Evet savaşa da iştirak ettim Çanakkale’de uzun müddet kaldım. Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibiahmer (Almanya’nın Sağlık Kurumu) ile bizim Kızılay Cemiyeti birleşmiş Reşit Paşa Vapurunu hastane gemisi yapmıştık. Ben bu geminin hasta bakıcısı olmuştum. Reşit Paşa Çanakkale’ye gidecek, orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp İstanbul’a getirecekti.
….Vaziyet tehlikeli dediler… Ne vapuru olursa olsun… İster hastane vapuru ister Kızılay ister Salibiahmer, İngilizler topa tutuyorlar. Ben aldırış etmedim. Zaten umumi harp başladığı zaman ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım. Gönüllü olarak gidiyordum… Peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim.
Reşit Paşa ’ya bindik. Çanakkale’ye geldik Akbaş Mevkiinde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının…
Yaralıkları aldık, dönüyorduk… Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi, güverteye çıktık. Süvari müthiş bir haber verdi:
– İngiliz uçağı
Mamafih zerre kadar korkmuyorduk. Reşit Paşa gemisinin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafına da kızıl bir salip vardı. Belli ki hastane vapuru… İçimizden “dünyada bize ateş edemezler” diyorduk. Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, ve üstümüze dehşetli gürlemeler oldu…
YAÐAN GÜLLELER…
Yine bir gün yaralıları aldık dönüyorduk. Etrafımızda müthiş gürlemeler oldu dehşetli gülle yağmurunun altında kaldık. Reşit Paşa ’nın sağına soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar. Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki tasavvur edemezsiniz.
Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyorlardı. Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı. Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk.
Bundan sonra düşman adet edinmişti. Ne zaman Reşit Paşa Vapuru’nu görseler tepemize İngiliz işaretli bir tayyare dikiliyor düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu. Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk.
Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk İstanbul’a “Reşit Paşa Vapuru battı” diye haberler gitmiş. İstanbul’a döndük herkes vapur batmış zannediyordu. Akrabam matem içinde, İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten dönüş faslı vardır.
EN TESİRLİ KELİME, SU… SU!…
Bir gün İngiliz yaralısı bulduk, gemiye getirdik. Zavallı çiçek gibi bir delikanlıydı. Başından aldığı bir yara ile gözlerini kaybetmişti. Gözlerinin üstüne siyah uzun bir sargı sarmıştık. Ağzına damla damla su akıttık. Yaralıların sayıkladıkları en tesirli kelimelerden biri de budur. Su…
Hiçbir ağır yaralının susuz ölmemesine son derce dikkat ederdik. Bir İngiliz yaralısının da ağzına su akıttık. Çok üzgündü, İngilizce mütemadiyen “öleceğim” diyor, arkasından nişanlısının ismini söylüyordu. Ölüm halinde bulunan adama son vazifemi düşündüm… Ve onun düşman askeri olduğunu biran için aklıma getirmeyerek kendisini İngilizce, kendi ana dili ile teselli ettim:
– Katiyen Ölmeyeceksin yaşayacaksın… Bütün bu korkulu günler geçecek. İyi olup memleketine gideceksin, nişanlına kavuşacaksın…
Bu İngilizce teselli onun öyle hoşuna gitti ki bir müddet sonra yüzünde müsterih, hatta memnun çizgiler peydahlandı ve öldü…
Biz öleceğini bildiğimiz bütün umutsuz hastaları böyle teselli ederdik.
Ölmeyeceksin daha çok yaşayacaksın diye diye kendilerini bazen buna inandırırdık. Adeta yaşayacaklarına İnanmış oldukları halde ölürlerdi.
AÇ KALDIK, BİTE BOÐULDUK…
Biz bu Reşit paşa hastane gemisinin ne kahırlarını çektik. Bazen haftalarca savaş boylarında kalıyorduk. Hele bir keresinde aç kaldık bite boğulduk. Kömürümüz bitti. Soğukta kaldık.
GÖZLERİNİ KAYBEDENLER…
Gördüğüm en müthiş yaralılar gözlerini kaybedenler. Bunların halleri pek feci oluyor. İçin için eriyorlar… Günden güne sönüyorlar.
Gözlerinin yarası iyi olmak ihtimali bile olsa kendilerini kurtulamıyorlar… Ölüyorlar. Gözlerini kaybedenlerin hali kadar feci bir şey yoktur.
SON SÖZLERİ… ANNE !
Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm hemen hemen hepsi de aynı kelimeyi, bu anne sözünü sayıklayarak, “ Anne ” diyerek öldüler.
Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı. Almanlar Avustralyalılar, cepheden topladığımız İngiliz yaralılar ve bizim yaralılarımız… Hepsi kendi dilleri ile ekseriya tek bir kelime sayıklardı,
— Anne !…
BİR HASTABAKICI ARKADAŞIM…
Bir Alman doktor vardı. Genç karısı Avustralyalı iyi bir hastabakıcı kadın bir gün Reşit Paşa Vapuru’nun üstüne gülle yağmuru yağarken:
— Beni deniz tutuyor, dedi. Hastanede çalışmak istiyorum.
Kendisini cepheden biraz gerideki hastaneye tayin ettirdi. Bu küçük bir cephe hastaneydi. Bir müddet sonra haber aldık hastane büyük bir uçak bombardımanına tutulmuş, tahrip edilmişti. Arkadaşım bombaların altında can vermişti. Bizden de 8 şehit vardı.
İşte bu benim en acı hatırlarımdan biridir. Bu hastaneye ben de gitmek istemiştim. Hatta gönderiyorlardı da… Gitseydim muhakkak ki bugün bulunamayacaktım.
BEKİR ÇAVUŞ: Kumandanım emrinizi yapamadım!…
Reşit Paşa Vapuru’na bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onun cephenin ön saflarında bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen Reşit Paşa Vapuru’nda ameliyat masasına yatırdık.
Ayağını kestik. Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi. Kangren çok ilerlemişti. Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti. Adeta ölmesini bekliyorduk.
O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım dışarıda bir ses:
— Başhemşire… Başhemşire… diye bağırıyordu….
Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:
— Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?
— Bekir Çavuş mu?
— Evet.
— Ne oldu peki?
— Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.
Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum. Bileğinden tuttum, müthiş ateşi vardı.
— Aman Bekir Çavuş dedim ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?
Bekir çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi.
— Aman dedi ne diyorsun? emir geldi emri yerine getirmek lazım.. Tabi kalkacağım.
Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu.
Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle:
— Emri yapamadım, oldu.
…
Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı.
SAFİYE HÜSEYİN ANAFARTALAR’DA
… Maydos’a (Eceabat) gittim. Sonra Anafartalar’da ikinci ordu karargâhına gittim… Anafartalar’a doğru ilerliyorduk. Tepemize iki düşman tayyaresi peydahlandı. Bize adım attırmıyorlar, mütemadiyen bombaları yağdırıyorlardı. Üç saat yürümüş fena halde yorulmuştuk.
Ölüm muhakkaktı. Tayyareler adamakıllı alçalıp bizi bombardıman etmeye başlayınca gözümün iliştiği bir sıçan deliğine girdik. Üzerimizde epey dolaştıktan sonra gittiler.
Bizde ikinci ordu karargâhına geldik. Tepeden düşman donanması çanak gibi görünüyor. O zaman geçirdiğim bütün tehlikeleri unuttum. Bir kadın için işte bu görülebilmesine ihtimal olmayan bir manzara idi…
SON SÖZ!..
Ömrünün son gününe kadar mesleğinin tutkusu içerisinde yaşamını sürdüren ilk hemşiremiz Safiye Hüseyin, 1964 Temmuz’unda 83 yaşında, yetiştirdiği hemşirelerin kucağında gözlerini kapadı.
Cepheden getirilen yaralıların tedavilerini üstlenen ünlü Türk hanımlarının hizmetleri, hizmet tutkusuyla renklendirilmiş bir şefkat tablosu olarak belleklerde yaşadı.
Çanakkale gibi kan deryasında yüzen bir cephenin böylesine ağır ve nazik hizmetleri büyük bir yetenekle yürütebilmiş olan Türk doktorlarını ve hastabakıcılarını bu muharebenin adsız ve iddiasız kahramanları olarak anmak yerinde olur.
İşte o fedakârlıklarıyla gönlümüzde yaşayan bu cefakâr hastabakıcılarından Safiye Hüseyin’in (Elbi) ismini yaşatmamız gerekir. Türkiye’de yedi üniversitemizde toplam 8 hemşirelik meslek yüksek okulu var. Hacettepe Üniversitesinde iki tane okul var. Biri ise “Florance Nightingale Hemşirelik Yüksek Okulu” dur. Bu üniversitelerimizdeki meslek yüksek okulların birinin ismi SAFİYE HÜSEYİN ELBİ HEMŞİRELİK MESLEK YÜKSEK OKULU olması fedakâr ilk hastabakıcımızın anısını sonsuza dek yaşatacaktır.
KAYNAKÇA
1. Yakın Tarihimiz – Fasikül 25 Milliyet Gazetesi Tarih Ve Kültür Eki
2. Aziz Kaylan Çanakkale İçinde Vurdular Beni-
Tercüman 1001 temel eser
3. Binbaşı Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü (1914-1922)
Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı 2004 Çanakkale
Biz Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar kahramanlarımızı unuttuk neredeyse. Çünkü, yeterince anlatılmıyor, okullarda bu konular hakkıyla işlenmiyor. Oysa her üç savaşta dünyada bir benzeri zor görülen bir direnişin, vatan toprağını şerefli bir savunmanın meşalesi, bayrağıdır. Size sonsuz teşekkürler, Ahmet Yurttakal Bey. Ben Kurtuluş Savaşı’nın kahraman 33 kadınının hikâyesini yazdım.. sizin bu hikâyenizden de yaralanarak Safiye Hüseyin kahramanımızı anlatabilir miyim. Tabii yararlandığım kaynakları veriyorum. Selamlar.