GELİBOLU’YU ANLAMAK

Muhafazakâr Aydınların Ermeni Sorunu’na Yaklaşımı Değişiyor mu? (Tuncay Yılmazer)


Taner Akçam’ın hayli tartışmalara yol açan  “İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu” adlı kitabı , bir Ermeni akademisyenin Akçam’a anlattığı çok çarpıcı bir anekdotla başlar. K. Sarkisyan’ın tehcir sırasında Urfa’da dedesi öldürülmüş, anneannesine ve aileden kalan  6 kişiye ise  dedesinin iş arkadaşı Hacı Halil, kimsenin dikkatini çekmeden aylarca kendi evinin  çatı katında bakmış, tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır.[1] Bir nevi “Anne Frank” olayının Birinci dünya savaşı versiyonudur bu anlatılan.[2] Anadolu’da o dönemde buna benzer birçok olayın yaşandığı duyulmuştur.


“Urfalı Hacı Halil” olayı Ermeni Sorunu dediğimiz trajedinin aslında birçok farklı boyutu olduğuna çarpıcı bir örnek. Oysa bu sorun ne zaman gündeme gelse hemen sizden tarafınızı seçmeniz isteniyor adeta. Ya soykırım yapılmıştır diyeceksiniz. Ya da yapılmamıştır . İki kutuptan birini seçmezseniz damgalanmanız  kaçınılmaz. Ancak Müslüman ve Hristiyan binlerce Osmanlı vatandaşının hayatını kaybettiği, devasa göç hareketlerinin olduğu,” total savaş” kavramının pratiğinin karşılıklı tüm yönleriyle yaşandığı  bu süreci ”soykırım” ifadesi ardında tartışmak meselenin anlaşılmasına hiçbir fayda sağlamıyor.


Son zamanlarda muhafazakar-islamcı yada milliyetçi olarak tanımlanabilecek aydınlar arasından da bu konuda farklı sesler çıkmaya başladığı görülebiliyor.  Bu yazımda son bir yıl içerisinde rastlayabildiğim birkaç yazının bazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istedim.


Öncelikle , Türkiye gibi sosyolojik açıdan dinamik değişikliklerin sürekli yaşandığı bir ülkede muhafazakarlığı tanımlamanın asıl ilgi alanı sosyoloji olmayan biri için çok zor olduğunu itiraf ediyor, en genel anlamıyla kullanıyorum. Muhafazakar demekle milliyetçilikten İslamcılığa kadar geniş bir yelpazeyi içeren, ülkemizdeki  seçmen kitlesinin yaklaşık yüzde 60-70 ine karşılık gelen, dini ve milli değerlerlere daha sık atıf yapan ve genellikle bireysel haklar özgürlükler yerine devleti her zaman önceleyen bir kitleyi kastediyorum.


 


 


Öncelikle bir noktanın altını çizmek gerek. Türkiye’de muhafazakar aydınların  Ermeni Sorunu konusunda görüşleri yakın zamana kadar, devletin resmi görüşüyle paralel gitmiştir . Başka türlü söylemek gerekirse Ermeni sorunu,  Muhafazakar camianın  devletin “resmi tarihiyle”  nadiren ittifak ettiği alandır. “Ermeniler yıllarca millet-i sadıka olarak yaşar iken ne yazıkki büyük güçlerin oyununa gelmişler ve ihanet etmişlerdir. Bu yüzden “tehcir” edilmişlerdir. Tehcir sırasında da ne yazıkki eşkıyaların yol açtığı ölüm olayları yaşanmıştır”


 


 En azından yakın zamana kadar Ermeni Sorununun tanımının bu şekilde yapıldığı söylenebilir.


 


Fatih Üniversitesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Gökhan Bacık’ın yazısı kanımca bu konudaki çok önemli bir dönüm noktası. 3 Ocak 2009 tarihli Zaman Gazetesi’nde yer alan yazısında Bacık, Muhafazakarların Ermeni sorunun “sakladığı” büyük bazı diğer sorunları görmediklerini yazıyor, kendi kimliğini ve tarihini savunduğunu düşünen muhafazakâr kitlenin  aslında kendi tarihi ve kimliği ile savaşan tarihsiz ve kimliksiz bir azınlığı savunmak durumuna düştüğünü belirtiyordu. [3]



 


 


“İlk olarak, Ermeni meselesi bağlamında sözü edilen dönemde yönetimde, gücü bir askerî darbe ile ele geçirmiş İttihat ve Terakki Partisi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu dönemde olup bitenleri “Türkler yaptı”, “Osmanlılar yaptı” gibi muğlak ve açıklayıcı olmayan ifadelerden kurtarıp “İttihat ve Terakki yaptı” düzlemine çekmek gerekir. İttihat ve Terakki, hiçbir şekilde yerleşik Osmanlı düzenini temsil etmez. İttihat ve Terakki bir darbe ile işbaşına gelmiştir. Darbe esnasında Yakup Cemil, Osmanlı Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa’yı alnından vurmuştur! Bir zaman sonra binlerce genci Sarıkamış’ta ölüme götürecek kadar hesapsız ve maceraperest Enver Paşa ise silahını Osmanlı sadrazamının alnına dayayarak istifaya zorlamıştır. Aslında, İttihat ve Terakki, yüzyıllardır süren çok milletli Osmanlı barışını sona erdiren tarihsel kırılmayı temsil etmektedir.”


Bacık, “Muhafazakâr akıl”ın  , acilen Ermeni meselesi bağlamında ele alınan dönemdeki olayları ve aktörleri ayrıştırması gerektiğini savunuyor, kendi yazışmalarında Arapları “köpek” olarak nitelendirmekten çekinmeyen İttihatçıların, Osmanlı barışını anlaması ve kurtarmasının imkansız olduğunu belirtiyordu.


“Dolayısıyla muhafazakârların ilk yapması gereken şey zihinlerindeki tarihi ayrıştırmaktır. Yakup Cemil, Enver Paşa, Talat Paşa, Kara Kemal, Cemal Paşa gibileri, Osmanlı yerleşik düzenini temsil eden kişiler değil aksine onu sarsan, acımasızca şiddet kullanmaktan çekinmeyen ve ülkeyi kaosa sürükleyen kişilerdi. Üstelik bu insanlar, aldıkları eğitim, sahip oldukları ufuk gibi konularda da zaten hiçbir şekilde “Osmanlı adamı/idarecisi” olma vasfına sahip değildiler.


…………..Yakup Cemil’in Osmanlı Harbiye Nazırı’nı alnından vurmasından elli yıl geçmeden aynı zihniyet, ülkenin başvekilini 27 Mayıs sürecinde ipe göndermiştir. Bir ölçüde Cemal Paşa’nın Arap vilayetlerinde yaptıklarını, 12 Eylül rejimi Diyarbakır hapishanesinde yapmıştır. Bu yüzden muhafazakâr kitle, muhayyilesindeki resmi aydınlatmak ve Osmanlı ile İttihatçıyı ayırt etmek zorundadır. Muhafazakârlar, kökleri ve kimliği korumak adına bilmeyerek İttihatçıların cinayetlerini savunmak felaketine sürüklenmemelidir.


Bacık ayrıca Ermeni sorununun çok fazla bilinmeyen bir yönünü de vurguluyordu:


Ölüm, sürgün gibi tartışmaların ötesinde yüz binlerce insanı ilgilendiren bu olayın ekonomi-politiği nedir? Yüzyıllardır bizimle yaşamış Ermenilerin arkada bıraktığı evler, araziler şimdi kimlerin elindedir? Ermeni meselesini vatan, millet edebiyatına irca edenler acaba meselenin ekonomi-politiğini mi örtmek istiyor?”


Bacık yazısının son bölümünde ise İslam’ın en önemli kurallarından biri olan “kul hakkını” hatırlatıyordu:


“İslam, mutlak bir adalet talep eder ve şartlar fırsat verdiği ilk anda mutlak adaletin tecelli etmesine yönelik bir evrimi emreder. Bu bağlamda en pazarlıksız belirleyici ilke ise kul hakkıdır. Aynı şekilde, Ermeni meselesinin kimlere hayat öpücüğü verdiği muhafazakâr akıl tarafından çok iyi hesaplanmalıdır.”


