GELİBOLU’YU ANLAMAK

Hey Onbeşli Ağlatmalı mı, Oynatmalı mı? (Necdet Kurt)

 

Giriş

Son zamanlarda üzerinde epeyce tartışma yapılan türkülerden biri de Hey on beşli türküsüdür. Yıllar boyu türkünün Çanakkale cephesine giden halk arasında 15’liler diye bilinen 1315 (1898-1899) doğumlu gençler için yazılmış ağıt olduğu söylendi. Hatta kamuoyunun yakından tanıdığı Erkan Oğur, Gülay Sezer ve daha birçok sanatçı da türküyü, ağıt havasına büründürmeye çalışarak normal metronom süresinden daha yavaş okudular, bu konuda birçok da klip yayımlandı. Şahsım da dâhil olmak üzere birçok araştırmacı tarafından da türkünün aslında ağıt olduğunu, ancak zamanla oyun havası şekline büründüğü yazıldı. Bütün bunların tek kaynağı 1970’li yıllarda Nida Tüfekçi’nin, babası Hamdi Tüfekçiden derlediğini söyleyerek TRT repertuvarına 1616 numara ile kayıt ettiği türküdür. Bunun dışındaki kayıtlar arşivlerde olmasına rağmen dikkat çekmemiş veya üzerinde durulmamış ya da herhangi bir araştırmacının eline geçmemiş olmalı ki tüm yorumlar sadece TRT Kurumu tarafından yayınlanan türkü üzerinden yapılmıştı.

Türkü 1927 ve 1928 yıllarında Feryadi Hafız Hakkı tarafından taş plağa okunmuş, 1943 yılında da Muzaffer Sarısözen başkanlığındaki Ankara Devlet Konservatuvarı derleme ekibi tarafından o zamanki Tokat Belediye Başkanı Mustafa Yolcu (Elçi; 1997) ve yerel müzisyen Emin Diker’den derlenmiştir. Ancak bu derlemeler de konservatuvar arşivlerinde kalmış, gün yüzüne çıkmamıştır. Belki bu derleme ve taş plak kayıtları daha önceden ortaya çıkmış ve türkü etraflıca araştırılmış olsaydı belki de türkü üzerinde bu kadar tartışmalara gerek kalmayabilirdi.

Yukarıda bahsettiğimiz orijinal kayıtlara ulaştığımızda, türkünün söylendiği gibi ağıt olmadığı, hem de sözlerden hareketle bu güne kadar bu türkü ile söylenenlerin tekrardan araştırılması gerektiğini fark ettik. Türkünün 1927 Hafız Hakkı Bey, 1943 Muzaffer Sarısözen ve 1970’li yıllardaki Nida Tüfekçi kayıtlarındaki sözleri ve ezgi yapısını dikkatle inceleyip, Tokat’ta ki ve yakın yörelerdeki varyantlarını ile karşılaştırdığımızda ise türkünün apaçık bir oturak havası olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyordu.

İlk kayıt olan Feryadi Hafız Hakkı Bey’in okuduğu ezgi ve sözler aşağıdaki şekildeydi;

 

 

Damdan attım kendimi Bulamadım rengimi Hovardalık pek kolay Öğrenmeli fendini

Aslında güzelim kız senin ismin Hediye Fındık fıstık aldım güzel yemiye

Manto aldım güzel sana geymiye Hey on beşli on beşli

Bağdat yolları taşlı On beşliler giderse Kızların gözü yaşlı

Aslında güzelim kız senin ismin Hediye Kal efendim saat geldi yediye

Fındık fıstık aldım gülüm yemiye Irmağı geçti gelim

Gediği aştı gelin Eğil biyol öpeyim Yüreğim geçti gelin

Aslında güzelim kız senin ismin Hediye Ben dolaştım sen de dolan gediğe Manto aldım güzel güzel geymeye

Fındık fıstık aldım yemeye Penceresi beş camdan Konyak içtim fincandan Al Martini vur beni

Ben de bıktım bu candan

Aslında güzelim kız senin ismin Hediye Kal efendim saat geldi yediye

Fındık fıstık aldım yemiye

 

Sözler dikkatle incelendiğinde sevgilisi ile gizlice buluşmaya giden, ancak yakalanmak üzereyken canını zor kurtaran haylaz bir delikanlının öyküsünden başka hiçbir şey olmadığı ortaya çıkıyor. Ayrıca sözlerdeki en önemli iki vurgu da bizim bildiğimiz şekliyle olan “Tokat yolları taşlı” değil de “Bağdat yolları taşlı” ve “Aslanda yârim kız senin adın Hediye” yerine, “Aslında yârim kız senin ismin Hediye” şeklinde okunmuş olmasıydı. Neden “aslanda” yerine “aslında” vurgusu ısrarla her nakaratta aynı şekilde vurgulanmıştı? Cevaplanması gereken sorular orta yerde duruyordu.

