GELİBOLU’YU ANLAMAK

Dağı Delen Irmak-Kemal H. Karpat Kitabı, Haz. Emin Tanrıyar (Tuncay Yılmazer)

Osmanlı İmparatorluğu son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu içine alan o sancılı dönemi iyi anlamak gerekli.  Yakın tarihimizi objektif olarak değerlendiren, ön kabullerle değil her olayın farklı bir yönünün de olabileceğini düşünen, akademisyen tarihçi sayısı ne yazık ki çok az.  Kendi açımdan tartışmasız iki ismi söyleyebilirim. Prof. Kemal Karpat ve Prof. Şükrü Hanioğlu… Yakın zamanda yayınlanan bir söyleşi kitabı  nedeniyle Prof. Kemal H. Karpat’tan bahsetmek istiyorum. İmge Kitabevi Yayınlarından çıkan Emin Tanrıyar’ın hazırladığı “Dağı Delen Irmak”- Kemal H. Karpat Kitabı” dünya çapında saygın bir bilim adamının yaşamöyküsünü bizlere sunarken, iyi bir tarihçinin nasıl olması gerektiğine dair ipuçlarını da veriyor. Aynı zamanda yakın tarihimize dair üzerinde dikkatle durulması gereken çeşitli bilgileri sunuyor.


 


Söyleşiyi hazırlayan Emin Tanrıyar’ın ifadesiyle Roma-Bizans döneminde Doğu ile Batı’nın sınırı sayılan Tuna’nın güneyinde doğup yaşam rotasını Batı, çalışma eksenini ise Doğu olarak seçen Karpat’ı diğer tarihçiler arasında  farklı kılan en önemli özelliği salt “laiklik-modernizm-İslam” ve Türk devletleri gibi başlıklar altında sıralanabilecek özgün çalışmaları değil, yaşananı sürekli takip etmesi , yaşananı geçmişten alınan miraslar ışığında yeniden ve yeniden incelemesi ve tüm bunları aktüel politikayla sürekli bağlarını kurması. Bu süreçte de yerleşik resmi ya da sivil kalıpları tekrar, tekrar sorgulaması. Dağları delmekteki ısrarı yani…( s.8)


 


 


 


Kemal H.Karpat 15 Şubat 1923 tarihinde bugünkü Romanya sınırları içerisinde kalan Dobruca bölgesinin Armutlu köyünde Haşim Bey ile Zübeyde Hanım’ın altı kızından sonraki  ilk erkek çocuk olarak doğmuş. Saygın bir din alimi olan babası o dönem Türk ve Müslüman dünyasının hemen hepsinde gözlendiği gibi, Gazi Mustafa Kemal’e olan hayranlığı nedeniyle adını Kemal koyar. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Karpat’ın doğduğu yıl yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu, dünyadaki tüm Türk ve Müslüman dünyasının yeniden moral kazandığı, kendine güveninin geldiği yıl…


 


 


İlköğrenimi bölgesinde tamamladıktan sonra bir tür medrese eğitimi veren Mecidiye okuluna gider. Kendi ifadesiyle “Medresede ise köhne dogmatik, şabloncu bir iman görüşüyle yetiştim. Orada beni bu havadan kurtaran da modern, Batı ayarında , Fransız sistemine dayalı her bakımdan çağdaş olan Romence eğitimdi.”  Ancak Karpat her iki dünyanın da sentezini yaparak üçüncü bir yol seçtiğini belirtiyor.(s.560)


 


 


1942’de Türkiye’ye gelerek Haydarpaşa Lise’sinde öğrenimini tamamlayarak Hukuk Fakültesi’ne başlar. Ömer Lütfü Barkan, Tarık Zafer Tunaya, Ebulula Mardin gibi isimlerin öğrencisi olur. Tek partiye karşıdır. Demokrasi’nin ne olduğunu , Türkiye için önemini o yıllarda araştırmaya başlar. 1948 yılında yüksek lisans için ABD’ne gidişi hayatının en büyük dönüm noktalarından birisidir. Yüksek lisans tezinin konusu , lise öğrencisi iken Paşabahçe Cam fabrikasında çalıştığı göz önüne alınırsa , hiç te şaşırtıcı değildir. “Türkiye’de İşçi Hakları ve Sendikacılık” . Doktora tezi ise Prof. Kemal Karpat’ın daha sonraki yıllarda da düşüncelerinin temelini oluşturacak olan konu üzerindedir. Devletin içindeki ejderhaya ve onun arkasındaki insanı hor gören , hoyrat davranan ruh haline ve uygulamalara karşı demokrasiyi savunacak ve Türk halkının demokrasi arayış ve özlemini dile getirecektir. (s.571) Tezinin savunmasını Tarık Zafer Tunaya’nın da davetli olduğu jüri önünde yapacak , Turkey’s Politics: The Transition to a Multiparty System, başlıklı tezi ise doktorasını alacaktır.