Bazı bölümlerini aldığım bu yazının açıkcası bir hayli tartışılacağını beklemiştim. Ama bildiğim kadarıyla Cengiz Çandar bir yazısında atıf yaptı.


Çok yakın zamanda yayınlanan bir yazısında da Ahmet Turan Alkan biraz alaycı şekilde Ermeni sorununa genel bakışı sorguluyordu:[4]Ermenilerin birkaç gün içinde evlerini, mahallelerini, memleketlerini bırakıp gittiklerini sorgulamaz bu bakış açısı; sanki uzak akrabalarından âcil mektup almışlar da gitmek zorunda kalmışlar gibi steril bir kılıfla kaplıyoruz böyle bilgileri. Evet, çok da iyi komşulardı ama gitmek zorunda kaldılar, ah yazık…


Alkan “Ermeni Emvâl-i Metrukesi” konusunun yeterince araştırılmamış olduğundan yakınıyor, bu konudaki tek akademik çalışmaya ise ulaşılamadığını belirtiyordu.


“…Yağma yok, 4 bin yıllık devlet, 2.500 yıllık ordu geleneği olan bir yerde, tehcir edilenlerin emvâli üzerine de elbette hüküm kurmuşuzdur; nitekim 14 Mayıs 1331 (1915)’de çıkarılan, “Vakt-ı Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat”ta bu durumun “sırtı açık” kaldığı sonradan farkedilip aynı yılın 13 Eylül’ünde, “Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyûn ve Matlûbat-ı Metrûkesi Hakkında Kanun-u Muvakkat” yayınlanmıştır. Bu geçici kanuna göre tehcir edilenlerin borç ve alacakları resmi komisyonlar tarafından yönetilecek, paraları artarsa gittikleri yere gönderilecektir!..


Aa, “Ermeni Emvâl-i Metrûkesi” hakkında bugüne kadar bir, sadece bir çalışma yapılmış görünüyor. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde iki yıl önce böyle bir çalışma yapılmış. Yüksek lisans çalışmasının adı: “Tehcirden Milli Mücadele’ye Ermeni Malları (1915-1922)”, yazarı Tayfun Eroğlu, 206 sayfa. YÖK’ün ulusal tez merkezi sitesinde çalışmanın kısa künyesi var, hatta PDF nüshasının amblemi bile var fakat açamadım. Biraz araştırdım, başkaları da ulaşamazmış, yazarı tarafından belirli bir süreye kadar başkaları paylaşmasın diye olsa gerek ambargo konulmuş teze. Doğru mudur? …”


Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Prof.Yasin Aktay  20 Mart 2010 tarihli Yeni Şafak gazetesinde  yayınlanan makalesinde Başbakan Erdoğan’ın “gerekirse kaçak Ermeni göçmenleri sınır dışı ederiz” sözlerini eleştirirken “Devlet ideolojisinin bindirdiği yükler iktidarı üstlenen iyi niyetlileri de baş etmeleri gereken en ağır bozucu etkiyi yapıyor” diye yazıyordu.[5]                                                                                                                           


“…..Devlet adına konuşmayan, saf bir vicdan sahibi bir Erdoğan, en saf İslami referanslarına sahip bir Erdoğan “birilerinin günahının cezasını alakasız bir başkasına çektirme”yi bir fikir olarak bile olsa, aklının ucundan geçirir miydi acaba?


 


Ermeni tasarısının başbakanın ve hükümetin şimdiye kadar geliştirdiği çizginin en çetin imtihanını oluşturduğu bu saatten sonra söylenebilir. Başbakanın kaçak Ermenileri sınırdışı etmekle ilgili düşüncesi telaffuz edildiği anda 1915 yılına ait Ermeni milliyetçilerinin işlemeye çalıştığı “tenkil-tehcir” algısını bir tür canlandırmış oldu. Bugün bunu yapabileceğini düşünmek ile geçmişte neler yapılmış olabileceğini birbirine pekiştirici bir argümanla bağlamak hiç de zor değil.

Doğrusu soykırımı Türkiye’ye itiraf ettirmeye çalışan uluslar arası siyasal aktörlerin karşısında daha soğukkanlı ve vicdanı asla elden bırakmayan bir yaklaşım üzerinde çalışmak gerekiyor………..”


 


Böyle birkaç yazıdan genellemeci sonuçlar çıkarılabilir , bu yazılar resmi tarihten farklı düşünmeyen Muhafazakar kitlelerdeki değişimin bir işareti olabilir mi? Doğrusu emin değilim. Ancak söz konusu yazıları  “Ermeni Sorunu” hakkında önümüzdeki dönemde çok daha farklı görüşlerin ortaya konulacağının ilk göstergeleri olarak görüyorum.


 


 


Bu konuda görüşlerimi daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Kısaca özetlemem gerekirse Ermeni sorunu dediğimiz meselenin aslında, sosyal darwinist idealleri paylaşan , pozitivist, hemen hemen aynı dünya görüşlerine sahip, hatta yakın zamana kadar işbirliği içerisinde olan iki örgütün  İttihatçılarla  Taşnakların  sivil halk üzerinden kanlı bir hesaplaşması  olduğunu savunuyorum. Bu hesaplaşmanın sonucu ise iki milyona yakın Müslüman ve Hristiyan Osmanlı vatandaşının etkilendiği korkunç bir trajediydi.


Özellikle 1914  Ağustos’unda Erzurum’da yapılan Taşnak kongresine İttihat- Terakki temsilcilerinin de katıldığını , Talat Paşa’nın bilgisi dahilinde savaşa Osmanlı tarafında olurlarsa Taşnaklara Erzurum, Van ve Bitlis’in teklif edildiğini , bu toplantının günümüzde meseleyi anlatma iddiasında bulunan ne Türk ne de Ermeni kaynaklarında fazla durulmadığını ya da eksik anlatıldığını yazdığımı okurlarımız hatırlayacaktır. Nedense “resmi tarihçilerimiz” ne de “diyaspora tarihçileri” İttihatçı-Taşnak ilişkileri üzerinde çok fazla durmuyor.


 


 “Ermeni Sorunu”na yaklaşımın, yurtdışı parlamentolarda yapılan oylamaları maç seyreder gibi seyredip skoruna göre sinirlenmek ya da sevinmekten çok daha öte davranışlar gerektirdiği açık. Ayrıca “soykırım yapılmıştır” ya da yapılmamıştır gibi iki kutuplu bir tartışmanın sorunun anlaşılmasında son derece sığ ve yetersiz kaldığı da ortada. Neredeyse bir asır önce yaşanmış bir trajediyi daha soğukkanlı değerlendirmek gerekiyor.


 


 








[1] Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitabevi, 2.Baskı, İstanbul, 2002, s.11-12



[2] Anne Frank: Anneliese Maria Frank, 13 yaşında iken 2. Dünya Savaşı’nda Amsterdam’da ailesiyle birlikte yakın dostlarının bir evinin çatı katında Alman askerlerinden  saklanmış, iki yıl boyunca burada kalmış, ihtiyaçlarını yakın dostları karşılamıştır.  Savaşın bitimine doğru Almanlar tarafından yakalanarak toplama kampına gönderilmişti. Anne Frank’ın günlüğü ölümünden yıllar sonra toplama kampından sağ kurtulan babası tarafından yayınlanmıştı.



[3] Doç. Dr. Gökhan Bacık, “Muhafazakar Akla Çağrı” Zaman Gazetesi, 3 Ocak 2009 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=791172&title=yorum-gokhan-bacik-muhafazak%E2r-akla-cagri


 



[4]Ahmet Turan Alkan “Ganimet mi saymıştık bir nevi” Zaman Gazetesi, 13 Mart 2010 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=961073


 



[5] Yasin Aktay “Devlet Nöbeti” http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=21440&y=YasinAktay


 

22.500 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir