GELİBOLU’YU ANLAMAK

Benim Çanakkale kahramanım Mahmut Sabri Bey’dir- Atlas Tarih Çanakkale Özel Sayısında Tuncay Yılmazer Röportajı

Çanakkale savaşları konusundaki çalışmalarıyla tanınan araştırmacı Tuncay Yılmazer, muharebelerin safhalarını, sonuçlarını ve öne çıkan isimlerini değerlendirdi ve Türkiye’deki Gelibolu algısını yorumladı.

Röportaj: Atlas Tarih Dergisi

Çanakkale hakkında yaptığı çalışmalarla tanınan Dr. Tuncay Yılmazer, kurucusu olduğu Gelibolu’yu Anlamak adlı sitesinde yayınladığı makalelerle gerek Çanakkale, gerekse de diğer cepheler hakkında araştırmalar yapanlara yeni ufuklar açan bir Çanakkale sevdalısı. Dr. Tuncay Yılmazer, Gelibolu muharebeleri hakkında yaptığımız söyleşide savaşta öne çıkan isimlerden, Türkiye’de Çanakkale algısına kadar çeşitli konulardaki sorularımızı yanıtladı.  

Önce Türkiye’de Çanakkale Savaşları algısıyla başlayalım. 100 yılda Çanakkale savaşlarında Türk toplumun ve devletinin algısının nereden nereye evrildi?

Çanakkale Savaşlarının Türk insanının belleğinde bir karşılığı var. Bu, I. Dünya Savaşı’nın içerisinde bir muharebeler zincirinden ziyade daha bağımsız bir algı. Hatta Çanakkale’yi Kurtuluş Savaşı’nın bir parçasıymış gibi bir değerlendirme de var, “Cumhuriyet’in önsözüdür” gibi.. Burada iki ana akım görüyoruz. Bir, Mustafa Kemal eksenli, Çanakkale Savaşı’nda onun askeri başarılarını içeren ve topluma tanıtan bir akım var. Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurucu önderi olduğu için onun üzerinden bir Çanakkale çabası var. Bu okumanın bir takım bence sakıncaları var, çünkü Çanakkale Savaşı çok öyle bir kişi üzerinden okunacak bir savaş değil. Mutlaka Mustafa Kemal o savaştaki en önemli ve en başarılı komutanlardan bir tanesiydi, ama sadece tek kişi üzerinden Çanakkale’yi okumak mümkün değil.

Bir de daha muhafazakâr bir bakış açısıyla zaman zaman tabi değişen derecelerde dini vurguların biraz daha belirgin olduğu, Mustafa Kemal’in de değişen derecelerde, hani tamamen yok sayılmadan tutun da, belli bir dereceye kadar arka plana atan, böyle ilerleyen bir akım var. Bu yöne birazcık daha “folklorik” diyorum ben, hani menkıbe dediğimiz anlatımların da çok daha fazla yer aldığını görüyoruz. İşte hepimizin bildiklerinden Seyit Onbaşı öyküsü, kınalı kuzular gibi. Ya da böyle biraz daha gerçeküstü,’bir bulut İngiliz birliğini aldı götürdü’ gibi.

Sizce Almanların Çanakkale savaşındaki pozisyonu nedir, bundan da ötesi onlar için Çanakkale cephesi ne anlam ifade ediyordu?