 


Akademik çalışmalarını ABD’nin çeşitli üniversitelerinde sürdüren, zaman zaman Türkiye’ye gelerek ODTÜ’de ders veren  Karpat’ın 12 Mart 1971 darbesinden sonra ODTÜ ile ilişkisi kesilir. Amerika’ya dönen Karpat’ın Wisconsin Üniversitesi’nde Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki yeri konulu uluslar arası bir konferans düzenler ve yönetir. Bu konferans ve ardından basılan tebliğler kitabı Karpat’ın  ABD ve uluslararası planda Türk ve Osmanlı Tarihi üzerine ismini duyurmaya başladığı sürecin dönüm noktası olacaktır.


 


 


Prof. Kemal Karpat’ın bazı görüşlerini kısaca aktarmak onun tarih anlayışı hakkında ipuçları için yol gösterici olabilir. Kemal Karpat’ı klasik yakın dönem tarihçilerimizinden ayıran en önemli noktaları Niyazi Berkes ile olan görüş farklılıklarından  anlamak mümkün. “ Niyazi Berkes , rahmetli de yine fazla eseri yoktu  ama Türkiye’de laiklik ile ilgilenen bilim adamıydı. Şunu da söyleyeyim, benimle aynı görüşte değildi. Hatta Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Kültürel, Ekonomik Temeller İngilizce yayınlandığında kitabımı eleştirmişti. Çünkü ben “Demokrat Parti, demokrasinin yolunu açmıştır” şeklinde yazmıştım. O ise “Cumhuriyet rejimi kurulmuş, bir sürü reform getirmiş, Türkiye’nin tam manasıyla modern bir devlet olmasına yol açmışken birden demokrasi çıktı, her şeyi berbat etti” şeklinde düşünüyordu. Aynı şekilde ben II. Mahmud’un devletçiliği getirdiğini, derin devletin oluşmasına, aşırı devletçiliğe yol açtığını ileri sürerken, Niyazi Bey tam tersini söylüyordu, yani ona göre “Türkiye’de reformları, modernleşmeyi ilk gerçekleştiren kişi II. Mahmud”dur. (s.381)


 


Karpat farklı görüşte olmalarına rağmen Tarık Zafer Tunaya’ya, Niyazi Berkes’e saygı duyduğunu da her fırsatta belirtiyor.


 


Kemal Karpat’ın söyleşisinde en fazla dikkatimi çeken noktalardan birisi amaçlı olarak bize tarihin sunulduğunu,  halkın ise tarihi yaşandığı gibi anlayıp anlattığı şeklindeki görüşleri. Örneğin henüz 10 yaşında iken bir eve dönüşte  Osmanlıların 1855 yılında Ruslarla yaptığı çarpışmalarda bir hayli şehit verdikleri bir tabyanın yakınından geçerler. Karpat, o yağmurlu karanlık gecede  etrafta yanıp sönen ışıkların ne olduğunu sorduğunda, arabanın sürücüsü Nuri Ağa’nın ateşböceklerinin ışığını “Allah’ın şehitlerimize yaktığı kandillerdir” şeklinde açıklamasından  çok etkilendiğini belirtiyor. “ Sıradan bir adamdı Nuri Ağa; halktan biriydi. Oraya gelip geçmiş savaşları, ölenleri hatırlatıyor. “Ateşböceği deyip geçebilirdi ama halk oraya bir anlam yüklemiş. “Bizim burada şehitlerimiz yaşıyor” Onlar da her vesile ile bunu hatırlayıp yaşatıyorlar. Bunu düşünseniz de bulamazsınız. İçinde din de var mistisizm de…”( s.25) Karpat sözlü tarih çalışmalarının önemini her fırsatta vurguluyor.


 


 


Karpat Osmanlı Devleti tarihinin ve gelişiminin iyi anlaşılabilmesi için Rus tarihinin iyi bilinmesi gerektiği görüşünde: Rusya son zamanlarda Çarlık varken de aslında yavaş yavaş bir Rus milli Devleti şekline dönüşüyordu. Osmanlı’nın son devirlerinde , bilhassa Abdülhamit devrinde ise şeklen millilikten kaçınmakla beraber , aslında toplumun durmadan değişmesiyle , yerli bir burjuvanın ortaya çıkmasıyla millet unsurları oluşmaya başlıyordu. S.233


Prof. Kemal Karpat’ın  yakın tarihimizle  ilgili ana tezlerini de  genel hatlarıyla öğreniyoruz.   “Daha 1950’li yılların sonuna doğru bende uyanan fikir şuydu: Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi, resmi görüşü içeren kitapların anlattığı gibi değildir. Türkiye Cumhuriyeti’ne yol açan gelişme , Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıldaki gelişmelerle başlamış, yavaş yavaş şekil değiştirerek Osmanlı milleti Türk milleti haline gelmiştir. Ondan sonra 20 yüzyılın başında oluşan bu Türk milleti Cumhuriyeti doğurmuştur ve gelişme devam etmiştir.”(s.398) “Resmi tarih, bilhassa devletin siyasi amaçlarını gerçekleştirecek bir tarih, tarih olamaz… Bizde de yapılan bir yerde tüm tarihi Cumhuriyet’le başlatmak, önceki geçmişi yok saymaktır.” (s. 154 – 155)  “Atatürk’ten sonra, Batılılaşmış, modernleşmiş olduğunu söyleyen ve devleti elinde tutan elit, modernleşmeyi en ileri noktaya götürmek için her şeyi yapma serbestisine sahip olduğunu, kimseye hesap vermeyeceğini düşünüyordu. Bunu görmek beni son derece rahatsız etmiştir. Halkına bu kadar eziyet çektiren bir devlet!” (s. 169)


“Türkiye’ye gelip, 1940′larda uygulanan laiklikle, daha doğrusu kapalı bir şekilde ilim adına yürütülen yarı materyalist devlet politikası ile karşılaşınca buna tepki duydum… ‘Laiklik’ adı altında söze ve dine dayanan gelenekleri batıl sayma, İslam’la ilgili her düşünceye ‘geri’ olarak bakma, tarihi kasıtlı olarak saptırarak yorumlama ve ırka dayanan bir milli kimlik yaratma çabaları benim vicdan ve inanç hürriyetine saygımla asla bağdaşmamaktaydı.” (s. 281)


 


 


 


Beyaz Saray’da ABD Başkanı Başkan Carter’la görüşmesi, kimlik tartışmaları, Tek parti eleştirisi, Prof. Ömer Lütfü Barkan tarih anlayışının şekillenmesine katkısı vs. gibi hem özel hayatı hem de çalışmalarıyla ilgili birbirinden ilginç anekdotlarla söyleşi bir hayli zenginleşmiş. Kitap bir hayli kalın olmasına rağmen çok akıcı okunabiliyor.


 


“ ….Benim hayatıma birinci derecede yön veren nokta , kişiliğimin çok erken yaşta kendini belli etmesidir. Rumeli’nde bir Türk ve Müslüman olarak , eskiden Türk toprakları olan yerlerde yabancı bir siyasi rejim altında yaşamak her şeyden önce kimliğimi tayin etmiştir.      ( s.559)…” Baba tarafı Orta Asya’dan, kuzey steplerinden  gelip Dobruca’ya yerleşen ,anne tarafı ise Anadolu’dan Çanakkale’den Sarı Saltuk obasına gelen Karpat’ın köklerinden gelen birikimi iyi özümsediğini ve tarihçiliğinin şekillenmesinde rol oynadığını düşünüyorum. Aynı zamanda batı kültürü içerisinde azınlık konumunda yetişmesi, yaşadığı toplumun çok renkli, çok kültürlü olması demokratlığının temellerinin nereye dayandığını gösteriyor.


 


Sayısız makale ve onlarca kitaba imza atan, kitapları yirmiden fazla ülkede yayınlanan çalışmalarıyla çok sayıda ödül alan Prof. Kemal Karpat 2003 yılında Wisconsin Üniversitesinden emekli olmasına rağmen çalışmalarına devam ediyor.


 


Çok klişe bir söz olsa da yakın geçmişimizde yaşanmış olayların çok iyi sentezi, objektif yorumlanması gelecek için de olabildiğince isabetli tahminlerde bulunulmasının yolunu açacağı ortada. Sivillerin ve askerlerin sadece Türkiye’nin değil kendi alanında dünyanın önde gelen tarihçilerinden biri olan Prof. Kemal Karpat’a kulak vermelerinde fayda var.


 


 


 


…………………….


 


Son bir nokta…


 


Söz konusu söyleşinin daha önce İş Bankası Yayınlarından çıkması planlanırken, yayınevi kitabı yayınlamaktan vazgeçmiş,  sonrasında İmge Kitabevi Yayınları kitabı yayınlamıştı. Karpat’ın bazı görüşleri nedeniyle İş Bankası tarafından söyleşinin yayınlanmadığı iddia edilmişti. Konuyla ilgili Tarık Suat Demren’in www.dusunceler.org sitesindeki yazısına  bakılabilir.

10.660 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir