Hikaye bundan tam 90 yıl önce, sonradan Anzac Koyu adını alacak noktada 24 Nisan’ı 25’e bağlayan gece başladı. O tarihte bu koyda başlayan hikayelerin tamamına yakını, hep denizden gelen adam tarafından yazıldı. Denizden gelen istilacı adam cesurdu; ama köksüz ve tarihsizdi. Ayak bastığı topraklar ona mezar olacak, ama karşılığında ona bir ruh ve yeni bir milat kazandıracaktı. Hikayenin gerçek kahramanı ise denizden gelen adamı karşılayandı. Cesaretin ötesine geçen bir fedakarlık içindeydi. Tek dileği, mümkün mertebe geç ölerek, arkadaki arkadaşlarına vakit kazandırmaktı. Yüksek bir ruh, zengin bir tarih geleneği ve köklü bir aidiyet duygusu içerisinde, bugün pek de anlayamayacağımız bir fedakârlık mertebesindeydi. Üstelik istilacılara karşı koyma konusunda, bin yıllık bir tecrübeye sahipti. O gece hava bulutsuzdu ve ay vardı. Gelibolu Yarımadası’nın Ege sahillerinden, Arıburnu civarından denizi gözetleyen Türk askerleri, 02:00 sularında normalin üzerinde bir gemi trafiği fark ettiler. Acaba vakit gelmiş miydi? Müttefikler beş hafta önce, 18 Mart’ta Çanakkale Boğazı’nı donanmasıyla zorlamış, muharebe gemilerinden üçünü tamamen kaybederek geri çekilmişlerdi. Fakat vazgeçmeyecek, tekrar geleceklerdi. Üstelik bu defa hem karadan hem denizden saldıracaklardı. Amaçlan Gelibolu Yarımadası’na hakim olarak tabyaları ve mayınları temizlemek, Boğaz yolunu gemilerine açmak ve İstanbul’u, Türkiye’yi teslim almaktı. İstihbarat raporları, yüzlerce geminin ve binlerce askerin Limni ve Bozcaada’da toplandığını, Müttefikler’in büyük bir harekata hazırlandığını doğruluyordu. Önemli olan ve kestirilemeyen şey, düşmanın nereden, hangi noktadan geleceği; hangi çıkarmanın gerçek, hangisinin gösteriş çıkarması olacağıydı. Bütün Çanakkale havalisini savunan 5. Ordu’nun komutanı Liman Von Sanders, en güneydeki Seddülbahir’den, en kuzeydeki Bolayır’a uzanan sahil şeridinin 90 kilometre olması ve yeterli kuvvet bulunmaması dolayısıyla, Ege kıyılarını esas olarak gözetleme yapan az sayıda askerle tutturmuş, ana kuvvetleri yarımadanın iç kesimlerine yerleştirmişti. Kendisi ise, ana çıkarmanın Bolayır ve Anadolu yakasındaki Beşike bölgesine yapılacağını tahmin ediyordu. (Komutanın hem bu tahminleri yanlış çıktı –iki noktaya da sadece gösteriş çıkarması yapıldı- hem de genel stratejisinin ciddi zaafları olduğu anlaşıldı). Yarımada’nın güneyde Seddülbahir’den, kuzeyde Anafartalar’a kadar tüm Ege kıyılarının savunulması 9. Tümen’in sorumluluğuna bırakılmıştı. Bu kadar uzun bir şeridin her noktasını kuvvetli bir şekilde tutmak imkanı yoktu. Bugün Kabatepe’nin güneyindeki Çamtepe’den kuzeye doğru 27. Alay’ın 12 kilometrelik sorumluluk alanı başlıyordu. Saat 03:00 sularında ay hattı ve görüş tamamen kayboldu.
Arıburnu ve civarındaki sahili sadece 27. Alay’ın 8. Bölük’ünden iki takım, yani toplam 160 asker korumaktaydı. Bölüğün komutanı Yüzbaşı Faik Efendi, denizdeki anormal hareketliliği tümen karargahına bildirdikten sonra, emrindeki askerleri alarma geçirdi. Faik Efendi o anı sonradan şöyle anlatacaktır: ” … Neticeye intizar ediyordum ve ileriyi gözlüyordum. Bir zaman sonra bir silah cayırtısı koptu … ” Saat 04:30’dur. İlk partide 1500 kişilik bir Anzac (Australian-New Zealand Army Corps/Avustralya-Yeni Zelanda Kolordusu) kuvveti (örtme kuvveti), bugün Anzac Koyu olarak bilinen koydan, Arıburnu ve hemen kuzeyindeki Balıkçı Damları mevkiine kadar olan sahil şeridine çıktı. Bir avuç Türk askeri burada mahvoluncaya kadar savaşacak, geriden yardım gelmesinin imkansızlığının bilincinde olarak (alayın en yakın destek kuvveti 8 kilometre mesafededir) onlara “birkaç saniye bile olsa” kazandırmak amacıyla kendini feda edecektir. Arıburnu’nun hemen doğusundaki ilk yükselti olan Haintepe’yi tutan Asteğmen Muharrem üç yerinden yaralanıp geri çekilirken yanında sadece üç er kalmıştır. Kıyıdaki Anzacların sayısı ise artık 4 bindir. 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal ise, aynı saatlerde kalkmış, askerlerinin yapacağı tatbikat için hazırlanmaya başlamıştı. Tümeni ve bağlı olduğu 57. Alay, Bigalı köyünün 1 kilometre kadar dışında Değirmen Bayırı mevkiindeydi. Mustafa Kemal’in tümeni direkt olarak 5. Ordu’ya bağlıydı ve ihtiyat kuvveti olarak, gerektiğinde yardımına başvurulmak üzere konumlandırılmıştı. Aslında, tüm Çanakkale savunmasında, yüklendiği işlev bakımından doğru pozisyonda olan tek tümen de buydu. Gerektiğinde Asya yakasına geçe bilecek, gerektiğinde kıyı şeridinin hem güneyine hem kuzeyine müdahale edebilecek, gerektiğinde ise Kilitbahir Platosu’nu veya Sarıbayır silsilesini tutabilecek opsiyonlara sahipti.
