Mor Salkımlı Ev , Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet döneminin en önde gelen münevverlerinden Halide Edip Adıvar’ın yaşamının Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar olan dönemini anlatan bir otobiyografi. Selim İleri’nin de kitabın sunuşunda belirttiği gibi “ Mor Salkımlı Ev , yakın tarihimizin ruh iklimini anlamak, kavramak ve o iklimde yaşamak açısından eşsiz bir anı kitabı . Bu eserde Halide Edip kendi çocukluğunu , yetişme yıllarını, ilk yazılarını , ilk evliliğini eşinden ayrılışını ve tabi ki bizim açımızdan da son derece önemli olan Birinci Dünya Savaşı yıllarını anlatıyor. Yazar “Türkün Ateşle İmtihanı” adlı çok bilinen eserinde de olduğu gibi bu eserini de önce İngilizce yazmış. Ancak bu eserin de tam çeviri olduğunu söylemek zor. “Nasıl Sinekli Bakkal’ı ve hatıratımın birinci cildini önce İngilizce sonra Türkçe yazdımsa , hatıratımın 2. cildi olan ve 1918’den 1923’e kadar İstiklal Savaşı’nı da içine alan “Türkün Ateşle İmtihanı”nı da önce İngilizce sonra Türkçe yazdım. Bunların hiçbiri tercüme değildir, fakat bazı yerleri biraz kısa , bazı yerleri biraz uzun olmakla birlikte , öz itibarıyla aynıdır.”(s.5)
Halide Edip , 1884 yılında İstanbul ‘da doğdu. Çocukluğu kitabına da ismini verdiği Beşiktaş’taki “ mor salkımlı ev”de geçti. “Çocukluk dönemimin aklımdan silinmeyen cumbalı eviydi, mor salkımlı ev. Yengemin de evi cumbalıydı ama o karşısındaki ev mor salkımları ile daha bir güzel daha bir özenliydi sanki. Baharın gelmesini iple çekerdim ve kış gelene kadar hep yengemin balkonunda oturup o evi seyretmek isterdim… Saatlerce, sıkılmadan…” Yaşadığı dönem bir imparatorluğun yıkılışı ve yeni bir devletin doğuşuna şahitlik ettiği sancılı yıllar. Anı kitaplarında objektiflik, ya da ilgilendiğiniz konularda her zaman doğru bilgi ya da ayrıntı beklemek zor. Özellikle söz konusu anılar yıllar sonra kaleme alınmışsa. Mor Salkımlı Ev’de de bu duyguları hissetmek mümkün. Hele hele annesinin ölümü, yüksek düzey bürokrat olan babasının tekrar evlenmesi , sonrasında teyzesini de ikinci eş olarak alması anılarında süratle geçilen bölümlerden. Zaten bu bölümlerin önemli bir kısmı 3.tekil şahıs ağzından anlatılıyor. Bu bölümlerde en çok andığı kişi tipik bir Osmanlı hanımefendisi olan Haminnesi ( anneannesi ) Eyüp Sultan’lı Nakiye Hanımdır. Mevlevi olan Haminne kimseye lakırdı söylemez, hiddet etmez, en kuvvetli itirazını yahut takdirini ‘yediği nane macununa bak’ diye ifade eder. Namazını kılar, orucunu tutar, fakat dinî gösteriş hiç yapmaz.( s. 11)
Sarayda görevli yüksek bir bürokrat olan babası kızının İngiliz terbiyesiyle yetişmesini istediği için , Halide Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne verilecektir. Okul yıllarının kendi düşünce hayatına olan etkilerini “kolejde bilhassa geceli olmak ve ayda bir kez eve çıkmak mebni muhitimin yeknesak ve ekseriyatla acı olan hakimiyetinden kurtardı. Talebe hayatının çeşitli olayları ve hayat tarzları daha serbest ve tabii bir şekilde şahsiyetimin inkişafına yol açtı” diye anlatacaktır. Halide Edip döneminin bir çok hemcinsinden oldukça şanslıdır. Filozof diye anılan Rıza Tevfik’den (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri ile birlikte Doğu’nun mistik edebiyatını dinleyecek sonradan evlendiği dönemin ünlü matematikçilerinden Salih Zeki’den de matematik dersleri alacaktır. Salih Zeki’yi pozitivist olarak niteler Halide Edip. İki oğlunun babası “pozitivist”(!) Salih Zeki’nin ikinci bir evlilik yapmak istemesi daha sonra ayrılmalarına yol açacaktır. 1899 yılında henüz çevirdiği J. Abott’ın “Ana” adlı eseriyle II. Abdülhamit tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilir. 1901 yılında Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nden mezun olur.
