OLDUÐU GİBİ
İzlediğin bir yol var, bu değişkenlik içeriyor
Ama kendisi değişmiyor.
İnsanlar neyin peşinde olduğunu merak ediyorlar.
İzlediğin yolu açıklamak zorundasın.
Ama başkalarının bunu anlaması zor.
Bunu izlerken yolunu şaşırmazsın.
Felaketler yaşanır, insanlar acı çeker
ya da ölürler; sen acı çeker ve yaşlanırsın.
Zamanın geçmesini önleyemezsin
İzlediğin yoldan asla vazgeçmezsin.
(William Stafford)
Büyükbabam Dr. Kilisli Rıfat’ın hayatını araştırmak üzere gizemli bir yolculuğa çıktım. Bu yolculuk zaman içinde tahminimden çok farklı sonuçlara ulaştı. Bir açıdan bu öykü Osmanlı Devleti çöküp yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığında yaşanan büyük değişiklere tanık olan Rıfat ve ailesinin öyküsüdür. Aynı zamanda değişen veya değiştirilen kimliklerin öyküsü. Bir başka açıdan ise bu hikâye benim kendi içsel yolculuğum. Büyükbabamın hayatını araştırırken kendi kimliğim üzerinde düşünmek elzem oldu ve ister istemez temelde büyük değişimler yaşadım.
Büyükbabam kendi döneminde çok tanınmış bir şahsiyet idi. İstanbul’daki ünlü Askerî Tıp Akademisi’ni (Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne) birincilikle bitirmiş bir doktor ve kamu sağlığı profesörü olmanın yanı sıra çeşitli dergilerde köşe yazarlığı yapmış, Uluslararası Karantina Hizmetleri müdürü olarak çalışmış, Kızılay ya da Hilâl-i Ahmer’in kurucuları arasında yer almış ve Yargıtay üyeliğinde bulunmuştu. Dr. Kilisli Rıfat aynı zamanda Türkiye’nin sağlık ve nüfus planlaması politikalarını şekillendiren seçkinler arasında bulunuyor ve adı 1930’ların Türkiye’sinde önde gelen sekiz doktor arasında yer alıyordu. (Zülfikar Aydın, 1986.)
Dr. Kilisli Rıfat tıbbın yanısıra dil ve edebiyat sahalarındaki derin bilgisiyle tanınmıştı. Bir makalede kendisinden şöyle söz edilir:
“…Rıfat mektep sıralarında bile bizden çok yukarı ve mümtazdı, o zaman bile üstaddı….Yine yüksek bir üstad olarak hayata gözlerini kapadı…Onun kalemine ve ilmine daha mektepte iken hocalar bile tapardı, kitap yazanlar ondan yardım dilerdi, her zaman müracaat ettiğimiz bir canlı ansiklopedi idi. Hepimizin kültür kusuru az çok vardır. Rıfat öyle değildi….Kilisli bize benzemezdi! Tıbbiye İdadisine girdiği vakit bile pek çok şey biliyordu. Fransızcası ve Arapçası kuvvetliydi; Türkçeyi, Çağataycayı iyi biliyordu, üslubu yüksekti. Merhum Esat Feyzi Tabakatül-Arz’ını yazdı, üslubunu düzeltmek için Rıfat’a vermişti, Esat Feyzi’nin kitabındaki o güzel mukaddime bile Rıfat’dır.” (İstanbul Seririyatı, 1936.)
