Birinci Dünya Savaşı’nın o me’şum ateşi aynı zamanda kutsal topraklara da sirayet etmiş, Şerif Hüseyin ve oğullarının İngiliz patentli yaklaşan isyanının ayak sesleri meseleyi daha çetrefilli hale getirmiştir. Osmanlı Genelkurmayı askeri açıdan ana ordu merkezlerine bir hayli uzak Hicaz bölgesinin savunulmasını tartışırken , Hicaz Kuvvei Seferiye komutanı Fahreddin Paşa’ya göre “Müslümanların mukaddes şehri olan Medine-i Münevvere , Kudüs-ü Şerif kadar önemli değil midir ? …..Bu döner dünyada “siyasetçe, askerlikçe, maddece, mânâca, her şeyce en mühim nokta bugün Medine’dir….. Medine anavatan değil midir? (s.42)
Öyle bir komutan ki, her sabah Harem-i Şerif’in hademeliğini yapar, kefene bürünerek ve başına beyaz sarık sararak Peygamberimizin merkadını kendi eliyle siler süpürürdü. O ravza-i mutahhara’nın hizmetkârı, bekçisi ve mukaddes cihad sırasında düşmanla işbirliği yapanlara karşı muhafızıdır (s.41)
İsyan başladıktan sonra 4 gün sonra , 9 Haziran 1916’da Medine’de göreve başlayan Fahreddin Paşa’nın askerleri ve Medine’nin yerli halkı , Arabistanlı Lawrence’ın da bulunduğu Şerif Hüseyin birliklerine karşı adeta Cihan Harbi’nin “Plevne savunması”nı yapacaktır. Zor koşullarda her tarafı sarılmış bir şehirde, zaman ilerledikçe sinirler daha da gerilir, kayıplar daha da artar. Şehrin dışarıyla bağlantısını sağlayan Hicaz Demiryolu ise Bedevi savaşçıların sık sık baskınına uğrar. Fahreddin Paşa’nın halkın moralini yüksek tutmak için yaptığı işler, “çekirge yemenin faydaları” gibi talimatnameler bu mücadelenin trajik ayrıntılarıdır. Ancak sadece Medine savunması değil Osmanlı İmparatorluğu’da çatırdamaktadır. Subay kadrosu içerisinde ise teslim olmanın gerektiğini savunanlar ortaya çıkmaya başlar. Hal böyleyken , Fahreddin Paşa’nın Mescid-i Nebevi’de Cuma namazlarında üzerine sancağı sarıp verdiği hutbeler hem dinleyenleri hem de yıllar sonra okuyacakları gözyaşlarına boğacaktır.
Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918’de imzalansa da Fahreddin Paşa direnişi sürdürme kararlığındadır. Çünkü Medine askeri bir mevki olmaktan öte hilâfet bakımından da pek mühim bir yerdir. Teslim olması için padişahin da mutlak iradesi gereklidir. Ancak şartların giderek zorlaşmaktadır. En sonunda 9 Ocak 1919’da teslim olma kararı alınacak, Birinci Dünya Savaşı’nın resmi bitiş tarihinden neredeyse 2 ay sonrasına kadar devam eden onur mücadelesi de böylece sona erecektir.
Feridun Kandemir’in “Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası” adlı eseri , Peygamber yadigarı toprakları savunanların , Fahreddin Paşa’nın şahsında Medine’yi anavatan bilenlerin ( ya da Paşa’nın ifadesiyle Medinelilerin! ) hikâyesi. Kandemir, Medine Müdaafası boyunca paşanın yanında görev yapmış. En büyük arzusunun da Fahreddin Paşa’nın ağzından bu yaşananları kaleme dökmek olduğunu belirtiyor. Kandemir’e göre bu destanı ancak Ravza-i Mutahhara’dan derin bir ıstırap ile adeta koparcasına ağlaya ağlaya ayrılan Fahreddin Paşa anlatabilirdi. Yıllar sonra kendisiyle karşılaştığında bu düşüncesini söylediğinde Paşa “Ağlayan sadece ben mi idim a yavrum? O ayrılışın acısını hangimiz unuttuk? Unutabilir miyiz? “ diyecek ,yaşananları bir “Medineli” olarak onun yazmasını isteyecektir.
Sahi o dönemde kaç Medineli kalmıştır ki ?
Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası
Feridun Kandemir , Yağmur Yayınları , 1999 (Yeni Baskı:2007)