GELİBOLU’YU ANLAMAK

Tehcir Övünülecek Bir Uygulama Değildir ( Tuncay Yılmazer )

Birinci Dünya Savaşı biteli tam 90 yıl oldu. İlk büyük savaştan en fazla acı ülkelerin başında gelen Fransa’da, Verdun’da duygusal törenler yapılırken , bizler Harb-i Umumi’nin en acı olaylarından birisini çok fazla konuşmayan bir bakanımızın sözleriyle  yeniden hatırladık. “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır.……” Sayın Vecdi Gönül’ün saptamaları yeni bir şey değil aslında. Ancak söylediklerini övünülecek uygulamalar olarak görmüyorum.


Tehcir sadece Osmanlıya özgü bir uygulama değildir. 20. Yüzyılın başında büyük devletlerin gerekli gördüklerinde çekinmeden zorunlu tehcir işlemini uygulamışlardı.[1]  Boer Savaşı sırasında İngilizlerin  Güneybatı Afrika yerlilerine , Sırp ve Bulgarların Balkan Savaşları sonrası Müslümanlara yaptıkları ilk akla gelen örneklerdir. David Gaunt’un da belirttiği gibi tehcir askeri okullarda öğretilen stratejinin bir parçasıydı:


Sadık olmayan unsurların casusluk ve ayaklanmalarından uzak kalmanın ordular için bir güvenlik sorunu olduğu söyleniyordu. Askeri akademilerde, subaylara azınlıklar gibi potansiyel güvenlik risklerini tanımaları ve bunları ortadan kaldırmaları öğütleniyordu. Amaçlardan biri, hedef alınan nüfusun erkeklerinin cepheye sızarak düşmana katılmasını engellemekti. [2]


Keza müttefikimiz Almanlar da  Belçika’yı işgal ettikten sonra sivillere yönelik tehcir uygulamalarında bulunmuş, Ruslar ise sınır bölgesinde yaşayan Alman-Avusturya uyrukluları daha iç bölgelere göç ettirmiş, Yahudiler ve Kafkas Müslümanlarının bir kısmı da bu zorunlu göçten nasibini almıştı.[3] Osmanlı Ordusu’nun modernizasyonunda çok önemli rolü olan, İttihatçi subaylar tarafından çok sevilen Alman Mareşal Goltz Paşa , Doğu Anadolu’da ancak homojen bir Müslüman kitle bulunmasının Rusya’nın  genişleme hedeflerine karşı bir set oluşturabileceğine dikkati çekmiş, Ermenilerin Ruslarla birlikte hareket etme olasılığının yüksek olduğunu belirtmişti. Goltz’un önerisi Ermenilerin Mezapotamya’ya göç ettirilmesiydi. [4] Alman Militarizminin  kutsal kitabı “The Nation in Arms – Silahlı Millet” yazarı Goltz , Birinci Dünya Savaşı başında Almanlarca işgal edilen Belçika’nın valiliğini yürütmüştü ve sivil halka karşı acımasız davranışıyla tanınıyordu.[5]


Ermeni Tehcirini tüm ayrıntılarıyla incelemek bu makalenin amacını aşar. Yukarıda da belirtildiği gibi o dönemin düşünce sistemleri, emperyalist ülkelerin ( Almanya’nın dost İngiltere’nin ve müttefiklerinin düşmanca ) Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hesapları, Ermeni ve Türk milliyetçi hareketleri, Balkan göçleriyle Anadolunun değişen demografik yapısı, ülkenin dört bir yanına dağılmış Amerikan misyoner teşkilatlarının Ermeni toplumuna yönelik kışkırtmaları, “yaşamak için mücadele” diye formüle edilebilecek sosyal darwinizm ilkesi, her iki tarafın liberal, daha uzlaşmacı aydınlarının suskunluğu  ( daha doğrusu susturulması )  Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı imparatorluğu topraklarında korkunç ölçekli insani trajedinin yaşanmasına neden oldu.


Bu meseleyi sadece soykırım oldu/olmadı boyutuna indirgemek her yönüyle tartışılmasını engelliyor, karşılıklı nefret ve düşmanlığı körüklemekten başka bir şey de yapmıyor.


Ermeni Tehcirinin soykırım olduğunu düşünmüyorum. Ülkenin dört bir yanına dağılmış Amerikan misyoner teşkilatlarının raporlarının Ermenilerin uğradıkları katliamları ayrıntılarıyla anlatırken, Müslümanların uğradıkları katliamları yazmaya kalemlerinin gitmediği  açık. Günümüzde özellikle Ermeni Diasporasının, batılı bir çok tarihçinin yanlı, ırkçı değerlendirmeleriyle çok sayıda Müslüman Türk sivilin de öldüğünü görmediklerinin farkındayım. Ama bu davranışlar , 1915’de Anadolu topraklarında büyük bir insani trajedinin yaşandığını görmezden gelmemizi engellememeli… Onbinlerce kadın, çocuk , ihtiyarın zorla gönderildikleri yüzlerce kilometre uzakta bir bölge olan Deyr-i Zor (Suriye) yollarında can verdiği devasa bir göçü savunmak çok doğru olmasa gerek.  “Hainlik yaptılar” savunması ise kadın ve çocukların ne günahı vardı? sorusunu taraflı tarafsız herkese sorduruyor. Türkiye’nin neredeyse bir asır önce bu topraklarda Osmanlı İmparatorluğu vatandaşları arasında yaşanan acı olaylardan  büyük üzüntü duyduğunu belirtmesi gerekiyor.


 


 








[1] Sacit Kutlu, Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul Haziran 2007, s. 442



[2] David Gaunt, Katliamlar: Direniş, Koruyucular: 1. Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’da Müslüman-Hristiyan İlişkileri , Belge Yayınları, İstanbul  Ekim 2007, s. 105-106  ( Böylesine önemli tesbitlerine rağmen Gaunt’ta tipik batılı bakış açısından kurtulamıyor. Hristiyanların uğradıklarını ayrıntılı anlatırken Müslümanların uğradığı katliamları görmezden geliyor.)



[3] A.g.e s.106



[4] Kutlu , s. 443


24.112 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir