Yozgat şehri, XVI. yüzyılın ikinci yarısında 15-20 hanelik küçük bir köy iken, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Çapanoğulları tarafından yapılan imar ve iskân faaliyetleri sonucu, XIX. yüzyılın başlarında on binden fazla nüfusu barındıran küçük fakat mamur bir kasaba hâline gelmiştir. Yapılan araştırmalar, Yozgat merkezinde 17 medresenin varlığını ortaya koymuştur. 1830 yılında nüfusu 15.000 olan Yozgat, 1914 yılında ise 77.187 nüfusa ulaşmıştır. Yozgat şehirleşme sürecine eşdeğer olarak eğitim kurumlarını da geliştirmiştir.
Yozgat’ın şehirleşme sürecine katkıda bulunan en eski eğitim kurumu 1753 yılında Abdülcebbarzade Çapanoğlu Ahmet Paşa tarafından yaptırılan Demirli Medresesi ve kütüphanesi olmuştur. Bu medreseden sonra yine Çapanoğullarının katkıları ile Yozgat’ta eğitim ve öğretim faaliyetleri gelişme göstermiştir. Nitekim 1861 yılında Yozgat’a gelen seyyahlardan George Perrot’un verdiği ilginç bir örnek, Çapanoğullarının eğitime verdiği önemi göstermesi açısından dikkat çekicidir. Perrot’un, Ankara’da karşılaştığı bir gayrimüslim doktorun İtalya’da yaptığı eğitiminin masraflarını Çapanoğlu Süleyman Bey karşılamıştır. Perrot, bunu öğrendiğinde çok şaşırdığını ifade etmiştir. Çapanoğullarının hizmetinde bir çobanının yazdığı arzuhal (dilekçe) ile ipten adam aldığı dilden dile söylenegelmiştir. Bir dönem de Bozoklu (Yozgatlı) denilince, Çarıklı diplomat olarak adlandırılmıştır. Buna örnek; Kendisi de Yozgat Mektebi Sultanisinden mezun olan Yozgatlı Gazi Mustafa Şefik Efendi’nin günlük olarak kaleme aldığı cephe hatıraları, Osmanlıca tercümesini; Muhammet Sait Konar’ın yaptığı, Şehitkale Yayıncılık tarafından basılan“Çanakkale, Kafkas, Gazze, Sina Cephelerinde Yaşadıklarım” Adlı eserinde “Çarıklı Diplomat” deyiminin ne kadar doğru bir söz olduğuna yaşadığı bir hadiseden şu şekilde bahsetmektedir; Kışla içerisinde dezenfekte ve sair şekilde fenni temizlik yapılacağından kışlanın tahliyesine emir verilmişti.Bundan dolayı Yassı Tepe civarında Dertli Mustafa Çiftliği merasına çadırlı karargah teşkil olunarak çıkmıştık. Tarih de 12 Şubat 1329(25 Şubat 1914) idi,
Tabur ve bölükte bulunan askerlerle temas etmiyor idik, çadırımız tabura çok uzak idi. Edirne’ye vesika ile yalnız alay karargahında askerler ve subaylar serbest gider idik.Bu hastalıktan günlük yirmi beş kişi vefat ederdi; o nispette de bu hastalığa tutulan olurdu ve merkez hastanesine sevk edilirdi. Her ne kadar askerlerle temas etmiyor isem de takdir-i ilahi bu fena hastalığa bende müptela olarak tedavi için Edirne Merkez Hastanesine sevk olundum.
Hastanede boş koğuş olmadığından bahisle beni ve birkaç neferi daha tifo hastalarının bulunduğu koğuşa koydular. Bir iki gün kalmış isem de bilahare başhekime şikayetim üzerine hastanenin dış tarafında bahçe haline getirilmiş ve etrafı tel örgülü bir yere kafi miktarda çadır kurdurulup bizim alaydan kolera hastalığıyla gelen askerleri hastanenin koğuşlarından çıkarıp bu çadıra getirmişlerdi.,
İşte bu çadırda otuz beş gün tedavide kaldım ve burada da doktorları tecrübe etmiştim. Bu otuz beş gün zarfında muayeneye gelen doktorların tabelalara verdiği işaret üzerine sıhhiye neferleri tarafından kaç hastanın tabelasına işaret edilmiş ise o kadar lazımlık getirilerek gaitaları götürüp hastanenin kimya hanesinde muayene ve tahlil edilerek iyileştiği anlaşılan neferler derhal taburcu edilmekte idi.
Bu şekilde beş neferin tabelasına da yine işaret edilmiş sıhhiye neferleri lazımlık getirilmişti. Bu beş neferden birisini gönderdim. Kendi gaitasını beş lazımlığa taksim ettirip güya beş neferin ayrı ayrı kendi gaitaları diye gönderdim. Muayene ve tahlil neticesinde asıl gaitanın sahibi nefer kaldı; diğerleri iyileşmiş diye taburcu edilmişti. Ben çadırda bulunan askerlere bölük eminliği vazifesini gördüğümden dolayı hastane doktorlarının yanına serbest gider gelirdim. Bir gün yine nöbetçi doktorun yanına vardığımda bütün doktorlar başhekimde dahil olduğu halde konuşuyorlar ve arada bir de hastalık hakkında münakaşada bulunuyorlardı.ben de içeri girdim, vazifemi yapıp bitirdikten sonra biraz ayakta kaldım, münakaşalarını dinlemeye başladım. Başhekim “herhalde bu gibi münakaşadan istifade etmek istiyorsun” dedi.”Evet” cevabını verince en aşağıdan bir sandalyeye oturmama müsaade etti ve oturdum. Bir saatten fazla devam eden muhtelif hastalıklar hakkındaki münakaşayı dinledim. Arada her nasılsa bir münasebet aldı ve baba da bir sual yöneltildi. Derhal doktor beyleri yukarıda yazdığım şekilde tecrübe ettiğimi ve hiç birisinde uzmanlık göremediğime kanaat hâsıl ettiğimi de ilave edince, başhekim de dâhil olduğu halde bütün doktorlar kahkaha ile gülüştüler ve nasıl tecrübe ettiğimi tekrar tekrar sual ettiler. Bu tecrübeye de memnun kaldıklarını söylemekle beraber başhekim tarafından “Bunlar Orta Anadolu efradıdır, çarıklı diplomattır” söze son verildi.
1856 yılında Sultan I. Abdülhamid Han’ın Islahat Fermanı ve eğitim politikasının bir sonucu olarak eğitim alanında da birçok işler yapılmıştır. Bunların başında da Müslüman ve gayrimüslim değişik düşünce ve inançtaki bütün Osmanlı tebaasının memleket hizmetlerinde eşit şartlarla sorumluluk alabilecek bir seviyede yetişmesi, bu sayede büyük bir Osmanlı birliğinin yaratılması ve Batı irfanı ile beslenmiş aydın bir sınıfın bir an önce meydana gelmesi zarureti kendini kuvvetle hissettirmeye başlamıştır. Ancak sıbyan ve rüştiye okullarında müslim ve gayrimüslim çocukların birlikte okutulması sakıncalı görüldüğünden, bu işin daha çok yükseköğretim kademelerinde yapılması uygun görülmüştür. Fakat batı memleketlerindeki bünye ve seviyede böyle bir ortaöğretim basamağı Osmanlı’da henüz mevcut değildi. Bu durumda, her zaman müracaat edilen Fransız modeline başvurulmuştur. Bu düşünce doğrultusunda Paris’te bir Mekteb-i Osmani açılmış, ancak istenilen netice alınamamıştır. Bu düşüncelere binaen, rüştiye üstü lise öğrenimi veren ve Tanzimat’ın sembolü olan okullardan ilki “Galatasaray Sultanisi” adıyla 1 Eylül 1868’de İstanbul’da açılmıştır. 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi de her vilayetin merkezi olan şehir ve kasabada bir Mekteb-i Sultani açılmasını istiyordu. Sultan Abdülaziz Han’ın Avrupa seyahatinde görerek etkilendiği ve Osmanlı İmparatorluğu’nda da açılmasını istediği Fransız Liseleri modelinde açılan üst düzey okullara bundan da esinlenerek Mekteb-i Sultani denilmiştir. “Sultani”, “Sultaniye” denmesinin anlamı; Sultana, hükümdara ait, sultanla, hükümdarla ilgili demektir. Bu mekteplerin açılış ve tedrisat tarzı Maarif Nezareti Tarihçe-i Teşkilatı’nda şu cümlelerle anlatılır:
“Hidemat-ı devletin her nev’ine kesb-i i liyakat ve mekatib-i aliyede ikmal-i malumata tahsil-i liyakat eylemek üzere Avrupa liselerine muadil ve Fransız mektepleri programın tahsil-i ve Fransız mektepleri programına mutabık olup Türkçe ve Fransızcanın aynı derece tedris edilmesi gayesiyle açılmıştır.”
Yozgat Mektebe-i Sultanisinin yapımına 1891 yılında başlanmıştır. 1893 tarihli Ankara Vilayeti ile Maarif Nezaretinin yazışmasından anlaşıldığına göre, Ankara İdadisi ile birlikte açılmasına karar verilmiştir. Ankara İdadisinin inşaatı bir hayli ilerlemiş olmasına karşın, Yozgat İdadisinin yapımına da devam edildiği ancak inşaatın yeterli hızda yapılmadığı, bu arada Kayseri İdadisinin temelinin de atıldığı belirtilmiştir. Binanın tamamlanamaması, aslında ödenek sorunundan kaynaklanmıştır. Maarif Nezaretinin Ankara Valiliğinden, Yozgat ile birlikte Kayseri ve Ankara idadi binalarının durumlarını, ne kadar masrafa ihtiyaç olduğunu sormasına rağmen cevap alınamamıştır. Bu nedenle, 3 Eylül 1892 (22 Ağustos 1308) tarihinde yeni bir yazı yazma gereği duyulmuştur. Nitekim Nezaret, 7 Ekim 1893 (25 Eylül 1309) tarihinde Yozgat ile birlikte idadi binalarının inşaatları devam eden Çankırı, Kırşehir, Kayseri, Bitlis, Amasya, Hakkâri sancaklarının bağlı oldukları Vilayet Maarif Müdürlüklerine ayrı ayrı yazılar göndererek; inşaatların durumu ve ihtiyaç duyulan ödeneklerin miktarlarını bildirmelerini istemiştir.
İnşaat bitirilemeyince, 1895 yılında Yozgat’ın merkezindeki “Tonusluoğlu Konağı” kiralanmak suretiyle idadi olarak eğitime başlamıştır. 1894-1895 yılı kayıtlarına göre bu idadinin öğrenci sayısı 85, memur ve öğretmen sayısı ise 13 kişi imiş. Tonusluoğlu Konağında eğitime başlanmışsa da Kasım 1898’de, Yozgat’a uğrayan Anadolu Islahatı Umum Müfettişi ve Sultan II. Abdülhamid’in Seryaveri Müşir Çapanoğlu Ahmet Şakir Paşa, okul inşasında ilerleme olmadığına inşaatı duran mektebin yapılmış olan bölümlerinin de harap olmaya yüz tutmuş olduğuna bizzat şahit olmuştur. Bu durumu Amasya’dan gönderdiği 24 Kasım 1894 (17 Teşrin-i Sani 1314) tarihli mektupla Maarif Nazırına bildirir.
Bu konu İstanbul da İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti zamanındaki Meclis-i Mebusanda da gündeme getirilmiştir. 9 Mayıs 1910 tarihli görüşme tutanaklarında Yozgat Lisesi inşasının hâlâ bitmemiş olduğunu öğreniyoruz.