Alman genelkurmayı Çanakkale Boğazı’nın ciddi stratejik bir öneme sahip olduğunu baştan beri biliyor.  Buradan işte genel olarak Çanakkale’de rol alan toplam Alman sayısı 500’dür, çoğunluğu subay olmak üzere. Almanların bize daha öncesinden Boğaz savunmasını kurma konusunda ciddi yardımları var, Usedom Paşa, Merten Paşa üzerinden. Almanya Çanakkale’nin savunmasına gerçekten çok büyük önem veriyordu bunda şüphe yok, yalnız Berlin İstanbul demiryolu kapalı olduğu için yardım çok sınırlı kaldı. Fakat daha öncesindeki Almanların bu Zeytinburnu’ndaki cephane fabrikasının ayağa kaldırılması konusunda bir takım uçakların, parçaların gönderilmesi konusunda gizlice yardımı söz konusu. Dolayısıyla savaşın büyük kısmında daha önce yapılmış toplarının düzenlenmesi dışında savaşta pek bir mühimmat yardımı yok. Burada şu var şimdi tabii sonuçta ordumuzun komutanı bir Alman. Ben açıkçası Çanakkale’de Almanlar Türkler gibi net bir ayrıma gitmek istemiyorum. Tabi Türkler ağırlıklı ama komutan Alman. Ayrıca çoğunluğu yüksek rütbeli subay olmak üzere bir takım Almanlar var. Tabii ki Çanakkale Savaşları anlatımında müttefikimiz Almanlara da yer verilmeli. Ben Çanakkale Savaşı’nda Almanların yardımının özellikle denizaltı yoluyla olduğunu düşünüyorum. Liman von Sanders’in çok başarılı ya da savaşı çok iyi okuyan bir komutan olduğunu açıkçası düşünmüyorum. Bunun belli sebepleri var.  Kendisi bir süvari üst subayı, artı ciddi anlamda iletişim kopukluğu var dilden kaynaklı. Bunun zaman zaman çok zararı oldu bize. İkincisi bence çok daha önemli olan Alman subayların çoğunda oryantalist bir bakış açısı var az ya da çok. Yani genel olarak bakınca şöyle bir tutum var Almanlarda; “kahraman Türk askerleri ve başarılı Alman komutanlar”. Hiyerarşik bir mesafe koymuşlar. Türk subaylarından genellikle çok eleştirel tarzda bahsederler. Bizimkilerin anılarında da öyle şeydir.

 

Daha spekülatif soracak olursak, Liman Paşa yerine örneğin Cemal Paşa olsa ne fark ederdi ?

Çok şey fark edeceğini sanmıyorum. Şu açıdan, biraz da bu Almanlara ihtiyaç duyulmasının sebebi, yeni kurulan komuta kademesinde çok üst düzey komutanın bulunmaması. Çünkü bir sürü komutanı emekli etti Enver Paşa ve ekibi. Dolayısıyla ortada bir boşluk oluştu. Askeri açıdan düşünürseniz işi bilen ve yüksek rütbeli birileri olmalıydı ama ordudaki tenkisat nedeniyle bir boşluk oluştu. Biz de işin tabiatı gereği bu boşluğu bu konuda daha tecrübeli olduğunu düşündüğümüz Almanlarla doldurmaya çalıştık.

Liman Paşa’nın İtilaf askerlerinin bir bölümünü Çanakkale’ye sabitleyerek Batı Cephesi’nde Almanya’nın üzerindeki yükü hafifletmeye dayandığı ileri sürülen savunma stratejisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Katılmıyorum. Bu çok spekülatif. Ama mesela Kanal Cephesi için, Kafkas Cephesi için söylenebilir. Gelibolu’yu Anlamak’ta bir makale yayınladım ben aslında o konu hakkında tarihçilerden bir yorum beklerdim. Goltz Paşa’nın Moltke’ye, yani Almanların o dönemdeki genelkurmay başkanına 1910’da yazdığı raporlarda, “ilerde çıkabilecek muhtemel dünya savaşında biz Türk ordusunu Kafkaslar’da kullanabiliriz, Hindistan’da isyan çıkartabiliriz” gibi ifadeleri var. Almanlar resmen 1. Dünya Savaşı’ndaki planlarımızı çok daha önceden şey yapıyor. Artı çok daha önce Ermeni toplumuyla ilgili “Doğu Anadolu’da Azerbaycan’la birleşmeyi engelledikleri için Mezopotamya’ya sürülebilirler” yazısı var. Hepsini birleştirirseniz sanki bu savaşın senaryosu bizim açımızdan çok daha önce çizilmiş gibi.

Şimdi İtilaf harekâtının başarısızlığına gelelim. Sizin Çanakkale Savaşı’ndaki kahramanınız kim? 

Ben şunu söyleyeyim Çanakkale Savaşı tek bir kişiyle açıklanacak bir savaş değil. Ancak biraz daha dikkat çekilmesi gereken, 25 Nisan’da İtilaf devletlerinin asıl amacı neydi? Alçıtepe ve Kilitbahir Platosu’nu ele geçirmek. Dolayısıyla o platoyu ele geçirdikten sonra oradaki tabyaların susturulması ve Boğaz geçişinin güvenli hale getirilmesi. Bunu gerçekleştirmek için çıkarma yaptıklarında önlerine kim çıktı? 26. Alay, 3. Tabur çıktı, yani Binbaşı Mahmut Sabri’nin taburu. 36 saate yakın orada inanılmaz bir savunma örneği gösterdi. Karşı tarafın bütün planlarını bozdu. Ki karşısında İngilizlerin Çanakkale’deki en seçkin birliği olan General Hunter Wester’ın komutasındaki 29. Tümen vardı.  Seddülbahir’deki hiç beklenmedik savunma ilk gün Alçıtepe’yi sonra Kilitbahir Platosu’nu ele geçirme planını bozmuştur. Ondan sonra Türk savunması kurulunca oradaki mevzi muharebeleri Batı Cephesi’ndekilere benzemeye başladı. Binbaşı Mahmut Sabri’nin taburu kilitledi orayı. Anzak çıkarması için bir takım spekülasyonlar var. Anzakların amacı zaten Türkleri üzerine çekmekti deniyor.

 

Siz katılıyor musunuz bu görüşe? Yani bunun bir yanıltma harekâtı olduğuna ?

Oyalama demek daha doğru. Çünkü yanıltma harekâtı demek, Anzak çıkarmasını, “Türk savunmasını direkt olarak üzerimize çekelim sonra tahliye ederiz” gibi çok basite indirgemek olur. Dolayısıyla Çanakkale anlatımında Seddülbahir Cephesi’nin en azından 6 Ağustos’taki ikinci çıkarmaya kadar daha fazla vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ana cephe orası. Bu Anzak’ı küçümsediğim anlamına gelmiyor. Ama bakacak olursanız Anzak’ta 19 Mayıs’taki Türk saldırısından sonra çok kapsamlı bir şey olmuyor. Ama öbür tarafa bakınca I. Kirte, bizim iki büyük gece saldırımız, 2. ve 3. Kirte , 1. ve 2. Kerevizdere, bir de arada ufak çapta çarpışmalar var, ki hepsi neredeyse her iki tarafa da 19 Mayıs’taki kayıp kadar mal oluyor. Bu muharebeler Batı Cephesi’nde bir nevi Somme ve Verdun’ün kopyası gibi yani. İngiliz komutasının her zaman için cephane ve asker kullanımında Seddülbahir’e önem verdiğini biliyoruz. Hatta 2. Kirte Muharebesi için Anzak Cephesi’nden asker çekiyorlar. Yeni gelen takviyelerin hemen hepsi de Seddülbahir’de kullanılıyor. Niçin? Çünkü hedef Alçıtepe ve sonrası Kilitbahir Platosu. Anzak için kimsenin daha sonra hedef konuştuğu falan yok.  Yani benim kahramanım kesinlikle Binbaşı Mahmut Sabri Bey.

 

İtilaf devletleri açısından Çanakkale’nin stratejik gerekçesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Çanakkale Muharebeleri I. Dünya Savaşı’nın bir parçasıdır ve ondan ayrı değerlendirilmemelidir. Bize klasik bilgi olarak öğretilen, gerçi bu da tartışılabilir, Çanakkale harekâtının kâğıt üzerinde Ruslara yardım gibi olmakla birlikte ben İtilaf devletlerinin kendi aralarında İstanbul, Doğu Akdeniz ve Osmanlı toprakları üzerinde ileride çıkması muhtemel bir paylaşım, ya da siyasi, politik, askeri üstünlük açısından da bir ön alma olduğunu düşünüyorum. Burada aslında çok iyi araştırılmayan, asıl araştırılması gereken konulardan bir tanesi Çanakkale’nin diplomatik savaşı. Bu savaş ise İtilaf devletlerinin kendi arasında, bizle değil. Böyle bir yönü de var. Rus Dışişleri Bakanı Sazonof’ un anılarını okumuştum, Çanakkale harekâtından çok da memnun olmadıklarını açıkça söylüyor.

Neden?