Öyle anlaşılıyordu ki gerçekte adı Hediye olan, ancak başka bir isimle bilinen bir kişiye hitap ediliyordu. Ayrıca Tokat değil de neden Bağdat yolları idi. Zaten Çanakkale cephesine giden askerler için ağıt olmadığına dair düğümün çözümü de bu kelimede odaklanmıştı. Çünkü Çanakkale savaşı 1915 yılında oldu ve bu plak 1927 yılında okundu aradan sadece on iki yıl geçmişti,

 

eğer gerçekten 15’liler için yakılmış bir ağıt olsaydı on iki yılda bu kadar değişmesi mümkün olmazdı. O zaman plağa neden bu şekilde okunmuş olabilirdi ki? Ayrıca Anadolu’nun her yerinde askere uğurlanan gençler ağıtlarla değil, anlı şanlı bir şekilde türküler, halaylar eşliğinde davul zurna ile yolcu edilir. Bu Anadolu’da bir gelenektir.

Oysa bu eser zaten bir oyun havasıydı, hatta yörede hafta sonları bağlarda yapılan eğlencelerdeki oturak havalarının başında geliyordu. Hatta ezgisel yapısını inceleyince gerek Tokat bölgesinde, gerekse o dönemde gayrimüslim nüfusun bulunduğu ve oturak âlemi diye bilinen eğlencelerin çokça yapıldığı Nevşehir, Konya, Kayseri, Yozgat gibi çevre illerde de çok sayıda varyant ezgiler olduğunu da tespit ettik. Bu ezgilerin tamamında söz kısımlarında farklılıklar olsa da ezgilerin ana omurgasını oluşturan nakarat kısımların neredeyse bire bir aynıydı ve hepsi de de bağ kültürü olan yerlerdeki oturak havalarıydı. Yani Hey on beşli türküsü de bu türkülerden farklı olmayan bir oturak havasıydı. Burada şu bilgiyi vermek, konunun daha iyi anlaşılması için yararlı olacaktır. Varyant türkülerin şan kısımlarındaki ezgiler, sözlerdeki hece yapılarına ve yöresel motiflere bağlı olarak değişkenlik gösterse de, en belirgin ortak paydaları özellikle bağlantı kısımlarının aynı ezgiler veya birbirine çok benzeyen ezgilerden oluşmasıdır.

Tespit ettiğimiz varyant türkü sayısı dikkat çekicidir. Burada sosyolojik ve demografik açıdan benzer, ancak coğrafi açıdan değişik bölgelere yayılmış birkaç ezgiye ait ana omurgaları oluşturan notaların vermek uygun olacaktır.

 

TÜRKÜNÜN TOKAT’TAKİ VARYANTLARI

Zileli Halil adıyla bilinen Halil Gürgöze tarafından 1930’lu yıllarda (Ünlü; 2016) taş plağa okunmuş olan Cemile türküsü ile yerel sanatçıların düğünlerde okuduğu Şu Derenin Uzunu (Samanlıkta Serçeler) adlı türküler (Günesen; 1968).

 

 

Kayseri varyantları: Gesi Bağları, Verdiğin Yazmayı Bürüneyim mi ve Asmalarda kol uzatmış adlı türküler.

 

Konya varyantları: Konya Kaşık Ekibi’nin oyun eşliğinde icra ettiği Şu Bozkırdan Ayva Gelir Nar Gelir ve Nevşehirli Cafer’in 1950’li yılların başında (Ünlü; 2016) taş plağa okuduğu Fidayda Küçük Hanım adlı türküler.

 

 

 

 

Kastamonu varyantı: Şu Cide’nin Çeşmesi.

 

Bu türkülerin hepsinin ortak özelliği ise oturak havaları olmasıydı. Hey Onbeşli’nin 1927 ve 1943 kayıtlarındaki sözleri ve ezgi yapısını incelediğimizde ağıt olmadığı da ortadaydı. Ancak sözlerdeki “aslında” ve “Bağdat” vurgusu hâlâ orta yerde duran cevaplanması gereken konulardı. Türküyü 1927’de plağa okuyan Feryadi Hafız Hakkı Bey neden “aslında” diye söyleme gereği duyuyordu? Bu sorunun cevabını türkünün plağa okunduğu yıllarda olabileceği düşüncesi ile o dönemi araştırmaya başladık. Ancak uzunca bir süre neden sonuç ilişkisi kuramamıştık. Ta’ ki birçok Ermeni ailenin tehcir adıyla bilinen zorunlu göç sırasında mecburi göçe tabi tutulunca, yolda çocuklarının başına bir iş gelir korkusuyla üç beş yaşlarındaki kız çocuklarını güvendikleri Türk ailelere emanet ettiğini öğrendiğimiz zamana kadar.

27 Mayıs 1915 tarihinde hükümetteki İttihat ve Terakki partisi tarafından Tehcir Kanunu adıyla bilinen zorunlu göç yasasıyla Ermeni halkın bir bölümü savaş bitene kadar bölgeden Suriye, Lübnan gibi farklı bölgelere göç ettirilecekti. Tehcir Kanununa göre zorunlu göçe tabi tutulanlar için her türlü tedbir alınarak göçün tamamlanması sağlanacak, savaş bitiminde ise isteyen

 

Ermeniler yurtlarına geri dönebilecekti. Bu yasanın kapsadığı ülke genelinde 450 bin Ermeni’den 422 bini göçe tabi tutuldu. 1870 verilerine göre o dönem kaza merkezi olan ve tahmini nüfusu 18.575 kişi olan Tokat’ta Müslim-gayrimüslim oranı % 55,31’e, % 44,69 dur. Yani bu bilgiye göre 8300 civarında gayrimüslim, yaklaşık 2400 haneyi teşkil etmektedir. İlerleyen zamanlarda Gayrimüslim oranı kaza merkezinde % 44.69 iken Müslüman göçmenler nedeniyle kaza genelinde % 21.26’ya gerilemiştir (Açıkel; 2003). Bu ailelerin neredeyse dörtte üçü zorunlu göçe tabi tutulmuştu.

İşte bu zorunlu göçe zorlanan Ermeni ailelerin bazıları, yollarda başlarına iş gelir korkusu ile özellikle çok küçük yaşlardaki kız çocuklarını savaş bitince geri döner alırız umuduyla veya eğer gelemezsek sizin evladınız olsun diyerek samimi oldukları Türk ailelere emanet etmişlerdi. O günkü koşullar ve o kadar uzaklıkta ki yolun nasıl gidilebileceğini düşününce, bu ailelerin durumu da daha anlaşılır olmaktadır.

Zaten, gizlilik ve korku içerisinde yapılan bu emanet alma olaylarına konu olan çocukların, çevrede deşifre olmaması için yeni aileleri tarafından gerçek isimleriyle hitap edilmiyor, çocuklar Müslüman olmadığı için de günah olur düşüncesiyle de Ayşe, Fatma, Emine vb. gibi Müslüman isimleriyle de hitap edilmiyordu. Bunların yerine bu çocuklara “Hatun veya Hediye” deniyordu. Bu isimler daha sonra birçok kız çocuğunun nüfustaki gerçek isimleri haline gelmiş, Müslüman gençlerle evlenen veya Müslümanlığa geçen birçok kızın da adı tamamen değişmişti. Türkünün gerçek öyküsü ve kahramanları tamamen bambaşkaydı. Yani türküde sözü edilen Hediye de büyük ihtimalle bu şekilde isim almış birisi olmalıydı. Aksi takdirde her nakaratta ısrarla “Aslında yârim kız senin adın Hediye” denilmezdi. Ne ilginçtir ki bu konuda bilgisine başvurduğumuz 1925 doğumlu kaynak kişimizin de annesinin adı Hediye idi.

Alan araştırmalarımız sırasında öğrendiğimiz bu hazin öykü bizi çok derinden etkilenmiş ve üzmüştü. Ama türküde ki “Aslında yârim kız senin ismin Hediye” sözleri de artık mantıklı bir yere oturuyordu. Zira türkünün ilk çıkışında bizim bildiğimiz şekliyle “aslanda yârim“ şeklinde bir övgü ifadesi yok, “aslında yârim” şeklinde bilinirlik içeren bir açıklama ifadesi vardı. Yörede, fısıltı gazetesi son yirmi-yirmi beş yıldır türkünün ağıt olduğuna dair propaganda yapsa da, aynı fısıltı gazetesi daha eski zamanlardan beri türkünün bir Ermeni kızına yakıldığını da söylemektedir. “Aslında yârim” vurgusu ve yukarıdaki bilgiler de bunu desteklemektedir.

Anlaşılan o ki türküde konu edilen olaylar, öncesinde gayrimüslim olan ancak sonradan Müslüman adı alan bir genç kız ile 1315’li (1898-99) doğumlu bir genç arasındaki yaşananlardı. Sözlere baktığımızda genç adam sevgilisi ile gizlice buluşmak üzereyken yakalanma tehlikesi geçirdi ve damdan aşağı atladı, akabinde korkudan beti benzi kül gibi sarardı. Ancak sevgilisini görmeden gitmemeye kararlı olduğunu hissettirerek bir gediğe1 saklandı. Üstelik sevgilisine aldığı fındık, fıstık ve manto gibi armağanlar da elinde kaldı. Sevgilisine “aslında yârim kız senin adın Hediye diye” seslenirken belki de kızın gerçek kimliğini bildiğinden dolayı şantaj yapıyor da olabilirdi.

İkinci kıtada ki “Bağdat yolları taşlı” sözleri ise tam bir muammaydı. Zira bu sözleri hepimiz “Tokat yolları taşlı” diye biliyorduk.

Hey on beşli on beşli Bağdat yolları taşlı On beşliler giderse Kızların gözü yaşlı

Birinci Dünya Savaşında Türk orduları, 1915’te Çanakkale, 1916’da Irak cephesinde ve Kut’ül-Amare’de büyük zaferler kazandılar. Ancak Mart 1917’de Irak cephesindeki ve Ekim 1917’den başlayarak Filistin cephesindeki başarısızlıklar sonucu 11 Mart 1917’de Bağdat ve Kudüs kaybedilmişti (Küçükvatan; 2013). Bağdat’ın düşmesi Çanakkale zaferinden iki yıl sonra olmuştu. Bu bilgiyle karşılaştırınca bir oturak havası ile Bağdat arasında da bir bağ kuramasak da, acaba Bağdat cephesine giden askerler için mi yazılmıştı diye düşünmekten de kendimizi alamamıştık.

Devam eden araştırmalarımız sırasında bu konuyla ilgili şaşırtıcı bir bilgiye ulaştık. Tokat’ta yerel bir tarihçi ve arşivci olan dostumuz Hasan Erdem’in vesilesiyle ulaştığımız Osmanlı arşivinden bir belge ve 1968 yılında Tokat’ta yayımlanan İlk Çaba adlı dergi türküdeki Bağdat yolları ifadesine ve türkü üzerindeki algının nasıl değiştiği konusuna büyük oranda açıklık getirecekti. Osmanlı arşivlerinde bulunan Hicri 1308, Miladi takvime göre 1892-93 yıllarına denk gelen bir belgede, Tokat’ta bugün adı Behzat olan caddenin o yıllardaki adının Bağdat Caddesi olduğunu yazıyordu. Bu cadde o zamanlar halk arasında Bağdat Yolu olarak biliniyordu. Bunun nedeni ise Osmanlı döneminde Bağdat ise önemli bir ticaret merkezi, Tokat da büyük bir iç gümrük kapısıydı (İhsanoğlu; 1999). Bağdat istikametinden ve İpek Yolu’ndan gelen kervanlar burada konaklar, malları gümrüklenerek buradan dağıtılırdı. Güneyden gelen ve Tokat’ı Ankara, İstanbul, Samsun, Erzincan, Erzurum istikametine bağlayan ve aynı zamanda asker uğurlamalarının davul zurna eşliğinde yapıldığı bu yolun adı, bu nedenle “Bağdat Yolu” olarak anılırdı. İşin daha da ilginç yanı ise Osmanlı arşivlerinden çıkan belge Bağdat yolunun taş döşeme planı idi. Yani türküde sözü geçen “Bağdat yolları taşlı” ifadesinin adeta bire bir belgesiydi. Bağdat Caddesi’nin adı Cumhuriyetle birlikte günümüzde Tokat’ın en işlek bulvarlarından biri olan Behzat Caddesi olmuştu.