ÇAPANOÐLU EDİP BEY (Yozgat) — Bu mektebin 25 sene evvel inşasına başlanmış, inşaat nısıf (yarı) derecesine gelmişken, devr-i sabıkta nasılsa tatil edilmiştir. Geçen seneye kadar kalmıştır, geçen sene mutasarrıf-ı sabık keşfiyatı yaptırıp, itmam-ı inşaatı için keşif namesini, resmini Maarif Nezaretine göndermiştir. Maarif Nezareti kabul etmiş, 100 bin kuruş tahsisat vermiştir. O tahsisat ile inşaata başlanmış, 30 bin kuruş sarf edilmiştir. Bu sene bütçe çıkıncaya kadar inşaat teehhür etmemek üzere Nisan muvakkat bütçesinden verilmiştir. Şimdi, 210.000 kuruş da bu fevkalade bütçe ile verilecek olursa, ikmal edilebilecektir. Ancak verilen paralar tehir edilecek olursa harap olacaktır ve birkaç bin lira mahvolacaktır.
MUSTAFA ZİYA BEY (Sivas) — Memuriyetim dolayısıyla Yozgat’ta bulundum. Yozgat İdadisi ki, devr-i sabıkta başlamış, binası cesim natamam kalmıştır. Abdullah Azmi Efendi biraderimiz orada bulunmak lazım gelse de onun vaziyetini, hâlini görse cidden müteessir olur. Öyle âli bir mektebe mahsus bir binanın öyle natamam bir hâlde bırakılmasına kimsenin vicdanı kail olamaz. Kimse tecviz etmez, bunu yaptırmak taht-ı vücûbtadır.
REİS — Bakınız, Ziya Bey buralı olmadığı hâlde müdafaa ediyor.
İnşaatın uzun yıllar alması, Yozgat halkını da gayrete getirmiş, inşaatın bir an evvel bitmesi için seferber olunmuş, binanın taşları Divanlı köyü, Çiçekdağı ve Büyüknefes köyünden getirilmiştir. Daha önce Askerlik Şubesi olarak kullanılan tarihî bina da aynı tarihte yapılmıştır. Divanlı köyü ve Çiçekdağı tarafından kağnılarla getirilen taşların her seferde bir miktarı, yol güzergâhında bulunan Şefaatli ve Kazlıuşağı köyünde bırakılarak kağnıların yükü azaltılmış hem hayvanların dinlenmesi sağlanmış hem de önceden planlandığı gibi bu köye cami yapılmıştır. Mektebin 174.396 kuruşluk masrafı devlet tarafından karşılanmıştır. 1909 yılında inşaatının kısmen tamamlanmasının ardından bu binaya taşınmıştır
1905-1908 yılın istatistiklerine göre Yozgat şehrinde ilk, orta ve lise okullarının durumları şu şekilde belirtilmiştir:
Bu okulda, Müslümanlarla Ermeniler eşit haklara sahip olarak eğitim görme imkânı kazanmışlardır. Nitekim 1914 yılı Maarif Salnamesine göre Yozgat İdadisinde 413 Müslüman 5 Ermeni öğrenci bulunmaktadır.
Yozgat Lisesi “Mektebe-i Sultani”nin Kahraman öğrencileri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda destan yazdılar.
1914 yılında seferberliğin ilanıyla, eli silah tutabilen herkes askere alınıyordu. Yozgat Mekteb-i Sultani öğrencilerinin tamamı zorunlu olmadıkları hâlde Yozgat Askerlik Şubesine koştular. Yaklaşık 200 kişi gönüllü olarak Birinci Cihan Harbi’ne gitmiştir. O tarihte eğitimli kişiler “ihtiyat talimi” görerek yedek subay vazifesiyle cephelerde görev aldılar. 1915 öğrenim yılı başladığında Sultani öğrencilerinin hiçbirinin okula gelmediği görüldü. Bu durumda okulun lise kısmı kapatılarak Yatılı İdadiye çevrildi.
2011 yılında Yozgat Lisesi arşivlerinde yaptığım araştırmalar neticesinde, 1914-1915 yıllarına ait liseli öğrencilerin hiçbirinin okuluna devam etmediğini gördüm. Bu yıllarda Yozgat Lisesinde okuyup da savaşa katılanların savaş sona erdikten sonra tasdikname almak için Yozgat Lisesine yazmış oldukları bazı müracaat dilekçelerine rastladım. Bu dilekçelerden birisinde şöyle yazmakta:
“Mektep Müdürlüğüne,
92 numarada mukayyet Priştineli 313’lü Aptullah oğlu Beyazit adlı Bozok Lisesi 12. sınıf talebesinden iken teşrini evvel 331’te Erenköy İhtiyat Zabit Namzetleri Talimgâhına çağrılarak mektepten ayrıldım ve emsalimle beraber lise mezunu sayıldık. Harbiye mektebine iştirak için tahsil vesikası istenmekte olduğundan mezkûr mektepten tahsilim derecesini gösterir vesikanın celbini istirham ederim efendim.” 22/4/1910
9. numaralı jandarma mülazım
Pul ve imza
TBMM tutanaklarında da Yozgat Mektebe-i Sultani ve öğrencilerinin durumunu Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı Bey şöyle anlatmaktadır:
TBMM Maarif “Millî Eğitim” bütçe görüşmeleri tutanağı. î: 148 10.2.1337 (1921)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgad) — Sırrı Paşa Ankara Valisi iken Ankara’ya merbut Kırşehri, Yozgad, Çorum Livalarında birer mektep binasına başlanmıştı. Bu meyanda, Yozgad’da inşasına başlanılan mektep, 1326 senesine kadar natamam (tamamlanmadan) bırakılmıştır. 1326 senesinde memleket halkı binlerce lira sarf ederek bu mektebin inşasını ikmal etti ve bununla beraber bütün levazımı tedrisiye ve leyliyesi ikmal edilmek suretiyle leyli mektep küşad edildi.
Bilâhare bu mektep, sultaniye ifrağ edildi. Bu Sultan Mektebine Selanik’ten gelen Selanik Sultani talebesi Konya’dan naklen geldi. Mektebin 600 mevcudundan 200’ü sırf leyli idi. Yozgad Mekteb-i Sultanisi seferberlikte 100’ü mütecaviz efendiyi orduya ihtiyaç zabiti vermiştir. Bugün mektebin bilcümle malzemesi mevcut olduğu hâlde leyli kısmının ilgasındaki maksat anlaşılamadı. Bendeniz talebenin gerek şerait-i hayatiyesi, gerek şerait-i sıhhiye ve iaşesi nokta-i nazarından tadat edilen şu beş mektebe nazaran daha ziyade muvafi bulunan Yozgad Sultanisinin iadesini Hamdullah Bey’den bilhassa rica ederim.
Atatürk’ten Çapanoğlu Şekip Bey’e madalya beratı;
Şekip Bey, Çapanoğlu Edip Bey’in oğludur. Babasının Meclis-i Mebusandaki görevi sona erince Yozgat’a dönerler. 1920 yılında Yozgat’ta vuku bulan olaylardan sonra Ankara’ya götürülen aile, Şekip Bey’i askere uğurlar. Kurtuluş Savaşı’nda Mülazım-ı Sani olarak eğitim görür ve soluğu cephede alır. Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği üstün başarılar neticesinde, TBMM tarafından verilen bir kararla 42 kişiye madalya verilmesi kararlaştırılır. Bu kırk iki kişi içerisinde Çapanoğlu Şekip Bey de vardır. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa imzasını taşıyan madalya beratının aslı, Çapanoğlu aile arşivindedir.
Mustafa Şefik Bey
Seferberliğin ilanıyla gönüllü olarak İhtiyat Zabiti Talimgâhı’na yedek subay olarak başlamış, Filistin ve Trablusgarb Cepheleri’nde savaşmış, üsteğmen rütbesiyle katıldığı Kurtuluş Savaşı’na Zabit Namzeti iken Bursa-Kestel- Acıelma köyünde, Yunanlı üst düzey on iki subay ve askerini katlederek, kahraman bir şekilde şahadete yürümüştür. Mezarı Bursa-Kestel-Aksu köyündedir.
Bir diğer Yozgad Mektebe-i Sultani öğrencisi kahramanımız Kâzım Arguvangil, hayatını şu şekilde anlatmaktadır:
“1312 (1896) yılında Divriği’n Bedesten Mahallesi’nde doğdum. Muhacereti müteakip Konya Muhacirin İdadisi ve Yozgat Sultanisinde tahsilime devam ederek, Yozgat Sultanisinden 1330 (1914) yılında Harp Okuluna girmek suretiyle şerefli askerliği meslek tuttum. Muvazzaf zabit namzetliğiyle 8 Ekim 1330’dan (1914) itibaren katıldığım Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale, Sina-Filistin Cepheleri’nin bütün muharebelerine girdim.
Çanakkale’nin Arıburnu Cephesi’nde 19 Mayıs 1331 (1915) büyük taarruzunda sol kolumdan, Sina Cephesi’nin ikinci Gazze Muharebesi’nde sağ kürek ve böğrümden yaralandım ve büyük harbin en son kıtası olan 16. Tümen Hücum Bölüğü peşinde muhtelif muharebeler vere vere çekilebildiğim Şam yakınlarında, 31 Eylül 1334 (1918)’te İngilizlere esir düşmek bahtsızlığına uğramak suretiyle üsteğmenliğim sona erdi. 1335’te Mısır’daki esaretten dönüşümden sonra atandığım Tekirdağ’daki kıtamla 1336 (1920) Trakya Harekâtına da katıldım. Neticede kıta başında Bulgaristan’a iltica ederek bir müddet sonra İstanbul’a kaçtım ve oradan İstiklâl Savaşı’na da katılarak 1338 (1922) Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin büyük zaferinde anayurttan sürüp attığımız düşmanın peşini kıta ile kovalamak zevkini tattım ve 31 Ağustos 1338 (1922)’den itibaren yüzbaşı oldum.”
1340, 1341 (1924, 1925) yılında Harp Okulu tahsilimi ikmal ile 1926’da Harp Akademisine girdim ve 1929’da mezun oldum. Müteakiben kademelerle 30 Ağustos 1928’den itibaren binbaşı oldum.
1930 yılından sonra, sırasıyla yarbay, albay rütbeleriyle Erzincan, Sarıkamış, Kars Garnizonlarıyla Harp Okulu, Jandarma Genel Komutanlığı, Bursa Garnizonu, Beykoz, Çatalca bölgelerinde muhtelif kurmay ödevlerinde, tabur alay komutanlıkları kademlerindeki hizmetleri de yaparak Haziran 1946’da Ordu Kurmay Başkanlığına atandım.
30 Ağustos 1946’da Tuğgeneralliğe yükselerek Ordu Kurmay Başkanlığı görevini bir müddet daha ifadan sonra 8 Nisan 1947’den itibaren Tümen Komutanlığı vekâletiyle kıta başına getirildim ve 30 Ağustos 1940’ta Tümgenerallikle vazifeye devam ettim.”
Büyük Harp’te harp madalyası, kılıçlı gümüş liyakat madalyası ve altın kılıçlı nişan -İstiklâl madalyası- aldım.
1916 yılında Yozgat’ta yatılı orta öğrenime başlayan ve o tarihteki Yozgat Lisesini ve Yozgat’taki yaşamını aldığı notlarıyla “Bir Lise Öğrencisinin Millî Mücadele Anıları” (1970) adlı kitabında ölümsüzleştiren Yozgad Mektebe-i Sultani öğrencisi, Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da şöyle anlatmaktadır:
“Yozgat Lisesine yatılı olarak gittim. 1914 yılında seferberliğin ilan edilmesiyle, okulumuzun lise bölümü öğrencileri Çanakkale Cephesi’ne gönüllü olarak yazılmışlar ve lise kısmı kapatılmıştı. O tarihte Yozgat Lisesi öğrenim ve öğretim bakımından güçlü bir okuldu. Çünkü Balkan Savaşı’nda kaybettiğimiz Üsküp ilinin çok değerli öğretmen kadrosuyla açılmış bir lise idi. Öğretmenlerle birlikte babaları Balkan Harbi’nde şehit düşmüş çocuklar da bu liseye parasız yatılı olarak gönderilmişlerdi.
Çanakkale Zaferi’ni çok iyi biliyorum, Mustafa Kemal’in Osmanlı paşası giysili portresini daha Yozgat’ta iken resimli bir dergide görmüştüm. Savaşın gidişatını ajans haberleri ile izlerdik. Düşmanımızla savaş ortağı olan Romanya’nın merkezi Bükreş, Almanlar tarafından zapt edildiği zaman Yozgat’ın sokaklarında dolaşmış, savaş tutsağı olan İngilizlerin oturduğu binaların önünde durup türlü marşlar söylemiştik.
Yozgat’taki öğretmenlerimizin çoğu milliyetçiydi. Zaten ilkokuldan beri, İttihat ve Terakki Partisinin ülkede estirdiği milliyetçilik havası içinde yetiştiğimizden, öğretmenlerimizin bu doğrultudaki, hatta ırkçılık yönündeki düşünce aşıları ile Orta Asya, Turan akınları ve akıncılık, binicilik ve bozkurt söylencelerine yüzünü hiç görmediğimiz, tadını hiç bilmediğimiz Türk içkisi kımıza, oba ve kağan öykülerine bayılırdık. Okulumuzun laboratuar niteliğinde olan doğa bilimleri dersliğine, Almanya’dan bu bilimlerle ilgili birçok tablo, renk renk grafik, bir sürü küçük makine gelmişti. Bizi o laboratuara götürsün diye doğa bilimleri öğretmenimiz, Salih Şevket Bey’in derslerini sabırsızlıkla beklerdik. Biz, yatılı öğrenciler, sabah kahvaltısında mercimek çorbası, yemeklerde ise kuru fasulye ve bulgur pilavı verildiği günler sevinirdik, hele bir de üzüm hoşafı çıkarsa sevincimiz ikiye katlanırdı. Ekmek kara, kimi zaman içi çamur gibi çıktığından yalnız kabuklarını yiyebilirdik. Onu da bulamayıp süpürge tohumu, hatta bir gün öğle ve akşam sadece haşlanmış kara kabak yediğimiz olmuştu. Sınıflar petrol lambalarıyla aydınlatılırdı. Gece etütlerinde, teneke kandiller içinde cızırtıyla yanan haşhaş yağının ışığında ders çalışırdık, iki öğrenciye bir kandil düşerdi.
Sac sobalarda yakılan odunlarla ısınırdık. Odun bulunmadığı günler de olurdu. O zaman el birliğiyle, lüzumsuz kâğıt, karton, kırık cetvel tahtası gibi şeyler toplayarak sobayı doldurur, onun saman alevinden farksız, gürültülü yanışından fiziksel olarak ısınmasak da psikolojik ısınma duygusu ile avunurduk. İstanbul’dan ve başka illerden parasız yatılı olarak sık sık şehit ve göçmen çocukları gönderilirdi. Öğretmenlerle birlikte babaları Balkan Savaşı’nda şehit düşmüş çocuklar da parasız yatılı olarak gönderilmişlerdi bu liseye. Öğretmenlerini daha önce Üsküp’ten tanıdıkları için Rumelili olmayı bir üstünlük ve ayrıcalık sayarlardı. Sınav veya ödev kâğıtlarında bile adlarını; “Serfiçyeli Recai”, “Ohrili Faik”, “Manastırlı Hilmi” biçiminde yazarlardı.
Biz, Anadolulu öğrenciler ise bundan hoşlanmazdık. Böyle yatılı okullarda bir “Anadoluluk-Rumelilik” ayrımı doğmuştu. Bunun iyi yanı, derslerde hangi grubun daha iyi not alacağı düşüncesini aşılaması, kötü yanı ise bu ayrım yüzünden okulda sık sık kavga çıkması idi.
Doğu Anadolu’da savaş olanca sertliğiyle sürüyordu; Rusların işgal ettiği illerimizden, bütün Orta Anadolu’ya olduğu gibi Yozgat’a da perişan, bitkin, yersiz yurtsuz, yiyeceksiz, giyeceksiz kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluşan birçok göçmen toplulukları gelmişti. Yozgat’taki “Muhacirin İdaresi (Göçmenlik Bürosu)”, bunların derdine çözüm bulamıyordu. Nereden bulacaktı?”
Yozgat’ta ilk futbol takımı da 1910 yılında Mektebe-i Sultani öğrencileri tarafından kurulmuştur.
Yozgat lisesiyle alakalı diğer bir tarihi gerçek ise Yozgat Lisesi öğretmen ve öğrencileri tarafından ilk futbol takımının 1910 yılında kurulmuş olmasıdır.
Yozgad Mekteb-i Sultani Futbol Takımı, Mektep müdürü Bahattin Efendi ve Terbiye-i Bedeniye Muallimi Salih Şevket Efendi idaresinde, öğrenciler eşliğinde kurulmuştur. Sultani Futbol Takımının ilk formaları resimde de görüldüğü üzere; beyaz tişört üzerine muhtemelen kırmızı hilal resmedilmiş, belden diz kapağına kadar olan pantolondur.
Kaynaklar:
1. Yozgat Lisesi Arşivleri,
2. Meclis-i Mebusan t: 104 9 Mayıs 1327 C: 2 mv Süleyman Sırrı İçöz (TBMM 2. Dönem).
3. Hakkı Acun Çapanoğulları ve Eserleri.
4. Orhan Sakin, Tarihten Günümüze Bozok Sancağı ve Yozgat, Tarih Doğu Kütüphanesi, 2012.
5. Hıfzı Vecded Velidedeoğlu, Bir Lise Öğrencisinin Millî Mücadele Anıları, 1970.
6. Osmanlı Devleti ve Bozok Sancağı, Türk Ocakları Yozgat Şb. Yayını, 2000.
6. Taha Niyazi Karaca, Yozgat İdâdîsi. YOZGAT EÐİTİM TARİHİNE KATKI
7. Hasan Ali Yücel, Türkiye’de Orta Öğretim, 1994.
8. Mimar Çağrı Güntan, Abdülhamid Döneminde İmparatorluk İmajının Kamu Yapıları Aracılığı ile Osmanlı Kentine Yansıtılması, Yüksek Lisans Tezi.
9. İbrahim Caner Türk, “Türkiye’de Orta Tahsil” Başlıklı Risaleye Göre Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ulus Devlet Türkiye’ye İntikal Eden Ortaöğretim Mirası”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S 52, Erzurum 2014, s. 351-378.
10. Baki Sarısakal, “Anadolu’da Kurulan İlk Futbol Takımları”, Yozgat Lisesi Dergi, Folklorik Arş.
11. Çanakkale, Kafkas, Gazze, Sina Cephelerinde Yaşadıklarım, Şehitkale Yayıncılık 1. Baskı-2013
Sözlü Kaynaklar:
Yılmaz GÖKSOY
Faruk COŞKUN
Çetin KAFAÐOLU
Abdülkadir ÇAPANOÐLU