Aslında harekâtın başlangıcında Churchill bunu belirtir, Rusların da aynı zamanda boğazın kuzeyinden harekât yapmaları gerekiyordu, fakat Rus genelkurmayı Almanlarla olan cephesinden kuvvet kaydıramayacaklarını belirttiler. Ruslar İstanbul’un geleceğiyle ilgili diplomatik olarak söz söylediler. Burada çok önemli bir kozları da vardı, “Almanlarla biz ayrıca barış yaparız” diye tehdit ettiler müttefiklerini. Yani bir şekilde bu tehdit diplomatik olarak söylenebilecek en üst düzeyde söylendi İngiliz ve Fransızlara. “Eğer bu dediklerimiz kabul edilmezse, biz Almanlarla ayrıca barış yaparız” dediler. Almanlarla barış yapılması demek Batı Cephesi’nin çökmesi demek. İngilizler kara ordusu olarak çok güçlü değiller ve Alman ordusu zaten Fransız topraklarında. Bir de o kadar tümenin serbest kalıp Fransızların üzerine yüklenmesi demek savaşın bitmesi demek.

 

Çanakkale’de İtilaf ordusunun komutanı General Ian Hamilton faktörü var. Siz nasıl buluyorsunuz Hamilton’ı, Liman Paşa’yla karşılaştırınca?

Ben, Hamilton’un olayları okuma konusunda biraz Liman Paşa’dan daha geç davrandığını düşünüyorum. Liman Paşa’ın şansı savunma yapan bir orduda bulunuyor olması. Savunma yapan aslında saldırana göre daha şanslıdır olayları görüp tedbir alma açısından. Hamilton’un burada en önemli problemi bence kendi emrinin altındaki komutanlara müdahalede biraz geç kalıyor olmasıydı. Bir şey söylerken asker gibi değil de “yapar mısınız, eder misiniz” şeklinde konuşuyordu.

 

Anafartalar’ın Mustafa Kemal kaynaklı bir önemi de var; çünkü Milli Mücadele’yi başlatan komutanın üzerinde taşıdığı unvan. Anafartalar’ın Çanakkale Savaşı’ndaki rolü nedir ?

Aslında Anafartalar ve Conkbayırı desek daha doğru. Çünkü Anafartalar, Sarıbayır’la birlikte değerlendirilmeli. Çünkü burada Yeni Zelanda ağırlıklıların, Sazlıdere’den, yani dereler içinden Conkbayırı ve Kocaçimentepe’yi hedefleyen bir ileri harekâtı söz konusu. Ki bilindiği gibi 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal 13 Haziran’da III. Kolordu’yu “buradan harekât olur” diye uyarmış, kolordu komutanı Esat Paşa ise Mustafa Kemal’e “gelmezler efendi” diye yanıt vermişti. Yapılacak bir harekatı 1,5 ay önceden tahmin edebilmesinin, Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğüne çok çarpıcı, güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Yeni Zelanda birliklerinin bu gizli harekâtını örtmek için İtilaf ordusu,   Seddülbahir’de, Kanlısırt’ta, Merkeztepe’de, Boyun’da (Nek) birbiri ardına saldırılar düzenlemişti. Yani Osmanlı ordusunun kuzey grubunun kafasını karıştırmak istemişlerdi, acaba hangisi gerçek harekât diye. Ki Nek’teki harekât bilindiği gibi Mel Gibson’ın oynadığı 1982 yapımı Gallipoli adlı filmde anlatılmıştır. Aynı zamanda Suvla’da eşzamanlı bir çıkarma da yaptılar. Şöyle bir bakarsanız 6 Ağustos 1915’te Gelibolu Yarımadası’nda o zamana kadarki en büyük harekât gerçekleştirilmiştir. Seddülbahir’de İtilaf saldırısı öğle vakti başlıyor, Kanlısırt’ta akşam saat 5’te. Merkeztepe’de ardı ardına saldırılar, artı 7 Ağustos sabaha karşı da Nek’te saldırı. O arada da gizlice derelerden içlerinde Yeni Zelanda’nın yerli halkı Maurilerin de bulunduğu Yeni Zelanda birlikleri Conkbayırı’nı hedefliyorlar. Aynı zamanda da bir kolordu Suvla’da karaya çıkıyor. Çok kapsamlı bir harekât. Zaten hazırlıklar Mayıs’ta başlıyor. Hatta en hareketli günlerden biri diyebiliriz 6 Ağustos’a.  Şöyle formülize edebilirim, 6- 10 Ağustos arası, en uzun 5 gün diye tanımlarım. O beş gün içinde olan olaylar Çanakkale kara muharebelerinin en çok seyrini değiştiren harekâtlardır. Çünkü sürekli bir hareket var ve bir de bizimkilerin olayı anlama süreci var. Bizimkilerin olayı anlaması gece o dereleri savunan 14. Alay’dan gelen arka arkaya baskın haberlerinin Kuzey Grubu’na gelmesiyle gerçekleşiyor. Harekâtın asıl hedefinin Conkbayırı olduğu anlaşılıyor. Çünkü Kanlısırt ilk başta elden çıkınca çok panik yapıyorlar. İşte Alman subay Hans Kannengiesser’i oraya kaydırıyorlar, Seddülbahir’den birlik istiyorlar. 

