Bu çalışmada, Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybeden binlerce Türk, İngiliz ve Fransız askerinin mezarlıklarıyla ilgili tartışmalar, kararlar ve uygulamalarla ilgili tartışmalara değinilmiştir.
Britanya Savaş Mezarları Komisyonu “Commonwealth War Graves Commission”, İtilâf devletleri savaş mezarları üzerinde 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında çalışmalara başlamıştı. Gelibolu’ya gelen uzmanlar savaş bölgesini adım adım dolaşarak, savaş koşulları içinde rastgele gömülmüş olan ölülerin yerlerini belirlemişlerdi. 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandığında, Britanya Savaş Mezarları Komisyonu, Arıburnu-Conkbayırı (Anzak) alanında 4300 mezar içeren 29 mezarlık, Seddülbahir (Helles) alanında 5900 mezar içeren yedi mezarlık; Suvla’da 4300 mezar içeren dört mezarlık ve Yarbay Doughty-Wylie’ye ait ayrı bir mezar ile Cape Helles ve Conkbayırı anıtlarını tamamlamıştı. Fransızlar ise, 3236 mezar ve bir anıt içeren Fransız Mezarlığı’nı 1926’da tamamlamışlardı.[1] Kabatepe-Arıburnu-Conkbayırı cephesinin, Kabatepe’den Sâros sahili boyunca kuzeyde Arıburnu ve Büyük Anafarta sahiline ulaşan Anzak alt bölgesi, Lozan Antlaşmasının 129’uncu maddesiyle sadece mezarlık olarak kullanılmak üzere Britanya İmparatorluğu’na tahsis edilmişti. “Kabatepe Tarihî Sit Alanı” içinde kalan Anzak alanının tamamı 409 hektardır. Deniz ve kara sınırları toplamı ise 10 kilometreyi bulmaktadır. Yabancı mezarlık ve anıtlarının yoğunlaştığı bu alanın bekçilik ve bakıcılığını da Britanya Savaş Mezarlıkları Komisyonu üstlenmişti Hâlen bu durum geçerlidir. 25 Nisan 1915 Anzak çıkarmasının 70’inci yılında, Anzak alanı içinde kalan Arıburnu güneyindeki kıyı kesimi, Anzak koyu olarak adlandırılmıştı. 1999 yılında ise Avustralya Savaş Mezarlıkları Ofisinin hazırladığı “Anzak Tören Yeri” düzenleme projesi, “Barış Parkı Uluslararası Fikir ve Tasarım Yarışması” sonuçları ve sürmekte olan “Tarihî Millî Park Uzun Dönem Geliştirme Plânı” çalışmalarında belirlenen ilkeler ışığında değerlendirilerek uygun bulunmuştu. Söz konusu tören yeri, Anzak çıkarmasının 85’inci yılında kullanıma açılmıştı.
1. İngiliz ve Fransızların Mezarlıklar ile İlgili İddiaları ve Türklerin Bu İddialara Yanıtları
1916 yılı başlarında İtilâf askerlerinin Gelibolu yarımadasından çekilmeye başladıkları; ancak, bu çekilmenin devam ettiği sırada, Avrupa’nın pek çok ülkesinde çıkan gazetelerde, Çanakkale’deki İngiliz ve Fransız mezarlarının korunmadıkları, hatta tahrip edildiklerine dair haberler çıkmaya başlamıştı.[2] Tam da bu sıralarda İngiltere ve Fransa Dışişlerinden Amerika’nın İstanbul Elçiliği aracılığıyla Türk Dışişlerine, mezarlıkların ve mezarların korunması için gerekli özenin gösterilmesi yönünde bir uyarı yapılmıştı. [3]
İngiltere ve Fransa’nın konuyla ilgili başvurularından yaklaşık üç-dört ay önce, 16’ncı Tümen Komutanlığından, Tümen Baştabipliğine gönderilen 23 Ekim 1915 tarihli bir yazıda, hem İngiliz ve Fransız hem de Türk mezarlıklarının korunmasına verilen önem ortaya konulmuş ve konuya ilişkin olarak şu uyarılar yapılmıştı: “…Düşman mevzilerindeki mezarlıklara tasallut olunmaması ve tahribat yapılmamasının sağlanması hususunda gerekli tedbirlerin alınması, subay ve erlere bu hususta sert emirler verilmesi ve bazı yıkılan alâmetlerin yerine konulması medeniyet gereklerinden ve bizim için tarihî bir alâmet-i fahiredir. Mıntıka dâhilindeki arazide mevcut şehitlerin özel bir yere defnedilmesi ve mevcut şehit mezarlıklarının etrafının tel örgü ile koruma altına alınarak ileride oralarda mükemmel abideler yaptırılmak üzere hazırlanması…” [4]
Konuyla ilgili olarak 25 Ekim 1915’te Liman von Sanders imzasıyla Anafartalar ve Kuzey Grubu Komutanlıklarına gönderilen bir başka yazı ile ilgililerden kendi bölgeleri içinde yer alan İngiliz ve Fransız mezarlarının belirlenmek suretiyle tel örgü içine alınarak çevrilmesi istenilmişti. [5] Ayrıca Türk, İngiliz ve Fransız ölülerinin uygun görülen yerlere gömülmesi de Grup Komutanlıklarından özellikle istenmişti. [6] Yine 5’nci Ordu Komutanlığından Çanakkale Grubu Komutanlığına gönderilen bir başka yazıda da söz konusu mezarlarla ilgili işlemlerin zaman kaybedilmeden yapılmasına dair yazı gönderilmişti. [7]
Bu bağlamda Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybeden ancak gömülememiş olan askerlerin defnedilmesi için, 5’nci Ordu Komutanlığından Güney Grubu Komutanlığına gönderilen yazıda, doktor subay olan Teğmen Şerif komutasında 200 erden oluşan bir müfreze görevlendirildiği bildirilmişti. Bu müfreze Ali Bey Çiftliği doğusunda Soğanlıdere bölgesinde bulunacaktı.[8] Güney Grubu Komutanlığından 66’ncı Alay Komutanlığına gönderilen 21 Aralık 1915 tarihli yazı ile de Soğanlıdere ve civarında bulunan şehit mezarlarının etraflarına tel çekilmesi ve bu mezarların bulundukları yerlerin krokilerinin hazırlanarak 25 Aralık 1915’e kadar gönderilmesi istenmişti. [9] 123’ncü Alay Komutanlığına gönderilen 21 Aralık 1915 tarihli bir başka yazıda da aynı şekilde ileri hatlarda şehit olan askerlerin mezarlarının tellerle çevrilmesi ve yerlerinin kolay tespit edilebilmesi için krokilerinin hazırlanarak 25 Aralık 1915‘e kadar gönderilmesi istenmişti. [10]Aynı konuyla ilgili olarak 23 Aralık 1915 tarihli bir diğer yazıda 42’nci Tümen Komutanlığına gönderilen Zığındere civarındaki şehitliklerin etrafına tel çekilmesi ve hem Türk hem de düşman mezarlarının yerlerini gösteren krokilerin hazırlanarak gönderilmesi istenmişti. [11] Bu yazılar doğrultusunda, tel örgü çekilen Türk, İngiliz ve Fransız mezarlarının krokileri hazırlanarak ilgili yerlere gönderilmişti. [12]
İngiliz ve Fransızların Amerikan Elçiliği aracılığıyla Türk Dışişleri Bakanlığına yaptıkları uyarılara, Enver Paşa, 23 Mart 1916’da 5’nci Ordu Komutanlığına gönderdiği yazı ile cevap vermişti. Enver Paşa, söz konusu yazıda şu noktalar üzerinde durmuştu:
“…Amerika Elçiliği yoluyla İngiliz ve Fransız mezarlıklarının muhafazası için 5’nci Orduya verilen cevapta, savunma düzenini sahillere kadar uzatmak zorunluluğunda bulunduğumuzdan, bu tahkimat mıntıkasına tesadüf eden mezarlar, Türklere ait dahi olsa, askerin sağlığı ve tahkimatın işgal edilmemesi için, zorunlu olarak buralardaki cesetler gerilere nakledilecektir. Tahkimat bölgesi dışında kalan mezarlıklardan bir kısmı gerek tahliye sırasında, gerekse birliklerimize yönelik yapılan bombardımanlarda, kendi mermileriyle maalesef tahrip edilmiş olduğu bildirilmiştir. İngiliz ve Fransızlar, savaştan sonra bu mezarlıkların mevcudiyetinden yararlanarak yarımadanın mezarlık kısımlarını sürekli bir ziyaretgâh yapıp muhteşem abideler inşası için hükümetimizi daima meşgul edeceklerdir. Bu şekilde de savunma düzenimize engel olmaya çalışacakları kesin olduğundan, bu bakış açısından, düşman mezarlıklarının savunma tertibatı mıntıkasından gerilere alınması ve sahile çok yakın olup da mahzuru olmayan bir kısım mezarların da iyi hâle getirilerek korunması hususunda Çanakkale Grubu Komutanlığına emir verilmesini rica ederim.” [13]
3 Nisan 1916’da Başkomutan vekili adına V. Bronzart imzasıyla 5’nci Ordu Komutanlığına gönderilen yazıda İtilâf devletlerince mezarlarının ve mezarlıklarının tahrip edildiği yönünde şikâyetlerin geldiğine değinilerek, mezarlık konusunda hassas davranılması ve bu hassasiyetin de ispat edilmesi için mezarların fotoğraflarının çekilmesi istenilmiş ve şu uyarılar yapılmıştı: “…İtilâf devletleri tarafından Çanakkale’de ölenlerin mezarlarının tahrip edildikleri ve vadedildiği üzere muhafazalarına itina gösterilmediğine dair sayısız söylenti dolaşmaktadır. Mezarların tahkimat işlerine ayrılan alanlardan çıkarılmasının zorunluluğu doğaldır. Söz konusu alanlardan mezarlar ve gömülmemiş cesetler bir şekilde çıkartılarak büyük mezarlıklarda veya diğer uygun alanlarda defnedileceklerdir. Düşman mezarlıklarının diğer memleketlerde olduğu gibi, hürmetle muamele gösterildiğine, yabancı gazetelere ispat etmek için, İngiliz mezarlıklarının fotoğraflarının çektirilmesi yerinde görülmektedir…” [14]
5’nci Ordu Komutanlığı, Başkomutanlığa yazdığı yazı ile Başkomutanlık tarafından mezarlara ilişkin yapılması gerekenlerin neler olduğunun 25 Ekim 1915’te Çanakkale Grubu Komutanlığına yazılan bir yazı ile bildirildiğini iletmişti. Yazıda ayrıca düşman mezarlarının dikenli teller ile çevirtildiği, ortada duran cesetlerin de birer birer defnedildiği belirtilmişti. [15]
15 Nisan 1916’da Genel Karargâh İstihbarat Şube Müdürlüğünden 5’nci Ordu Komutanlığına gönderilen yazıda, daha önce verilen emirler sıralanmış ve mezarlar ve mezarlıklara ilişkin yapılması gerekenler bildirilmişti. Buna göre “…Gelibolu yarımadasındaki İngiliz ve Fransız mezarları hakkında yazılan 01 Mayıs 1916 tarihli emir, Nazır Paşa hazretlerinin seyahati zamanına denk gelmiş ise de dönüşte maksadı temin edemeyen işbu emirden haberdar edilerek Amerikan Elçiliğine tebliğ edilmeden, Hariciye Nezaretinden aldırılmış ve buna karşılık 23 Mayıs 1916 tarihli emir yazılmıştı. Üçüncü, yani 3 Haziran 1916 tarihli emir ise sehven menzil şubesi ifadesiyle yazıldığı anlaşılmış ise de bu da ana amaca muhalif olmadığı görülmüştür. Maksat, mezarlıkların hepsinin şimdiki durumu ile muhafaza edilmeyip, sahile çok yakın ve bizzat Nazır Paşa hazretlerinin Cevat Paşa hazretlerine şifahen söylemiş olduğu birkaç mezarlık muhafaza olunacak ve bunların fotoğrafları çekilip gönderilecektir. Savunma hattı içinde kalacak olan ve geneli teşkil eden mezarlıklardaki cesetler mümkünse çıkartılıp gerilere defnedilecektir…” [16]
İngiliz ve Fransızlar, 1916 yılı ortalarında da Çanakkale’deki İngiliz ve Fransız mezarlarının durumuyla ilgili olarak Türklerin mezarlara gerekli özeni göstermedikleri yönündeki iddialarını ve şikâyetlerini dile getirmeye devam etmişti. Örneğin bazı cesetlerin yarısının toprakla örtülü olmasına rağmen yarısının toprak üzerinde açıkta olduğu görülmüştü. Bu durum hem İtilâf askerleri hem de Türk askerleri için geçerliydi. Ancak, burada şunu da belirtmekte yarar vardır. Gelibolu yarımadasının yeryüzü şekilleri ve toprağın yapısından kaynaklanan özelliği cesetlerin derine gömülmesine izin vermemişti. Bazen cesetlerin üzeri bir karış toprakla örtülmüştü. Bunu hem İtilâf askerleri hem de Türk tarafı savaş süresince defalarca dile getirmişlerdi. [17]
Çanakkale Grubu Komutanlığı tarafından iddiaların araştırılması için görevlendirilen 123’ncü Alay Komutanlığı yaptığı araştırma ve incelemeden sonra bir rapor hazırlamış ve bunu ilgililere iletmişti. Söz konusu raporda genel hatları ile şunlara değinilmişti: [18]
-Değişik nedenlerle bozulmuş olan bütün mezarlar tamir ettirilmiştir.
-Seddülbahir ve bölgesindeki sırtlarda açılmış ve bozulmuş mezarlar görülmemiştir.
-Şehitlersırtı ve Kerevizdere bölgesinde yağmur ve sel baskınları nedeniyle açılmış olan mezarların ve siperler arasında gözden kaçan gömülmemiş cesetler Sıhhiye Bölüğüne mensup askerler tarafından defnettirilmiştir.
-İtilâf devletleri donanmasının bölgeyi bombardıman etmesinin etkisiyle ve yoğun rüzgâr ve fırtınalar nedeniyle mezarların kimliklerini belirten kimlik levhaları yerlerine yerleştirilmiştir.
-Mezarlıklara yapılabilecek olası art niyetli girişimlere engel olmak ve buna yeltenebilecek kişileri yakalamak için özel devriyeler oluşturulmuş ve bunlara gerekli talimat ve emirler verilmiştir.
Her ne kadar İngiliz ve Fransız yetkililerin Çanakkale’deki mezarlara ilişkin asılsız iddiaları ve şikâyetleri Türk Dışişlerine iletilmiş ise de Türk yetkililer yukarıda da belirtildiği üzere gerek Türk gerekse İngiliz ve Fransız mezarlarına gerekli özeni göstermiş ve mezarlıkları ziyaret edilebilir bir hâle getirmişti. Ancak dönemin mevcut şartlarında, İngiliz ve Fransız mezarlarına ve mezarlıklarına haç ve abideler yapılmasına izin verilmemişti. Türk yetkililer, eğer isterlerse İngiliz ve Fransız makamlarının, gerekli gördükleri subay ve er mezarlarını Gelibolu yarımadasından kendi ülkelerine nakledebilmelerine veya bölgedeki mezarların fotoğraflarını çekebilmelerine izin verilebileceğini açıklamıştı.[19] İngiliz ve Fransızlar değişik zamanlarda, bölgede hayatını kaybeden subaylarından birkaçını, mezarlarını Gelibolu yarımadasından alarak ülkelerine götürmüşlerdi. [20]
2. Gelibolu’daki İngiliz ve Fransız Mezarlıklarının Hukukî Statüsü ve Bu Konudaki Tartışmalar
İtilâf devletleri mezarlar ve mezarlıklarla ilgili iddialarını ve isteklerini Türkler ile yapılan bütün uluslararası anlaşma ve sözleşmelerde de gündeme getirmişlerdi. Uygulamaya geçirilmemiş olan 10 Ağustos 1920’de hazırlanan Sevr Anlaşması’nda mezarlıklara özel bir önem verilmiş ve Türklere ağır yükümlülükler yüklenmeye çalışılmıştı. Söz konusu anlaşmanın 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224 ve 225’inci maddeleri, mezarlıkların statüsünü düzenleyen maddeleriydi. [21]
Sevr Anlaşması’nın 218’inci maddesinde, “…Türkiye sınırları içinde olan ve savaş alanlarında can vermiş ya da aldıkları yaralar, kaza ya da hastalık sonucu ölmüş askerlerin mezarlarının bulunduğu toprak parçalarıyla, bu askerlere mezarlık veya anıt yapılması için gerekecek toprak parçalarının olduğu kadar, bu mezarlıklara veya anıtlara gidecek yolların tüm ve tekelci mülkiyetini İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin her birine devredecektir.” denilmiştir. Bu maddedeki “mülkiyeti devredilecektir” ifadesi ile sözü edilen toprak parçaları, Lozan Antlaşmasında da yaşanan tartışmalarda önemli yer tuttuğu görülmektedir. [22]
Sevr Anlaşmasının 219’uncu maddesinde, İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonraki altı ay içinde mülkiyeti devredilecek olan toprak parçalarının nereler olduğunun Türklere bildirileceği belirtilmişti. Ayrıca aynı maddede, “…İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden her biri, ölülerin gömüldüğü ya da gömülmüş olabileceği bölgeleri araştırma ve mezarların bir araya getirilmesini ve gerektiğinde mezarlıklar kurulacak yerlerin önerilmesi bakımından tek yetkili olacak bir komisyon atama hakkına sahip olacaktır…” denilmişti. İtilâf devletleri tarafından mezarlıklarla ilgili olarak belirlenen toprak parçalarının kamulaştırılması için gerekli masraflarında da 220’nci madde hükümleri gereğince Türklerin yüklenmesi ve gerekli yasaların bir an önce yapılması kararlaştırılmıştı. Mezarlıkların kurulması, düzenlenmesi, bakımı ve korunmasını, her birinin uygun göreceği bir komisyona ya da örgüte bırakılmasını, İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin yetkisine bırakan 221’inci madde ile bu işlemlerin nasıl yapılacağı da kararlaştırılmıştı. Bu maddeye göre, kurulacak komisyon, mezarların bir araya toplanmasını ve mezarlıklar kurulmasını sağlamak için gerekli gördükleri mezardan çıkarma ve ölüleri başka bir yere taşıma işlemlerini yapma yetkisine sahip olacaktı. Türkler nedeni ne olursa olsun, komisyonun izni olmadıkça, hiçbir İtilâf askerinin mezarını açamayacak ve başka bir yere taşıyamayacaktı. [23]
Mezarlıkların ziyaret edilmesi ve burada görevli personele ilişkin hususları düzenleyen 222’nci madde ile ziyaretçiler ve İtilâf devletleri temsilcilerinin mağdur olmalarını önlemeye yönelik mezarlıklara giden yolların sürekli olarak açık bulundurulması için Türkler bu yolların bakım ve onarımını üstlenmişlerdi. Ayrıca Türkler bu mezarlıklar ve anıtlarda görevli, personelin gereksinimlerinin giderilmesi ve toprakların sulanması için gerekli suyun sağlanmasına yönelik bütün kolaylıkları sağlamakla yükümlüydüler. İtilâf devletleri mezarları ve mezarlıklarına yapılacak olası saldırı veya saygısızlık ile ilgili olarak bu saldırıları gerçekleştiren kişilerin cezalandırılmasına yönelik önlemlerin alınması da 223’üncü madde ile Türklerin yükümlülüğüne verilmişti. 224’üncü madde de mezarlara gösterilecek saygı ile ilgilidir ve Türklerden bu mezarlıklara gerekli saygının gösterilmesi ve buraların bakımının üstlenilmesi istenmişti. 225’inci madde ise savaşta hayatını kaybeden esir ve sivillerin mezarlarına ilişkin yapılacak uygulamalara ayrılmıştı. Buna göre taraflar, kimlikleri bilinmeyen ölülerin kimliklerinin saptanmasına yönelik bilgi ve belgeleri ve kimliği saptanmadan gömülmüş olan bütün ölülerin mezarlarının sayısı ve yerleri konusunda bütün bilgileri birbirlerine vereceklerdi. [24]
Uygulamaya konulmayan Sevr Anlaşması’nın ardından Lozan Antlaşması’nda da mezarlıklarla ilgili tartışmalar yaşanmış ve imzalanan anlaşma ile mezarlıkların durumu kesinlik kazanmıştı.
Lord Curzon, 08 Aralık 1922 tarihli oturumda, mezarlıklarla ilgili görüşlerini açıklarken Gelibolu’daki İtilâf devletleri mezarlıkları konusunda direnmek gerektiğini vurgulamış ve “…Biz savaş sırasında ölen kahraman askerlerimizin ve denizcilerimizin Türk ülkesinin çeşitli yerlerinde bulunan mezarlarını kapsayan toprakların, mülkiyetiyle birlikte müttefiklere verilmesini istemek zorundayız…” demişti. Curzon, sözlerine, bu mezarların bulundukları yerlerin kendileri için “kutsal topraklar” olduğunu, bu konuda da Türklerin herhangi bir itirazda bulunmayacağı kanısında olduğunu da eklemişti. [25]
İsmet Paşa, Lord Curzon’un bu görüşlerine cevap niteliğindeki konuşmasında, bütün mezarlara ve özellikle savaş alanlarında ölmüş askerlerin mezarlarına saygı göstermenin Türklerin bir geleneği olduğuna dikkat çekmişti. İsmet Paşa, Curzon’un konuşmasında söylediği mezarların bulunduğu toprakların mülkiyetine ilişkin olarak kullandığı terimlerin anlaşılır olmadığını ve Curzon’dan bu terimleri açıklamasını istemişti. Çünkü Curzon, Müttefik askerlerinin ve denizcilerinin gömülü oldukları toprağın “egemenlik hakkı (souverainete, sovereignty)” yerine “mülkiyet hakkı (propriete, ownership)” terimini kullanmıştı. Lord Curzon cevabında bu terimleri bilerek kullandığını söylemişti. Zaten İtilâf devletleri bu görüşünü Sevr Anlaşmasında da ortaya koymuştu ve bu davranışıyla da bu görüşünden geri adım atmayacağını açık olarak göstermişti. İngiliz ve Fransız askerlerine ait mezarların bulunduğu toprak parçalarının mülkiyet hakkının kendilerine devredilmesinin “masumiyetini” ortaya koymak için Türk tarafına ilginç örnekler sunmuşlardı. Fransa delegasyonundan M. Barrere çok ilginç bir örnek vererek isteklerinin haklılığını ortaya koymak istemişti. M. Barrere sanki kendi topraklarından bahsediyormuş ve işgal etmiş oldukları bir topraktan bahsetmiyormuş gibi bir ifadeyle, Suriye’deki Süleyman Şah mezarına ilişkin olarak bu jesti Türklere yaptıklarını ve Türklerden de bu t bir jest beklediklerini dile getirmişti. Lord Curzon da M. Carrera’nın görüşür desteklemek amacıyla buna benzer başka bir örnek daha vermişti. Curzc verdiği örnekte, Napolyon’un ömrünün son altı yılını geçirdiği Saint Heler adasındaki toprağın mülkiyetini, içinde öldüğü ev ile birlikte Kralit Victoria’nın daimî olarak Fransız Hükümetine verdiğini belirtmişti. Curzont adaya yaptığı bir ziyaret esnasında buranın Fransızlara verildiğini ve burada bir Fransız Konsolosluğunun bulunduğunu gördüğünü ve bu durumun Gelibolu ile çok benzer bir durum arz ettiğini de sözlerine eklemişti. [26]
Lozan Antlaşması’nın mezarlıklarla ilgili bölümü hazırlamakla görevli alt komisyon, 25 Ocak 1923 tarihindeki oturumda, hazırladığı raporu okumuştu. İsmet Paşa 27 Ocak Salı günkü oturumda alt komisyon raporuna ilişkin eleştirilerini dile getiren bir konuşma yapmıştı. İsmet Paşa konuşmasında, Türk Temsilci Heyetinin, karşılıklı olmak şartıyla, mezarların bakımlı tutulmasına ilişkin bütün tedbirlerin uygulanmasını mümkün olduğu kadar kolaylaştırmayı, bir insanlık görevi saydığını söylemişti. Ölülerin “gömülü bulunduğu yerlere saygı göstermenin Türklerin geleneklerinden olduğunu vurgulayan ismet Paşa, ölülerin gömülmesi ve onları anmak için anıt dikilmesi amacıyla bir toprak parçası ayrılırken ilk yapılacak şeyin, önce toprak parçalarının sahipleriyle anlaşmak olduğunu da sözlerine eklemişti. Gelibolu yarımadasında bulunan mezarlıklar, daha önceden bu amaçla ayrılmış olduğundan, bunların bulundukları yerlerde bırakılmasını Türk Temsilci Heyeti zaten kabul etmişti. İsmet Paşa konuşmasına “…Bu mezarlıkların genişliğini ve yüz ölçümünü saptarken, bunu, Mezarlıklar Komisyonundaki Türk üyenin de uygun bulmuş olması kesin olarak zorunludur. Sonradan öne sürülecek itirazlar üzerine, ayrılmış bu toprak parçasının gerektiğinden daha geniş olduğu anlaşılırsa. Türk Temsilci Heyeti, artan toprak parçasının, mezarların yerlerini değiştirmeye kalkışmadan, geri verilmesi gerekeceği düşüncesindedir. Mütarekeden bu yana Müttefiklerin askerî işgali altında bulunmuş bir bölgede, ölülerin kalıntılarının henüz bir araya toplanmamış olması mümkün değildir…” Türk Temsilci Heyeti, Arıburnu’ndaki mezarlıklara karşılık olarak çok geniş bir toprak parçasının ayrılmasını öngören ve onaylanmamış Sevr anlaşma tasarısından alınmış bir maddeyi metinden çıkartmamayı kesin olarak haksız bulduğunu dile getirmişti. Türk Temsilci Heyeti, düşünüş biçiminin ve öne sürdüğü kanıtların doğruluğunu olduğu kadar, haklılığını da, Müttefik Temsilci Heyetlerinin göreceklerini ve mezarlara ilişkin tasarının altıncı maddesinden vazgeçmemekte direnmeyeceklerini umduklarını da ifade etmişti. [27] İsmet Paşa bu sözlere, ölülere ve ölülerin yattıkları yerlere Türk ulusu kadar derin saygı gösterme eğiliminde olan başka hiçbir ulusun bulunmadığını söyleyerek cevap vermişti. [28]
Alt komisyon raporu ile ilgili olarak Türk Temsilci Heyetinin birinci çekincesi, İngilizler için savaşmak üzere, Avustralya ve Yeni Zelânda gibi ülkelerden gelerek can vermiş insanların yattıkları toprak şeridine ilişkin altıncı madde Arıburnu -Anzak- bölgesindeki mezarların bulunduğu toprakların İngilizlere bırakılması- konusundaydı. Curzon, Türklerin bu çekincelerine yönelik olarak “…Bu insanlar, en yüksek bir yurtseverlik duygusuyla, ülkülerin en soylusu uğrunda savaşmak üzere, dünyanın en uzak yerlerinden gelmişlerdir. Bu ölülerin huzur ve saygı içinde yatmalarına izin vermek mümkün olmayacak mıdır? Söz konusu toprak şeridi 4,5 km uzunluğunda ve 1,5 km genişliğinde, çorak bir toprak parçasıdır. Bugün bu toprak parçasında 19 mezarlık vardır. Bu mezarlıkların arasında bulunan ve yarı dolmuş ya da olduğu gibi duran siper kalıntılarından oluşmuş toprak parçasının her yanında, kimlikleri belirsiz başka asker ölüleri de yatmaktadır. Bu bölgede kimse oturmamaktadır. Ekili bir toprak da değildir. Bu toprak parçasının ne Türk Hükümeti ne de herhangi bir kimse için bir değeri vardır. Fakat oğulları ve kardeşleri orada yatmakta olan Avustralyalılar ve Yeni Zelândalılar için, bu toprak parçası, tarih ve duygu yönünden, çok derin bir anlam taşımaktadır…” sözleriyle bu isteklerinin masum bir istek olduğunu belirtmeye çalışmıştır. Türk Temsilci Heyeti, bu 19 mezarlığın varlığını kabul etmeye hazır olduğunu bildirmekle birlikte aynı zamanda, bu mezarlıkları ayıran küçük toprak parçasının bu özel bölge dışında tutulmasını istemişti. İngiliz Temsilci Heyeti ise, bu bölgenin tümüyle bir bütün sayılmasını ve buraya kutsal bir toprak parçası olarak saygı gösterilmesini istemişti. [29]
Türk Temsilci Heyetinin ikinci çekincesi, yedinci maddeye ilişkindi. Bu çekince, Gelibolu yarımadasının çeşitli yerlerinde, bir İngiliz Komisyonu tarafından daha önce yapılmış mezarlar konusundaydı. Müttefikler, yeni mezarların yerlerini saptama ve düzenleme sorununa ilişkin olarak, Türklere, görüşlerini açıklama hakkını tanımaya hazır olduklarını belirtmişlerdi. Fakat önceden yapılmış mezarlıklarda değişiklikler yapılmasına göz yummayacaklarını eklemişlerdi. Curzon, “…Gelibolu yarımadasında savaşarak binlerce ölü veren İngiliz İmparatorluğumun çeşitli bölümlerini temsil etmek üzere kurulmuş imparatorluk Savaş Mezarları Komisyonu, çeşitli savaş alanlarında can vermiş İngiliz İmparatorluğu askerlerinin kalıntılarını mezarlıklarda toplamak gibi genel bir amaçla, şimdiden, büyük paralar harcamış bulunmaktadır…” diyerek konuya ne kadar önem verdiklerini vurgulamıştı. [30]
İsmet Paşa ölülere karşı Türklerin gösterdiği saygıdan söz ederken, Lord Curzon, Enver Paşanın askerî tahkimat gerekçesiyle İngiliz ölülerinin bir yere toplanması gerekliliğine atıfta bulunarak, Türklerin, daha önce bu mezarlıklara gömülmüş ölülerin çıkartılmasını ve Gelibolu’da büyük bir mezarlık kurularak, ölülerin buraya defnedilmelerini teklif etmiş olduklarını söyleyerek sözlerine “…Bu teklif Müttefiklerce korkunç bir şey olarak karşılanmış ve Türk Temsilci Heyeti de bu teklifinde direnmemiştir… ” şeklinde devam etmişti. [31]
Curzon İngiliz Temsilci Heyetini özellikle ilgilendiren bu iki noktada İngiliz Temsilci Heyetinin kesin olarak taviz vermeyeceğini belirtmişti. İsmet Paşa ise bütün uygulamaların karşılıklı olma ilkesine dayandırılma: gerekliliği üzerinde durmuştu. Curzon, İsmet Paşaya, “…Müttefikle Türkiye’nin duygularına saygılıdırlar. Türkiye de onların duygularına saye göstermelidir.” sözleriyle cevap vermişti. Lord Curzon mezarlıklar konusunun onur duyguları içinde çözümlenmedikçe Gelibolu yarımadasından bir tek asker bile çekmeye niyetlerinin olmadığına da söyleyerek Türkleri tehdit etmekten geri kalmamıştı. [32]
İsmet Paşa, Lord Curzon’un birtakım iddialarına karşılık vermenin yararlı olacağını dile getirerek Türk Temsilci Heyetinin, mezarlıklar ve mezarlar sorunlarını incelemenin ve tartışmanın çok nazik bir şey olduğunun farkında olduğunu belirtmişti. İsmet Paşa, her türlü yanlış anlamaları ve kasıtlı yorumları ortadan kaldırmak için, bu sorunu bütün açıklığı ile anlatmak istediğini söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmişti: “…Lord Curzon, vaktiyle de buna benzer olaylardan söz edildiğini ve Türk makamları gerekli soruşturmaları yaptıktan sonra, bu araştırmaların sonuçlarının, İngiliz makamlarını tamamıyla tatmin ettiğini ve yatıştırdığını hatırlayacaktır. Askerî hareketler süresince bile aynı nitelikte üzücü olaylar görülmüştür; fakat bu olayları Türklerin yapmamış olduğu ortaya çıkmıştır; tam tersine, herkesçe bilinmektedir ki Türk makamları, bu olayları, İngilizlere kendileri bildirerek gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını istemişlerdir. Böyle olunca, Türk Temsilci Heyeti, İngiliz ve Fransız mezarlıklarının korunması için de elden gelen bütün tedbirlerin alınmış olduğu konusunda, İngiliz Temsilci Heyeti başkanına güvence verebilme durumundadır. Türk Temsilci Heyeti, bütün tarafların yakınmalarının aynı ölçüde dürüstlük içinde dinlenilmesi, gerçek olup olmadıkları denetlenmemiş söylentilere güvenmekle yetinilmemesi gerektiğini de belirtmek ister.” [33]
İsmet Paşa, Arıburnu ile ilgili İngiliz isteklerine yönelik olarak da Türklerin, orada bulunan mezarlıklar için gerekli bütün toprakları vermiş olduklarını söyleyerek toprağa olan ihtiyacın sonu gelmez bir biçimde artmasının düşünülemez olduğunu ve mezarlıklardan sonra savaş alanları istenmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmişti. Ayrıca İsmet Paşa İngilizlerin bu tutumlarını daha önce Enver Paşanın da belirtmiş olduğu şekilde açıklamıştı: “…Bugüne kadar, savaş alanlarını kutsallaştırarak onlara sahip çıkma yolu bilinmemekteydi. Bu hesaba göre, Türkiye dışında kalan, uçsuz bucaksız pek çok savaş alanlarında kanlarını dökmüş olan Türkler, daha da meşru olarak, böyle istemlerde bulunabileceklerdir. Fakat bunun, mezarlar konusuyla hiçbir ilgisi olmadığını anlamaktan daha kolay hiçbir şey yoktur. Lord Curzon’un istemekte olduğu toprak parçası bir mezarlık değil, fakat Çanakkale Savaşları sırasında askerî hareketler için temel olarak kullanılan ve her zaman böyle bir amaçla kullanılabilecek bir toprak şerididir…” [34]
31 Ocak oturumundan sonra hazırlanan Barış Antlaşması tasarısında mezarlıklar konusu 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151’inci maddelerle düzenlenmişti. [35] 4 Şubat 1923’teki oturumda İngiliz Temsilci Heyeti, 144’üncü maddeye ek yapılmasına ilişkin bir teklifte bulunmuştu. “Anzac (Arıburnu) Arazisi Diye Anılan Toprak Parçasından Yararlanma Şartlan” başlığı altındaki teklifin içeriği aşağıdaki gibiydi: [36]
1. Bu toprak parçası, Barış Antlaşmasına belirtilen amacından başka herhangi bir amaçla kullanılamayacaktır; bu yüzden, hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla ya da yukarıda belirtilen asıl amacı dışında kalan başka hiçbir amaçla kullanılmayacaktır.
2. Türk Hükümetinin, bu toprak parçasını -mezarlıkları da kapsamak üzere- denetlemeye her zaman hakkı olacaktır.
3. Mezarlıkları korumakla görevli sivil bekçilerin sayısı, mezarlık başına bir bekçiden çok olmayacaktır. Mezarlıklar dışındaki toprak parçası için ayrıca bekçiler bulunmayacaktır.
4. Bu toprak parçasında, ister mezarlıklar içinde ister dışında, yalnız bekçiler için kesin olarak gerekli konutlardan başka konutlar yapılamayacaktır.
5. Bu toprak parçasının kıyısında insan ya da yük yüklemeyi ya da karaya çıkartmayı kolaylaştırabilecek hiçbir rıhtım, dalgakıran ya da iskele yapılmayacaktır.
6. Bu toprak parçasını ziyaret için gerekli bütün işlemler yalnız Boğazların iç kıyısında yapılabilecek ve bu toprak parçasına Adalar denizi kıyısından girmeye, ancak bu işlemlerin tamamlanmasından sonra, izin verilecektir.
7. Bu toprak parçasını ziyaret isteğinde bulunanlar silahlı olmayacaklardır; Türk Hükümetinin bu yasağın uygulanmasını denetlemeye hakkı olacaktır.
8. Türk Hükümeti, elli kişiyi aşan ziyaretçi topluluklarının gelişinden en az bir hafta önce haberli kılınacaktır.
08 Martta İngilizlerin teklifine, Türkler, karşı bir teklif sunmuşlardı. Bu teklif, İngilizlerin teklifiyle bir maddesi dışında tamamıyla aynıydı. Sadece sekizinci maddede İngilizlerin ziyaretçi sayısı olarak teklif ettikleri elli sayısı Türk teklifinde 150 kişiye çıkarılmıştı. [37]
“Lozan Barış Konferansı” sonunda mezarlıklarla ilgili varılan nihai antlaşma, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135 ve 136’ncı maddelerle düzenlenmişti. Söz konusu anlaşma metni aşağıdaki gibidir: [38]
Madde 124: Aşağıdaki 126’ncı maddenin konusu olan özel hükümlere halel getirmeksizin, Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin, 29 Ekim 1914 tarihinden bu yana savaş alanında can vermiş ya da yaralanma, kaza ve hastalık yüzünden ölmüş askerleri ve denizcileriyle, aynı tarihten bu yana tutsaklıkta ölmüş savaş tutsakları ve gözaltı edilmiş sivillerin, kendi yetkileri (otoriteleri) altındaki topraklarda bulunan mezarlıklarına, mezarlarına ve kemikliklerine ve onları anmak için dikilmiş anıtlarına saygı gösterecekler ve bunların bakımını sağlayacaklardır.
Bağıtlı Yüksek Taraflar, karşılıklı olarak ülkelerinde, sözü geçen mezarlıkların, kemikliklerin ve mezarların kimliğini ortaya çıkartmak ve bunları kütüğe yazmak, bunların bakımıyla uğraşmak ya da bunların bulundukları yerlere uygun düşecek anıtlar dikmek işleriyle her birinin görevlendirebileceği komisyonlara, görevlerini yerine getirmeleri için her türlü kolaylıkları gösterme konusunda anlaşacaklardır. Bu komisyonların hiçbir askerî niteliği olmayacaktır.
Madde 125 (İkinci Fırka): Kimlikleri belirtilmeden gömülmüş bulunanların mezarlarının sayısına ve yerlerine ilişkin her türlü bilgiyi, birbirlerine vermeyi yükümlenirler.
Madde 128: Türk Hükümeti, İngiliz İmparatorluğu, Fransız ve İtalyan hükümetlerine karşı, kendi ülkesinde, bunların, savaş alanında can vermiş ya da yaralanmış, kaza ve hastalık yüzünden ölmüş askerleri ve denizcileriyle, tutsaklıkta ölmüş savaş tutsakları ve gözaltı edilmiş sivillerine ait mezarları, mezarlıkları, kemiklikleri ve onları anmak için dikilmiş anıtları kapsayan toprak parçalarını [arsaları] bu hükümetlerin kullanımına ayrı ayrı ve sürekli olarak bırakmayı yükümlenir. Bunun gibi, Türk Hükümeti, 130’uncu maddede öngörülen komisyonlara, mezarlıkları bir araya toplama -cimetieres de groupement-, kemiklikler kurmak ya da anıtlar dikmek için ileride gerekli görülecek toprak parçalarını da sözü geçen bu hükümetlerin kullanımına bırakacaktır.
Türk Hükümeti, bundan başka, söz konusu mezarlara, mezarlıklara, kemikliklere ve anıtlara giriş serbestliği tanımayı ve gerekirse, buralarda cadde ve yollar yapılmasına izin vermeyi yükümlenir.
Yukarıda belirtilen hükümler, böyle bir amaçla bırakılmış olan toprak parçaları üzerinde, duruma göre, Türk egemenliğine halel vermez.
Madde 129: Türk Hükümetince kullanımı bırakılacak toprak parçaları arasında, özellikle İngiliz İmparatorluğu için, Anzak (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları da bulunmaktadır.
İngiliz İmparatorluğu’nun yukarıda adı geçen toprak parçasından yararlanması aşağıdaki şartlara bağlı olacaktır:
1. Bu toprak parçası, Barış Antlaşmasına belirtilen amacından başka herhangi bir amaçla kullanılmayacaktır; bu yüzden, hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla, ya da yukarıda belirtilen asıl amacı dışında kalan başka herhangi bir amaçla kullanılmayacaktır.
2. Türk Hükümetinin, bu toprak parçasını -mezarlıkları da kapsamak
üzere-denetlemeye her zaman hakkı olacaktır.
3. Mezarlıkları korumakla görevli sivil bekçilerin sayısı, mezarlık
başına bir bekçiden çok olmayacaktır. Mezarlıklar dışındaki toprak parçası
için ayrıca bekçiler bulunmayacaktır.
- Bu toprak parçasında, ister mezarlıklar içinde ister dışında; ancak, bekçiler için kesin olarak gerekli konutlardan başka konutlar yapılmayacaktır.
5. Bu toprak parçasının kıyısında, insan ya da yük yüklemeyi ya da karaya çıkarmayı kolaylaştırabilecek, hiçbir rıhtım, dalgakıran ya da iskele yapılmayacaktır.
- Bu toprak parçasını ziyaret için gerekli bütün işlemler yalnız Boğazların iç kıyısında yapılabilecek ve bu toprak parçasına Adalar denizi kıyısından girmeye, ancak bu işlemlerin tamamlanmasından sonra izin verilecektir. Türk Hükümeti, mümkün olduğu kadar basit olması gereken söz konusu işlemlerin, Türkiye’ye gelecek öteki yabancıların bağlı tutulacakları işlemlerden daha külfetli olmaması ve gereksiz her türlü gecikmeye yol açmayacak koşullar altında yapılmasını, işbu maddenin öteki hükümlerine halel gelmemek şartıyla, kabul eder.
- Bu toprak parçasını ziyaret isteğinde bulunan kimseler silahlı olmayacaklardır; Türk Hükümetinin, bu yasağın uygulanmasını denetlemeye hakkı olacaktır.
8. Türk Hükümeti, 150 kişiyi aşan ziyaretçi topluluklarının girişinden en
az bir hafta önce haberli kılınacaktır.
Madde 130: İngiliz, Fransız hükümetlerinden her biri, Türk Hükümetinin de bir temsilci gönderecekleri bir komisyon kuracak ve bu komisyon, mezarlara, mezarlıklara, kemikliklere ve anıtlara ilişkin sorunları, yerinde, çözüme bağlayacaktır. Bu komisyonların başlıca görevleri şunlar olacaktır:
1. Ölülerin gömüldüğü ya da gömülmüş olabileceği bölgelerde keşifler yaparak, oralarda bulunan mezarları, mezarlıkları, kemiklikleri ve anıtları kütüğe yazmak,
- Mezarların, gerektiğinde bir araya toplanmasına ne gibi koşullar altında girişileceğini saptamak; Türk ülkesinde Türk temsilcisiyle, Yunan ülkesinde de Yunan temsilcisiyle anlaşarak bir araya toplanan mezarlıklarının, kemikliklerin ve dikilecek anıtların yerlerini kararlaştırmak; bu amaçla ayrılacak yerlerin sınırlarını, gerekli en küçük alan ölçüsünde, saptamak,
- Kendi uyruklarına ayrılmış ya da ayrılacak mezarlara, mezarlıklara, kemikliklere ve anıtlara ilişkin kesin plânı, her komisyonun bağlı olduğu hükümet adına, Türk Hükümetine bildirmek.
Madde 131: Kendilerine toprak parçası ayrılmış olan hükümetler, bu toprakları yukarıda belirtilenden başka maksatlarla kullanmamayı ve kullanılmasına izin vermemeyi yükümlenirler. Bu toprak parçaları deniz kıyısında bulunmakta ise, bu kıyı, kendisine toprak parçası ayrılmış olan hükümetçe kara ya da denizle ilgili askerliğe ya da ticarete ilişkin başka hiçbir maksat için kullanılmayacaktır. Mezarlara ve mezarlıklara ayrılmış olan yerler bu amaçla ya da anıt dikilmesi için kullanılmayacaksa, bu yerler, duruma göre, Türk Hükümetine geri verilecektir.
Madde 132: 128’inci maddeden 130’uncu maddeye kadar olan maddelerde öngörülen toprak parçalarına ilişkin tam ve eksiksiz yararlanma hakkının İngiliz ve Fransız hükümetlerine sürekli olarak bırakılması için gereken yasama ya da yönetim tedbirleri, 130’uncu maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen bildiriyi izleyecek altı ay içinde, Türk Hükümetince alınacaktır. Kamulaştırmalar yapılması gerekirse, bunlar Türk ülkesinde Türk Hükümetince, gerçekleştirilecek ve giderleri Türk Hükümetince karşılanacaktır.
Madde 133: İngiliz ve Fransız hükümetleri, kendi uyruklarına ait mezarların, mezarlıkların, kemikliklerin ve anıtların yapımını, düzenlenmesini ve bakımını, uygun görecekleri bir yürütme organına -uygulama örgütüne-emanet etmekte serbest olacaklardır. Bu örgütler -organlar- askerî nitelikte olmayacaklardır. Yalnız mezarların bir araya toplanması ve mezarlıklarla kemikliklerin kurulması için gerekli sayılacak durumlarda ölü kalıntılarının mezarlardan çıkartılması, taşınması ile kendilerine toprak ayrılmış hükümetlerin, yurtlarına gönderilmelerini zorunlu görecekleri ölü kalıntılarının mezarlarından çıkartılması ve taşınması işlerinde yetkili olacaklardır.
Madde 134: İngiliz ve Fransız hükümetlerinin, Türkiye’de bulunan mezarlarının, mezarlıklarının, kemikliklerinin ve anıtlarının korunmasını, kendi uyrukları arasından atanacak bekçilerce yaptırmaya hakları olacaktır. Bu bekçiler Türk makamlarınca resmen tanınacaklar ve mezarların, mezarlıkların, kemikliklerin ve anıtların korunmasını sağlamak için, Türk makamlarından yardım göreceklerdir. Bekçilerin askerî hiçbir niteliği olmayacak; fakat kendilerini savunmak üzere bir rövolver ya da otomatik tabanca taşıyabileceklerdir.
Madde 135: 128’inci maddeden 131’inci maddeye kadar olan maddelerde öngörülen toprak parçalarına, duruma göre, Türkiye ve Türk makamlarınca herhangi bir kira, resim ya da vergi uygulanmayacaktır. İngiliz ve Fransız hükümetlerinin temsilcileriyle, bu mezarları, mezarlıkları, kemiklikleri ve anıtları ziyaret etmek isteyenler için, buralara giriş, her zaman serbest olacaktır. Türk Hükümeti söz konusu toprak parçalarına ulaştıracak yolların bakımını sürekli olarak üzerlerine alacaklardır.
Türk Hükümeti söz konusu mezarların, mezarlıkların, kemikliklerin ve anıtların bakımı ya da bunların korunmasıyla görevlendirilmiş kimselerin ihtiyaçlarına yetecek ölçüde suyun sağlanması bakımından, İngiliz ve Fransız hükümetlerine her türlü’ kolaylığı göstermeyi, karşılıklı olarak yükümlenirler.
Madde 136: İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetleri, Türkiye’den ayrılan ülkeleri de kapsamak üzere, kendi yetkileri -otoriteleri- altındaki ülkelerde gömülü bulunan Türk askerleriyle denizcileri için mezarlar, mezarlıklar, kemiklikler yapmak ve anıtlar dikmek konusunda, 128’inci madde ile 130’uncu maddeden 135’inci maddeye kadar olan maddelerdeki hükümlerden yararlanma hakkını, Türk Hükümetine tanımayı yükümlenirler.
Türk Devleti, 19 Aralık 1926’da Lozan Antlaşması gereğince Gelibolu ve Çanakkale civarında tesis olunacak yabancı mezarlıkların tanzimi, korunması ve bakımı hakkında yönetmelik hazırlayarak, işlemlerin bu yönetmelik dâhilinde yapılmasını sağlamıştır. [39]
3. Yabancı Mezarlıklarda Çekilen Bayraklara İlişkin Tartışmalar
Mezarlıklarla ilgili yaşanan bir başka tartışma konusu da İngiliz, Fransız ve Avustralyalılara ait mezarlıklara asılan bayrak meselesiydi. Bakanlıklar arasındaki yazışmaların fazlalığına bakılacak olursa Türk yetkililerin bu konuya özel bir önem verdikleri açıkça görülecektir. İçişleri Bakanlığından Başbakanlığa gönderilen 6/7 Ekim 1925 tarihli yazıda; Seddülbahir’deki İngiliz mezarlığının bahçesindeki mezarlıkta bulunan bayrak direğine Avustralya bayrağının öteden beri çekildiği, Türk bayrağının ise sadece cuma günleri çekildiği ve mezarlıkları ziyarete gelen bir İngiliz gemisinin gelişi esnasında mezarlığa İngiliz ordusuna ait bayrağın çekilmesinin üzerinde durularak[40] 29 Kasım 1925’te, Fransız, İtalyan ve İngiliz askerî mezarlıklarına, yalnız özel günlerde Türk bayrağıyla birlikte adı geçen milletlerin bayrağının çekilmesi kararlaştırılmıştı. [41] Bu karar alınırken de 14 Şubat 1915 tarihli “Düvel-i Ecnebiye sefaret ve konsoloshanelerinde ve teba-i ecnebiye ikâmetlerine bandıra keşidesinin tâbi olacağı kuyud ve tehdidatı mübeyyin talimatname” referans olarak alınmıştı. [42] Buna göre:
1. İstanbul’da bulunan yabancı devlet elçiliklerinin kapısında,
elçiliğin mensup olduğu devletin armaları ve “… Devleti Elçiliği” şeklinde bir
levha bulunur ve elçiliğin uygun yerinde mensup olunan devletin bayrağı
çekilir.
- Gerek İstanbul gerek diğer Osmanlı şehirlerinde bulunan ve hükümeti seniyyece resmen kabul ve tasdik edilmiş olan yabancı konsoloshanelerinin kapısında mensup olunan devletlerin armaları ve “… Devleti Konsoloshanesi” ibaresini içeren bir levha bulunur ve konsoloshane binası üzerine mensup olunan devletin bayrağı çekilir.
- Osmanlı Devleti sınırları içinde Osmanlı Devleti’nin resmen tanımadığı bir devletin bayrağının çekilmesi yasaktır.
4. Ulaşım acentelerinde, ancak şirkete mahsus flâma her gün çekilebilir.
- Yabancı devletlere ait resmî binalarda ve yabancı devlet tebaasına mensup kişilerin ikametgâhlarında ve ticarethanelerinde Osmanlı bayrağı ile birlikte o devletin bayrağı çekilebilir.
- Bu talimat hükümlerine uygun çekilmeyen bayraklar polis tarafından indirilir. Asayişi bozacak amaç ve kötü niyet olduğu anlaşıldığı takdirde, talimata uymayanlar hakkında yasal takibat yapılır.
- Okul, hastahane, yetimhane ve diğer hayır ve eğitim kurumlarında bayrak çekilmesi de bu talimata uygun olmalıdır.
29 Kasım 1925 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında mezarlıklara ne şekilde bayrak çekileceği konusunda bir kararname yayımlanmıştı. Kararnamede 01 Şubat 1914 tarihinde çıkarılan talimata uyulması belirtilmişti. Söz konusu kararname şu şekildeydi:
“Kararname
Lozan Muahedesi mucibince İngiliz, Fransız ve Avustralya askerî mezarlıkları için tefrik edilmiş olan mahallerden Seddülbahir işaret istasyonu civarındaki İngiliz mezarlık komisyonuna aid bahçeye her gün Avustralya bandırası çekilmekte ve yalnız cuma günleri millî bayrağımız çekilmekte olmasına ve devamı muvafık görülmeyen bu hâlin emsal teşkil etmemesi gibi bir mahzuru da bulunmasına mebni keyfiyetin tedkik ve tezkiri hakkında Dâhiliye Vekâlet-i Celilesinden murur Ekim 1925 tarih ve İdare-i Umumiye Müdiriyet-i Umumiyesi 11119/4197 numaralı tezkire ile Hariciye Vekâlet-i Celilesinin 16 Ekim 1925 tarih ve Umur-ı Siyasiye Müdiriyet-i Umumiyesi 289/47303 numaralı talimatnamesi, İcra Vekilleri Heyetinin 29 Ekim 1925 tarihli içtimasında mütalâa ve tetkik edilmiş ve mevzubahs mezarlıklarda her gün bayrak çekilmesi, düvel-i ecnebiye sefaret ve konsoloshanelerinde ve teba-i ecnebiye ikâmetlerine bandıra keşidesinin tâbi olunacağı kuyud ve tehdidatı mübeyyin 1 Şubat 1914 tarihli talimatname ahkâmına muvafık etmediğinde ve emsal teşkil mülâhazasıyla da mahzurlu görüldüğünden, yalnız eyyam-ı mahsusada ve Türk bayrağı ile birlikte keşide edilmek şartıyla medfun askerlerin mensup oldukları devlet bayrağının çekilmesi hakkındaki mütalâa tensip ve bu husus için Hariciye Vekâlet-i Celilesince teşebbüsat-ı lâzimenin icrası tasvip edilmiştir.” [43]
4. Geç Yerine Getirilen Bir Sorumluluk: Türk Şehitlik Anıtı
Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybeden Türk askerleri için emaneten de olsa Şehitlik Anıtı yapılmasına yönelik ilk ciddî girişim, 4 Mayıs 1927’de toplanan İcra Vekilleri toplantısında görüşülerek konuyla ilgili kararnamenin yayımlanmasıyla gerçekleşmişti. Kararnameye göre yapılacak Şehitlik Anıtının 31 Mayıs 1921 tarihli ve 878 numaralı kanuna dayandırılarak yapılmasına karar verilmişti. [44]
16 Kasım 1931’de Edirne Milletvekili Şeref Bey tarafından Anafartalar’daki Mehmet Çavuş Abidesi ile şehitliğin imarı hakkında bir yasa teklifi verilmişti. [45] Şeref Bey verdiği yasa teklifinde Çanakkale Savaşları’nda hayatını kaybeden Türk askerleri ve Çanakkale Savaşları için şu sözleri sarf etmişti:
“…Binbir şehamet ve kahramanlık destanı yazılı Türk tarihinin bir de Çanakkale’si vardır ki, medenî devletlerin muasır fen ve teçhizatı ile donatılmış orduları buraya geldikleri vakit karşılarında yalnız göğsündeki millî imandan başka bir şeye malik olmayan Türk mukavemetinin önünde gökten, yeryüzünden, deniz üstünden, deniz altından, yer altından yağdırdıkları cehennemleri birden susturmaya ve Türk’ün asırlar dolduran kahramanlığı önünde ezilip kaçmaya mahkûm oldular. Şimdi oradan kaçanların yükselen abideleri tarihin şerefli çocuğu Mehmet Çavuşun bir toprak tümsekçiğinden ibaret mezarı var. Çanakkale’de büyük zaferi yaratan Kaymakam Mustafa Kemal Beyin yanında haykıra haykıra kükreyerek düşmana saldıran Mehmet Çavuş bizden şimdi yalnız bir şey istiyor: Vatan için can vererek altında yattığı bu şerefli toprakların üstünde gelecek evlâdımıza bu şehametin şükran borcunu ödediğimizi ispat edecek bir Türk abidesi.
Türk kanıyla yoğrulmadık bir karış yeri olmayan ve bütün manasıyla üstünde bir tarih yaşayan bu topraklara yüzünü gözünü sürerek o şanlı günlerin acı ve tatlı hatıralarını yaşatmak için her yıl oraya koşanlar boynu bükük dönmeye mecbur oluyorlar. Çünkü o mübarek topraklara çıkmak için bir yer, orada yatanlardan haber veren bir nişane bile yok. Ebediyen gelmeyecek olan hasretliğini, çömeldiği ocağının başında bekleyen ak saçlı ninelerin, eli kınalı Fatmacıkların bu yerlere götürdüğümüz selâmlarını kime tebliğ edeceğiz?
İngilizlerin, Fransızların şurada burada mağlûplar için tesis ve inşa ettikleri mükemmel sütunların fevkinde Mehmet Çavuş abidesi yükselmeli ve yedi bin yıllık Türk tarihi, bu şerefli abidenin yüksek mihrabına alnını sürerken Mehmet Çavuşun vatan semalarından gürleyen erkek sesi duyulmalıdır: Türk vatanına girilmez, yasaktır…”
5. Alman Askerlerine Ait Mezarlıklar Meselesi
20 Mart 1929’da mezarlarla ilgili sorunun bir tarafı da Almanlar olmuştu. Alman yetkililer Lozan Antlaşması’nın 124’üncü ve 135’inci maddeleri ile Çanakkale’de hayatını kaybetmiş olan İngiliz ve Fransız ordusuna mensup askerlerin mezarlarına tanınan hukukî hakların kendilerine de tanınmasını içeren isteklerini, sık sık Türk yetkililer nezdinde dile getirmişlerdi. Almanlar daha da ileri giderek bu mezarların bulundukları yerlerin Alman Hükümetine bırakılmasını istemişti. Almanya, Türk kanunlarının buna imkân vermemesi hâlinde veya bu yerlerin özel mülkiyet elinde ise buraları satın almaya hazır olduğunu bildirmişti. Türk yetkililer tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de görevli iken hayatını kaybeden Alman askerlerine ait mezarlıkların korunmasına yönelik bazı çalışmalar yapılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunun 20 Mart 1929 tarihli toplantısında bu konuyla ilgili olarak bir kararname yayımlanarak Türkiye’de Alman askerlerine ait mezarlıkların bakımı ve korunmasına yönelik ciddî çalışmalar başlatılmıştı. Kararnameye göre, özellikle Samsun’da bulunan Alman mezarlığı ile Çanakkale’de Alman askerlerine ait mezarların bir yere toplanması için uygun bir yer tahsis edilmesi kararlaştırılmıştı. [46]
6. Gelibolu’daki Yabancı Mezarlıkların Ziyareti Meselesi
Savaşın sona ermesi ile birlikte başlayan tartışmalar ve asılsız iddialarla geçen yılların sonrasında, 24 Ağustos 1925’te Gelibolu yarımadası ve Çanakkale’deki Avustralyalı ve İngiliz askerlerine ait mezarlıkların inşalarının bitmesi ile birlikte, İngiliz makamların başvurusu üzerine Türk yetkililer bölgeye gelecek ziyaretçi sayısının 150 kişiyi geçmemesini[47] vurgulayarak, ilk kafilenin getirilmesi için, İngiliz Ormond gemisinin mezarlıkları ziyaret etmek isteyenleri buraya getirmesine izin vermişti. [48]
1930 yılı ortalarında, “Fransız Eski Muharipleri Cemiyeti’nin Seddülbahir’de 10 Haziranda Fransız mezarlıklarında dikilen abidenin açılışı töreninde ziyaret etmek amacıyla yapılacak gezi ile ilgili Hariciye Vekâletinden Başvekâlete gönderilen 05 Nisan 1930 tarihli yazısında, Çanakkale Savaşları’nda Fransız ordusunda görev yapan ve savaş bitiminde Paris askerî valiliği görevini yürüten General Gouraud’un da katılacağı bildirilmişti. Fransız büyükelçisi ile görüşmelerde bulunan Türk yetkililer bu ziyaretin gerçekleşmesi hâlinde uyulması gereken kurallar konusunda Fransız büyükelçisine bilgi sunmuşlardı. Buna göre, Türk yetkililer, gelecek olan Fransız kafilesine gerekli bütün kolaylıkları gösterecekti. Ancak Fransızların törene Türk askerinin de katılması isteğinin, emsal teşkil edeceği kaygısıyla uygun görülmediği bildirilmişti. Ayrıca törende yapılan konuşmaların Türk ve Fransız devletlerinin dostluklarını pekiştirici konuşmalar olmasına dikkat edilmesi istenmişti. Törene gelecek Fransızların savaş gemisiyle değil sivil bir gemi ile Çanakkale’ye gelmeleri istenmiş ve bunun önemi üzerinde durulmuş ve sadece General Gouraud ve yanındaki askerî erkân için küçük bir savaş gemisi getirilebileceği söylenmişti. Fransız elçisi Türk yetkililerle yapılan görüşmede General Gouraud’un Ankara’ya geleceği ve Mustafa Kemal ATATÜRK ile görüşme isteği de Türk yetkililere bildirilmişti. Türk yetkililer de bunun mümkün olabileceğini şifahen Fransız elçisine iletmişlerdi. [49] 09 Mayıs 1930 tarihli bir yazıda, Fransız generalin Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından da kabul edileceği belirtilmişti. Söz konusu ziyaretçilerin 04 Haziranda Ankara’da bulunacakları da ayrıca bildirilmişti. [50]
Çanakkale’deki Fransız mezarlıklarını ziyaret konusu ile ilgili ikinci önemli sorun da 1937’de yaşanmıştı. Türkler başından beri ve özellikle de yukarıda da belirtildiği üzere, savaş gemileri ile yapılacak ziyaretlere çok sıcak bakmadığını ilgili devletlere bildirmişti. 1937’de de Aigle adlı bir Fransız torpido muhribi Çanakkale’deki Fransız mezarlıklarını ziyaret etme isteğini Türk Hariciye Vekâletine bildirmişti. Hariciye Vekâleti de Başvekâlete yazdığı yazılar nedeniyle 15 Ekim 1937 tarihli İcra Vekilleri toplantısında bu konu ele alınarak bir kararname yayımlanmıştı. Söz konusu kararnamede, 19 Ekim 1937’de Seddülbahir’deki Fransız mezarlığını ziyaret edecek olan Aigle torpido muhribinin günü birlik ziyaret gerçekleştirmesine ve aynı gün Adalar denizine geri dönmeleri kararlaştırılmıştı. [51]
1932 yılında İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’deki mezarlıkların onarımı ve yeniden düzenlenmesi çalışmaları kapsamında yurt dışından Türkiye’ye getirilmesi gereken mezar taşları Türkiye’nin yürüttüğü iktisat politikalarına takılmıştı. İthali yasak olan bu tür malzemelerin ithalini sağlamak amacıyla İktisat Vekilliği tarafından Başvekâlete yazılan 22 Mart 1932 tarihli yazı ile bu sorunun çözümüne ilişkin bir teklif sunuldu. Bu mezar taşlarının kontenjan dışı tutulmasını öngören İktisat Vekilliği teklifi, 02 Nisan 1932 tarihli İcra Vekilleri toplantısında kabul edilerek mezar taşlarının Türkiye’ye girmesine izin verilmişti. [52]
Sonuç olarak, Çanakkale Savaşları’nın sona ermesiyle birlikte mezarlıklarla ilgili tartışmalar başlamış ve bu tartışmalar günümüze kadar gelmiştir. İngiliz ve Fransız yetkililer Sevr Anlaşmasında ve Lozan Antlaşması’nda, Türk topraklarında mezarları bulanan İngiliz ve Fransız askerlerinin bulundukları mezarlıkların mülkiyetinin kendilerine verilmesini içeren isteklerinde ısrarlı olduklarını açıkça ortaya koymuşlardı. İngiliz ve Fransızlar ilk zamanlarda mezarlarla ilgili çeşitli asılsız iddiaları gündeme getirerek bu mezarların bulunduğu toprak parçalarının mülkiyetini ele geçirme düşüncesini, Türklerle yapılan her anlaşmada gündeme getirmeye çalışmışlardı. Ancak her defasında İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’nin stratejik öneme sahip olan kara parçalarını, hayatta olduklarında ele geçiremeyen askerlerinin, mezarları sayesinde ele geçirme girişimleri Türk Devleti tarafından sonuçsuz bırakılmıştır. Daha sonraki yıllarda da Türkiye’nin dışındaki, Çanakkale Savaşı’na katılan devletlerce değişik projeler ortaya atılarak buranın uluslararası bir alan olarak ve uluslararası bir komisyon tarafında yürütülmesi ya da ilgili devletlerin denetimine bırakılması gibi öneriler dillendirile gelmiş, Türkiye ise bu proje ve görüşleri kabul etmeyerek, savuna geldiği görüşlerinden geri adım atmamıştır.
Not: Bu makale daha önce Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi Ağustos 2005 Sayı:6’da yayınlanmıştır. Yazarından izin alınmıştır.
[1] 29 Aralık 1926’da Birinci Dünya Savaşı’nda Gelibolu yarımadasında ölen Fransız askerleri için kurulacak mezarlığın plânlarının tasdik edilmişti. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA); Sayı: 4560, Dosya: 231-13, Fon Kodu: 30.18.1.1, Yer No: 22.81.4.)
[2] Genelkurmay ATAŞE ve Dent. Arşivi; Klâsör (K): 3443, Dosya (D): 45, Fihrist (F): 2-7
[3] a.g.a.; K: 3443, D: 45, F: 2.
[4] a.g.a.; K: 4943, D: 8. F: 28.
[5] a.g.a.; K: 3457, D: 75, F: 57, 57-1.
[6] a.g.a.; K: 3443, D: 45, F: 2-2.
[7] a.g.a.; K: 3443, D: 45, F: 2-3.
[8] a.g.a.; K: 4345, D: 19, F: 11,11-1.
[9] a.g.a.; K: 5132, D: 37, F: 41
[10] a.g.a; K: 5132, D: 37, F: 41-1.
[11] a.g.a ; K: 5132, D: 37, F: 41-2.
[12] İlgili makamlar tarafından hazırlanan Türk, İngiliz ve Fransız mezarlarını gösteren krokiler, a.g.a.; K: 5132, D: 37, F: 41-3,7de bulunmaktadır.
[13] a.g.a.; K: 3443, D: 45, F: 2-4.
[14] a.g.a.;K:3443, D: 45, F: 2-7.
[15] ag.a.; K: 3443, D: 45, F: 2-2,2-3.
[16] a.g.a.; K: 3443, D: 45, F: 2-10, 2-11, 2-13, 2-14.
[17] Nigel Steel; Gelibolu, Bir Yenilginin Destanı, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, 1995, s.255
a.g.a.; K: 3957, D: 14, F: 5.
[18] a.g.a.; K: 3443, D: 45, F: 9-1.
[19] a.g.a.; K: 3741, D: 150, F: 44. (Bu belgeler için bk. Sadık Sarısaman; “Birinci Dünya Savaşı’nda Türkler ve insan Hakları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.XIV, Temmuz 1998, Sayı 41.)
[20] a.g.a.; K: 3741, D: 150, F: 4-2 1. (Bu belgeler için bk. Sarısaman.)
[21] Seha L. Meray-Osman Olcay; Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri, Ankara, 1977,
s.110, 111, 112.
[22] a.g.e.;s.110.
[23] a.g.e.;s.111.
[24] a.g.e.;s.112.
[25] Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı, c.l, K.1 İstanbul, 1993, s.175.
[26] a.g.e.; c.l, K.1, s.177.
[27] a.g.e.; c.l, K.II, s.9.
[28] a.g.e.; c.l, K.ll, s. 10.
[29] a.g.e.;c.l, K.ll, s.10
[30] a.g.e.;c.l, K.ll,s.10.
[31] a.g.e.; c.l, K.ll, s.10.
[32] a.g.e.; c.l, Kil, s.11
[33] a.g.e.; c.l, K.ll,s.12.
[34] a.g.e.; c.l, Kll, s.13.
[35] a.g.e.; c.l, Kil, s.98. 99, 100, 101.
[36] a.g.e.;c.l, K.V, s.7.
[37] a.g.e.;c.l, K.V, s.7.
[38] a.g.e.;c.l, K.VIII, s.43, 44, 45, 46.
[39] BCA; Sayı: 4531 Dosya: Fon Kodu: 30.18.1.1 Yer No: 22.79.15
[40] BCA; Sayı: 7782 Dosya: Fon Kodu: 30 18.1.2 Yer No: 2.18.10. BCA; Sayı: 7782, Dosya: Fon Kodu: 30. 18.1.2 Yer No: 2.18.10 Yer No: 16.74.3
[41] BCA; Sayı: 2808, Dosya: 231-2, Fon Kodu: 30.18.1.1 Yer No: 16.74.3.
[42] BCA; Sayı: 000, Dosya: 685M, Fon Kodu: 30.10.0.0 Yer No: 63.424.9
[43] BCA; Sayı: 7782, Dosya: 000, Fon Kodu: 30.18.1.2 Yer No: 2.18.10. Yer No: 16.74.3.
[44] BCA; Sayı: 5132, Dosya: 150-19, Fon Kodu: 30.18.1.1 Yer No: 24.28.15.
[45] BCA; Sayı: 000, Dosya: 4130, Fon Kodu: 30.10.0.0 Yer No: 3.18.10
[46] BCA; Sayı: 7782, Dosya: 000, Fon Kodu: 30.18.1.2, Yer No: 2.18.10. Yer No: 16.74.3.
[47] BCA; Dosya: 2312, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 193.321.2.
[48] BCA; Dosya: 691, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 171.189.4.
[49] BCA; Sayı: 000, Dosya: 42836 Fon Kodu: 30.10.0.0 Yer No: 244.649.10.
[50] BCA; Sayı: 000, Dosya: 1138 Fon Kodu: 30.10.0.0 Yer No: 130.935.8.
[51] BCA; Sayı: 2/7509, Dosya: 239-121, Fön Kodu: 30.18.1.2 Yer No: 79.85.18
[52] BCA; Sayı: 12486, Dos: 231-37, Fon Kodu: 30.18.1.2. Yer No: 27.21.3.