George Antonius. Arap Uyanışı: Arap Ulusal Hareketinin Öyküsü. Trc. Mehmet Akif Koç & Muhammed Karakuş. İstanbul: Selenge Kitap, 2020.
Modern Ortadoğu’nun tarihi –genel itibariyle- 1789 Fransız Devrimi ve ardından Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgal girişimiyle şekillenmeye başlar. Batılıların misyonerlik faaliyetleri, milliyetçilik akımları ve Osmanlı Devleti’nin merkezileşme çabalarının yoğurduğu XIX. yüzyıldaki Arapların kültürel “uyanış”ının ardından, modern dönemdeki en kritik süreç 1914-1923 arasıdır.
Şerif Hüseyin ve oğullarının öncülük ettiği, İngiltere –ve Fransa’nın- aktif destek verdiği Arap İsyanı, modern Arap dünyasını ortaya çıkaran birincil önemdeki kilometre taşıdır. Türkiye’de ve uluslararası camiada, Arap İsyanı’na dair şimdiye kadar çok şey yazıldı, konuşuldu; Arapları “ihanet”le suçlayanlar da oldu, İngiliz altınlarının Şerif ailesini “kandırdığı”nı söyleyenler de…
Ancak Türkçe literatürde hadisenin en önemli ayağı hep eksik kaldı veya göz ardı edildi, biraz da bilinçli olarak görülmek istenmedi: Arapların bizzat kendisi, Arap milliyetçileri bu süreci nasıl görüyordu? İsyan “İslamî” miydi, “ulusal” mıydı yoksa klasik bir “milliyetçi self-determinasyon” süreci miydi? Arapların gözünden; İsyan’ın haklı sebepleri nelerdi, süreçte İstanbul’un hataları neydi, İngilizler neyi doğru yaptı? Ve ayrıca: İsyan edenler ortaya çıkan sonuçlardan mutlu oldu mu? İngilizlerle Fransızların anlaşamadığı noktalar nelerdi? Sykes-Picot Anlaşması ve yeni sınırlar ne anlam ifade ediyordu? Araplar kandırıldı mı? Savaş sonrası Filistin çözümü Arapları tatmin etti mi? Yahudi göçü ve İsrail’in kurulmasına giden süreçte kimler hangi hataları yaptı?
Tüm bu sorulara cevap mahiyetinde; “Arap Uyanışı: Arap Ulusal Hareketinin Öyküsü” kitabı, Arap milliyetçilerinin bu süreçlere nasıl baktığını gözler önüne seriyor; özlemlerini ve ideallerini yansıttığı kadar, pişmanlık ve hayal kırıklıklarını da ele alıyor. Böylece, Türkçe literatürde eksik kalmış olan, öncesi ve sonrasıyla Arap İsyanı’nın en önemli tarafının anlatısına mercek tutmayı ve eksik kalan halkayı tamamlamayı hedefliyor.
Lübnan Hristiyanlarından, tarihçi ve diplomat George Antonius [1891-1942], Arap milliyetçiliğine adadığı hayatı boyunca, İsyan sürecine tanıklık etti ve bölgedeki geniş Arap toplumunun önemli isimleriyle de yakın temas içinde oldu. Bilhassa artık klasikleşen “Arap Uyanışı” isimli eseri, Arap milliyetçiliğinin ilk ve kaydadeğer anlatılarından birini oluşturuyor.
***
Arap milliyetçiliğinin modern dönemdeki önemli “tarihyazıcı”larından biri olarak kabul edilen George Antonius, 1891’de –kendisinin vurgulamayı son derece önemsediği tarihsel ve coğrafî bağlam içinde- “Büyük Suriye”nin Deyr’ül Kamer beldesinde [günümüzde Lübnan sınırları içinde] dünyaya geldi. Aile kökeni itibariyle bölgenin kadim Hristiyan topluluklarından Rum Ortodoks Kilisesi cemaatine mensuptur. Kahire’deki Victoria Koleji’nde başladığı yüksek tahsiline, Cambridge Üniversitesi’nde mekanik bilimler alanında devam etti.
Üniversite eğitimini müteakip, Filistin’deki İngiliz manda yönetimine bağlı eğitim idaresinde 1921 yılında memur olarak kariyerine başladı. Sözkonusu manda yönetiminin başındaki Genel Sekreter Sir Gilbert Clayton’ın 1925-27 yıllarında Cidde ve Sana’ya gerçekleştirdiği diplomatik misyon faaliyetlerinde görev aldı. 1930 yılına kadar Kudüs’te manda idaresinde çalıştı, ancak Filistin’de güçlenen Siyonist çevreler kendisini Arap milliyetçisi görüşlerinden dolayı engelleyip huzursuz edince bu görevinden ayrıldı. Bu tarihten sonra, New York merkezli düşünce kuruluşu Institute of Current World Affairs bünyesinde çalışmaya başladı.
Doğarken tebaası olduğu Osmanlı İmparatorluğunun dağılma sürecine yakından tanıklık eden Antonius, bu dönemde aktif olan Arap milliyetçiliğini yakından gözlemledi, milliyetçi örgütlerin çeşitli liderleriyle temas içinde bulundu. Nitekim eşi Katy, dönemin etkili Suriyeli Hristiyan Arap eylem adamlarından Fâris Nimr Paşa’nın kızıdır. Bu temasları, sonraki yıllarda olgunlaşan düşünsel ve siyasi hayatının seyrinde önemli rol oynadı.
Antonius henüz hayattayken Suriye birkaç parçaya bölünmüş, esefle tanık olduğu bu süreç, kendisini günümüzde Lübnan olarak bilinen ülkenin bir vatandaşı yapmıştı. Bununla birlikte, yaşam öyküsünün ve başucu eseri konumundaki Arap Uyanışı’nın da yakından tanıklık ettiği üzere, ömrünü Arap milliyetçiliği davasına adamış, ömrünün sonunda da Filistin üzerindeki Arap tezlerinin fikri ve diplomatik sahada savunusuna mesai harcamıştı. Nitekim Antonius, 1939 yılında Londra Konferansı’na da Arap Delegasyonu’nun genel sekreteri olarak katıldı ve II. Dünya Savaşı’na giden süreçte, Avrupalı güçlerin yeniden “oyun alanı” haline gelen Ortadoğu’da, Filistin ve Arap tezlerinin uluslararası alanda etkili bir savunucusu oldu.
***
Antonius’un “Arap Uyanışı” kitabı, her şeyden önce “Araplık” kimliğini modern dönemde kurmaya kendini adamış bir metindir. Yazar bu çalışmada, İslam’ın ilk neşet ettiği dönemden itibaren Arap halklarının siyasi, toplumsal ve –kaçınılmaz biçimde- kültürel hususiyetlerine özel bir vurguyla, tarihten güç alan bir “millet yaratma” ameliyesine girişir, ortak dil ve kültür temelindeki “milliyetçilik” bu millet yaratma sürecinin –ortak coğrafyayla birlikte- en önemli tutkalı konumundadır. Antonius bu yaklaşımıyla, XIX. yüzyılda Şam ve Beyrut’un yerlisi Hristiyan ilim ve kültür adamlarınca (Butrus el-Bustânî, Nâsîf el-Yazicî, Fâris eş-Şidyak vd.) temelleri atılan modern Arap milliyetçiliği içindeki “Suriyeli Hristiyan” damarın da bir temsilcisi olarak ön plana çıkar. Ancak Antonius için Hristiyan kimliği, büyük Müslüman Arap kitleleri arasında bir sorun oluşturmaz; geçmişin büyük Müslüman Arap fatihleriyle iftihar eder, Peygamber soyundan bir “Şerif” ailesi öncülüğündeki Arap İsyanı’nı da coşkuyla alkışlar.
Bu yönüyle Antonius’un anlatısı tarafsız bir tarih anlatısı değildir. Bilakis, bir fikir ve eylem adamı olarak Antonius, içinde yaşayıp bir kısmına yakından tanıklık ettiği bu süreçlerin “yılmaz bir Arap Davası müdafiidir.” Milliyetçi anlatıların hemen hepsinde görüldüğü üzere, XIX ve XX. yüzyıllarda filizlenip gelişen Arap milliyetçiliğinin de bir “öteki”si vardır. Bu öteki çok uzun bir zaman boyunca “zalim ve despot Osmanlı” idaresidir, bilhassa II. Abdülhamid dönemindeki baskı ve istibdadın Arap ulusal bilincinin oluşumundaki hızlandırıcı rolüne özel atıfta bulunur. Cemal Paşa’nın Suriye ve Lübnan’da I. Dünya Savaşı sırasındaki eylemleri de bu “zalim ve kendisine direnilmesi meşru/zorunlu öteki” imajına katkı sağlar.
Bununla birlikte, Antonius’un bölgeye XIX. yüzyıldan itibaren misyonerlik faaliyetleriyle siyasi ve toplumsal ölçekte müdahil olan Avrupalı ve Amerikalı güçlere yaklaşımı; takdir hisleri ve büyük ümitlerden, ciddi hayal kırıklıklarına uzanan yelpazede çeşitlilik gösterir. Osmanlı Devleti’yle birlikte Büyük Savaş’a Arap karşıtı cephede giren Almanlara karşı her zaman düşmanca hisler besler. Amerikalılara karşı ise daima takdir ve şükran doludur; bilhassa insani yardımı önceleyen misyonerlik faaliyetlerini ve Wilson Prensipleri bağlamında Arap Davası’nın uluslararası meşruiyetine katkı sağlayan ABD’ye özel bir ilgisi vardır. Fransa’ya apaçık düşmanca bakar, Suriye’nin bölünmesinin en büyük müsebbibinin Fransızların emperyalist iştahı olduğunu defaatle vurgular, özellikle Lübnan’ın “Büyük Suriye”den ayrılmasını asla kabullenemez.
Antonius’un İngilizlere bakışı ise Arap dünyasının bu büyük imparatorluğa karşı dalgalı hislerinin adeta mücessem bir örneğidir. Arap topraklarını Osmanlı Devleti’nden ayırma ve Araplara bir “kimlik” ve politik entite sahibi olma fırsatı sunduğu için Londra’ya açıkça minnettardır, bunu hiçbir yerde gizlemez. Britanya’nın kendi emperyalist çıkarları için Arapları “kullanmış” ve sonra terk etmiş olması gerçeğinin ise –muhtemelen, duygusal bakışı ve yoğun hayranlık duygularının da etkisiyle- pek fazla üzerinde durmaz.
Ancak Filistin meselesi, Antonius’un hadiselere bakışındaki duygusal örtüyü tümüyle kaldırır; 1920’lerle birlikte, artık Londra’nın ikircikli tavırlarını tevil etme gereği de duymadan, doğrudan İngilizleri suçlamaya başlar. Bu husustaki bakışı doğrudan doğruya, Siyonizm ve Filistin’de Yahudi devleti kurulması politikasının İngiliz planı olduğu yönündedir; hatta bir yerde kendini tutamayıp, “Arap Filistin yerine, Yahudilere, geniş imparatorluklarında başka uygun bir yer bulabilirler” sözleriyle açıkça yüklenir.
***
“Bağımsız Arap yurdu” muhayyilesinde önemli bir yeri olan ve Şerif Hüseyin’in bağımsızlık planlarında da Arap memleketlerinin kuzey sınırını teşkil eden Hatay’ın 1939’da Türkiye’ye katılmasının, bir “Büyük Suriye” milliyetçisi olarak George Antonius’ta yarattığı acı ve hayal kırıklığı, tahmine müsaittir. Kitabın hem çevirmeni hem de editörü, aynı zamanda modern Ortadoğu tarihiyle ilgilenen bir araştırmacı olarak; Antonius’un kitap yayınlandıktan sonra gerçekleşen bu hadiseye tepkisi şahsen ilgi ve merakımı çekmektedir. Keza Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne ilişkin olarak da kitapta, yazarın görüşleri açıkça ifade edilmemektedir. Ümit ediyorum, bir gayretli araştırmacı, Antonius’un 1939 ve sonrasındaki yazı ve konuşmalarını tarayarak, her iki konudaki görüş ve yaklaşımlarını ortaya koyar ve Türkçe literatüre bir başka önemli katkı sunulmuş olur.
***
İlk olarak 1938’de yayınlanan ve sonrasında defalarca basılan bu ilgi çekici eser, Arap milliyetçiliğine dair derli toplu ilk akademik çalışma olarak da dikkat çekiyor. Modern Ortadoğu tarihi, Arap milliyetçiliği, I. Dünya Savaşı’nda Ortadoğu’da siyasi ve askeri gelişmeler, Arap isyanı, Arap-Yahudi ihtilafı vb hususlarda ilgili Türkçe literatürde Antonius’a şimdiye kadar bol miktarda referans verilmesine rağmen, aradan geçen 82 yılda bu eserin Türkçeye çevrilmemiş olması düşündürücüdür. Bu durumun ortaya çıkmasında; Cumhuriyet’in ilk döneminde Araplara karşı Türk kamuoyunda mevcut olumsuz yaklaşımın etkisinin yanında, Antonius’un yoğun milliyetçi fikirlerinin de bu süreçte göz ardı etme veya görmezden gelme hissiyatına katkıda bulunduğu da keza tahmine müsaittir.
Nitekim, Ortadoğu üzerine de çalışan, Türkiye’de tanınmış ve kariyerli bir uluslararası ilişkiler profesörünün, bu eserin tercüme sürecinde doğrudan bana hitaben “bu esere harcanacak zamana ve kâğıda yazık olur” şeklindeki ifadesi de bu olumsuz bakış açısının bir yansımasıdır.
Arap Uyanışı, hem bu dönemin ülkemizde daha yakından tanınmasına katkı yapacak hem de Antonius ve onun tarih anlatısının Türk akademisinde daha fazla tartışılmasına zemin hazırlayacaktır.