 

 

1 Yörede “kuytu yer” anlamında da kullanılmaktadır.

 

Resim 1: Bağdat Caddesi Taş döşeme ve kasis planı

Açıklama: Bağdat Caddesi üzerinde ve Tokat Sancağı hudutları meyanında ve 3 numaralı keşifnamede tafsilatı beyan olunan 10 mezur oluk kasisi resmidir. Tarih 1308 (Miladi takvime göre 1892-93 yıllarına denk gelmektedir)

 

 

Resim 2: 1900 yıllarının başında Bağdat Caddesi ve mimari planda görünen taş döşeme kaldırımlar

 

Böylece türkünün sözlerindeki “aslında yârim” ve “Bağdat yolları” vurgusu ile neyin ifade edildiği açıklığa kavuşmuş, sözlerdeki Tokat’a ait vurgulamalar, ezgi yapısı ve varyantları açısından da Tokat yöresine ait bir oturak havası olduğunun da belgelemişti.

Türküde ki üçüncü kıta ise birçok türküde eş metni olan mani tarzı sözlerden başka bir şey değildir. Dördüncü kıtada ise ihtimal dâhilinde delikanlı sevgilisinin oturduğu evi tarif ediyor olabilir. Bütün bunları yan yana getirdiğimizde türkünün hafızalarımızdaki gibi bir ağıt olmadığı, sadece içinde on beşliler ibaresi geçtiği için milli duyguların ön plana geçmesiyle şahsım da dâhil birçok dinleyici ve araştırmacı tarafından yeni bir anlam yüklenerek, türkünün ağıt olduğu şeklinde kamuoyuna yanlış bir yönlendirilme yapılmış olduğu ortadadır. Türküdeki “Aslında yârim kız zenin ismin Hediye” vurgusu ile anlatıcıların birçoğunun popüler olmak uğruna “Şeyh uçmaz, ama müritleri uçurur” özdeyişinde olduğu gibi gerçek dışı yakıştırmalarla, söylenti şeklinde ve her hikâye de farklı bir kimliğe büründürülen Hediye ile anlatılan tevatürler de boşa çıkmıştı.

Türkü 1943 yılında da Muzaffer Sarısözen başkanlığındaki Ankara Devlet Konservatuvarı derleme ekibi tarafından o zamanki Tokat Belediye Başkanı Mustafa Yolcu’dan ve yerel müzisyen Emin Diker’den derlenmiş, ancak

 

Konservatuvar arşivlerinde kalmış gün yüzüne çıkmamıştır. Bu derlemedeki ezgi yapısı ve sözler de oldukça ilginçtir.

 

Türkünün derleme fişlerindeki sözlere bakıldığında

Hey on beşli on beşli Tokat yolları taşlı On beşliler gidiyor Kızların gözü yaşlı

Aslan yârim kız senin adın Hediye Ben dolandım sen de dolan gediğe Fistan aldım endazesi on yediye Az mı geldi gönderdiğim hediye

şeklinde seyretmekte, ancak ikinci kıtaya ait sadece bir dize yer almaktadır. Çok bilinen ve birçok türküde eş metin olarak kullanılan mani türü bir söz olduğundan, ikinci kıta da aşağıdaki gibi olduğunu tahmin etmekteyiz.

Köprünün Altı Diken Yaktın Beni Gül İken Allah Da Seni Yaksın Üç Yıllık Gelin İken

Türkünün kısa sürede ezgi ve söz açısından nasıl dönüştüğü ve birçok eklemenin yapıldığı ortadadır.

1937 derlemesinin ses kaydını dikkatlice dinlediğimizde iki kişi tarafından okunduğu görülmekte ancak kayıtlarda sadece Mustafa Yolcu adı geçmektedir. Eldeki diğer birçok kaydı incelediğimizde aynı tarihte kaynak kişi olarak birkaç kaydı birlikte yaptıkları Emin Diker olduğu anlaşılmaktadır. Fişteki ilk kıta da yazan “Hey on beşli on beşli, Tokat yolları taşlı kısmı, Tokat’ın Yazı kışlı” şeklinde duyulmaktadır. Dikkat edildiğinde kaynak kişilerin metin birliği konusunda bir an çelişkiye düştükleri de hissedilmektedir. Bu da bölgeni oturak havalarının kalıp ezgilerine uyan mani tarzı sözlerin nasıl döşendiğinin ayrı bir göstergesi, aynı zamanda oturak havalarının da diğer bir özelliğidir. Zira saatler süren bu tarz eğlenceler de icracı müzisyenler aynı ezgi üzerine değişik sözler döşemek suretiyle işlerini kolaylaştırırlar.

Muzaffer Sarısözen ve ekibinin yaptığı derlemelerde, derlenen esere ait normalin dışındaki özel bilgiler mutlaka yazılmaktaydı. Şayet bu eser bir ağıt olsaydı Muzaffer Sarısözen derleme fişindeki düşünceler kısmına ağıt ibaresi düşerdi.

Bu derleme kaydında türkü sadece sözel değil ezgisel açıdan da küçük değişimlere uğramıştır. Bu derlemede ezgi Karcığar arızalı Hüseyni olarak icra edilmiş ve ezgi işleyişinde adeta oturak havası olduğunu bağırırcasına nakarat kısmında benzerlerine sıklıkla oyun havalarında rastlanan La-Mi aralığında atlayan ezgi işleyişi ve aman aman şeklindeki katma sözler eklenmiştir. Kısacası yıllardır arşivlerde saklı kalmış olan bu kayıtta da ağıt olduğuna dair herhangi bir ibare olmadığı gibi tam tersi çok açık bir şekilde oturak havası olduğu bellidir.

Nida Tüfekçi’nin böyle bir kayıttan haberdar olması büyük ihtimaldir, ancak her nedense bu kayıt TRT repertuvarına dâhil edilmemiş ve yılarca arşivlerde saklı kalmıştır.

 

Resim 3: Mustafa Yolcu’dan Yapılan Derlemenin Fişi

 

Üçüncü ve son kayıt ise Nida Tüfekçi’nin, babası Hamdi Tüfekçi’den derlediğini iddia ettiği kayıttır. Bu derlemeye ait ne bir ses kaydı, ne de derleme fişi mevcuttur. Nota üzerinde derleme tarihi bulunmamakta, sadece 24.05.1977 repertuvar kurulu inceleme tarihi bulunmaktadır. Buna göre türkü bu tarihten önce derlenmiştir. Bu kayıtlardaki icra şeklinde veya notanın üzerinde de türkünün ağıt olduğuna dair herhangi bir not bulunmamaktadır. Aksine hem Nida Tüfekçi kayıtları hem de notası son derece kıvrak ve oyun havası niteliğindedir. Yine bu derlemede de sözler değişime uğramış 1927 ve 1943 kayıtlarındaki ikinci ve üçüncü kıtalar birçok türküde kullanılan mani tarzı sözlerle değiştirilmiş durumda karşımıza çıkmıştır.

 

Hey onbeşli onbeşli                                       Giderim elinizden

Tokat yolları taşlı                                         Kurtulam dilinizden

On beşliler gidiyor                                        Yeşilbaş ördek olsam

Kızların gözü yaşlı                                        Su içmem gölünüzden

 

Aslan yarim kız senin adın hediye                    Gidiyom gidemiyom Ben dolandım sen de dolan gel gediye                                                    Sevdim terkedemiyom Fistan aldım endazesi onyediye                                                      Sevdiğim pek gönüllü

Gönlünü edemiyom

Yine bu derlemede de mani şeklindeki farklı kıtalar mevcuttur.

 

Tüm bu bulguları ve türkünün ilk kayıttan itibaren 90 yıllık macerasını yan yana getirdiğimizde, yıllardır bağlarda veya diğer âlemlerde oturak havası, düğünlerde oyun havası olarak icra edilen ve bu şekilde kabul görmüş olan bir türkünün, sadece sözlerindeki on beşli vurgusundan yola çıkarak ağıt olduğu iddia edilmiştir, hatta zaman zaman da dayatılmıştır.

Tokat’ta yerel olarak yayımlanan 1968 yılına ait İlk Çaba adlı derginin 14. Sayfasında “Hey Onbeşli” türküsüne ait nota ve kısa öyküsü mevcuttu. Nota incelendiğinde 1943 Sarısözen derlemesindeki karcığar arızaların burada da olduğu görülmektedir.

Resim 4 İlk Çaba Dergisinde ki Hey Obbeşli türküsünün kısa öykü ve notası

 

 

Dergideki öyküde Osmanlı İmparatorluğunun 5-6 cephede savaştığı ve çok şehit verildiği, bundan dolayı da 1315 doğumluların askere alındığını ve Tokat’ta yaşayan Hediye adlı bir kızın 1315 doğumlu olan nişanlısının da askere alındığını, bu heyecanla bu türkünün yakıldığını ve halk ağzında bestelenerek bugüne kadar söylenegeldiğini yazıyordu. Bugüne kadar Hey On beşli türküsü ile ilgili bulabildiğimiz en eski tarihli nota ve öykü buydu. Ancak ağıt olduğuna dair bir ibare yoktu.

Bu dergi yayımlandığı yıllarda oldukça popüler ve yerel halk tarafından ilgiyle takip edilen bir dergiydi. Her sayısında “Tokat Folklorundan Örnekler” başlığı ile birkaç tokat türküsünün notası ve öyküsü yayımlanmaktaydı. Benzer öyküler aynı dönem de çıkan “Yeşilırmak” ve “Topçam” adlı yerel dergilerde de yayımlanıyordu. O dönem iletişimin araçlarını günümüzdeki gibi gelişmiş olmadığından ve kolay ulaşılabilirlik nedeniyle bu tür dergiler ve gazeteler halk arasında popüler birer bilgi kaynağıydı. Bu nedenle bölge halkı içerisindeki bazı kişi veya kişiler tarafından Çanakkale cephesine ve diğer cephelere giden 1315’lilerle, bu öykülerdeki 1315 doğumlu gencin askere alınması arasında zaman içerisinde doğrudan bir bağ kurulmuş olmalı ki, halk arasında türküyle ilgili birçok rivayet ve öyküler üretilmişti. Birkaç kuşak sonra da doğal olarak sanki cepheye gidenler için söylenen bir ağıt algısı oluşmuştu.

Seksenli yıllardan itibaren “Hey Onbeşli” ile ilgili roman, öykü ve hikâye kitapları ve makaleler yazılmaya başlanmış, yazılan her makale veya kitapta ısrarla cepheye giden çocuk yaşta askerler için söylenmiş ağıt olduğu vurgulanmıştır. Hatta bu yazılardan başka birçok senaryo üretilerek başta İstanbul, Tokat, Çorum olmak üzere çok sayıda şehirde Hey Onbeşli adıyla tiyatrolar sahnelenmiş, Anadolu genelinde çok sayıda öğretim kurumunda müsamerelere konu edilmiştir. 2015 yılında ise Turhal belediyesi tarafından yüzlerce genç 1915 yılına ait asker kıyafetleri ile giydirilip Hey Onbeşli türküsü eşliğinde Çanakkale gezisine götürülmüştür. Yine bizzat Belediye başkanının da içinde olduğu bir klip çekilmiş birçok sanatçı türküyü ağır bir tempoda oku- muş, Belediye başkanı konuyla ilgili görsel medyada ve yörede düzenlediği gecelerde ısrarla “Hey Onbeşli’yi oyun havası olmaktan kurtaralım” şeklinde açıklamalar yapmıştır. Türkü gerek kamuoyunda gerekse medya da birçok tartışmalara konu olmuş, konu kendi kendini tetikleyerek adeta domino taşı etkisi yapmıştır. Tartışmaya Prof. Dr. Bingür Sönmez, Songül Karlı, Ömür Gedik ve Bakanlık yaptığı dönemde Nabi Avcı ve daha çok sayıda ünlü dâhil olmuş çeşitli medya araçları ile türkünün ağıt olduğunu, saygısızlık edilmemesi gerektiğini ifade eden beyanatlarda bulunmuşlardır.

Türküyle ilgili yayınlar ve içerikleri kronolojik sıra ile şu şekildedir:

Ufuk Günesen: Hey Onbeşli- Kısa Öykü-Nota-1968 Mehmet Yardımcı Hey Onbeşli Onbeşli-Öykü-1985 Hulusi Üstün: Hey Onbeşli Onbeşli-Hikâye-2003 Mustafa Arıkoğlu: Tevellüt 1315-Senaryo-2003

Ali Orhan Günaydın: Biri Bu Yanlışa Dur Demeli-Makale-Şiir-2007 Füruzan Sümer Utkan Hey Onbeşli-Roman-2007

M. Emin Ulu: Onbeşliler Gidiyor-Roman-2008

İsmail Çolak: Mahşerin İrfan Ordusu Okuldan Çanakkale’ye-Roman- 2008

Bekir Altındal Hey Onbeşli Onbeşli Üzerine-Makale-2008 Necdet Kurt Hey Onbeşli-Makale-2009

 

Ufuk Günesen’e ait 1968 yılındaki yayın dışında yukarıdaki yayınlıların tamamı türkünün ağıt olduğunu işlemiştir. Aşağıdaki makaleler ise konuyu farklı bakış ile gündemine almış, ağırlıklı olarak türkünün yöresi üzerine tahliller yapmışlardır.

Hayrettin Koyuncu Hey Onbeşli Onbeşli-Makale-2005 Mahmut Hasgül: Hey Onbeşli Onbeşli –Makale-2014

Halil Atılgan: Kızların Gözü Yaşlı, Adana Yolları da Tokat Yolları da Taşlı-Makale-2017

Halil Atılgan: Hey On Beşli Türküsü ve Adanalı İboş Ali Ağa-Makale- 2016

 

Çok sayıda internet sitelerinde türkünün ağıt olduğuna dair öykü ve hikâyeler yayımlanış, konu sosyal medya üzerinde tartışılmış ve daha çok sayıda gazete, dergi haberleri veya köşe yazarları tarafından Hey Onbeşli ile ilgili yazılar kaleme alınmıştır. Hemen her yazıda milli değerler ön plana çıkarılarak türkünün bir ağıt olduğu yazılmış, oyun havası olarak oynayanlar ise ağır bir dille eleştirilmiştir.

Sonuç

Bu durum birçok sanatçı ve araştırmacıyı da yanıltmış, türkü zaman içerisinde birçok icracı tarafından çeşitli kalıplara sokulmuş, ancak türkünün bilinçaltındaki kodlarına uymadığı için çok fazla kabul de görmemiştir. Türkü nün oturak havası olduğunu söyleyenler olsa da yanlış yönlendirmeler ve sonucunda oluşan algı ile halkın büyük kısmı bir türkü üzerinden bilinçsiz bir şekilde toplum mühendisliğine soyunmuştur. İlginç olan bir başka detay ise türkünün ağıt olduğunu iddia eden birçok kişinin de aslında buna kendilerinin de inanmadıklarıdır. Günümüzde zaman zaman bu tartışma alevlenmekte ve birçok kişi bu vesile ile medya ve kamuoyunda boy göstermektedir. Müzikologların boş bıraktığı alanların kimler tarafından ve ne şekilde doldurulduğu da ortadadır.

Vatan söz konusu olduğunda millet olarak manevi değerler ve hassasiyet ön plana çıkmaktadır. Bu doğal olarak da olması gereken bir durumdur. Dolayısıyla milli ve manevi değerlere hiç kimsenin sözü olamaz, Ancak sadece içindeki bir iki kelimeden dolayı birkaç kişinin ortaya attığı ve dayattığı bir teze türküler alet edilmemeli, türküler kendi mecrasında yaşatılmalıdır.

Necdet Kurt

Halkbilim Uzmanı

 

Bu bildiri ilk kez 2018’de Uluslararası Etnomüzikoloji Sempozyumu’nda sunulmuş olup yazarın izniyle sitemize konulmuştur. 

 

 

KAYNAKÇA

Açıkel, Ali (2003) “Tanzimat Döneminde Tokat Kazasının İdari Ve Nüfus Yapısındaki Değişiklikler (1839-1880)”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 27, No: 2 – Aralık, s. 253 – 265.

Elçi , Armağan (1997) Muzaffer Sarısözen (Hayatı, Eserleri Ve Çalışmaları), Ankara, s..241.

Günesen, Ufuk (1968) “Tokat Folklorundan Örnekler”, İlk Çaba Dergisi, Tokat, s.14.

İhsanoğlu, Ekmeleddin (Ed). (1999) Osmanlı Devleti Tarihi, C.II, İstanbul, s.

583.

Küçükvatan, Mahir (2013) “İngiliz Basınında Osmanlının Kut’ül-Amare Zaferi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies” XIII/26 (Bahar/Spring), s. 55-85.

Ünlü, Cemal (2016) Gel Zaman Git Zaman, İstanbul, s. 340, s.420. TRT Thm Repertuvarı, 393, 631, 1616, 1814, 3998 Numaralı Notalar.

 

Yararlanılan Arşivler

Ankara Devlet Konservatuvarı Arşivi Hasan Erdem Arşivi

Kubilay Dökmetaş Arşivi

 

Kaynak Kişi

Fehmi Okucu, doğum 1925-ölüm 17,10,2016 emekli tüccar ve okuryazar. Tehcir sırasında yaşananlar konusunda büyüklerinden ve annesinden öğrendiklerini anlattı. Annesinin adı Hediye.

3.183 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir