Merhaba Mr. Hart öncelikle bu röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için geliboluyuanlamak.com okurları adına teşekkür ederiz. 1. Dünya Savaşı adına birçok araştırma, eleştiri ve kitaplarınız bulunmakta. Fakat biz sizinle daha çok Çanakkale Savaşları hakkında konuşmak istiyoruz. Takdir edersiniz ki okuyucu kitlemizin çoğunluğu da Çanakkale Savaşları ile ilgilenen kişilerden oluşmakta.
Peter Hart ve M. Onur Yurdal Gelibolu Yarımadasında
Türk tarih okurları sizin adınızla ilk kez Nigel Steel ile birlikte yazdığınız Türkçeye çevrilen “Defeat at Gallipoli” adlı eserle karşılaştı. Kendinizi okurlarımıza tanıtır mısınız?
Kraliyet Savaş Müzesi’nin sözel tarihçisiyim (1981-2013). 1980 ve ’90 larda Cihan Harbinin gazileriyle mülakat yapma üzerine çalışacak kadar şanslıydım. Bunun parçası olarak daha sonra ‘Gelibolu Yenilgisi’ isimli kitapta yararlandığımız üzere Gelibolu gazileri üzerine büyük bir proje yapmıştık. Joe Murray’in ‘Gördüğüm haliyle Gelibolu’ adlı kitabını okuduğumdan beri hep Gelibolu’ya ilgi duymuşumdur. Joe ile sonradan 21 saatlik bir mülakat yapmışımdır ki – büyüleyici bir deneyimdi!
İlk sorumuzu kitabınızdan sormak isteriz. Gelibolu kitabınız bir hayli ilgi gördü. Son derece olumlu yorumları sosyal medyada okuyoruz. Umarım Türkçeye de çevrilir. Neden yeni bir “Gelibolu” kitabı yazıldı? Sizce kitabınızın savaşı anlatan diğer eserlerden en önemli farkları neler?
Gelibolu Yenilgisi benim yazmış olduğum ilk kitabımdır ve Kenan Çelik, Bill Sellars, Şahin Aldoğan ve Haluk Oral gibi kişilerden, bana bu savaşın Türk tarafına dair pek çok şey öğreten bu insanlardan çok şeyler öğrenmiştim. Çıkarmalar sırasında pekçok Türk makineli tüfeğinin varlığına dair İngiliz efsanelerinin gerçeğe aykırılığı onların detaylı delilleriyle çürütülmüştür. Kendi çalışmalarım savaşın bana İngiliz nokta-i nazarından çok daha fazlasını öğretmiş ve pek çok yeni kaynaklara ulaşmamı sağlamıştı. Giderek gerçekçi bir başarı şansına dair her zamankinden çok kuşku duyar hale gelmiştim. Sonra da Morto Koyu’nda Fransız katkısını çok takdir etmiş ve bunun Gelibolu üzerine yazılmış kitapların çoğunda gözardı edildiği için bunu yansıtmak istemişimdir.
Çanakkale Savaşlarını önem açısından 1. Dünya Savaşının neresinde görmektesiniz? Sizce savaşın seyrini etkiledi mi?
Gelibolu harekatının başından sonuna kadar felaket bir hata olduğunu düşünüyorum. Savaş ya İngiliz ve Fransızlar tarafından Batı Cephesinde ya da Ruslar tarafından Doğu Cephesinde kazanılmak zorundaydı. Sonunda savaşın kazanıldığı ya da kaybedildiği yerin Batı Cephesi olduğu ortaya çıkacaktı. Gelibolu harekâtı savunulabilir amaçlardan yoksundu. Türkler 1914’te Kafkaslar’da taarruza kalkınca, Ruslar müttefiklerine müracaatla yardım istediler. İngilizler müsait durumda olmamasına karşın, o tarihte Amirallik Birinci Lordu konumunda olan Winston Churchill önderliğinde bir politikacı grubu Çanakkale Boğazının kontrolünü ele geçirmek amacıyla Gelibolu yarımadasına saldırıyla Rusya’ya yardım etmek istediler. Bunun Almanya’yı destekleyen mütteffiklerden birini bertaraf edeceği, kararsız Balkan devletlerini etkileyeceği ve Doğu Cephesindeki Rus silahlarının mühimmatının ulaşımı için Karadeniz’deki Rus limanlarına deniz yollarının açılmasını sağlayacağı ile övünülüyordı. Bunların çoğu düpedüz fasaryadır. Ne Almanya’nın arka kapısı vardı, ne zafere giden kolay bir yol, ne de Almanya’yı düşmekten alıkoyacak müttefikleri vardı. Almanya iç ikmal hatları üzerinde bir harekat sürdürüyordu ve bir Türk yenilgisi halinde bile Avusturyalı müttefiklerine yetiştirmekle yetineceği takviye Balkan dağ silsilesini geçilmez hale getirmeye yetmezdi. Nihayetinde İngiltere’nin 1915’te Rusları ikmal etmeyi bir yana bırakın, kendi orduları için bile yeterli cephanesi bulunmuyordu. İngiltere savaşı öngörü sahiplerinin düşlerinde gördüğü gibi değil, gerçekte olduğu gibi dövüşmek durumundaydı. Alman Orduları derinliğine Fransa’nın içinde bulunuyordu ve İngiltere’nin müttefiğini yalnız bırakmak lüksü yoktu. Batı Cephesinin önceliği, Gelibolu seferinin gerçek bir başarı şansına sahip olması için hiçbir zaman yeterli sayıda insan ve silah verilemiyeceği anlamına geliyordu. Tek başarısı Türk Ordusuna binlerce İngiliz asker ve denizcisini öldürme şansı vermiş olmasıdır. Sonunda İngilizler Batı Cephesindeki savaşı kazanınca doğuda da kazandılar: Türkiye teslim oldu ve Gelibolu yarımadasının tamamı İngiliz ve Fransızlarca 1922’ye kadar işgal altında tutuldu.
Biliyorsunuz ki Çanakkale Savaşları Gelibolu Yarımadasının farklı noktalarına çeşitli çıkarmalar, genelde baktığımızda ise büyük askeri çıkarma ile başladı. BBC ‘nin web sitesinde History bölümündeki bir yazınızda Normandiya Çıkarması’nın Gelibolu’dan alınan derslerle başarıldığını yazmıştınız. Bunu biraz açabilir misiniz?
Hiç şüphe yoktur ki Gelibolu çıkarmalarından öğrenilen dersler D-günü ve müttefiklerin II. Dünya Savaşının daha önceki çıkarmalarını planlayan adamların akıllarının en önünde olmuştur. O zaman o kişiler her üç kuvvetin hepsi için – Kara Ordusu, Kraliyet Donanması ve Kraliyet Hava Kuvvetleri – yeterli bir planlama zamanı hayati gereksinimini kavramış bulunuyorlardı. Planlama ve harekatın bütün aşamaları için her türlü uzmana ihtiyaç duyuluyordu. Bunların ihtiyaç duyulan herşeyin doğru zamanda istifadeye hazır olmalarını temin için birbirleriyle uygun haberleşmeleri elzemdi. Doğru istihbaratın önemi artık anlaşılmıştı – sadece doğru haritalar değil mahalli topoğrafya üzerine detaylı bilgiler, sahil ötesi seyrüsefer detayları, hâkim deniz akıntıları, karadaki şartlar, su kaynakları, hakim hava şartları ve düşman mevziilerinin kuvvet ve tam nitelikleri. Normandiya’da tanımlanmış zafiyet noktalarına taarruz, baskın unsurunu azmileştirerek geçici yerel üstünlük sağlamak amacıyla büyük bir kuvvetin nakli için deniz gücünün esnekliğinden yararlanılacaktı. Aynı zamanda Alman ihtiyatlarının cepheden kaydırılması ve kullanımını geciktirmek için ince aldatmaca planlarına başvurulmuştu. Çıkarma sırasında yüzlerce modern çıkarma aracı nihai hücumda hedef olmalarını asgariye düşürmek için aynı anda sahile çıktılar. Özel yüzer tanklar ve özel amaçlı zırhlı araçlar sahildeki engeller ve tahkimatın icabına bakacaktı. Helles sahillerindeki kıyım planlamacılara Alman savunma mevziilerinin bertaraf edilmesi için en yakın sahil bölgelerinin roket gemileri ve havanların toplu ateşiyle boğulması lüzumunu öğretmişti. Anzak öğretilerinden biri de sahile hakim veya tehdit oluşturan coğrafik unsur ve tahkimatın harekatın mümkün mertebe en erken aşamasında zapt edilmesi gereğiydi – D- Gününde bu büyük ölçüde paraşütçü, planör birlikleri ve komandoların baskın tarzı harekatına bırakılmıştı. Hem Güney hem de Anzak kesimleri müttefiklere, çıkarmaların ilk baskın etkisi geçtikten sonra, yeni Batı Cephesinde Almanların tüm gücüne karşı yüz yüze dövüşmesine imkân verecek büyüklükte ve elde tutulabilir bir köprübaşının zapt edilmesinin hayati önemini öğretmişti. Nihayetinde, harekât sırasında Gelibolu sahillerindeki kötü havanın sebep olduğu karmaşa güvenli bir limanın ve fırtınalı havalarda bile birlikler ve malzemelerin sürekli karaya çıkarılabilmesinin önemini öne çıkarmıştı. Bu, prefabrik Mulberry limanları ve esnek Pluto petrol boru hattı harikalarının yolunu açtı. Ancak ben Gelibolu çıkarmalarını bunun nasıl yapılmayacağının dersi olarak özetleyebilirim.
Kayıhan Kabadayı ve Peter Hart
Çanakkale denilince tüm dünyada Anzak anma törenleri geliyor. İngilizler bundan rahatsız mı? Avustralya ve Yeni Zelandalıların Gelibolu algısı ile İngilizlerin ki arasında çok büyük fark var mı? Ne dersiniz?
İngilizler pek çok savaşa, sefere katılmış pek çok zafer ve yenilgi almıştır. Gelibolu ise Avustralyalı ve Yeni Zelandalıların ulusal kimliklerinin oluştuğu ve her iki ülkenin birlikte bir ‘destan’ ve 1918’de Batı Cephesinin kati sonuçlu uğraşlarında kalite nişanesi olan hatırı sayılır bir askeri gücü yaratmaya başladıkları ilk büyük savaşlarıdır. Hiçbir şekilde onlardan esirgeyeceğim hiçbir şey yoktur.
Yine az önceki sorumuzla bağlantılı olarak, yıllardır Türkiye’ye gelip gidiyorsunuz? Türk insanının “Çanakkale”ye bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelibolu bölgesini ziyaret etmekte olduğum 15 yıldır Türk halkından dostluk ve misafirperverlikten başka bir şey görmüş değilim. Pek çok Türk rehber ve bilgini dostlarım saymaktan bahtiyarım.
Çanakkale Savaşlarındaki Türk komutanlarla ilgili olarak başta Mustafa Kemal olmak üzere ne düşünüyorsunuz? Çoğu batılı kaynakta formüle edilen Alman Komutanların yönettiği kahraman Türk askeri” ifadelerini nasıl karşılıyorsunuz?
Türk komutanlarının genellikle standartları yüksekti – ve bunun altına düşen olursa hemen başkasıyla değiştirilirdi. Mustafa Kemal’de şüphesiz bir dehanın dokunuşu, doğru zamanda doğru yerde olmak gibi özel bir yeteneği, herhangi bir taktik durumda neyin önemli olduğunu süratle kavrayacak bir zekâ ve birliklerine büyük işlerin ilhamını verecek bir yetenek vardı. Daha pek çok yetkin Türk generalleri var olmakla birlikte, İngiliz anlatımları ihtimal Liman von Sanders ve diğer Alman komutanların önemini aşırı abartmışlardır.
Bu kısmen, İngilizceye tercüme edilen Kannengeisser ve Von Sanders tarafından yazılan kitaplardaki beyanların fazlaca harfiyen kabulünden doğan bir durumdur. İngiliz muhariplerin hatıratında çok rastlanan, muharebe alanında Türk birliklerini şeytanca yöneten bir güç olarak Alman subaylar efsanesi onların çok az sayıda olduğuna bakarak düpedüz bir safsatadır. Bu belki de Türk subaylarının farklı kesim ve evsaftaki üniformalarının gereksiz yere Alman sanılmasından kaynaklanmaktadır.
Mr. Hart o zaman size şu soruyu da sormak istiyorum. Daha önce aramızda geçen bir sohbetimizde Şefik Aker hakkında “Benim Kahramanım” demiştiniz. Böyle olmasının sebebini bizlere aktarabilir misiniz?
(Esprili bir şekilde) Belki maksadımı aşan bir ifadede bulunmuş olabilirim ama inanıyorum ki Albay Şefik Aker Anzak koyu çıkarmalarında 27. Alayı çok parlak yönetmiş fevkalade yetenekli bir subaydır. Çok zorlu koşullarda sinirlerine hâkim olmuş, M. Kemal ve 57. Alayın yetişmesi için ağırlığını koymuştur diyelim isterseniz. Şefik Bey hiç şüphe yok 25 Nisan günü Anzak subaylarının her birinden daha üstün bir performans sergilemiştir. Türkiye’de daha iyi tanınmadığına şaşırmışımdır. O ve Mustafa Kemal, her ikisi de büyük komutanlardı.
Hazır komutanlardan bahsetmişken oradan devam edelim isterseniz. Çanakkale’de İngiliz komuta heyetinin tamamen başarısız olduklarını düşünenler bulunmakta. Başarılı oldukları noktalar nelerdir ve genel olarak başarılı mı bulursunuz başarısız mı?
İngiliz komutanı 61 yaşında, İngiltere’nin en büyük askerlerinden olan General Sör Ian Hamilton idi. Aptal değildi lakin planlarının ölümcül derecede haddinden fazla karmaşık olduğu ortaya çıkmıştır. O her birinin başarısı diğerine bağlı, ancak işler ters gittiğinde birbirine gerçekte faydası olamayacak kadar uzakta olan çok sayıda taarruza kalkıştı. Bir bütün olarak ele alındığında tasarıları fena halde gerçekdışı idi ve araziyi hiç kaale almadı. Her şeyin yalnız düzgün gitmesi gerekiyordu ve planları inanılmaz kahramanlıkların gerçekleşmesini icab ettiriyordu. Başarıya ulaşmak için acemi birliklerin savaş görmüş askerler gibi ve tecrübesiz komutanların da gerçek Napolyon’lar gibi davranmaları elzemdi. Her şeyin üzerinde, onun planları Türklerin hiç ya da çok az mukavemet göstereceğini öngörmekteydi. Son tahlilde, 29. Tümen ve Anzak Kolordusu çıkarmaları modern silahlara karşı yapılan ilk çıkarma olsa da, 25 Nisan 1915 günü ne Hamilton ve İngilizler daha kötüsünü yapabilirlerdi veya daha doğrusu, ne de Türkler o gün daha iyisini. Harekât boyunca İngiliz yüksek komuta heyeti mukavemetin sayısal gücü ve makineli tüfeklerini aşırı abartmakla kalmadı aynı zamanda Türk askerlerinin topluca askeri beceri ve azmini hafife aldı. Gelibolu’da komutanın her kademesinde yanlışlar yapıldığı gibi kısa süreli yerel taktik fırsatlar sıradan heba edildi. Bu ‘endemik’ askeri liyakatsizlik 1915 yılının modern savaşımında hiç ya da az deneyimli birlikleriyle ölümcül bir birleşim oluşturdu. Kaale alacak olanlar için ders açıktı – mekanizmalı tüfek, makineli tüfek, siper sistemleri, tel örgüler ve hepsinin üstünde topçulara karşı dövüşmek için ham cesaret yeterli değildi. Amatörlüğün kıyameti çatmıştı ve Cihan Harbinde İngiliz Ordusu muzaffer olacaksa çok daha fazla profesyonel yaklaşıma muhtaçtı.
M. Onur Yurdal ve Peter Hart
Şu ana dek iki tarafın komuta heyeti hakkında çeşitli sorular sorduk. Şimdi ise aynı anda iki tarafı da ilgilendiren bir soru sormak istiyorum. 2. Dünya savaşının önemli Amerikalı komutanlarından General Patton 1936’da Hawaii’de üs komutanı iken Çanakkale Savaşlarını Harp Tarihi açısından değerlendiren bir eser kaleme alıyor. “The Defense of Gallipoli”. Bu kitabının “Lessons” başlıklı bölümünde General Patton 6 Agustos’taki Suvla Harekâtı için ilginç bir değerlendirmede bulunuyor. General Patton şunu iddia ediyor “Ne Türkler kazandı ne de İngilizler yenildi. Ancak iki tarafın komuta heyeti yer değiştirseydi bu kasvetli başarısızlık yerine büyük bir başarı olabilirdi” diyor. Hatta özellikle Yarbay Wilmer’i öven cümlelerle bunu taçlandırıyor. Siz bu görüşe katılır mıydınız?
Hayır, tamamıyla karşıyım. İngilizlerin karşı karşıya kaldığı namüsait stratejik ve taktik durum sadece bir komuta takasıyla üstesinden gelinebilir değildi. Patton görüşlerini ikincil kaynakların sığ bir değerlendirmesine dayandırıyor – Hawaii Gelibolu’nun gerçeklerinden çok ve pek uzak bir yerdir. Pek çok Türk komutan yanında Albay Wilmer’in Suvla’da iyi bir iş çıkardığını kabul ederim. Suvla’daki İngiliz liderliğinin de feci olduğunu kabul etmekle beraber benim ana tezim odur ki bu İngiliz harekâtında yanlış olan çok şey vardı – sadece önderliğin kalitesi değil. Ve Türk harekâtında da çok şey doğrudur.
Hala daha tartışılan bir noktayı size de sorayım? General Stopford yeterince hızlı hareket etmediği için sizce suçlu muydu? Aspinall-Oglander’in İngilizlerin resmi tarihinde Stopford’u suçlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tek başına değil – kısmen kusurludur! Şunları da dikkate alınız ki harekat planları sarih veya gerçekçi değildi, eldeki İngiliz birliklerinin yetersiz eğitim standardı, IX Kolordunun her kademede kötü yönetimi, taktik durumun zorluğu, arazinin tabiatı ve elbette Türk savunmasının çok iyi olması.
Şimdi esasen güncel olan fakat başlangıcı geçmişe dayanan bir soru soracağım Mr. Hart. Aslında siz bu soruya yabancı da değilsiniz. Son dönemde İngiltere’de büyük bir tartışma yaşandı. Bu tartışma esasen bizi İngiliz komuta heyetinin başarılı olup olmadığını sorgulamaya itiyor yeniden. Biliyorsunuz ki tartışmanın özü “Lions leads by donkeys” söylemiydi. Bu tartışmanın geçmişte de olduğunu biliyoruz fakat bu deyim ilk olarak kim tarafından ve ne zaman ortaya atıldı? Son dönemde gündeme yeniden gelmesinin temel sebebi nedir?
Bu etiket 1960 larda ve Cihan Harbi generallerinin zekâ yoksunu olduğunu düşünenler tarafından kullanılmaya başlandı. En çok Mareşal Sör Douglas Haig ile ilintilendirilerek kullanılır. Ben bu görüşe hiç itibar etmeyerek, bütün Dünyanın açık ara en iyi kuvveti olan Alman Ordusu ile tutuşulan savaşta karşılaşılan çok büyük sorunlara daha sıcak yaklaşırım. Hazindir ki büyük güç bloklarının hiçbiri için zafere kolay giden bir yol bulunmuyordu. Bir ‘cinnet’ varsa bu savaşa girme kararında aranmalı, muharebe alanındaki komutanların taktik kararlarında değil. Ne yaparlara yapsınlar, savaş yine de derin olacak, milyonlar ölümüne savaşırken milyonlarca can alacaktı. Bu modern endüstriyel çağdı ve et ve kan hücum ve savunma arasında sürekli değişen taktik çatşma içinde yeni savaş silahlarıyla yüz yüze gelmek zorunda kalacaktı. Cihan Harbinin tarihi sıklıkla ‘kasaplar ve şapşallar’ gibi klişeler ile yanlış yorumlanmıştır ama gerçek bundan çok daha karmaşıktır. Ben Haig’in zor şartlar altında savaşan ve sonunda 1918’de geçmişteki dört yıl boyunca geliştirilen ‘Bütün Silahlarla Muharebe’ taktikleriyle kayda değer bir zafer kazanan büyük bir başkomutan olduğunu düşünüyorum.
Verdiğiniz bilgiler için Gelibolu’yu Anlamak okurları adına teşekkür ederim. Son olarak 1. Dünya savaşının ve tabi onunla birlikte Çanakkale Savaşlarının 100. Yılı hakkındaki görüşlerinizi almak isterim. Sizce yapılacak projelerde ve anma törenlerinde esasen vurgulanması gereken nedir? Örneğin İngiltere’nin zaferi mi vurgulaması gerekiyor yoksa savaş yerine bugünkü barışı mı?
Hiçbiri. Ben Cihan Harbi ve Gelibolu’nun kutlanmak veya anılmaktan ziyade üzerinde çalışılması ve anlaşılması gereken tarihi olaylar olarak muamele görmesini tercih ederim. Yüzüncü yıllar hastalıklı bir duygusallık için sadece bir mazeret oluşturur, ilgili olay bakımından keyfi sayıda yıl olmaktan öte anlam taşımazlar.