Tabii olayın Anafartalar boyutu var. Şimdi ta Bolayır’dan iki tane tümen, 7. ve 12. tümenler yürütülmeye başlanıyor Anafartalar’a çıkarma yapılınca. Tekketepe’yle Suvla körfezi arası yaklaşık 5 kilometre, Tekketepe’yle Bolayır’ın arası ise yaklaşık 45-50 kilometre. Bakın 10 kat daha uzaktaki olan Osmanlı birlikleri neredeyse Tekketepe’ye İngilizlerle aynı zamanda geliyorlar. Yani aslında İngilizlerin gerçekte ne kadar yavaş davrandıkları çok açık ortada. Üstüne Bolayır’dan getirilen tümenlerin Grup Komutanı Ahmet Feyzi Bey, o iki tümen komutanının da görüşüyle hemencecik saldırıya geçmek istemiyor. Zaten Mustafa Kemal’in Anafartalar Grup Komutanı olarak atanmasının nedeni de Ahmet Feyzi Bey’in Liman Paşa’nın “hemen saldırın” emrini dinlememesi. Ben buna şöyle bir teori getiriyorum. Bu iki tümen Seddülbahir’de daha önce hazırlıksız birliklerin savaşa girer girmez nasıl yok olduklarını biliyor; tümenlerin komutanı olan Selahattin Adil de, Halit Bey de. Dolayısıyla güya onlar dinlenme amacıyla Bolayır’a gitmişlerdi fakat tekrar kendilerini savaşın yeniden en ortasında  buldular. Dolayısıyle Çanakkale’de böyle 57. Alay öne çıkarılır ama, bana kalırsa 2. Tümen, 12. Tümen, 7. Tümen joker gibi kullanılan birlikler. Biz tabii Mustafa Kemal’den dolayı 57. Alay’ı ön plana çıkarıyoruz, ama çok daha önemli görev almış birlikler var. Bu sırada Conkbayırın’a yardıma giden Kannengiesser biliyorsunuz Yeni Zelandalılardan önce yetişiyor ama bir makinalı tüfek atışıyla ağır yaralanıyor, görevini Hulusi Bey’e bırakıyor, Cemil Conk geliyor, özetle bir süre komuta konusunda bir karmaşa var Conkbayı’nda; birlikler dağılmış. Burada yine Esat Paşa’nın doğru kararıyla Liman Paşa’ya Anafartalar Grubu komutanı olarak Ahmet Feyzi Bey yerine Mustafa Kemal öneriliyor. Esat Paşa’nın referansıyla M. Kemal başa geçiyor. 8 Ağustos’u 9 Ağustos’a bağlayan  gece belki de Conkbayırı ve Anafartalar muharebelerinin en kritik gecesidir.  Çünkü Anafartalar’da bizimkiler Tekketepe’nin arka taraftan yamaçlarına ulaşmış durumda, Conkbayı’nda ise Yeni Zelandalılar Conkbayırı’nın denize bakan yamaçlarını ele geçirmiş durumdalar Malone gibi kendi ulusal kahramanlarının komutasında. Ve artık Conkbayırı neredeyse düştü düşecek. Ciddi komuta karmaşası var. İşte  Mustafa Kemal’in orada Liman Paşa’nın kurmay başkanı Kazım İnanç’la konuşması ve ona “bütün kuvvetler bana bağlı olsun” demesi. Bu bence çok önemli. Çünkü burada M. Kemal’in Conkbayırı savunmasını Anafartalar’dan ayrı tutmadığını görüyoruz. Çünkü aslında ona ilk yapılan teklif Anafartalar Grup Komutanlığı. Yani yine bir olayı güzel okuma durumu var. Anafartalar savunması Conkbayırı’na bağlı. Çünkü Conkbayırı tepelerini ele geçirirlerse Anafartalar’da tutunamazsınız. Adamlar orayı ateş üstünlüğüyle ele geçirirler. Hem Anafartalar, hem Conkbayırı, “ikisi birlikte çok gelmez mi” diye sordurtuyor Liman Paşa kurmay başkanı üzerinden Mustafa Kemal’e, o ise “az bile gelir” diyor. Okumaya bakın sadece Anafartalar Grubu’nu kabul etmiyor, Conkbayırı’nı da bana vereceksiniz diyor. Ve ilk önce Anafartalar’ı toparlıyor. Bana kalırsa I. Anafartalar Zaferi denir, ama sonuçta o ilerleyen düşmanı durdurmadır. Hani böyle bir meydan muharebesi yapıp da adamları yok etmek yok. Ama taarruz güçlerini kırıyor. Mustafa Kemal Anafartalar’dan hemen sonra Conkbayırı’na geliyor. Ve orada İtilaf ordusunu yamaçtan aşağı atıyor.

 

Çanakkale’deki en kritik muharebe Conkbayırı değil mi zaten ?

Tabii, tabii. Bakın biz Çanakkale’de genellikle, hatta hemen hemen bütün taarruzlarımızda başarısızız, Conkbayırı hariç. O da gene denize sürme değil, tepeleri elde tutma. Yani adamlarda artık tekrar taarruz yapma direncini kırıyorsunuz. Artı, Yeni Zelanda makinelileri  İngilizleri tarıyor, bizim saldırımızı durdurmak için.

Aslında bizim kaybımız da çok fazladır. Conkbayırı’ndan aşağı baktığınız zaman uçurumdur, Mehmetçik oradan artık uçuyor. Ben bir binbaşının anısını okumuştum, Kadri Perk’ti sanırım. Uzaktan bir komutan gördük diyor, yanında maiyetiyle geliyor. 10 Ağustos sabaha karşı 4 sıraları. Böyle geldi, “hey sakallı ne yapacağız, İngilizleri mahvedeceğiz değil mi” dedi ve askerlerin omuzlarına vurdu diyor. M. Kemal ona çok dikkat eder. Bir kere, cephede önde bulunmaktan hiçbir şekilde çekinmez. Artı askerin motivasyonuna önem verir. Kendisinin daha seküler olduğunu biliyoruz ama asker motivasyonu denince dini söylemi çok etkili bir şekilde kullanmıştır. Biz oradaki askerin motivasyonunu da zaten onun Ruşen Eşref’e verdiği söyleşiden öğreniyoruz. Bu çok enteresan bir şey aslında, muhafazakâr kesim Çanakkale’deki rolünü küçümsese de askerin maneviyatını Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği örneklerde buluyor. Atatürk’ün askerin Kur’an okuyarak, dua kuyarak öleceğini bile bile saldırıya geçmesini anlattığı, Çanakkale ruhunu tanımladığı Bombasırt vakası diye  bilinen olayda olduğu gibi. 

 

Gerek Anzak Sektörü’nde, gerek Seddülbahir’de başka isimler var mı öne çıkan?

Tabi 27. Alay Komutanı Yarbay Şefik Aker Bey var mesela Arıburnu’nda 25 Nisan sabahında. Bilindiği gibi Arıburnu’na yapılan Anzak çıkarmasında İtilaf ordusunu karşılayan ve onu kavrayarak bulundukları sırtlardan geri püskürten 27. Alay’dır. Mustafa Kemal’in başında olduğu 57. Alay Şefik Bey’in alayının bu müdahalesinden yaklaşık 2-3 saat sonra Kocaçimentepe-Conkbayırı istikametinden, yani sağ cenahtan Anzakları kavramıştır. Ben bir makalemde şunu demiştim: 25 Nisan aslında küçük rütbeli komutanların başarısıdır. İnisiyatif kullanmışlardır çünkü; Mahmut Sabri Bey, Mustafa Kemal Bey, Şefik Aker Bey. Bu subaylar sayesinde bizim savunma şekillenmiştir. Yani üst komuta kademesinin neredeyse öğleden sonrasına kadar doğrudan bir etkisi yok 25 Nisan sabahında. Hani ihtiyat birlikleri gelecekti, direkt müdahale edecekti, düşmanı denize dökecekti?

 

 “Geliboluyu Anlamak” sitesinde önem verdiğiniz Gelibolu savaş alanları konusu var. Tarihi alanın bu güne aktarılmasında sorun nedir?

Açıkçası ilk planda oraya giden ve yabancıların bakımlı mezarlıklarını gören, onların ta 1930’lu yıllardan beri o şekilde düzenli olarak bakıldığını öğrenen bir kişi için rahatsız edici bir etki yapıyordu. Ve 2000’li yıllarda o dönemde güzel bir şehitlik yapılsın diye ben de istemiştim. Burada, belli ki genel bir kamuoyu hassasiyeti de dikkate alınarak Çanakkale’ye yeni şehitlikler yapıldı. Bölgeye ziyaretlerin de artmasıyla birlikte belediyelerin otobüs tutarak günübirlik turlar düzenlemesiyle ve oradaki bir takım ihtiyaçlar dolayısıyla şehitliklerin yeniden tanzimine başlandı.  Burada bu uzun dönem şehitlik planının ana amacı bölgeye olabildiğince az müdahaledir. Fakat belli bir dönemden sonra iş şirazesinden çıkmaya başladı. Dolayısıyla ben şu anki genel bakış açısının bölgeye bir tarihi alan olarak bakılmaktansa, oradaki boşlukların değerlendirilmesi gereken bir alan gibi görüldüğünü düşünüyorum. Bir şehitlik yaparken bile, dikkat edilmeden betona boğuyorlar. Arıburnu’nda görmüşsünüzdür sağ tarafta bizim yeni yapılan şehitlikler var, deniz tarafında İtilaf kuvvetlerinin çok daha önceden yaptıkları mezarlıklar var savaş alanını tahrip etmeden gerçekleştirilmiş. Yapılması gereken orijinalliği bozmadan belki bir bilgi notu koyup patika yolla bağlamak. Ama işler yarımadanın tarihi bütünlüğünü bozacak dereceye vardı. Bunlar için hiçbir tarihçiden doğru düzgün veya çevre uzmanından danışmanlık alınmıyor. Çanakkale ziyaretleri anıt odaklı yapılıyor, yani muharebe alanı odaklı yapılmıyor. Ben çok ciddi anlamda korkuyorum 100. yıl geçtikten sonra bölge müteahhitlerin ve turizm yatırımcılarının saldırısına uğrayacak. 

 

Çanakkale Zaferi kutlamasının dünyada Ermeni tehcirinin başlangıcını temsil eden gün olan 24 Nisan’a taşınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Diplomatik bir kurnazlık yapılmaya çalışıldı, ama bu meselede hiç buna gerek yoktu. Bir kere şunu söylemek lazım 25 Nisan 1915’in dünya tarihindeki önemini bilmek, o günün yıldönümünde sat 04.30’da bölgede olmayı gerektirir. Tarihte “an”lar önemlidir.Bunun öyle, bir gün önceden başlatalım gibi bir mazereti olamaz. Bunu, eğer siz dünyaya bir barış mesajı vermek istiyorsanız o şekilde yapmalısınız. O yüzden bunu doğru bulmuyorum. Artı, aslında Çanakkale’nin ve Ermeni tehcirinin 100. yılı bizim için tarihimizin en önemli olayları. Bunlardan birini görmezden gelmeye gerek yok. Yani soykırım demenize de gerek yok ama sonuçta Anadolu’da bir dram yaşanmış.  Evet bizim insanımız da yaşadı ama öbürleri de bizim insanımız.

 

Bu röportaj, Çanakkale Savaşı’nın 100. Yılı nedeniyle hazırlanan “Atlas Tarih Dergisi Çanakkale Savaşı Özel Sayısı’nda yayınlanmış, dergi editörünün iziniyle sitemize konulmuştur.

               
 
 
Text-to-speech function is limited to 100 characters
 

19.426 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir