Milletlerin tarihinde bazı anlar vardır ki kaderinin belirlendiği zamanlardır.. Bu sene 93. yıldönümünü idrak ettiğimiz Çanakkale Savaşı da Türk milleti için bu kader anlarından biri olmuştu. Aslında Çanakkale müdafaası ilk değildi. Atalarımız Birinci Dünya Savaşı’ndaki Çanakkale müdafaasından 250 yıl önce de Çanakkale’de büyük bir mücadele vermişlerdi. Çanakkale Savaşı denilince birçoğumuzun aklına ilk gelen kişilerden biri de hiç kuşkusuz Edremit’in Çamlık Köyü’nden Abdurrahman oğlu Seyit’dir . Seyit Onbaşı bu savaşın efsane isimlerinden biri olarak tarih sayfalarındaki şerefli yerini de almıştı. İsimleri bugün çoğumuz tarafından bilinmese de Kara Mehmed ve Küçük Mehmed de Osmanlı Devleti’nin geleceğinin tehlikeye girdiği bir dönemde, 17. yüzyılın ortalarında Çanakkale Boğazı’nda Venediklilere karşı gösterdikleri kahramanlıklar ile Seyyid Onbaşı gibi isimlerini tarihe yazdırmışlardı.
İstanbul’un güvenliğinin sağlanması için öncelikle Boğazlar’ın emniyet altında bulundurulması gerekliydi. Bizans, Boğazlar’ı kaybettikten sonra uzun bir süre dayanamadı ve tarihe karıştı. Osmanlı Devleti de Boğazlar’ın stratejik konumunu gayet iyi bildiği için daima bu iki hayat noktasının güvenliği ve açık tutulması için gerekli tedbirleri almıştı. Ancak Osmanlı tarihinin en uzun süre devam eden savaşında, yani 1644 ile 1669 yılları arasındaki Girit Savaşı esnasında Çanakkale Boğazı Venedikliler tarafından kapatıldı ve İstanbul tarihinin en zor anlarını yaşadı. Girit kuşatması tehlikeye girerken, İstanbul’da da Dördüncü Mehmed’in tahtı sallantıdaydı. Böylesine kritik bir anda Köprülü Mehmed Paşa sadrazamlığa getirilerek, devletin rahat bir nefes alması sağlandı.
Osmanlı Devleti, Girit Adası ile ilgilenmeye Dördüncü Murad döneminde başlamış ve sefer için gerekli donanma hazırlıkları yapılmıştı. Ama Dördüncü Murad’ın 1640’da aniden vefatıyla bu projeden kısa süreliğine vazgeçildi. Yeni Sultan İbrahim ise ağabeyi gibi savaşçı bir ruha sahip değildi ve zaten tam manasıyla hakimiyeti elinde bulundurduğu da söylenemezdi. Bu dönem adeta grupların hakimiyet mücadelesi verdiği bir dönemdi. 1644’te Darüssaade ağalığından emekli olan Sünbül Ağa, Mekke kadılığına tayin edilen Bursalı Mehmed Efendi ve yanlarındaki diğer hacılarla beraber Mısır’a doğru yelken açtılar, ancak yolda Malta korsanlarının ani bir saldırısına uğradılar. Gemide savunma için hiç top bulunmadığı için kısa sürede korsanların eline düştüler.
Korsanlar ele geçirdikleri ganimeti Girit valisi ile bölüştüler. İşte bu olay İstanbul’da duyulur duyulmaz savaş taraftarları halkın tepkisini de kendi amaçları için kullanarak Girit seferinin başlatılması için Sultan İbrahim’den gerekli izni aldılar. Bir tepkinin sonucunda başlatılan Girit seferi savaş taraftarlarının umduğu gibi kısa sürede zaferle bitmeyecek ve 25 sene süren bu savaş Osmanlı Devleti’ni felaketin eşiğine getirecekti. 1571’deki İnebahtı mağlubiyetinden sonra Osmanlı donanması tecrübeli denizci eksiğini bir türlü giderememişti. 1574’te Fas’a karşı yapılan Halkulvâd seferi ve sonraki yıllarda birkaç küçük çaplı çarpışmadan sonra denize donanma indirilmediği için askerler tam manasıyla bir savaşa hazır değildi. Bundan da kötüsü Venedik artık kürekle hareket ettirilen kadırgalar yerine ağırlıklı olarak yelkenle hareket ettirilen kalyonları kullanmaya başlamıştı ve bunların boyutları Osmanlı kadırgalarından daha büyüktü.
Osmanlı Devleti, 1644’de itibaren kalyon yapmaya başladı, ama bu yeni gemiler için deneyimli gemici bulmakta zorlandı. Kadırgaların kalyonlar karşısında nasıl etkisiz kaldığını Çanakkale ablukasını kırmak için girişilen mücadelelerde devlet adamları, büyük kayıplar verdikten sonra görecekler ve dört elle kalyon yapımına ağırlık vereceklerdi. Osmanlı yönetimi, Batılılar’a seferin Girit’e değil de, Malta’ya olduğu izlenimi verdiler ve ani bir baskınla Girit’e çıktılar. Savaşın ilk dönemlerinde önemli başarılar elde edildi ve adada Hanya ve Resmo gibi önemli kaleler fethedildi. Ancak zamanla savaş sadece Girit’te değil, Akdeniz’in tamamına yayıldı. Osmanlı kuvvetleri adanın önemli bir bölümünü ele geçirmekle beraber savaş Girit’in en önemli mevki olan Kandiye etrafında tıkandı.
Venedik, Girit’teki son toprağını korumak için adaya yardım gelmesini engellemek ve Girit’in İstanbul’la olan irtibatını kesmek zorundaydı. Bunu için de Çanakkale Boğazı’nı abluka altına aldı. Çanakkale Boğazı’nın ablukaya alınması İstanbullular’ın aç kalması demekti.
İstanbuldakiler’in 1648’e gelindiğinde tek derdi Sultan İbrahim’i tahttan indirmekti. Bunun için de sultanın aklî dengesinin devleti idare etmek için müsait olmadığını bahane ederek önce sultanı tahttan indirdiler ve yerine daha çocuk yaştaki oğlu Dördüncü Mehmed’i getirdiler. Herhangi bir ayaklanmayı engellemek için de Sultan İbrahim’i gizlice öldürdüler. İstanbul’daki bu iktidar mücadelesi yüzünden yardım yapılamayan Girit’teki askerler, kuşatmaya ara vererek, uzun süredir verilmeyen maaşlarını istediler. Tüm bunlar yetmiyormuşçasına Anadolu’da Haydaroğlu, Katırcıoğlu ve Gürcü Nebi’nin çıkardıkları isyanlar devleti tam bir çıkmazın içine sokmuştu. Hatta Gürcü Nebi ve Katırcıoğlu’nun birlikleri Üsküdar’a kadar gelerek başkenti tehdit etmişlerdi.
İstanbul halkı gelişmeler üzerine 1651’de büyük bir ayaklanma çıkardılar. Venedikliler, Osmanlı’nın içine düştüğü durumu Avrupa’nın diğer devletlerinden istediği yardımı almak için bir propaganda aracı olarak kullanıyordu. Avrupa’nın farklı ülkelerine gönderdiği mektuplarda Osmanlı Devleti’nin zor bir durumda olduğu, birleşik bir Haçlı birliği sayesinde İstanbul’un bile çok kolay elegeçirilebileceğini iddia ediyordu. Bu kötü gidişe çare olması için sadrazamlık mührü teslim edilenler, başarısız olduklarından aziller her geçen gün artıyordu. Bu yüzden 1655 ile 1656 yılları arasında toplam yedi sadrazam, altı şeyhülislam ve beş kaptan-ı derya değiştirilmişti.
Dördüncü Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan, bütün bu olumsuzlukları düzeltmek için son çare olarak Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Ama Köprülü Mehmed Paşa, Osmanlı tarihinde daha önce benzeri olmayan bir şekilde sadrazamlığı kabul etmek için bazı şartlar ileri sürdü ve bunlar kabul edildikten sonra mührü kabul etti. yeni sadrazam Köprülü Mehmed Paşa, kendine ne gibi ümitlerin bağlandığını gayet iyi biliyordu, bu yüzden ilk icraatı olarak Çanakkale’deki Venedik donanmasının ablukasını kaldırmalıydı. Bunun için de hazinenin ihtiyaç duyduğu parayı temin etmeliydi.
Kolları sıvayan sadrazam gereksiz tüm harcamaları kesti ve ekonomik durumlar düzelince ödenmek kaydıyla bazı gelirlere el koydu. Alınan mali önlemler sayesinde kısa sürede yeni bir donanma oluşturulmaya başlandı. Sultan Dördüncü Mehmed, sadrazamının başarılı olması için elinden gelen yardımı yapıyordu. Köprülü, halkın da desteğini arkasına alarak kısa sürede yeni bir donanmayı denize indirdi. Artık yıllardır İstanbul halkına nefes bile aldırmayan Venedik ablukasının Çanakkale Boğazı’ndan sökülüp atılmasını zamanı gelmişti. Osmanlı donanması, 1657’de Beşiktaş önlerinden Boğaz’a doğru hareket etti. Daha sonra orduyu bizzat komuta edecek Mehmed Paşa Dördüncü Mehmed’in elinden kutsal sancağı aldı ve Çırpıcı çayırında hazırlanmış olan çadıra geldi. Burada fazla durmayan ordu Karakaldırım’a geldiğinde genel bir yoklama yapıldı. Bizzat sadrazamın yönetiminde büyük bir ordunun üzerlerine geldiğini haber alan Venedikliler de Boğaz’daki gemilerinin sayısını artırmışlardı.
Köprülü Mehmed Paşa gelene kadar Boğazı korumakla görevli Çavuşzâde, Venedik gemileriyle bir çatışmaya girmiş ve başarılı olmuştu. Osmanlı askerlerinin morali, bu başarıyla arttı ve Sadrazam Mehmed Paşa da bu arada Gelibolu’ya, beş gün sonra da Anadolu tarafına geçti. Herhangi bir düşman saldırısını önlemek için Rumeli tarafında Soğanlı Deresi’nde ve Anadolu tarafında Kepez civarına toplar yerleştirildi. Ramazan bayramı olmasını fırsat bilen Venedik gemileri taarruza geçtiler fakat birkaç gün önce yerleştirilmiş olan topların ateşleriyle karşılaşınca geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu başarı üzerine Venedik gemilerine genel bir taarruz kararı alındı ve Çerkes Osman Paşa donanmaya komutan tayin edildi. Kalyonun savaştaki üstünlüklerini daha önce yaşanan hezimetlerde gayet acı bir şekilde anlayan Osmanlı komutanları bu sefer kalyonlara ağırlık vermişlerdi.
Ömer Kaptan’ın komuta ettiği bir mavna, savaşın başında Venedikliler’in büyük bir mavnasına saldırdı, daha sonra da iki Osmanlı mavnası saldırıya geçti. Kıran kırana bir mücadele devam ederken bir anda Venedik gemilerinin sayısı arttı ve üç Osmanlı gemisini ablukaya aldılar. Üç Osmanlı mavnasını aralarına alan Venediklilere karşı artık yapılacak fazla bir şey yoktu. Ancak bu sahneyi gören Küçük Mehmed adındaki bir denizci beş kürekli iki kayığa 60 arkadaşını bindirip, Venedik mavnalarına saldırdı. Küçük Mehmed ve arkadaşları Süleyman Paşa’nın komuta ettiği mavnaya yanaşıp, Venedikli denizciler ile girdikleri kanlı mücadelede galip gelerek Süleyman Paşa ve sağ kalan arkadaşlarını kurtardılar.
Ömer Paşa’nın komuta ettiği mavna askerlerinin kendi gayreti ile kurtulmayı başarmıştı, ancak askerlerin çoğu savaşta şehid düştüğü için kurtulan neredeyse boş bir gemi idi. Halil Paşa’nın komuta ettiği mavna ise batırılmıştı. Bin bir zorlukla meydana getirilen bir donanmanın hiçbir parçasını israf edecek durumda olmayan sadrazam bu mavnayı daha sonra denizden çıkarttırıp, yeniden kullanılır hale getirdi. Büyük umutlarla çıkılan bu seferde ilk hamlede büyük bir bozguna uğranmıştı. Küçük Mehmed ve arkadaşlarının canlarını hiçe sayan gayretleriyle mutlak bir bozgun atlatılmıştı ama böyle bir yenilgiye uğranılmasının en önemli sebebi yeniçerilerin yardıma gelmemeleriydi. Rumeli tarafında Kâfirbucağı denilen yerde, Anadolu tarafında da Kepez sahilinde bekleyen yeniçeriler denizde gözlerinin önünde Osmanlı mavnalarının bozguna uğradıklarını görmelerine rağmen kıllarını bile kıpırdatmamışlardı. Hatta Venedikliler’in saldırdığını gören bazı askerler kendilerini Anadolu ve Rumeli sahillerine atmışlardı.
Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa, bütün bu olup bitenleri Anadolu tarafındaki karargâhında saniye saniye izlerken sinir krizleri geçirdi ve hemen bir kayığa atlayıp Rumeli tarafına geçti. Kâfirbucağı’nda karaya doğru kaçan birliklerin üzerine yürüyerek, yeniçerileri Venedik gemilerine saldırmaları için teşvik etti ama düşmanın tekrar saldırıya geçtiğini gören askerler kaçmaya devam ettiler. Kaçan askerlerin birçoğu denizde boğularak ölürken, sağ kalmayı başaranlar ise sadrazamın “Tiz bu gayretsizleri kılıca lokma etsinler” emri üzerine ibret olması için öldürüldüler. Bundan sonraki üç gün boyunca savaş karşılıklı top atışlarıyla devam etti.
Bazı Osmanlı gemileri, rüzgâr müsait olmadığı için Kumburnu önlerinde demir atmak zorunda kaldılar. Bu durum Osmanlı gemilerini Venedik saldırılarına açık bir durumda bırakmıştı. Venedik donanmasına komuta eden Mocenigo bu fırsatı kaçırmamak için akşam karanlığı bastırırken aniden Osmanlı gemilerine saldırı emri verdi. Venedik saldırısı yoğun bir top atışı ile başladı ve daha sonra Osmanlı topları da ateşlenince mahşeri bir gürültü başladı. Mocenigo bu sefer son noktayı koymak için doğrudan Osmanlı baştardesine, yani donanmanın amiral gemisne doğru hamle yaptı. Bu her iki taraf için de kader anı idi. Şayet Mocenigo başarılı olursa İstanbul mutlak bir işgal ile karşı karşıya kalacaktı ama Sadrazam Mehmed Paşa başarılı olursa Osmanlı Devleti’nin kaderi değişecekti.
Amiral Mocenigo kazanacağı başarının ardından Osmanlı Devleti’ne İnebahtı Muharebesi’nden daha ağır bir mağlubiyet yaşatacağının hayallerini kurarak avının üzerine yöneldiği bir anda bir top mermisi her şeyi değiştirdi. Kumburnu’ndaki metrislerden, Kara Mehmed adındaki bir topçunun attığı gülle Mocenigo’nun gemisinin barut deposuna isabet etti ve göz açıp kapayıncaya kadar gemi sulara gömüldü. Amiral gemisinin parçalandığını gören diğer Venedik gemileri kaçmaya başladılar.
Yaşananları bütün ayrıntısıyla anlatan Tarihçi Naima, Mocenigo’nun öldürülmesi ile ilgili olarak “Aklı başında olanların yanında bu fetih, mel’unların bütün donanmalarının zaptedilmesinden daha faydalı oldu. Çünkü kör kaptan Mocenigo dedikleri mel’un, hile fenninin Ebu Ali’si, insan kılığında yaratılmış bir şeytan olup, hem kendi milleti arasında akıl ve tedbir ile meşhur ve aynı zamanda gayet cesur ve bahadır bir kâfirdi…Bütün düşman donanmaları Müslümanlar’ın ellerine geçmiş olsaydı da, yalnız adı geçen Mocenigo tek olarak savaş meydanından sağ olarak kurtulsaydı, az zamanda yine mükemmel donanma tedarik edip, Müslümanlar’ı huzursuz ve rahatsız ederdi” diyerek çok doğru bir tespitte bulunmuştu.
Mocenigo’nun yerine geçen Amiral Barabaro Badoers dağılan birlikleri toparlayıp tekrar taarruza geçemedi. Köprülü Mehmed Paşa hem kendi, hem de devletinin kaderini değiştiren Küçük Mehmed ve Kara Mehmed’i huzuruna getirtti. Köprülü önce Küçük Mehmed’i huzuruna aldı ve içeri girer girmez “Gel şahbazım! Padişahın ekmeği sana helal olsun. Senin gibi gayretli dilâveri Allahü Teala berhüdar etsin” gibi sözlerle iltifat etti. Daha sonra alnını ve gözlerini öpüp sırtındaki samur kürkünü Küçük Mehmed’e giydirdi, yanında olan arkadaşlarına 200’den fazla altın verdi. Küçük Mehmed huzurdan çıktıktan sonra Kara Mehmed içeri alındı ve sadrazam, Kara Mehmed’e “Berhudar ol. Kerametlü padişahımızın nimeti sana helâl olsun!” deyip bir kat elbise, 70 akçe sipahilik ulufesi ve 100 altın verdi.
Venedik donanmasını püskürten iki kahraman askerler arasında artık parmakla gösteriliyordu. Böylece Venedikliler’in Çanakkale Boğazı’ndaki ablukası kaldırıldı ve İstanbul tarihinin en büyük tehlikelerinden birini iki cengaver sayesinde atlattı. Ama Girit’in fethedilmesi için 1669’da Kandiye’nin ele geçirilmesine kadar beklemek gerekti.Köprülü Mehmed Paşa adayı fethedemese de oğlu Fazıl Ahmed Paşa, bu yarım kalan işi tamamladı. Böylesine uzun soluklu bir sefer Osmanlı Devleti’ni çökme noktasına getirdi ve İngiltere ile Fransa’dan yardım istemek zorunda bıraktı. İngiltere doğrudan olmasa da dolaylı yollardan Osmanlı’ya yardım ederken, Fransa da Venedik’e yardım etmişti. Böylece Avrupa devletleri nezdinde Osmanlı Devleti’nin yenilmez imajı sarsıldı. Daha sonra da denizlerde uzun soluklu savaşlara girişilmedi. Çanakkale Boğazı’nın İstanbul için hayati bir önem taşıdığı bu sefer ile de gayet iyi ortaya çıkmıştı ve kahraman milletimiz hem Girit savaşındaki bu kritik anlarda, hem de “hasta adam” ilan edilip, topraklarının masa başında paylaştırıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’nin geçilemez olduğunu dosta düşmana ispatlamıştı.