Arıburnu sahillerine yapılan çıkarmanın ciddi olduğu 05.15 sıralarında, ilk zayıf ışıkla da anlaşıldı. Ama bu hala bir “ciddi gösteriş çıkarması” olabilirdi. Bununla birlikte hemen 27. Alay’ın Eceabat’ta bulunan diğer iki taburuna haber verildi. Bu alayın komutanı Yarbay Mehmet Şefik (Aker), zaten saat 05.00’ten itibaren, şafakla beraber başlayan top seslerinin her zamankinden farklı olduğunu anlamış, tümen komutanlığını arayarak bilgi almış, fakat bir türlü hareket emrini alamamıştı. Erat o gece yarısından sonra tatbikattan dönmüş ve yorgundu; fakat kısa sürede harekete hazır hale gelmişti.
Hareket emri 27. Alay’a 05.45’te geldi. Alay 5 dakika sonra top seslerine doğru hızlı yürüyüşe geçti. Top seslerindeki alışılmadık sıklığı, daha kuzeydeki Mustafa Kemal de fark etmişti. Kendisine ilk haber yine şafak sökerken, saat O 5: 1 O’ da tümenin Maltepe’de bulunan 77. Alay gözcüsünden geldi: Kabatepe sahilleri bombardıman altındaydı ve daha önemlisi, top sesinin anlık kesintiye uğradığı aralarda tuhaf bir ses duyuluyordu. Yarbay Mehmet Şefik, bu sesi sonradan şöyle tarif edecekti:
” … Top sesleri arasında derinden derine karanlıklardan gelen bir uğultu vardı ki, bu hazin ve esrarlı ses, üzerimde çok derin bir tesir yaptı. Bu uğultu çok şiddetli bir piyade ve makineli tüfek kalabalığının parlamalarının bize aksedebilen uğultusu idi ve bize Arıburnu’nda, bir avuçtan ibaret olan, yardımdan uzak alay arkadaşlarımızın, kim bilir ne kadar çok faik bir düşman karşısında, yine kim bilir nasıl bir sıkıntı içinde vazifelerini yapmağa çalıştıkları intibaını verdi.”
05.30’da Mustafa Kemal’e, 9. Tümen’den yazılı bir rapor geldi. Düşmanın Arıburnu’na çıkarma yaptığı belirtiliyor, fakat herhangi bir yardım talebinde bulunulmuyordu. Mustafa Kemal hemen kolordu komutanı Esat Paşa’yı aradı; fakat belirsizlik sürüyordu. Yarım saat sonra 9. Tümen tekrar arandı, ama
durum değişmedi. Zira 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami de, o an için Arıburnu’na yapılan çıkarmanın bir ana çıkarma olup olmadığını henüz bilemiyordu. Ana çıkarmayı Bolayır civarına bekleyen bir ordu komutanının inisiyatifinde; üstelik aynı sıralarda Seddülbahir civarına çok daha yoğun ve şiddetli bir bombardıman ve çok daha büyük çapta bir çıkarma başlamışken, buna karar vermek pek de kolay değildi. Mustafa Kemal ilk icraat olarak hemen bir süvari müfrezesini yakın keşif için bölgeye gönderdi. Sinirli bekleyiş devam etmekteydi. Yarım saat daha geçti. Mustafa Kemal’ e Seddülbahir’de vuku bulan çıkarmalarla ilgili de herhangi bir bilgi verilmemişti. Nihayet saat 06.30’da, 9. Tümen’den bir rapor daha geldi. Özetle şöyle denmekteydi:
“Arıburnu’na çıkarma yapan düşman, Kabatepe’nin gerilerindeki sırtları sarmaktadır. Kuvvetlerinizden 1 taburun Kabatepe’nin kuzeyindeki Arıburnu’na karşı olan sırtlara sevki uygundur.”
Mustafa Kemal hemen en yakındaki 57. Alay’a ve topçu bataryasına, harekete hazır olma emri verir. Yanındaki 57. Alay 1. Tabur Komutanı Zeki Bey, dört yıl sonra, 1919’da Çanakkale’ye geri dönen Avustralyalı tarihçi Charles Bean’e o anı ve Mustafa Kemal’in sözlerini şöyle aktaracaktı:
” Alay toplandı. Mustafa Kemal şöyle dedi, ‘Eğer düşman kuvveti Kocaçimen’e doğu yönlenmişse, bu basit bir çıkarma olamaz; bu gerçek bir şey; bu bir ana çıkarma’. V e bunun üzerine, sadece 1taburu değil, tüm 57. Alay’ ı harekete geçirmeye karar verdi.”
Mustafa Kemal durumu son derece iyi okumuş, Conkbayırı hattının önemini kavramış ve bu hat güçlü bir şekilde tutulmazsa, düşmanın stratejik olarak üstünlüğü ele geçireceğini ve savunmanın yetersiz kalacağını anlamıştı. Kolordu ve ordu komutanlığından bir emir gelmemesine rağmen, Mustafa Kemal saat 07.00′ de yazdırdığı raporda Kocadere batısına doğru 57. Alay’ın tamamı ve dağ bataryasıyla harekete geçeceğini belirtir. Ve öncü bir bölük, bir sıhhiye müfrezesi ve cebel bataryası, Mustafa Kemal eşliğinde yürüyüşe başlar; alayın tamamı saat 07.55’te araziye çıkmıştır.
Aynı saatte 27. Alay Avustralyalıların öncülerini Kemalyeri hattında karşılamış ve ilk selam ateşleri başlamıştı. Alay Komutanı Mehmet Şefik, tümen komutanlığına 07.55’te şu unutulmaz raporu yazdırdı:
“1. Düşman Arıburnu sırtlarını işgal etmiştir.
2. Arıburnu sırtlarıyla Kocadere arasındaki sırtlardan İnayeti Hakka istinaden taarruza başlıyorum.
3. Kocaçimen’i serian 19. Tümen’ e tutturmanız müsterhamdır.”
Atlas ekibi 25 Nisan 1915 tarihinin bu ilk saatlerini zaten biliyordu. Bazı önemsiz farklılıklarla, gerek Genelkurmay yayınlarında, gerek Mustafa Kemal’in “Arıburnu Raporu”nda, gerekse Şefik Bey’in “Arıburnu Savaşları ve 27. Alay” isimli makalesinde, bu ilk saatler detaylı şekilde anlatılmaktaydı. Yapmak istediğimiz ise; 57. Alay’la Bigalı’dan hareketinden itibaren, Conkbayın’na ulaşarak o meşhur karşı saldırıyı başlattığı ana kadar geçen ilk 4 saati Mustafa Kemal’le birlikte tekrar yaşamak; geçtiği yolu, seçtiği güzergahı arazi üzerinde belirlemek; ve bir milletin kaderini değiştiren bu benzersiz inisiyatifin coğrafyasını belgelemekti. Tarih, işaret koymaktı; belgelemek, fotoğraflamak, kayıt altına almaktı; koordinatları saptamaktı; olay yerinde tartışmak, belgeleri kıyaslamak, hipotezleri geliştirmek ve bütün bunları anlaşılır şekilde ifade etmekti. Bu anlayışla hareket eden Eceabat Yerel Tarih Grubu’nun kurucusu Selim Meriç ve Çanakkale Savaşı konusunda otorite Şahin Aldoğan, daha önceden bölgede bir keşif faaliyeti yürütmüşler; sık dikenli çalılıklar ve amansız harp yolları arasında epey hırpalanmışlardı. Daha sonradan Atlas ekibine katılan Aldoğan ve Belçikalı uzman Jul Snelders, projenin ilk iki gününü, “Mustafa Kemal nerelerden geçmiş olamaz”ı belirlemekle geçirdiler. Fotoğrafçı Cüneyt Oğuztüzün kaybolan ışığın peşinde koşarken, uzmanlarımız da haritalar, belgeler ve tanıklıklar arasında kaybolmuştu.
Atlas ekibi Conkbayırı’nın hemen doğusunda, Mustafa Kemal’in 57. Alay’dan ayrılıp keşif amacıyla daha kuzeye yönlendiği güzergahı belirlemeye çalışıyor. Çanakkale muharebeleri ve arazileri konusunda otorite kabul edilen tarihçi Şahin Aldoğan ve Müttefik kuvvetlerin hareketlerini etüd eden ve araziyle eşleyen Belçikalı tarihçi Jul Snelders, beş gün boyunca sadece Çanakkalece (Gallipolian) konuştular (üstte).
Üçüncü gün Mustafa Kemal’le birlikte, Değirmen Bayırı’ndan yola çıktık. Bizim 180 metre önümüzde, at üzerinde, öncü bir müfrezeyle birlikte, yanında emir subayı, yaveri, topçu komutanı ve birkaç muhafız olduğu halde ilerliyordu. Bigalı köyü çıkışından sonra, yolumuz ve yönümüz Mustafa Kemal’in daha önceden yazdırdığı raporda olduğu gibi, Kocadere’nin batısına, Çaylar Dere’ye doğruydu. Bigalı’dan sonra dimdik kuzeye doğru uzanan bugünkü karayolu, o zamanki toprak yol, doğruca Büyükanafarta köyüne gitmekteydi. Yaklaşık 1 kilometre sonra ilk önemli dönemeç karşımıza çıktı. Bugün “Kocadere’ye Gider” levhasının bulunduğu sapaktan batı istikametine devam ettik. Saatler 08.00’i gösteriyordu. Hafif rampalanan yolda, bir müddet sonra sağa ayrılan orijinal harp yolu gözümüze çarptı. Küçük bir kestirme yapan bu yol, tekrar toprak yola bağlanıyor ve Çaylar Dere’ye doğru inişe geçiyor. Bu noktada hemen kuzeyimizde kalan Hamzalar Mevkii üzerinden Kocaçimentepe’ye yönelen toprak yollar mevcut. Mustafa Kemal’in “Arıburnu Raporu”nda “Kocaçimen tepesine teveccüh ettim” demesi, bizi başlangıçta bu yollara saptırmıştı. Halbuki Mustafa Kemal’in kastettiği 304 rakımlı Kocaçimentepe değil, o tarihte bugün Sarıbayır silsilesi olarak tanımladığımız hattın Düztepe’den başlayan, Conkbayırı’na uzanan ve yine o tarihte Kocaçimendağ olarak söylenen bölümüydü. Zaten Şefik Aker de kendi makalesinde bu noktaya açıklık getirmekteydi.
Kaldı ki Çaylar Dere’ den direkt Kocacimentepe’ye yönelen arazi son derece sarp idi ve bırakın top bataryasının geçmesini, piyadenin bile ilerlemesine müsaade etmeyecek kadar dik yokuşlarla bezeliydi. 57. Alay’ın bir şekilde bu güzergahı seçtiğini kabul etsek bile, askerlerin muharebeye girmesi en iyi ihtimalle öğlen saatlerini bulur ve o zamana kadar da Conkbayırı elden çıkmış olurdu. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in anlatımındaki bütün “Kocaçimen” ifadelerini, Düztepe-Conkbayırı silsilesi olarak değerlendiriyor ve Çaylar Dere içine iniyoruz. Yol iyice bozuluyor ve mevsim yağışları nedeniyle iyice yumuşayan toprakta, 4×4’le devam etmek bile imkansızlaşıyor. Artık araçtan inip, Mustafa Kemal’in arkasından yaya olarak devam etme zamanı geldi. Saat 08.30 ve silah seslerinin sıklaşmasından 27. Alay’ın muharebeye girdiğini anlıyoruz. Mustafa Kemal’in tek bir hedefi var: Conkbayırı’nı düşmandan evvel tutmak ve 27. Alay’ın sağından taarruz etmek. Derenin öbür yakasına geçen yol, biraz daha güneye yöneliyor. Hedeften, yani Conkbayırı’ndan uzaklaşılıyor duygusu verse de, bu yanıltıcı. Zira bu noktada sağa sapan yolların hem yeni tarihli orman yolları olduğu hem de alayın hareketi için elverişli olmadığı anlaşılıyor. Sağa sapan iki orman yolunu pas geçtikten sonra, nihayet orijinal harp yolu gözüküyor ve evet, işte buradan sağa sapıyoruz.
Biraz sonra ikinci kritik dönemece geliniyor. Burası eski haritalarda Ören Ardı veya Evren Ardı olarak geçen bir yol ayrımı. Kurtgözü Mevkii’nin yanındaki bu noktadan sola ayrılan yol Kemalyeri’ne bağlanıyor. Sağa giden yol ise yeni bir vadiye açılıyor ve daha sonra Conkbayırı’na yöneliyor. Sağdaki yola giriyor ve güneybatıya doğru gider ken keskin bir dönüşle k:uzeybau istikametine devam ediyoruz. Bu vadi o tarihte de, bugün de Mazı Çukuru adıyla biliniyor. Şimdiki gibi bir hayat memat meselesi olmasa ve Mustafa Kemal’den çekinmesek; insanın durup, oturup tabiatı içine çekmek isteyeceği; kuşa, böceğe, yılana bakmak, onlarla bir olmak isteyeceği bir yer burası. Ama tabii yola devam etmek ve 1915 yılına dönmek durumundayız. 500 metre sonra vadi genişliyor ve yol ikiye ayrılıyor. Daha doğrusu sağdan giden bir yol yok; ama arazinin bugünkü yapısı, insana böyle bir his veriyor. Biraz dikleşen harp yolunda, bu sefer harpten kalan bir parça karşımıza çıkıyor. Burası üçüncü önemli dönemeç ve savaş sırasında konulan putrellerin üzerindeki demir dirsek, top bataryalarının geçişini sağlamak üzere tasarlanmış.
Saat 09.30. Harp yolunun bu kısmı, aradan geçen 90 yıl içerisinde patikalaşmış; ilerlemek zorlaşıyor. Ama zaten arazi de artık daha sarp. Üzerinde yaklaşık 10 kilogram civarında teçhizat taşıyan erat yoruldu. Mustafa Kemal de atından iniyor ve yol, ani bir dönemecin ardından batıya yönelerek Kördere’ye girmeden hemen önce, askere10 dakika istirahat veriyor. Saat tam 09.40. İleride, yükselen yamacın üstünde Mustafa Kemal’in Atatürk olmuş halini görüyoruz. Conkbayırı’nda yükselen heykeliyle, bize izlememiz gereken yolu gösteriyor. 1915’teki Mustafa Kemal burada bizden, 57. Alay’dan ayrılıyor. İstirahat sırasında alaya direktifler veriyor ve önümüzdeki derin vadiyi yayan geçerek, Abdal Yarları’nın güney yamaçlarından Besimtepe-Conkbayırı arasında, donanma ateşinden korunaklı bölgeye çıkıyor. Amacı, en yüksek noktaya çıkarak düşmanın sayısı ve hareketlerinin gelişimi hakkında bilgi sahibi olmak.
Önderlerini en önde gören alay, son rampaya doğru, Conkbayırı’na tam güneyden yaklaşmaya başlıyor. Topçu bataryası ve biraz geriden gelen alayın 1. Tabur’u Suyatağı Mevkü üzerinden, son derece dik bir son 50 metre tırmanarak pozisyon almaya çalışıyor. Öndeki 2. Tabur ise tatlı bir meyille kıvrılarak Conkbayırı’na yönelen yoldan devam ediyor ve daha da güneye, 261 Rakımlı Tepe’ye doğru inen Mustafa Kemal’in peşinden yavaş yavaş araziye yayılıyor. Artık Conkbayırı tutuldu ve harekatın birinci aşaması başarıyla tamamlandı. Saat 10.00.
Tam bu esnada, Mustafa Kemal’in Arıburnu Raporu’nda naklettiği meşhur hadise yaşanıyor: “Conkbayın cenubundaki 261 Rakımlı Tepe’den Conkbayırı’na doğru 27. Alay’dan sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının kaçmakta olduklarını gördüm. Bizzat bu efradın önüne çıkarak ‘niçin kaçıyorsunuz’ dedim. ‘Efendim, düşman’ dediler. ‘Nerede’ dedim. ‘İşte’ diye 261 Rakımlı Tepe’yi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 Rakımlı Tepe’ye yaklaşmış ve kemal-i serbestiyle ileri doğru yürüyordu. ‘Düşmandan kaçılmaz’ dedim. ‘Cephanemiz kalmadı’ dediler. ‘Cephaneniz yoksa, süngü takın’ dedim ve bunlara süngü taktırdım ve yere yatırdım ( … )”
Bu manzarayı gören Anzac askerleri de yere yatıyor ve ilerleyişleri duruyor. Daha sonra yakındaki bir bölük asker olay yerine yetişiyor ve cephane takviyesi yapılarak ateş açılıyor. Aslında Mustafa Kemal’in karşılaştığı askerler, Anzac çıkarması sırasında Balıkçı Damları’ndan düşmana en ağır telafatı verdiren ve fakat cephaneleri tükenince Düztepe’ye doğru çekilen ve ellerinde kalan tek tük fişeklerle düşmana mevcudiyetini hissettiren, arada 27. Alay’ın ana taarruz güçlerine posta yollayarak cephane takviyesi yapan ve bunlar da bitince geri çekilen bir avuç kahraman. 27. Alay Komutanı Mehmet Şefik Bey, 20 sene sonra yayımlanacak yazısında böyle söylüyor.
Durduğumuz yerden, Suyatağı’nın biraz gerisinden tam olarak seçemiyoruz ama olay yine 261 rakımlı, Conkbayırı’nın güneydoğu yükseltisi civarında olabilir; zira geri çekilen askerin donanma ateşine açık 261 Rakımlı Tepe yerine, daha içeriye doğru yönelmesi mantıki. Ne var ki, avcı veya öncü dahi olsa, herhangi bir düşman askerinin 261 rakımlı tepe olarak bilinen, bugün Conkbayırı yazıtlarının bulunduğu tepeye yaklaşmış olması ihtimali yok. Savaştan sonra yazılan son derece detaylı Avustralya tarihçesi de, en ileri Avustralya müfrezesinin ancak Düztepe’ye kadar ulaştığını belirler. Mustafa Kemal ise işte bu 261 Rakımlı Tepe’ye kadar iniyor. Zira ancak buradan düşmanın nasıl bir alana yayıldığı ve hareketlerinin yönü anlaşılabiliyor. Mustafa Kemal’in yanına Suyatağı civarına geliyoruz. Aşağıya doğru bölgeye bakınca, durumun vehameti hemen anlaşılıyor: Düşmanın büyük bir kolu doğuya yönelmiş ve 27. Alay’la muharebeye tutuşmuş. Diğer bir kolu ise kuzeye dönmüş, Düztepe üzerinden Conkbayırı’nı tehdit etmekte. 2 bin kişilik 27. Alay, Kemalyeri çıkış merkezi olınak üzere, Kanlısırt’ın güneydoğu yamaçlarından Kırmızısırt,Merkeztepe, Edirnesırtı hattına kadar geniş bir alanda, karşısındaki 10 binden fazla Anzac askerine karşı amansız bir mücadele veriyor. 27. Alay’ın sağında Asteğmen Mithat’ın takımı, az kişiyle Anzac kuvvetlerine Conkbayırı yolunu tıkamaya çabalıyor. Balıkçı Damları’ndan yukarı çıkan İbradalı İbrahim Hayrettin’in (Mustafa Kemal’in karşılaştığı asteğmen) takımıyla, Binbaşı İsmet’in yolladığı 5. Bölük’ten Asteğmen Mustafa’nın takımı Düztepe civarını adeta bir yarımay vaziyetinde çevirmişler. Bu sayıları en fazla 100’ü bulan fedakar insanlar, Mustafa Kemal yetişinceye kadar bu hattı tutmuşlar ve Conkbayırı’na geçit vermeyerek tarih yazıyorlar. Fakat artık güçlerinin ve dirençlerin sonuna gelmişler; sayıları da, cephaneleri de çok azalmış. Kaybedecek vakit yok. Mustafa Kemal cebel bataryasını Suyatağı’na mevzilendirerek ateş açtırıyor. 2. Tabur Komutanı Ata Efendi’ye hazır olmasını söylüyor. Biraz geciken 1. Tabur Komutanı Zeki Bey de yayılarak Suyatağı çevresinde pozisyon alıyor. Saat tam 10.24. Bütün gün tereddüt eden gökyüzü artık dayanamıyor. Atlas ekibi koşar adım ağaçların altına saklanırken Mustafa Kemal Conkbayırı’nın üzerinde patlıyor; 57. Alay yağmur oluyor; Düztepe’ye, Kılıçbayırı’na doğru düşmanın üzerine yağmaya başlıyor
Mümkün Olabildiğince Uzağa (Jul Snelders)
Anzac birliklerinin zorlu koşullar altında kıyı başı tutmakta gösterdikleri başarı beklenenin çok üstündeydi. Harekâtın başında kıyıdan içeri doğru genel ve başarılı bir ilerleme mümkün olmadıysa da, birliklerin çoğu tüm sıkıntılara rağmen kendilerine verilen emirleri yerine getirmeye çalışmış, ilk gün hedeflerine ulaşmaya gayret etmişlerdi. Anzac kaynaklarından okunduğunda, Gelibolu çıkarmasının ilk saatleri sırasında en sık karşılaşılan durumlardan biri muhtemelen düzensizlik ve karışıklıktır. Çıkarma, Müttefik komutanlarının beklediği sonuçları doğurmamıştı: Yanlış çıkarma yerleri, zorlu arazi koşullarının yol açtığı sorunlar ve çıkarma kuvvetlerinin tüm birimlerinin iflah olmaz ölçüde birbirine karışmış olması, kıyıdan içeriye doğru her tür organize hareketi imkânsız hale getirmişti. Tüm bunların ötesinde, genel komutanlığın çıkarmanın ilk günü için belirlediği hedefler de gerçekçi olmaktan çok uzaktı. Buna göre kuzeyde Kocaçimentepe, güneyde Kabatepe ele geçirilecekti.
Fakat bu, Anzac kuvvetlerinin bu hedeflere ulaşmaya çalışmadığı anlamına gelmiyor. Aksine, böylesine zorlu koşullar altında kıyı başı tutmakta gösterdikleri başarı beklenenin çok üstündeydi. Harekâtın başında kıyıdan içeri doğru genel ve başarılı bir ilerleme mümkün olmadıysa da, birliklerin çoğu tüm sıkıntı ve zorluklara rağmen kendilerine verilen emirleri yerine getirmeye çalışmış, kıyıdan içerilere doğru girebildikleri kadar girmeye gayret etmişlerdi. Bir tarihçi için, savaş bittikten sonra, harekâtın ilk saatlerinde çıkarma birliklerinin kıyıdan tam olarak ne kadar içeri girdiklerini belirlemek kolay bir iş değildir: Harekatın bu aşamasında küçük, birbirinden kopuk ve organize olmaktan uzak Anzac askerleri ile karşılarındaki Türk birlikleri arasında pek çok çarpışma meydana geldi. Hatta bu Anzac gruplarından bazıları 25 Nisan akşamı için hedeflenen hattın ötesine geçmişlerdi. Bunlar 25 Nisan için belirlenen orijinal hedeflere hiçbir zaman varamadılar ama bazıları daha sonra hiçbir Müttefik askerinin ulaşamadığı noktalara ulaştılar. Avustralya resmi tarihini kaleme alan C. E. W. Bean, hayranlık uyandırıcı bir çabayla bu insanların izini sürmüş, yaptığı görüşmeler ve 1919 yılında tekrar döndüğü yarımadada, savaş alanında yaptığı araştırmalar ve elde ettiği deliller ışığında, Anzac cephesinde o sabah neler yaşandığını ve Anzac birliklerinin ulaştıkları en son noktayı ortaya çıkarmayı başarmıştır. Bu bağlamda Anzaclar başlıca iki grup altında incelenebilir: Biri, doğuya doğru ilerleyerek 3. sırta ulaşmaya çalışan grup, diğeri ise kuzeye doğru ilerleyerek Conkbayırı’na ulaşmaya, tepeyi ele geçirmeye çalışan grup. Her iki durumda da Anzac kuvvetleri sayı olarak oldukça azdı. Bu birlikleri harekâta katılan diğer birliklerden ayırt eden başka bir şey daha vardı: Onlar, diğer birliklerin pek çoğu gibi yönlerini kaybetmemiş ve içerilere doğru çok hızlı bir ilerleme göstermişlerdi. O yüzden de, Türk takviye kuvvetleri harekâta bilfiil katılmaya başladığında, onlarla ilk karşılaşan birlikler arasındaydılar.
Kıyıdan içerilere doğru en fazla ilerleyen Anzaclardan biri Avustralyalı Teğmen Plant idi. Plant, emrindeki küçük bir grup askerle birlikte sabahın ilk saatlerinde 400 Rakımlı Plato’yu geçmiş ve Albayrak Sırtı ve Karayörük Deresi karşı taraflarında güneybatıya yönelmişti. Aldıkları harekât emrinde taburun görevi, Kabatepe’nin kuzeyindeki 3. Sırtı ele geçirmek olduğu için, Plant vadiyi geçerek Kavaktepe’nin 200-300 metre kadar güneyinde bir noktadan sırta tırmandı. Bulunduğu yerden, hem gerideki ovayı hem uzaktaki Kilithahir Platosu’nu açık bir şekilde göre biliyordu. Çevreyi gözetlerken iki Türk taburunun hızla kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu fark etti. Emrindeki bir avuç askerle böyle bir kuvvete karşı koymasının imkânsız olduğunu düşünerek hemen Al bayrak Sırtı’na geri çekildi. Bu sıralar sabah saat 09.00 civarıydı. Plant dışında, sabahın ilk saatlerinde hızla ilerleyen başka Avustralyalılar da vardı. Bunlardan ikisi, Blackbum ve Robin, 400 Rakımlı Plato’nun ilerisine keşif yapmaya gönderilmişti. Kemalyeri’nin hemen kuzeyinde 3. sırtın üstüne çıktılar. Ortalıkta herhangi bir düşman birliği görünmediği için, tepenin çevresini dolaşmaya başladılar. Fakat güney yamaçlarına vardıklarında, kendilerine doğru büyük bir Türk birliğinin gelmekte olduğunu görerek artık geri dönmeleri gerektiğine karar verdiler. Ama bu arada, tam geri çekilecekleri sırada, güneybatılarına düşen daha düşük rakımlı bir burunda başka bir Avustralyalı asker grubunun bulunduğunu gördüler.
Bu askerler Teğmen Loutit komutasında Karayörük Dere’yi geçmiş ve 3. sırtı oluşturan esas tepeye az çok paralel bir şekilde Kemalyeri’ne doğru uzanan daha düşük rakımlı sırtlardan biri olan Adana Bayırı’nda mevzilenmişti. Biraz sonra önlerinde bir grup Türk birliği belirdi ve muharebeye tutuştular. Çatışma sürerken Loutit, diğer Avustralyalı birliklerle temas kurma umuduyla, Adana Bayırı’nın kuzey kısmında Kemalyeri’ne doğru ilerleyerek küçük bir keşif yaptı ve birden, 3. sırtın görece alçak bir bölgesinden ileriye doğru açık görüş bulunduğunu fark etti. Bulunduğu yerden üç mil kadar ileride, Çanakkale Bağazı’nın sularını açık seçik görebiliyordu. Teğmen Loutit, tüm harekat boyunca bu manzarayı görebilen çok az sayıda Anzac’tan biri olacaktı.
Conkbayırı’na Doğru ilerleyiş
Saat 09:00 sularında muharebeye katılan Türk birlikleri sayıca artmaya ve 3. sırt boyunca Kemalyeri’ne doğru ilerlemeye başlayınca Loutit, bu koşullarda bulunduğu mevzii savunmasının mümkün olamayacağını anladı ve adamlarını geri çekmeye karar verdi. 400 Rakımlı Plato’ya doğru çılgın bir koşu başladı. Hemen gerilerinde onları izleyen Türkler ve kulaklarının diplerinde vızıldayan mermilerle sonunda Gedikdere’ye ulaştıklarında saat 10.00’du ve 32 kişi olarak harekâta başladığı birliğinden geriye sadece 11 kişi kalmıştı. Güney kanadında tüm bunlar olup biterken, başka Anzac birlikleri de Arıburnu’nun kuzey ve kuzeydoğusunda kalan son derece çetin bir arazide mücadele veriyordu. Bu bölümde düzensizlik ve karışıklık daha da büyüktü: Subaylar haritadan doğru dürüst arazi keşfi yapmamış, çevreyi öğrenmemişlerdi ve karaya çıkış sırasında farklı kuvvetlere mensup kıtalar, birlikler, iflah olmaz ölçüde birbirine karışmıştı. Haintepe’de çok hızlı bir şekilde gelişen ilk hücumdan sonra, kıyı başından içerilere doğru düzenlenen genel harekat bölük pörçük ve son derece yavaş gelişiyordu.11. Tabur’dan Teğmen Tulloch ve ı2. Tabur’dan Yüzbaşı Lalor, Arıburnu’nun hemen kuzeyinde Kuzey Plajı’nda karaya çıktı. Batlardan karaya ayak basar basmaz, yukarıdaki tepelerden ve daha kuzeydeki Balıkçı Damları’nın bulunduğu bölgeden ateş yediler. Hızla ve dağılmadan Serçetepe’ye yöneldiler ve hala ateş altında olmalarına rağmen, bir şekilde Yükseksırt’a çıkan dik yamacı geçmeyi başardılar. Tepeye vardıktan sonra, küçük bir düzlüğü Sarıbayır’ın en güneyindeki Kılıçbayır Tepesi’nin eteklerine bağlayan dar bir bel olan Cesarettepe’ye kadar ilerlediler. Aldıkları emirde, birliklerine birinci gün sırtın sonuna kadar ilerleyerek Düztepe, Conkbayırı ve Kocaçimentepe’yi ele geçirme görevi verildiği için, Lalor’un emrindeki askerlerle birlikte ihtiyat olarak orada kalmasına, Tulloch ve takımının ileri harekâta devam ederek, daha önce diğer birliklerle bir buluşmanın planlandığı Düztepe’yi ele geçirmesine karar verdiler.
Tulloch ve takımı Düztepe’ye doğru ilerlemeye başladıktan az sonra, kendilerine başka bir takım daha katıldı; öyle ki Tulloch’un emrinde şimdi 60 kadar asker olmuştu. Türk birliklerinden sürekli ateş yemelerine rağmen düzenli bir şekilde ilerleyerek Düztepe’nin diğer yamacına ulaşmayı başardılar. O ana kadar aştıkları her yamaç veya tepecikte Türk mukavemeti artmıştı ve şimdi küçük birliğin önünde derin bir çukur, onun gerisindeki yamaçta ise Türkler vardı. Ateş öylesine yoğundu ki tüm bölgeyi kaplayan fundalıkların arasında uzanmış askerler başlarını bile kaldıramıyordu. Saat 09.00’u geçmişti. Tulloch bulunduğu yerden sadece ı kilometre kadar ötedeki Conkbayırı’na çıkan ilk yamacı görebiliyordu, fakat mevcut durumda oraya kadar ilerlemeleri de imkânsız görünüyordu. Sağına baksa, uzaktan Çanakkale Bağazı’nın sularını görebilecekti. Fakat buna dikkat edebilecek halde değildi. Muharebe alanında yeni Türk birlikleri boy gösterdi ve bir kanattan küçük birliğini çevirme manevralarına başladı. Yapabileceği tek şey, tekrar Kılıçbayırı’na çekilmekti. Burada ilginç bir anekdotu aktarmak yararlı olabilir: Savaştan sonra kendisiyle yapılan bir görüşmede Tulloch, Bean’e bulundukları yerden 900 metre ileride bir Türk subayının durduğunu ve telaşlı bir şekilde koşturarak yanına gelip giden habercilere yazılı emirler verdiğini aktarır. Bu subayın kim olduğunu tam olarak hiçbir zaman bilemeyeceğiz, fakat kesin olan bir şey var: Aynı sıralarda, birliklerine tepenin arkasında kısa bir İstirahat vermiş olan Mustafa Kemal’in, bir durum değerlendirmesi yapmak üzere, tek başına yaya olarak bu yamaca kadar ilerlediğini ve hatıralarında, emir almak için koşarak yanına gelen askerlerden söz ettiğini biliyoruz. Geri çekilmeden önce Tulloch tüfeğini omzuna aldı ve Türk subayına bir el ateş etti. Fakat ıskalamıştı.
Bu yazı daha önce Atlas Nisan 2005 sayısında yayınlanmış olup yazarların izniyle sitemize konulmuştur. Bu yazıda emeği olan iki kişi artık aramızda değil. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Belçikalı Araştırmacı Jul Snelders ve fotoğrafları çeken Cüneyt Oğuztüzün ‘ü saygıyla anıyoruz.
EKLER
25 Nisan 1915 Arıburnu Anzak Çıkarması Üzerine Şahin Aldoğan ile Söyleşi – 1 (Tuncay Yılmazer)
9 Ekim 2010’da yayınlanan söyleşiden ilgili bölüm;
Atlas Dergisi’nde (Gürsel Göncü ile birlikte) ve sonrasında gallipoli-1915.org sitesinde 19. Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in 57. Alay ile birlikte güzergahını tartışmaya açan bence son derece önemli makaleleriniz yayınlandı. Burada tekrar söz konusu güzergahı anlatır mısınız?
ATLAS dergisi Nisan 2005 sayısında yayınlanan makaleden sonra ayrıca Eceabat Yerel Tarih Grubu olarak konuyla ilgili araştırmacı arkadaşların eleştirilerine açmak için Araştırmacı Gazeteci Yetkin İşcen’in sitesinde de bir makale yayınlanmıştır. Değerli Harp Tarihi Araştırmacısı Gürsel Akıngüç arkadaşımız bir eleştiride bulunarak 57. Alay 1.Taburu’nun takip ettiği güzergâhtan (Kurtgözü kuzeyinden Örenardı vadisine inen Conkbayırı ve Kocaçimentepe’ye giden yoldan) 19. Tümen Komutanı maiyeti ve diğer 57. Alay birliklerinin gitmediğini , onların (o dönemde Çementepe denilen) Kocaçimentepe üzerinden Conkbayırı’na intikal ettiklerini , bizzat Arıburnu Raporu’nda Mustafa Kemal’in anlatımına dayanarak işaret etmiştir. Onun bugünkü bizim tezimizden en önemli ayrıldığı nokta 1. Taburun da Kocaçimentepe üzerinden Kördere’ye indiğini yorumlamasıdır. Ama sonuçta 57. Alay yola çıktıktan sonra Komutan da en seri şekilde Conkbayırı’na yetişmiş, onu takip eden birliklerde tam zamanında Conkbayırı’nda bulunarak Tümen Komutanın genel sevk ve idaresinde Tesadüf Muharebesine Alay komutanlarının bilfiil idaresinde başlamışlardır. Bu konuda arkadaşlarımızla hemfikiriz.
Bu yazılarınıza ne açıdan eleştiriler geldi? Örneğin Araştırmacı Gürsel Akıngüç M.Kemal Bey’in Bayramdere’den Kocaçimentepe’ye ulaştığını belirtiyor.
Alay bazı tabur ve veya taburlarının Bayramdere’den gitmesi mevzu bahis olabilir. Şimdilik kesin bir şey kendi açımdan söyleyemem. Bu konuda ATASE’ye iki kere, o sabahki süvari keşif kolu raporlarının içerisinde bu konuyu aydınlatacak ifadelerin olup olmadığı soruldu ise de bir cevap alamadık ve evvelki sorunun cevabında dediğimiz gibi bu konuda uyum ve anlayış içerisinde tüm birliklerimizin kritik bu günlerdeki intikallerini objektif bir şekilde müştereken araştırmaktayız.
……………………………