Bu araştırmada sosyal bilimler alanındaki eğitimimden yararlandım. Aynı zamanda bu son derece kişisel bir araştırma oldu. Bu öyküyü oluşturmak için bir dedektif gibi büyükbabamın hayatındaki ayrıntıları gün ışığına çıkarmaya çalıştım. Onun hayatını yaratıcı bir belgesel şeklinde yeniden yapılandırmaktı arzum. Bu yüzden bu öykü sadece gerçeklere dayanan ve geniş kapsamlı bir hayat öyküsünden ibaret değil; Dr. Kilisli Rıfat’ın tüm eserlerini derlemek de değerli bir çalışma olabilirdi ama benim amacım bu da değildi. Sadece kişisel bir yolculuk muydu? Hayır, o da değil. Sonuçta kişisel görüşlerimi sosyal bilimler eğitimimle birleştirerek tarihsel bir değerlendirmenin ya da saf anıların çok daha ötesinde zengin, anlamlı ve karmaşık bir öykü oluşturduğuma inanıyorum.
Bu öyküyü kurgularken Rıfat’ın hayatındaki (1877-1936) siyasal, sosyal ve tarihsel olayları ele alan eserlere odaklandım; hayatta kalan aile bireyleri ile görüştüm, aile bireylerinin yayınlanmamış anılarından, mektuplarından, Dr. Kilisli Rıfat’ın yayınlanmış ve yayınlanmamış makalelerinden ve kitaplarından yararlandım. Bir takım gerçek olayları ele almama karşın, büyükbabamın hayatıyla alâkalı birçok ayrıntıda kendi hayal gücüme ve kestirimlere dayandığımı ve böylece kendi öykümü kurguladığımın altını çizmek isterim.
Benim öykümün bir kaç önemli noktasına değineyim. 1960 ve 1970’lerde İstanbul’daki laik ortamda orta sınıf bir aile içinde büyüdüm. 1978’de Türkiye’den ayrılarak siyasî bilimler alanında eğitim almak için Kanada’ya gittim. Geriye baktığımda aslında dünyayı görmek arzusu ve özellikle siyasî gücün ne olduğunu anlama isteğim yüzünden bir maceraya girişerek Türkiye’den ayrıldığımı fark ediyorum. Gücün ne olduğunu anlarsam bu güce sahip olacağımı ve belki de Birleşmiş Milletler gibi uluslararası bir kuruluşta çalışabileceğime inanıyordum. Bir uzman olarak dünyayı gezmeyi düşlüyordum ama kısa sürede önceliğimin Kanada’da ayakta kalabilmek olduğunu fark ettim. British Columbia Üniversitesi’nde (UBC) yalnızca Üçüncü Dünya’dan, gelişmekte olan bir ülkeden gelen, söylenmesi zor bir isme sahip, İngilizceyi farklı bir aksanla konuşan bir öğrenciydim. Bir gün hocalarımdan biri hazırladığım bir ödevimi kabul etmedi ve yeniden yazmam için bana iade etti. Neyse ki bana ikinci bir şans tanıma inceliğini göstermişti. UBC’de ilk seçtiğim derslerden birinde başarısız oldum, çünkü hocamın siyasî görüşlerini paylaşmıyor ve çaba göstermeyi reddediyordum. Kısa sürede eğer yeterince çalışmaz ve işin püf noktalarını öğrenmezsem tüm düşlerimle vedalaşmak zorunda kalacağımın farkına vardım.
1990’ların ortalarına gelelim. Monterey Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü (şimdiki adı Middlebury Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü) profesörlerinden biriyim. Başarıya ulaşmış gibi görünüyorum ama bir yandan da Türkiye özlemi çekiyorum. Dahası, çok önemli varoluş soruları kafamı kurcalıyor. Ben kimim? Hayatın anlamı ne? Tanrı var mı? Tam bu sırada psikoloji dalında doktora yapmış bir evlilik uzmanı ve Pir Nur al-Arabi, Nuriyya-Malamiya geleneğinin mürşidi olan Yunan asıllı Amerikan vatandaşı Yannis Toussulis ile tanışıyorum. Ona ve engin bilgisine hayran kalarak talebesi oluyorum.
Yannis’in kökleri de benimkiler gibi Türkiye’den. Ailesi, şimdi Türkiye olarak tanımladığımız Avrasya’daki Anadolu Rumlarından geliyor. Rumlar ya da “Romanlar”, eski Bizans’ın esas savaş alanını oluşturduğu, İslâmiyet ile Batı arasındaki büyük çatışmanın kalıntıları. Aynı zamanda Rumlar iki büyük uygarlığın örtüşmesinin de bir ürünü. Yannis’i Batı ile İslâmiyet arasındaki ilişkileri ve kültürler arası çatışmaların psikolojisini açıklayan kurslar vermesi için Monterey Enstitüsü’ne davet ediyorum. Onun dersleri benim yalnızca İslâmiyet içindeki çeşitliliği değil, aynı zamanda ulusal etnik ve dinsel kimliklerin ne denli karmaşık ve ölümcül olabildiğini anlamama yardımcı oluyor ve ailemin “Türk” kimliğinin altında neler yattığını araştırmama yol açıyor.
Büyükbabam ve büyükannem, Dr. Kilisli Rıfat ve eşi Nazire çok kültürlü Osmanlı Devleti’nin vatandaşı idiler. Sonra laik Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı oldular. Yeniden oluşturulan tarihi, ulusal söylenceleri ve kimliği ile üniter bir devletin vatandaşı olmaya acaba nasıl uyum sağladılar? Kocaman bir imparatorluğun yıkılışı, savaşlar ve yok oluş sürecinde nasıl ayakta kalabildiler? Bu soruları araştırmak arzusu ile yanıp tutuşmaya başladım. Fransız psikolog Anne Ancelin Schutzenberger da yıllar boyu soy sendromu adını verdiği konuyu araştırmış. Bizlerin kuşaklar zincirinin halkaları olduğumuzu, geçmişi kabulleninceye kadar bilinçaltımızın onların çektiği acılardan ya da yarım bıraktıkları işlerden etkilendiğimizi ileri sürüyor kitabında.
Anılarımızın kesinlikle bizim bir parçamız olduğunu kavrıyorum. İşte Carjaval’ın da belirttiği gibi:
“Hücrelerimizde yer alan ve genlerimizi denetleyen, onları harekete geçiren geniş kimyasal ağ aracılığı ile beklenmedik bir biçimde atalarımızın geçmişinin bir şekilde bizim bir parçamız olup olmadığını araştıran bilimsel çalışmalar yapılmakta. Epigenetik diye tanımlanan bu alanın temelinde genlerin bellekleri olduğuna ve atalarımızın hayatlarının –nasıl soluk aldıklarının, neler gördüklerinin ve ne yiyip içtiklerinin– yıllar sonra bizleri etkileyebildiğine inanılıyor.” (Doreen Carjaval, “In Andalusia, On the Trail of Inherited Memories”, New York Times, 21 Ağustos 2012.)
Teşekkür
Meslektaşım ve dostum Sarah Springer’ın işbirliği olmadan bu öyküyü sunamazdım. Bu işbirliğimiz sayesinde giderek daha yaratıcı düşünebildim ve öykümde daha önce farkında olmadığım bağlantıları görebildim. Bu çalışmamı destekleyen ve bana 2013’te Bread Loaf Yazarlar Konferansındaki belgesel atölyesine katılmamı sağlayan Middlebury Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’ne şükran borçluyum. Leslie Eliason Teaching Excellence Ödüllerinin sponsoru olan Intrepid Vakfı’ndan Karen Leshner’e de teşekkür etmek istiyorum. Bu ödül bu proje üstünde çalışmamı mümkün kıldı. Middlebury Enstitüsü’ndeki Dijital Öğretim Merkezine, özellikle Bob Cole ve Evelyn Helmington’a destekleri için teşekkür ederim. Meslektaşlarımın özellikle Beryl Levinger, Amy McGill ve Amy Sands’in çok değerli yardımları oldu. Bana zaman ayıran, görüşlerini paylaşan ve araştırmama yardımcı olan dostlarım ve akrabalarımla çok sayıda görüşme yaptım. Peter Shaw, Eileen Nazarro, Yüksel İnel, Nur Mardin, Azim Looker, Füsun Akarsu, Kabir Helminski, Nicolas Lecerf, Nalan Özkan Lecerf, Kibria Ann Draper, Domingo Martinez, Ted Connover, Elvia Navarro, Mert Keçik, Ekin Duru, Aytül Tamer, Yücel Demirel, Muhlis Salihoğlu, Belma Beyazıtoğlu, Bülent Karadağ, Mustafa İhsan Karadağ, Öznur Karadağ, Ahmet Münir Bilgen, Leyla Welkin, Üstün Bilgin Reinart ve Sanem Güvenç-Salgirli bunların arasında yer alıyor. Son olarak, Yannis Toussulis, Mehmet Selim Öziç, Timur Kardam Crone, Donald Crone ve Ahmet Kardam’ın bu yolculuktaki yerleri benim için çok özel. Tüm eksikliklerin sorumluluğu doğal olarak bana ait.
Kaynakça
Carjaval Doreen, “In Andalusia, On the Trail of Inherited Memories”, New York Times, 21 Ağustos 2012.
İstanbul Seririyatı, “Dr. Kilisli Rıfat Kardam”, Yıl XVIII, No, 10, Birinci Teşrin, 1936.
Schutzenberger Anne Ancelio, The Ancestor Syndrome; Transgenerational Pshychotherapy and Hidden Links in the Family Tree, New York, Routledge, 1998.
Zülfikar Aydın, Mükerrem Bedizel, “Kilisli Dr. Mehmet Rıfat Kardam /1877-1936), Elli Yıl Önce Ölen Sekiz Büyük Türk Hekimi İçin Anma Töreni Kitabı”, İstanbul, 1986, s. 68-71.
NÜKHET KARDAM, Monterey, Kaliforniya’da Middlebury Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Kalkınma ve Siyaset profesörüdür. Bringing Women In: Women’s Issues in International Programs (Kadınların Uluslararası Kalkınma Programlarına Katılımı) (Lynne Riener, 1991) ve Turkey’s Engagement in Women’s Rights (Türkiye’nin Kadın Hakları İle İlgili Yükümlülükleri) (Ashgate, 2005) isimli eserlerin yazarıdır. Nükhet Kardam Ankara’da doğdu, İstanbul’da büyüdü. İstanbul Amerikan Kız Koleji (şimdiki Robert Kolej) mezunudur. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. İstanbul’daki Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler alanında master programına başladı ve bu çalışmasını Vancouver, Kanada’da British Columbia Üniversitesi’nde tamamladı. Michigan Devlet Üniversitesi Siyasal Bilimler bölümünde doktora yapmıştır. 2000’de Türkiye’de Fulbright’tan akademik teşvik bursu ve 2005’te de kıdemli uzmanlık bursu almıştır. Halen kimlik sorunları üzerinde araştırma yapmaktadır. Hayatını ve çalışmalarını kısmen Amerika Birleşik Devletleri’nde, kısmen de Türkiye’de sürdürmektedir.
Nükhet Kardam’ın Watercolor Identities (Suluboyadan Kimlikler) adlı TEDx konuşması YouTube’dan izlenebilir.
http://www.youtube.com/watch?v=QvFOwb5ugWc
Kendisiyle nkardam@miis.edu adresinden irtibata geçilebilir.
……………………………………………………………………………………………
Dr. Kilisli Rıfat’ın İzinde Osmanlı’dan Türk’e ve Ötesi ( Nükhet Kardam)
From Ottoman to Turk and Beyond:
Shimmering Threads of Identity
İngilizceden Çeviren
Ekin Duru
DBY Yayınevi – İstanbul Ekim 2016
ISBN: 978-605-4635-26-9
248 sayfa