Halide Edip’in Salih Zeki Bey ile evliliğinden iki oğlu olacaktır. İkinci oğlunun adının Zeki Hikmetullah olmasına rağmen ünlü Japon Amirale atıfla “Togo” diye çağırılmasının, Japonların Ruslar karşısındaki 1905 yılındaki zaferinin Türk aydınlarını nasıl etkilediğine dair çarpıcı bir örnek olduğunu düşünüyorum. Meşrutiyetin ilanı sonrası Burgazada’dan İstanbul’a indiğinde karşılaştığı manzara Halide Edip’i bir hayli şaşırtır:
“Ertesi gün İstanbul’a indim. Köprü üzerinde kadın erkek herkesin göğsünde kırmızı-beyaz kokartlar , bir insan denizi gibi bir taraftan öbür tarafa akıp gidiyordu. Yüzlerce yılın biriktirdiği yer nev’i gayz ve garaz ortadan kalkmış hatta şahsi veya cinsi iştiyakler de kayboluvermişti. Heyecan dalgası halinde geçen halkın içlerinden her nev’î kötülük , her nev’î çirkinlik birdenbire ilahi bir dezenfekteye tabi olmuş gibi idi. (s.147)
Halide Edip’te yazı hayatına girişinin bu günlerde başladığını belirtiyor. Ünlü şair Tevfik Fikret’in başında olduğu Tanin’in edebiyat , kadın hakları gibi konularda yazacak , özellikle muhafazakar çevrelerin tepkisini çekecektir. 13 Nisan 1909 tarihinde gerçekleşen tarihimizde 31 Mart Ayaklanması olarak bilinen olaylar sonucunda şehirde birkaç gün boyunca asayiş ortadan kaybolur. Tanin gazetesinin matbaası basılarak dağıtılır. Halide Edip yakın dostlarından kara listede kendisinin de olduğunu öğrenince iki çocuğunu da alarak Mısır’a gidecek , kısa süre sonra da İngiltere’ye geçecektir. Orada İngiliz edebiyat çevrelerinden ünlü isimlerle de tanışır. 1909 sonlarına doğru İstanbul’a geri döner ve öğretmenlik ile müfettişlik görevlerinde bulunur.
Balkan Savaşı çıkmadan üç yıl kadar önce Yanya’da görevli babasına yaptığı bir ziyarette tanıştığı bir Türk subayının fikirleri dikkatini çekecektir:
“Yanya’da babamın evine sık sık gelen Sabit Bey adlı bir Türk zabitini tanıdım. Babamın iman ettiği İttihat ve Terakki’nin en çetin aleyhtarlarından biri olmasına rağmen , yine de babamın en yakın dostu ve arkadaşı idi. Onun bu İttihat Terakki düşmanlığı sırf yeni rejimin Arnavutluk’taki bir isyanı bastırırken gösterdiği kanlı şiddetten doğmuştu. Damarlarındaki kana ne karışmış olursa olsun Osmanlı İmparatorluğu Türk’ünün gerek adalet gerekse ölçülü bir insaniyet bakımından en güzel bir örneği idi. Zulümden olanca kudreti ile nefret ederdi. ………İşte Makedonya’da , Arnavutluk’ta bir bir Balkan Harbi’ne müncer olacak tohumları yeni rejimin diktiğini ilk defa o söyledi ve bunun üzerinde durdu. (s.183)
Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu yıllarca yönettiği milletler karşısında tam bir hezimete uğrayacak, özellikle Bulgar ordularının neredeyse İstanbul’a girme tehlikesi baş gösterecektir. Balkan Savaşları sırasında üyesi bulunduğu Teâli-i Nisvan Cemiyeti girişimleriyle hastanelerde hemşire olarak hizmet verir. Bu dönemde Halide Edip Türk Ocağı çevresinden Yusuf Akçura, Ziya Gökalp , Ahmet Ağaoğlu, Ömer Seyfettin gibi milliyetçi yazar ve aydınlarla tanışacaktır.
Balkan Savaşı’nın Osmanlı aydınları ve halka olan etkisini Halide Edip şöyle belirtiyor:
“Garbın Türkiye’deki Müslüman Türklerle , herhangi cinsten Hristiyanları bu suretle ayırt etmesi Türkiye’deki milliyetçilik hissinin ölçüyü aşan feveranının başlıca sebeplerinden biri olmuştur. Adeta Türklerin bazılarına kendilerinin intihap edilmemesi , ancak aralarında Müslüman ve Türk olmayanları imha ile mümkün olabileceği hissini şuuraltı olsa dahi aşıladı. (s. 188 )
Bu ifadelerin birkaç yıl sonra savaş sırasında gerçekleşecek Ermeni Tehciri kararına atıfta bulunması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
“Ben milliyetçiliği muhabbetle karşılıklı bir anlayışla dolu bir ülke yaratacak zannetmiştim. Fakat milliyetçiliğin ölçüsünü kaçırdığı zaman yer yer insanları birbirini boğazlamaya, yer yüzünü bir salhaneye ( mezbahaya ) döndürdüklerini gördüm. Mamafih herhangi ölçüsünü sağ yahut sol ideoloji de milliyetçiliği gölgede bırakacak daha kanlı feci bir dünya yarattılar.” (s. 216)
Gelecek Bölüm: Birinci Dünya Savaşı Yılları