6 Eylül 1917 Türk Alman işbirliğinin devasa sembolü , Berlin-Bağdat demiryolu’nun en önemli duraklarından Haydarpaşa Garı’nın tarihindeki en dehşetli, korku dolu günlerinden biriydi. Görgü tanıklarının ifadesine göre öğleden sonra 4 sularında gar binasının iskelesinde cephane dolu sandıkları yükleyen işçilerden birisi dikkatsizce davranmış, düşürdüğü sandığın patlamasını domino taşlarının devrilmesi gibi birbirini izleyen patlamalar izlemişti. Heybetli garın her iki kulesini kısa zamanda alevler sarmış, etrafa yayılan parçalar şarapnel etkisi göstermiş, Kuşdili’ne kadar ulaşabilmişti. Osmanlı Ordusunda gönüllü olarak görev yapan Venezuela’lı üsteğmen Rafael Des Nogales fırlayan ateş dolu parçalardan dolayı Kadıköy’de bile yine içi cephane dolu bir binanın da patladığını yazar. O sırada garda, Yıldırım ordular grubu nezdinde Filistin cephesine gönderilmek için bekleyen, çok sayıda asker ve mühimmat bulunuyordu. Felaketin büyüklüğünü öğrenebilmek sansürden dolayı mümkün olamayacaktı. O sıralar genç bir zabit olan, ileride kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, diplomat, milletvekili gibi birçok üst düzey görevde bulunacak olan Hikmet (Bayur) bey vapurdan şahit olduğu patlamalar için adını bilmediği bir binbaşının “Bağdat’ı almak için bu cephaneler buraya yığılmıştı, bu hareket ise bir delilik olacaktı, belki Allah bizi korumak için bu yangını çıkardı ve böylelikle bu şuursuz hareketi önledi!” diye herkesin duyacağı şekilde konuştuğunu yazar. Ona göre bu konuşma ordu içerisinde Enver Paşa’ya karşı nasıl bir aleyhdarlık olduğunun da bir kanıtıdır. General Allenby’nin kurmay heyeti içerisinde bulunan , Filistin harekatının kitabını yazacak olan Wavel istihbarat elemanlarının İstanbul’da iyi iş becerdiğini belirtecektir.
Peki cihan harbinin artık hem askeri hem de sosyal olarak sıkıntılarının topluma ciddi bir şekilde yansımaya başladığı 1917 yılında, gösterişli adı artık daha sık durulmaya başlanan Yıldırım Ordular Grubu teşkilatı neydi? Neden kurulmuştu? Bunu daha iyi açıklayabilmek için Filistin’deki Osmanlı birliklerinin Gazze’ye saldıran İngilizleri bir kez daha durdurduğu 2.Gazze muharebesi’nin hemen sonrasına gitmemiz lazım.
Yıldırım- Almanların Osmanlı Genelkurmayı’na Direkt Müdahalesi
Filistin bölgesi Cemal Paşa’nın sorumluluğu altında olup Sina’nın kaybından sonra Gazze-Birüssebi hattı’na çekilen Alman Albay von Kress komutasındaki Osmanlı birlikleri burada bir savunma tahkimatı oluşturmuşlardı. Savaşın başından beri inişli-çıkışlı , zaman zaman istifa tehditleriyle de kendini gösteren Cemal Paşa- Von Kress ilişkisi Türk-Alman askeri işbirliğinin nasıl yürüdüğünün bir sembolüdür aslında.
1917 birbiri ardına sarsıcı gelişmelerle başladı. Savaş tüm şiddetiyle devam ediyor, Rusya Bolşevik ihtilali ile karışıyor, Osmanlı İmparatorluğu bir yıl öncesi Kût-ul Amare zaferiyle taçlanan Irak cephesinden gelen acı haberle sarsılıyordu. General Maude’nin komutasındaki İngiliz birlikleri 11 Mart 1917’de Bağdat’a girmiş, Maude yayınladığı bildiriyle artık Bağdat’ın “özgürleştiğini” ilan etmişti. 19 Nisan 1917’de General Murray yönetimindeki İngiliz Mısır Seferi Kuvveti Gazze-Birüssebi arasındaki yaklaşık 25 millik savunma hattını tankların da destek verdiği büyük saldırıya rağmen bir kez daha geçememişti.
İngilizlerin süvari ve piyade ordusu Gazze önlerinde durdurulurken şimdiki siyasi retorikte bile adını sık sık duyduğumuz İslam dünyasının sembol şehirlerinden Mekke İngilizlerin desteklediği eski Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in eline geçmiş, Medine ise oğlu Şerif Abdullah’ın bedevileriyle kuşatma altına alınmıştı. Daha bir yıl önce Medine’de Mescid-i Nebevi’nin önünde Osmanlıların üst düzey askeri ve mülki erkanı ile Şerif’in oğulları birbirlerine övücü sözler söyleyip hediyeleşirken ortaya çıkan durum yeterince rahatsız ediciydi. Bu da yetmezmiş gibi şimdi de İslam medeniyetinin kadim şehirlerinden Bağdat’ta düşmüştü. İngilizler ayrıca Filistin kapılarındaydılar, Başbakanları da Kudüs’ü alarak, batı cephesinin çamurlu siperlerine tıkanıp kalmış bir savaşta halkına moral vermek isteyen David Llyod George’du.
Bağdat’ın düşmesi Osmanlı Genelkurmayı’nda şok etkisi yapmıştı. Savaşın seyrine bakıldığında Çanakkale Zaferi’ni kazanmış olanlar da dahil en seçme birliklerini Galiçya, Romanya ve Makedonya’ya göndermiş bir ordu için çok da sürpriz değildi aslında bu sonuç. İşin vehameti anlaşıldığında Enver Paşa her zamanki gibi Almanların desteğiyle mevcut problem açmaya çalışacaktı. Çanakkale’de Liman von Sanders , Merten, Usedom Paşalar, Irak’ta Mareşal Goltz ‘da olduğu gibi bu sefer de General Falkenhayn ile.Bağdat ne pahasına olursa olsun geri alınmalıydı. Yıldırım ordular grubu kurulmasının kağıt üzerinde temel amacı buydu.
General Erich von Falkenhayn ve Yıldırım Ordular Grubu
Bir Prusyalı generalinin tüm özelliklerine sahip (militarist, milliyetçi, sosyal darwinist aynı zamanda sosyalistlerin düşmanı) bu hırslı komutanın tek farkı biraz genç olması denilebilir. Eylül 1914 başında Marne muharebeleri sonrası görevden alınan Moltke’den sonra Genelkurmay başkanı olan Erich von Falkenhayn, Fransa’daki Verdun muharebelerindeki başarısızlığından sonra Sırbistan’ı hedef alan Alman 9. Ordusunun başına getirilmişti. Burada ise büyük başarı göstermiş, Mackensen’in Romanya ordusu ile birlikte birbiri ardına başarılara imza atıp 1916 ortalarından itibaren Balkanlarda İttifak devletlerinin hakimiyetini sağlamış, savaşın seyrini değiştirmişti. İşte yıldızı yeniden parlayan Alman generalinin komuta edeceği bu yeni ordu Enver Paşa’nın Bağdat’ın kurtulması için umudu olmuştu. Almanların o dönemki genelkurmay başkanları Hindenburg-Ludendorff ikilisinin de bu projeye sıcak baktığını belirtmek gerekli .
Adı “Yıldırım” (Alman yazışmalarında Heeresgruppenkomandos F) olarak belirlenen ordular grubu hangi birliklerden oluşacaktı? Avrupa’daki Osmanlı birliklerinin Anadolu’ya transfer edilenleri ve Halep civarında elde olan birliklerden kurulacak 7. Ordu, Irak’taki 6.Ordu ve Filistindeki birliklerden oluşan 8.Ordu ve son ana kadar Almanya’da bekletilip daha sonra Türkiye’ye gönderilecek Asya Kolu- Paşa II adı verilen 3 tabur Alman askeri ve özellikle transport yan birimlerinden oluşan birlik. Yıldırım’ın Türk subayları için belki de en rahatsız edici yanı karargâhının çok büyük oranda Almanlardan olması ve bağımsız hareket etme olanağının sağlanmasıydı. Muhtemelen bu şartları Alman Genelkurmayı kabul ettirmiş olmalı. O kadar ki 1913 Aralık ayında beri Türkiye’de bulunan Liman von Sanders paşa bile kendisi ve başkanı olduğu Türkiye’deki Alman askeri misyonundan bile görüş alınmadığından şikayet edecekti. Peki Türkiye’yi, Osmanlı ordusunun içinde bulunduğu şartları doğru dürüst bilmeyen adı gösterişli ama fonksiyonu muamma olan bir ordular grubu karargâhı nasıl başarılı olacaktı? Kağıt üzerinde ordular kurmakla realitenin çok farklı olduğu zaten kısa zamanda anlaşıldı.
Yıldırım Ordular Grubu karargâhı Beyoğlundaki Alman hastanesinin yakınlarında bir binada Temmuz 1917 sonunda kuruldu. . Karargâhta 65 Alman subayına karşılık sadece 9 Türk subayı vardı. Bütün yazışmalar Almancaydı. Falkenhayn’ın zaman zaman giydiği Osmanlı üniforması hariç Almanlar kendi ülkelerinin üniformalarını giydiler. Türk subayları rahatsız eden tepeden bakış da cabası. İleride başka bir krize yol açacak asıl davranış ise Falkenhayn’ın Arap kabileleri ile ilişkilerde gereğinden fazla öne çıkması, kendi bütçesini de bu amaçla Türk hükümetini baypas edip kullanmasıydı.
Enver Paşa , savaşın başında beri yapılan en büyük karargâh toplantısını 24 Haziran 1917 de Halep ‘te yaptı. Resmi tarihin açıklamalarına baktığımızda Halep toplantısının görüş almaktan ziyade alınmış bir kararın dikte edilmesi için düzenlenmiş olduğu anlaşılıyor. Bu durumdan özellikle Cemal Paşa’nın ve Mustafa Kemal Paşa’nın rahatsız olduğu ilerleyen zamanda ortaya çıkacaktı.
Yıldırım konusunda en değerli kaynağımız , bu ordular grubu karargâhında görev yapan çok az sayıda Türk subayından biri olan Yarbay Hüseyin Hüsnü (Erkilet) ‘in anıları. Yıldırım ordular grubunda kurmay başkan yardımcısı , en kıdemli Türk subayı olan Hüseyin Hüsnü kitabında Yıldırım’ın özellikle bu yönünü tenkit eder: “Yıldırım karargâhı Türkiye’ye Alman olarak gelmiş ve Almanlığını son gününe kadar muhafaza etmişti. Bu durum harbin bizdeki sevk ve idaresini kolaylaştırmadı, aksine ast makamlarda Yıldırım’a karşı gittikçe artan bir itimatsızlık meydana getirdi. Bütün bunlar Yıldırım’ın başında bulunan kişinin tarihi şöhreti ve tartışılmaz otoritesinden Türkiye’nin muhtaç olduğu bir zamanda yararlanamamasını ve bunun sonucunda Birü’s-Sebi, Gazze, Yafa ve Kudüs’ün kaybedilmesine ve Filistin’de durumun bir daha düzeltilemeyecek bir hâle gelmesine sebep olmuştur. Falkenhayn iyi bir Türk karargâhının başında belki kendisine çok daha fazla güven ve başarı sağlayabilecekti.”
Sorun sadece Yıldırım ordular grubu kuruluşunda değildi. Kuruluş hedefi de son gelişmeler ile yeniden tartışılır hale gelmişti. Bağdat’ın kurtulmasından ziyade Filistin cephesi önem kazanmaya başlamış, İngilizlerin büyük bir saldırıya geçeceği haberleri aleni hale gelmişti. Hüseyin Hüsnü Almanya’ya kurulan birliği denetlemeye gittikleri gezisinde Yıldırım Ordular Grubu’nun Bağdat yerine Filistin’de kullanılması konusunda Falkenhayn’ı ikna ettiğini yazar.
Yıldırım Ordular grubuna katılacak Galiçya’daki Türk birliklerinin peyderpey transferine başlansa da , ulaşım koşullarından dolayı bir tümenin cepheye ulaşması birkaç ayı buluyordu. Bir tümenin nakli için 40 trene ihtiyaç vardı. Türkiye Almanya gibi demiryolları gelişmiş bir ülke değildi. Anadolu içlerinde Toros ve Amanoslarda da kesintiye uğrayan tek hat nedeniyle, birliklerin cepheye intikali uzuyor, bu durumda firar olaylarının da artmasına yol açıyordu. Aylardır ailesinden uzakta zor şartlarda yaşamış, Anadolu’nun savaş yorgunu gençleri çözümü hayatlarını da tehlikeye atarak firarda buluyordu. Bu acı gerçeğin Büyük Harp ve Kurtuluş Savaşı yıllarını sürekli kahramanlık hikayeleri ile anlamaya çalışmış bir nesil için tahayyülü zordur. Filistin’deki Osmanlı Ordularının en yetkili komutanı Von Kress İstanbul’dan cepheye hareket eden bir tümenin vardığında verdiği firenin neredeyse %50 yi bulduğunu yazar. Nitekim Yıldırım Ordular Grubu, Birüssebi’ye Allenby’nin harekatın başladığı 31 Ekim’e kadar birliklerin önemli bir kısmı yolda iken yakalanacaktı.
Yıldırım’ın Filistin’de yaklaşan İngiliz saldırısı nedeniyle kullanılmasına zor da olsa ikna olan Enver Paşa bu sefer de Cemal Paşa’nın itrazlarını göğüslemek durumunda kalmıştı. 1917 başından beri sürekli İstanbul’dan askeri ve ekonomik açıdan takviye isteğinde bulunan, Suriye-Filistin vilayetlerini de yarı bağımsız bir şekilde yöneten Cemal Paşa tahmin edileceği gibi Yıldırım’ın kuruluşundan ziyadesiyle rahatsızdı. Cemal Paşa sorunu çözmek için bizzat İstanbul’a kadar geldi. Yetk alanları belirlendi. Kendisine de Arabistan ve Suriye Umum Valisi gibi gösterişli bir unvan verilerek sorun çözüldü. Gazze-Birüssebi hattının da dahil olduğu Kudüs sancağı Yıldırım’ın sorumluluk alanına verilecek, Yıldırım Orduları yeni düzenlemede Alman Asya Kolu, Mustafa Kemal paşa’nın atandığı 7.Ordu ve von Kress’in yeni düzenlenen 8. Ordusundan oluşacaktı. Ancak bu sefer de başka bir kriz patlak verdi. Mustafa Kemal Paşa , General Falkenhayn ile anlaşamayacak ve istifa edecekti.
“Ben Arıburnu ve Anafartalar’da Sina’dakinden çok daha büyük kuvvetleri yönettim”
Mustafa Kemal Paşa – General Falkenhayn Anlaşmazlığı
Mustafa Kemal Bey’in Salih Bozok’un arşivinden Hikmet Bayur ve daha sonra Yücel Demirel’in (Yapı Kredi Yayınları) hazırladığı farklı yazışmaları birleştirdiğimizde krizin büyüklüğü ortaya çıkıyor. Yeni atandığı Halep merkezli 7.Ordu’nun sorumluluk bölgesindeki Arap aşiretlerine Falkenhayn’ın kendisinden habersiz Alman subayları gönderdiğini öğrenen Mustafa Kemal Paşa bu durumu yazılı olarak protesto edecek, protestonun bir örneğini de Enver Paşa’ya gönderecektir. Falkenhayn’ın bu duruma karşı tepkisi, Enver Paşa’nın ise sessiz kalması Mustafa Kemal Paşa’nın asıl o ünlü 20 Eylül 1917 tarihli mektubun yazmasına yol açar. Mustafa Kemal Paşa Osmanlı Hükümetinin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar, rüşvet, yolsuzluk, suistimal gibi durumları da gözler önüne seren , Filistin cephesindeki birliklerin Alman komutanların görevden alınmasına dair öneriler içeren mektubunu hem Enver Paşa’ya hem de Talat’a gönderir. Hikmet Bayur söz konusu mektuptan birkaç gün sonra zeyl olarak yeni bir mektup daha yazıldığını belirtiyor. Mustafa Kemal Paşa burada cephe önerilerine açıklık getirmekte, cephedeki tüm Alman komutanların geri gönderilmesi o olmuyorsa bir Türk komutanın emrine girmelerini ( Cemal Paşa’nın) belirtir. Mustafa Kemal Paşa Filistin Gazze-Birüssebi hattındaki birliklerin de kesinlikle kendi emrine verilmesini isteyecektir. “Çünkü” der mektubunda Mustafa Kemal, Sina cephesinden daha mühlik olan Arıburnu’nu ve bir küçük kumandan olarak atlatmış ve Anafarta’da 11 fırka ve bir süvari livasını muvaffakiyetle ve İngiliz ordusunu mağlubiyete düçar ederek istimal velhasıl 10 fırkadan ibaret 2. orduyu sevk-ü idare etmiş bir kumandan ne kadar aciz olsa Sina vezayifi için mücerrep ve mutemet derecesini kazanmıştır.”Enver Paşa’nın önerileri reddetmesiyle kriz büyümüş, Mustafa Kemal Paşa’nın 7.Ordu ‘dan istifa etmişti. Haklı bile olsa, bir komutanın kendisine verilen görevi reddetmesine rağmen askerliğe nasıl devam ettiği ise ayrı bir tartışma konusudur kuşkusuz.
İngilizlerin Filistin Harekatı Hazırlıkları
Gerçek şu ki İngilizler Mart ve Nisan ayındaki Gazze yenilgilerinden iyi ders çıkardılar. Komuta kademesinde tepeden tırnağa değişiklik yaptılar. Britanya hükümeti başındaki Başbakan Lloyd George herşeyden önce siyasi irade olarak Filistin harekatına tam destek verdi. Öyle ki İngiliz genelkurmayının asıl cephenin Batı cephesi olduğu, buranın haricindeki cephelere daha az önem verilmesi gerektiği itirazlarına rağmen. Mısırdaki İngiliz ordusunun başındaki General Murray görevden alınmış, yerine Batı cephesinden General Allenby atanmıştı. Batı cephesinde belki de sıradan bir general olarak savaşı tamamlayacak, muhtemelen Arras’taki başarısızlığı nedeniyle görevden alınıp emekli edilecekken General Allenby’nin Filistin önlerindeki İngiliz kuvvetlerinin başına getirilmesi Filistin cephesindeki birliklerin moraline son derece olumlu etki yapmıştı. “Boğa” lakaplı General Allenby karargâhını Kahire’den cepheye yakın bir noktaya getirtmiş, cephe ön hattındaki askerlerle bile iletişim halinde bir komutandı. Hükümetten de her konuda destek sözü almıştı. Hedef netti. Kudüs ne pahasına olursa olsun ele geçirilmeliydi. Bunun için de yıl içerisinde iki kez saldırılıp geçilemeyen yaklaşık 25 millik bir savunma hattı olan Gazze-Birüssebi hattı aşılmalıydı
Osmanlıların Gazze garnizonu çok kuvvetli iken savunma hattının en sonundaki Birüssebi (Şimdi İsrail topraklarında bulunan Beersheva şehri) garnizonu en zayıf noktaydı. Yahudi inanışında Hazreti İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmeye niyetlendiği yer olarak kabul edilen Birüssebi, Necef çölünün ortasında küçük bir Arap köyü iken Kanal harekatı döneminde Kudüs’e bağlantısını sağlayan demiryolu hattı döşenmiş, askeri garnizonun kurulmasıyla biraz gelişmiş, küçük bir kasaba olmuştu.
Allenby göreve başlar başlamaz Gazze-Birüssebi savunma hattının nasıl geçilebileceğine dair planları yeniden gözden geçirmiş, özellikle General Chetwood’un görüşlerini değerlendirmişti. Büyük saldırının kıyıdan da dahil olmak üzere Gazze’ye yapılacağı izlenimi verilecek, yaklaşık 40.000 piyade ve süvari askeri çölün ortasındaki vadilerden olabildiğince gizlice kaydırılarak Türkler saldırı beklemedikleri en zayıf noktaları olan Birüssebi’den vurulacaktı. Dolayısıyla Gazze hem güneyden hem de doğudan sıkıştırılacak, bölgedeki Osmanlı birlikleri yok edilerek Kudüs ele geçirilecekti. Bunun için hazırlıklara başlandı. Asker takviyesi yapılarak cephedeki asker sayısı neredeyse 100.000 ne ulaştı. Sina çölündeki ray hattı daha fazla asker ve malzeme taşımak için iki hatlı hale getirildi.Top ,havan ve cephane takviyesi yapıldı. Öncelikle o döneme kadar Almanlarda olan hava keşif üstünlüğü yeni model uçaklar getirilerek önce dengelendi ,daha sonra da üstünlük İngilizlerin tarafına geçti. Osmanlılar 1917 nin ortalarından itibaren İngilizlerin yığınaklarının boyutları, birlik hareketleri konusunda hergeçen gün daha az bilgi alabildiler.
En kritik nokta: Birüssebi’deki içme suyu kuyuları
Buradaki en önemli sorun en planda aksaklık olursa herşeyi mahvedecek kadar önemliydi. İçme suyu! Birüssebi önlerine yığılacak 3 tümen ve 2 süvari ya da daha doğru bir ifade ile bindirilmiş piyade tümeninin günlük su ihtiyacı 2000 tona ulaşıyordu. Allenby ve kurmaylarının yaptığı planda saldırı gününe kadar olan içme suyu karşılanabileceğinden Birüssebi’nin içilebilir su bulunan kuyularının aynı gün içerisinde sağlam ele geçirilmesi önemliydi. Başka türlü söyleyecek olursak kuyuların ele geçirilmeden tahrip edilmesi binlerce insan ve hayvanın çölün ortasında susuz kalması demekti! Türk tarafının yeterince takdir edemediği , İngilizlerin ise en çok korktuğu gerçek buydu.
İngilizler komuta kademesinden, yeni birlik ve malzeme ihtiyaçları konusunda neredeyse yeni baştan Filistin önlerinde yenilenirken Osmanlı tarafı 1917 yazını boş tartışmalar ve yeterince yapılamayan hazırlıklarla geçirmişti. İngilizlere karşı Gazze önlerinde iki kez zafer kazanılsa da Filistin’deki Osmanlı Birliklerinin durumu fiziki ve moral açıdan iyi değildi. Hastalıklar almış başını yürümüştü. Firarlar giderek artıyor, kısıtlı demiryolu hatlarından gerekli yiyecek, cephane ve malzeme istekleri karşılanamıyordu. Von Kress defalarca durumu Cemal Paşa’ya ve Enver Paşa’ya bildirse de somut bir sonuç alamamıştı. Yaklaşan bir savaşa karşı alınan tedbirlerin sonucu neredeyse matematiksel kesinlik içerir. gerekli adımlar atılmazsa felaket kaçınılmazdır.
Gazze – Birüssebi hattındaki Osmanlı birliklerinden sorumlu Von Kress Paşa düşman saldırısını ağırlıklı olarak Gazze’den bekliyordu. İngilizlerin su sorunu nedeniyle çölün ortasındaki bir garnizona saldıracaklarına ihtimal vermiyordu. Ancak yanılacaktı. Gazze’ye oranla Birüssebi savunması daha zayıftı. 3.Kolordu’ya bağlı Arap kökenli birliklerce tutuluyordu. Başında da geleceğin Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı olacak Albay İsmet ( İnönü) vardı. Kress daha sonra takviye olarak Çanakkale gazisi 48. Alay’ı gönderecekti Birüssebiye.
10 Ekim’de bir istihbarat subayı olan Meinertzhagen iyi hazırlanmış bir mizansenle Türk hatlarının yakınlarında keşif yaparken içerisinde “Gazze’ye nasıl saldırılacağının” ayrıntılı planlarını içeren, içerisinde özel mektuplarının da yer aldığı bir çantayı Türk devriyelerden kaçarken düşürdü. Çanta mizanseninin Türk genel karargâhını, ana saldırının Gazze’ye yapılacağı konusunda biraz daha ikna etmiş olması muhtemeldir. 27 Ekim’de Gazze önlerinde yaklaşık 200 top ve aynı zamanda İngiliz ve Fransız donanmasına bağlı gemiler Ortadoğu’da o zamana kadar görülen en şiddetli bombardımanı başlattılar. Şerif Hüseyin isyanının yönlendirilmesinde rol oynayan Arabistanlı Lawrence adıyla da tanınan İngiliz subayı Thomas Edward Lawrence o sırada yaklaşık 200 km ötede şimdiki Ürdün sınırları içerisindeki Maan civarındaydı ve top seslerinin duyulduğunu iddia etmişti! Lawrence’in anlattıklarına her zaman ihtiyatla yaklaşmamız gerekse de bu ifadesi sembolik de olsa bombardımanın şiddeti hakkında fikir verebilir. Gazze’nin topa tutulmasındaki amaç Türk mevzilerine zarar vermekten ziyade Birüssebi önlerine kaydırılan birliklerin hareketlerini maskelemek, dikkati Gazze’ye çekmekti.
Ortadoğu tarihinin kader günü – 31 Ekim 1917
Allenby’nin Birüssebi için ayırdığı 3 tümenden oluşan 20.Kolordu ve 2 süvari tümeninden oluşan Çöl Bindirilmiş Piyade kolordusu birlikleri Ekim’in son haftasından itibaren Gazze önlerinden peyderpey Shellal-Gamli-Bir El Esani-Khasala ve Asluj yoluyla Birüssebi önlerine doğru kaydırılmaya başlandı. Plana göre piyade tümenleri kasabanın yaklaşık 4 mil güney batı ve batısına yığınak yaparken Avustralyalı ve Yeni Zelandalı süvariler kasabanın doğusuna geçeceklerdi. Hava keşifi felç olan Osmanlı tarafı bu büyük birlik kaydırma hareketlerini ayrıntısıyla göremeyecekti.
Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek Birüssebi saldırısı 31 Ekim 1917’de başladı. Saldırı haberi General Falkenhayn karargâhını Şam’dan Kudüs’e taşırken yolda yakalamış, Kudüs önlerinde Mustafa Kemal Paşa yerine atanan Fevzi (Çakmak) Paşa komutasındaki 7.Ordu daha yeni yeni konuşlanmaya çalışıyordu. Yıldırım’ın Alman birlikleri ise daha ortada yoktu. Birüssebi garnizonu yaklaşık 4000 kişilik mevcuduyla kendisinden 10 kat büyük bir kuvvete direnmeye çalışacaktı. Mersin’in Civanyaylağı köyünden 48.Alay 2.Tabur’dan takımbaşı küçük zabit Emin (Çöl) o meş’um günü hiç unutmayacaktı. “Şafakla o mahut taş tepedeki siper yönünden top sesleri gelmeye başladı. Ayağa fırladık…” başlangıçtaki şaşkınlıktan sonra verilen emirlerle kasabanın doğusunda taşlı arazide zorlukla kazılmış siperlere girerler. Arara boğazında serap görünmektedir. İngilizlerin 20. kolorduya bağlı 3 piyade tümeni kasabanın güneybatı ve batısındaki tabyalara yoğun bir bombardımandan sonra saldırıya geçti. Şam – Kanije tabyası adı verilen tepecik öğleye doğru ele geçirildi. 27.Tümen’in Arap kökenli Osmanlı askerleri dalga dalga gelen İngiliz akınlarına dayanmaya çalıştılar. 3.Kolordu Komutanı Albay İsmet Bey daha sonra yazdığı raporda askerlerinin canla başla savaştığını yazar. Batı da şiddetli çarpışmalar devam ederken Anzak süvarileri sabah 8 den itibaren Birüssebi’nin güneyinden doğusuna doğru harekete başladılar. Bir diğer gerçek: İsrailli bir araştırmacının Alman hava keşif raporlarından çıkardığı sonuca göre İngiliz ablukasını aşan bir Alman uçağı Birüssebi’ye saldırı için toplanan birlikler hakkında 3.kolordu karargâhına bilgi vermişti.Dolayısıyla artık saldırı sürpriz olmaktan çıkmıştı. Albay İsmet Bey’de muhtemelen bu raporla kasabanın doğusuna da 48.Alay’ı göndermiş, Telessebi tepesini de tutturmuştu. Ancak başka daha ne yapılabilirdi ki bu saatten sonra? Anzak süvarilerinin öncelikle hedefi şehre doğudan yapılacak kritik saldırı için konuşlanmak, bunu engelleyebilecek bir Türk karakolunun bulunduğu yaklaşık 3 mil doğusundaki Telessebi tepesini ele geçirmekti. Emin Telessebi’deki arkadaşlarının öğleden sonra mahvoluncaya kadar dövüşmelerini izledi. Sıra kendilerine mi gelecektir?
Bu arada Telessebi’deki direnişin beklenenden geç kırılması Birüssebi’nin yine doğusundaki bir tepede karargâhını kurmuş olan Anzak süvarilerinin ünlü generali Chauvel’i bir hayli endişelendirmişti. İngiliz uçaklarından kurtulan bir Alman uçağının bombalarıyla neredeyse komuta kademesi hayatını kaybediyordu. Allenby’e akşamın bastırdığı ve saldırının ertelenmesi teklifinde bulundu. Askerler ve atlar neredeyse 24 saattir su içmemişti. Muhtemelen Çanakkale hatıraları General Chauvel’e açık arazide yapılacak bir hücumun felakatle sonuçlanacağını hatırlatmıştı. Allenby reddetti. Havanın kararmasına 1 saat kala Ortadoğunun kaderini değiştirecek hücumu iki Avustralya hafif süvari alayı ile gerçekleşecekti. İlk dalga siperlerin üzerinden atlayıp direkt karargâh ve su kuyularını hedeflerken geriden gelenler atlarından inip siperde bekleyen 48.Alay askerleriyle çarpışacaktır. 2 yıl önce Çanakkale’de Kanlısırt’ı Avustralyalılara karşı savunan 48.Alay bu sefer Birüssebi’nin doğusunu savunsa da başarılı olamadı. Söz konusu saldırı Avustralyalılar tarafından The Lighthorsemen (1987) adıyla filme de çekilecektir.
Mersinli Emin Avustralyalı süvarilerin saldırısıyla Birüssebi dehşetini uzun bir şiirle anlatır hatıralarında. Hayran olduğu -kendi ifadesiyle- Arz-ı Mevud güneşine son kez bakar.Anılarında ki sitemin anlaşıldığına göre komutanları kendilerini terketmiştir. “Ayağıma yılan dolanmış gibi tepindim. Yer buldum. Güneşe son bir kez daha baktım. Bir elin silahını kaparak uçup gelen bulutun içine 15 kurşun attım. Daha sonra sağa kayarak durumu görmek için basamağa çıktım. At, insan… Dökülen dökülmüş, dökülmeyen de bizim bozulan birliklerin önünü kesmek için solumuzdan savuşup gitmişlerdi. Atları ölenler, mevzi alanlar bize ateş ediyordu. Burada bulunanlarla birlikte gördüğümüz İngilizlere ateş açtık. Tüfeği sahibine verip vermediğimi bilmiyorum. İşte bu anda şimdiki gibi, karanlık içerisinde kalıverdim. Kanlarım yüzümden aşağı ılık ılık akıyordu”
Gözlerini kaybeden Mersinli Emin ile birlikte hayatta kalabilen 500 kadar arkadaşı teslim olmak zorunda kaldılar. Albay İsmet bey ve 3. kolordu karargâhı Avustralyalıların elinden son anda kurtulmuş, geride kalabilenler Teleşşeria’ya doğru geri çekilmişlerdi. Çok daha önemlisi o hengamede içme suyu kuyularu tahrip edilememişti! General Allenby , Filistindeki Türk ordusunu sıkıştırmak için (üstelik su kaynakları ile beraber!) önemli bir köprübaşı elde etmiş, Gazze-Birüssebi hattı çökmüştü. Şimdi hedef önce Gazze sonra Kudüs’tü. Kısa bir süre sonra Gazze düşecek , Türkler aşamalı olarak Kudüs’e doğru geri çekilecekti. Yıldırım organize olamamış bir ordular grubunun gösterişli ismi olarak tarihe geçti. Birüssebi’nin kaybedilmesi Osmanlı komuta kademesinde şiddeti tartışmalara neden olmuş Von Kress Paşa raporunda İsmet (İnönü)’yü suçlamış, Albay İsmet bey ise suçlamaları reddetmişti. Falkenhayn’ın değerlendirme raporunda Birüssebi’nin kaybe ve başarısızlıktan daha çok von Kress’i sorumlu tuttuğu görülür.
Sonuç
Yıldırım Ordular Grubu Bağdat’ı ele geçirmek üzere kurulmuş,ancak zaman ilerledikçe , Almanların Osmanlı ordusuna direkt müdahale etme ve aynı zamanda savaş sonrası Ortadoğu siyasetlerini belirleme aracı olmayı hedeflemişti. Bu da doğal olarak Osmanlı ordusunda ciddi rahatsızlıklara yol açacaktı. Mustafa Kemal Paşa-Falkenhayn de krizi bu bağlamda okunmalıdır.
Birüssebi-3.Gazze muharebesinin üzerinden 100 yıl geçti. Beersheva adını alan şehirde İsrail Avustralyalılarla birlikte görkemli kutlamalar yapıyor. İsrail kuruluşundan 31 yıl önce gerçekleşen , İngilizlere Filistin kapısını açan bu muharebeye büyük önem veriyor. Birüssebi muharebesinden hemen sonra Balfour deklarasyonun yayınlanmış olması İsrail’in tarihinde önemli bir yer edinmesine neden oluyor. Bize gelince; bu meş’um saldırıdan ve sonrasında alınan derslerin Kurtuluş Savaşı’ndaki süvarilerimize çok faydalı olduğunu Fahrettin Altay Paşa anılarında belirtir. Dikkatli okuyucu Birüssebi saldırısı ile Afyon çevresindeki Yunan ordusunu imha etmeyi hedefleyen 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’daki benzerliği farkedecektir. Ama sadece o kadar. Birinci Dünya Savaşı’nı kahramanlık hikayeleri üzerinden anlamaya çalışan bir nesil için Birüssebi hemen kapatılması gereken bir parantez olarak kaldı.
Bu yazı Birüssebi Muharebesi’nin 100.Yıldönümü vesilesiyle Atlas Tarih Dergisi Ekim-Kasım 2017 sayısında yayımlanmış, editöryal izinle sitemize konulmuştur.