerini incelemeye koyulduk. Aman ya Rabbi! Neler görüyordum Bütün düşman siperleri ayak altındaydı. O kadar mükemmel mevziydi ki düşman siperlerini tamamıyla yan ateşine almak işten bile değildi. Eğer o bataryanın bol cephanesi olsaydı düşman siperlerini tamamıyle altüst edebilirdi. Hatta düşmanı siperlerinden çıkarmak ve siperleri tahrip etmek bile mümkündü. Batarya kumandanıyla cephanesizlikten doğan bu aciz vaziyetimiz hakkında son derece üzülerek konuşuyorduk. Bu sırada telefon neferi geldi. İntepe’de vukuat olduğunu haber verdi. Hemen acele ile telefona gittim, sordum. Aman ya Rabbi, ne işiteyim? Benim aylarca bulunduğum gözetleme mevkiine bir mermi isabet etmiş, takım subayımla gözetleme ve telefon onbaşısı şehit olmuş. Hemen hayvanıma binip bataryama geldim. Manzara pek feci idi. Arkadaşım verilen emir üzerine düşman hedeflerine ateş ederken her nasılsa gözetleme dürbününü düşmana hissettirmiş. Tabii düşman fırsatı ganimet bilerek buraya bir isabet kaydetmiş.

İkinci isabet de şöyle olmuştu: Düşman İntepe bataryalarının vakitli vakitsiz ateşlerinden etkilendiğinden bunları yan ve arka ateşine almak için Eşek Adası’na (Bozcaada ile Boğaz girişi arasında ve sahilden epey uzak hayırsız bir adadır) getirmiş olduğu 34 santimlik topla donatılmış bir monitorla bir öğle üztü tam erlerimizin istirahat ettiği bir zamanda ani olarak ateşe başlamıştı. Kazamatların önünde büyük bir palamut ağacı vardı. Ağaç o kadar büyüktü ki üç kişi ancak bedenini kucaklayabilirdi. Onun altına çardak vesaire kurulmuştu. Erler o vaziyette idi ki; kimisi namaz kılıyor, kimisi uyuyor, kimisi Kur’an okuyordu. Ani olarak gelen bir mermi tam o palamut ağacına isabet etmez mi? Koca 34’lük mermi ağacı kökünden kaldırdı, parça parça etti. Onun etrafında bulunan 15 kadar neferimizi de kısmen yaraladı ve kısmen şehit etti. Bazılarını da delirtti. İki nefer günlerce deli denilecek bir halde ovada gezdiler. Perişan bir halde bataryaya geldiler. Zavallılar, daha akıllarını başlarına toplayamamışlardı. İstirahate gönderdim.

Sıtma da bir taraftan fazlaca hırpaladığından bir gün top başında iş görecek nefer kalmadı. Yakınımızda Menderes ırmağının bataklığı vardı. Sivrisinekler bol olduğu için burada adeta uçan kuşlar sıtmaya tutuluyordu. Bu şüzden mıntıka komutanlığına müracaat ettim. Müstahkem Mevki merkez hastanesinden ve mıntıka doktorlarından oluşan bir heyet tarafından yapılan muayeneden sonra batarya erlerinin hepsinin Erenköy’de bulunan birinci bataryamız erleriyle değiştirilmesine karar verildi. 1,5 ay istirahatten sonra tekrar İntepe’ye geldik. Orada epey istirahat, talim ve terbiye, idmanla meşgul olduksa da erler bir türlü kendilerini toparlayamadı. İstirahat müddetimiz esnasında bizi değiştiren birinci batarya erleri de hastalandığından onun da müracaatı üzerine her iki batarya erlerini Boğazda hiç harbe katılmamış olan diğer ağır bataryaların erleriyle değiştirdiler. Birinci batarya Nara istihkâmına, biz de Kilitbahir tarafında Değirmenburnu istihkâmına nakledildik. Düşman Çanakkale’den çekilinceye kadar orada kaldık.

O zaman yollar açılmış, bataryamıza Almanya’dan bol cephane gelmiş ve bizim bataryayı teslim alan subay ve erler son zaferi idrak etmişlerdi. Ah, o zaman, o bol mermi ile ben orada bulunsaydım ne olurdu!

Çanakkale muharebeleri bittikten sonra tekrar İntepe’ye geldik. Zaten istirahat müddetimiz de bitmişti. Nihayet yetim çocuklar gibi dağlar başında yalnız kaldık. Bizim ikinci bataryanın talihsizliği yüzünden toplarının bir kısmı düşman ateşiyle, bir kısmı da kendi ateşiyle sakatlanmış olduğundan o bataryayı lağvettiler. Yalnız bir topunu, iki takım subayıyla benim bataryama gönderdiler. O topu Eşek Adası’ndaki monitoru ateş altına almak için sahilin yakınına gönderdik. Bizim batarya beş toplu oldu.

Bir müddet İntepe’de istirahat ettikten sonra birinci batarya ve benim bataryamla evvela Çanakkale’ye geldik. Oradan kayıklara bindirilerek romorkörlerle çekilmek suretiyle Bandırma’ya nakledildik ve oradan İzmir’e gittik. Birinci bataryanın erleriyle birlikte toplarını ben aldım. Esas kendi bataryamı iki takım subayına teslim ettim. Başlangıçta Urla iskelesindeki Karantina adasına sonra Karaburun’a nakledildik. Diğer batarya Menemen tarafında Tuzla sahiline ve oradan Foça’ya sevkedildi. Böylece İzmir Körfezi girişini kapamış bulunuyorduk. Orada da Kösten Adası’nda İngilizlerin bir monitorunu batırdım, bu şekilde öcümü aldım. Bu hadise 23 Nisan 1916 gecesi oldu. Sonra gene Kösten Adası’ndaki İngliz tayyare hangarlarını altüst ettim. Sonra hastalandım. Bir sene kadar hava değişikliği alarak İstanbul’da kaldım. Müddetimi tamamlayarak tekrar bataryama katıldım. Yunanlılar İzmir’i işgal edinceye kadar Karaburun’da kaldım.

İşgalden önce mütareke şartları gereğince toplarımızın kamasını almak üzere bir İngiliz motoru geldi. Bizden bir tercüman subay ve bid İngiliz subayı ve birkaç bahriye neferi sahile yanaşarak İzmir’e nakil için sahile indirmiş olduğumuz ve tarafımızdan yapılan hususi iskele üzerinde duran toplarımızın kamalarını kendi gemilerine götürdüler. Gözbebeğim gibi severek muhafaza ettiğim top kamalarını böyle elim kolum bağlanmış gibi gözümün önünde sürükleyerek götürmeleri o kadar gücüme gitti ki halen bu üzüntünün acısını taşırım. Hiçbir şekilde düşmana boyun eğmeyen toplarımın böyle elimden alınması askerlik hayatımın acı bir ukdesidir.

Vaktiyle haberim olsaydı, kamaları saklar, Yunanlılar İzmir’e girerken ben de tarihe geçecek işler görürdüm. Ne çare ki toplarımın kamalarını İngilizler almış, toplarım da İtalyanlara teslim edilmişti.

İstiklal Harbi bittikten sonra askerlikten istifa ettim. Harpte yorulmuş olan zihnimi biraz dinlendirmeye uğraşıyorsam da 38’liklerin gürültüsü hâlâ kulaklarımda çınlıyor”.



[1] Topçu subayı Mehmed Ali Bey’in hatıraları için bkz: Abidin Daver, Topçu Zabiti Mehmed Ali’nin Hatıraları, Cumhuriyet gazetesi. 18-22 Ağustos 1935

9.577 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir