TÜRK HALKBİLİMİ ARAŞTIRMALARININ ÖNCÜ İSMİ MEHMET HALİT BAYRI
Baba tarafından Diyarbakırlı olan Mehmet Halit Bayrı, 8 Şubat 1896’da Üsküdar Kazaasker Mehmet Efendi Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Bahriye Çarkçısı Kolağası Ahmet Efendi’dir. Küçük yaşta yetim kalan Mehmet Halit, annesi Maide Hanım tarafından yetiştirilmiştir. İlkokuldan sonra, Galata Mekteb-i Rüştiyesi’nde ve Kabataş Mekteb-i İdadisi’nde okumuştur. Ardından Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ne girmiştir. Mehmet Halit’in biyografisini kaleme alanlar onun üniversiteyi bitirdiğini belirtseler de Fahri Ç. Derin “… altı sömestr edebiyat şubesine devam etmiştir. Fakat mezuniyet imtihanına girmediğinden, buradan ayrılmak zorunda kalmıştır.”[1] demektedir. Maalesef bu bilgiyi doğrulamak mümkün olmamıştır.
Mehmet Halit, askerliğini Çanakkale’de, 16. Nizamiye Fırkası’nda yedek subay olarak yapmıştır. Çanakkale Savaşı anılarını Cephe Arkadaşı adlı bir defterde toplayan M. Halit, savaştan hemen sonra Halit Oğuz takma adıyla Maziden Bir Yaprak (İstanbul 1335 / 1919) adlı bir kitap yayımlamış ve kitabın gelirini İhtiyat Zabitleri Teavün Cemiyeti’ne bırakmıştır.
“Cephe Arkadaşı” adlı defterde de belirttiği üzere ilk memuriyeti, 24 Kasım 1329’da (7 Aralık 1913) tayin edildiği Malkara kazasının Şahin nahiyesi katipliğidir. Bu görevinin ardından Edirne Nafia Merkez katipliği, Meclis-i Ayan Evrak Kalemi mukayyitliği, Evrak Kalemi dosya memurluğu vb. memuriyetlerden sonra 16 Mart 1340’ta (16 Mart 1924) İstanbul Postanesi Dahili Mensure Dairesi memurluğuna ve 24 Şubat 1341’de (24 Şubat 1925) İstanbul Şehremanet-i Umumiye-i Belediye katipliğine tayin olunmuştur. 22 Temmuz 1953’te Mezat Müdürlüğü’nden emekli olana dek, İstanbul Belediyesi’nde çeşitli işlerde çalışmıştır. Bir kez evlenen Mehmet Halit’in kısa süren evliliğinden çocuğu olmamıştır. Emekli olduktan sonra bir süre Remzi Kitabevi’nde redaktörlük ve düzeltmenlik yapmış ardında da ölene kadar Çocuk Esirgeme Kurumu İstanbul Şubesi Müdürlüğü görevini sürdürmüştür.
27 Ekim 1958’de vefat eden Mehmet Halit Bayrı, Merkezefendi Kozlu mezarlığına defnedilmiştir.
Mehmet Halit Bayrı’nın, edebiyat ve halkbilimi araştırmaları ve çalışmaları uzun bir geçmişe sahiptir. Maziden Bir Yaprak’ın yayınlanmasından kısa bir süre sonra, 1922’de İsmail Hakkı Ertaylan’ın yayınladığı Düşünce dergisinde yazı işleri müdürlüğü yapmıştır. Nisan 1924’te Anadolu Mecmuası’nı yayınlamaya başlamıştır. Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Prof. Hilmi Ziya Ülken, Reşat Şemsettin Sirer, Haydar Necip, Halit Nazmi Keşmir ve Ord.Prof. Z.Fahri Fındıkoğlu’nun yazılarına yer veren derginin ömrü kısa olmuş, dergi birinci yılın sonunda kapanmıştır. Kısa yayın hayatına karşın, Anadolu Mecmuası, Mehmet Halit Bayrı’nın halkbilimi araştırmacılığında önemli bir aşama olmuştur. Dergi, Türk düşünce tarihinde “Anadoluculuk” diye adlandırılan ve 1970’li yıllara kadar değişik adlar altında devam eden hareketin başlangıç noktası sayılabilir.
Mehmet Halit’in fikir hayatımızın tarihçesi içinde bilhassa Anadolu Mecmuası safhası mühimdir. Mükrimin Halil, mecmuanın tarih fikriyatını, Hilmi Ziya sanat tarafını beslerken Mehmet Halit de Anadolu edebiyatının muhtelif nevilerini tanıtmıştır. Üstelik Naki Tezel’in pek güzel belirttiği gibi teşkilatçılığını da bu fikri faaliyetine katmıştır.
İleride 1924-1925 tarihinin İstanbul ve Anadolu’daki fikir cereyanlarını araştıracak olanlar Anadolu Mecmuası ideolojisi üzerinde durmaya mecburdurlar.[2]
Mehmet Halit Bayrı’nın, Türk halkbilimi üzerinde düşünmeye ve çalışmaya henüz Darülfünun öğrencisiyken başladığı, bu düşüncelerini sınıf arkadaşı olan Z. Fahri Fındıkoğlu ile pek çok kez paylaştığı anlaşılmaktadır. 1927 yılında, Fındıkoğlu, Anadolu folkloru derlemek için bir dernek kurulması gerektiği düşüncesini ilk olarak Mehmet Halit’e açmış; iki arkadaş, o tarihlerde İstanbul Belediyesi Konservatuarı Müdürü olan Yusuf Ziya Demrici’ye giderek birlikte çalışmayı teklif etmişler ve birlikte bir tüzük hazırlamışlardır. Bu çalışmanın ardından Halkbilgisi Derneği, 1927’de Ankara’da kurulmuştur. Kurucuları arasında, İshak Refet Işıman, İhsan Mahvi’nin de bulunduğu derneğin İstanbul şubesinin açılması gerekliliği ortaya çıkınca Z.Fahri Fındıkoğlu, bu görevi Mehmet Halit’e vermiştir. Şehzadebaşı’ndaki İstanbul Konservatuvarı’nın bir odasında çalışma imkânı bulan Mehmet Halit; Abdülkadir İnan, Agâh Sırrı Levent, Prof. Mehmet Fuat Köprülü, Prof. Ahmet Caferoğlu, Ahmet Kutsi Tecer, Ekrem Besim, İhsan Hamamioğlu, İzzet Adil, Melahat Sabri, Mahmut Ragıp Gazimihal, Raife Demirci, Prof. Dr. Süheyl Ünver, Haluk Nihat Pepeyi ve Sırrı Numan Bilge ile birlikte, “İstanbul Türk Halkbilgisi Derneği”ni faaliyete geçirmiştir.
Halkbilgisi Derneği, kısa bir süre içinde ülkenin kültür hayatında önemli bir yer tutmuş, pek çok araştırmacı ve bilim adamının desteğini görmüştür. Bu ilgi nedeniyle dernek yönetimi, diğer il ve ilçelerde de temsilcilikler açmaya, İstanbul şubesini de merkez şube haline getirmeye karar vermiştir. İstanbul Halkbilgisi Derneği, bu yeni yapılanma sonucunda derneğin yayın faaliyetlerini de sürdürmekte görevlendirilmiştir.
İlk sayısı 1 Kasım 1929’da yayımlanan Halkbilgisi Haberleri 19. sayısından sonra Anadolu’daki bayilerin satış bedellerini düzenli olarak ödememeleri yüzünden basım giderlerini karşılayamamış ve kapanmak zorunda kalmıştır. Derginin 20. sayısı, 25 Nisan 1933 tarihinden itibaren Mehmet Halit büyük gayretleri ve basım giderleri Eminönü Halkevi tarafından karşılanarak yeniden yayımlanmıştır. 124 sayı yayımlanan dergi, Şubat 1942’de kapanmıştır.
… bu eşsiz folklor dergisi bir kısmı kendi imzasıyla bir kısmı ise imzasız olarak, Mehmet Halit Bayrı’nın kaleminden çıkmış veya süzgecinden geçmiş pek değerli yazılarla ve bu alanda en yetkili kişilerin etütleri ve derledikleri malzemelerle on yıl, dört ay yaşamıştır. 3000 sayfalık 10 büyük cilt tutan bu değerli ilim dergisi, sayfalarındaki, milli hayatımızın çeşitli yönleriyle ilgili ve halk edebiyatımızın bütün kollarına ait çok değerli malzeme ile paha biçilmez bir hazine olarak kitaplıklarımıza mal olmuştur.[3]
Mehmet Halit Bayrı’nın halkbilimi araştırmalarındaki öncü faaliyetlerinden biri de derleme gezileridir. 1932’de Yusuf Ziya Demirci ve Hikmet Turhan Dağlıoğlu ile Balıkesir, Dursunbey ve Sındırgı’da iki aya yakın süren derleme çalışmalarında, Mehmet Halit büyük bit titizlikle bu bölgelere ait folklor malzemesini derlemiş ve tasnif etmiştir. Gezi dönüşünde başta Halkbilgisi Haberleri olmak üzere çeşitli dergilerde, derlediği bu malzemeyi son derece sistematik bir biçimde yayınlamış ve Halk Âdet ve İnanmaları (İstanbul 1939) ve Balıkesirli Bir Şair (İstanbul 1935) adlı kitapları hazırlamıştır.
Yusuf Ziya Demircioğlu, birlikte çıktıkları derleme gezisinden şu anıyı aktarmaktadır:
Onunla Garbi Anadolu’ya yaptığımız bir tetkik seyahatinde Dursunbey’de çok bol folklor malzemesi gördüğü vakit bana: “Aman Yusuf Ziya Bey, Belediye’den bir ay izin daha alalım, burada çalışayım. Hiç kimseden masraf ve yol harçlığı istemem.” demişti.[4]
1936’da Prof. Mehmet Fuat Köprülü’nün milletvekilliğine seçilmesi üzerine Eminönü Halkevi’nin Dil, Edebiyat ve Tarih Şubesi’nin başkanlığına getirilen Mehmet Halit, bir süre, Eminönü Halkevi’nin yayınladığı Yeni Türk dergisinin de yazı işlerini üstlenmiştir.
1943’te bütün derneklerin halkevleri ile birleştirilmesi sonucunda Halkbilgisi Derneği bağımsız bir teşkilat olma özelliğini yitirmişse de 1947’de yeniden kurulmuştur. Derneğin UNESCO ile ortaklaşa düzenlediği kongrelerin ikincisinde 18 Kasım 1950’de Mehmet Halit, yayın heyetine seçilmiş ve İhsan Hınçer tarafından yayımlanan Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yazılar yazmaya başlamıştır. Mehmet Halit Bayrı’nın Türk halkbilimine katkılarını, çalışma arkadaşlarından Ahmet Kutsi Tecer şöyle ifade etmektedir:
Mehmet Halit’in şahsiyeti de Halkbilgisi Derneği ile başlayan hummalı çalışma devresi içinde gelişir. Birçok kıymetli etütleri bu zamana aittir. Onu yakından tanıyanlar bilir: Derneği yaşatmak uğrundaki sabırlı çalışması, sessiz feragati içindeki yorulmaz gayreti, Halkbilgisi Haberleri’ni çıkarmak hususundaki fedakârlığı, sebatı insanı hayran bırakır. On yıl devamlı olarak yayımladığı Halkbilgisi Haberleri onun şahsiyetinin bir belgesidir.
Mehmet Halit’in eserleri zamanla değerlerinden kaybetmemiştir. Çünkü titiz bir çalışma mahsulü olan bu eserler, en başta halk şiiri hakkındaki incelemeler, her zaman için konuya ait kaynaklar arasında kalacaktır. Henüz basılmamış olan kitapları da yayınlanırsa karşımızda çalışkan bir hayat örneği bulacağız ki onun şahsiyetini yoğuran da bu sessiz, titiz ve olgun çalışmadır.
Halkbilgisinin memleketimizde derin tabakalara kadar yankılar yaratması, onun hem ilim ruhu ile hem idealist bir ruhla gerçekleşen feragatli çalışmasına çok şey borçludur.[5]
Mehmet Halit’in asıl önemli çalışmaları, bütünüyle İstanbul folkloruna aittir. Gerek Halkbilgisi Derneği gerek Eminönü Halkevi çatısı altında yürüttüğü İstanbul folkloru derlemelerini, Maniler (İstanbul 1932), İstanbul Argosu ve Halk Tabirleri (İstanbul 1934) ve İstanbul Folkloru (İstanbul 1947) adlı kitaplarda bir araya getirmiş; dergilerde pek çok makale yayımlamıştır. Yer Adları ve Yer Adlarına Bağlı Folklor Bilgileriyle İstanbul (tarihsiz) adlı eseri ise İstanbul toponimisiyle ilgili Türk dönemini göstermesi bakımından çok önemlidir. Mehmet Halit, bu eserinde İstanbul’un eski adlarından mesirelerini, kapılarından hamamlarına, cami ve mescitlerinden bunların avlularında gömülü önemli şahsiyetlere kadar pek çok konuya yer vermiştir. Mehmet Halit Bayrı’nın basılmamış eserleri içinde İstanbul Folkloru’nun ikinci cildi, İstanbul Semtleri, İstanbul Masalları da ve İstanbul’a ait daha pek çok çalışma bulunmaktadır.
Âşık Remzi Akbaş, Âşık Hilmi, Denizcioğlu ve İsmail Nami takma adlarıyla şiirler yazan Mehmet Halit Bayrı âşık edebiyatıyla ilgili makale ve kitaplarından birçoğunda da İstanbullu şair ve âşıklara yer vermiştir. Halk Şairleri Hakkında Küçük Notlar (1937), XIX. Yüzyıl Halk Şiiri (1956), XX. Yüzyıl Halk Şiiri (1957) başlıca eserleridir.
Mehmet Halit’in yayınlanmış eserlerinin dışında yayına hazırladığı ama olanaksızlıklar nedeniyle basılmayan çok sayıda eseri bulunmaktadır. Yeğenleri Hayrünnisa ve Mihrinnüsa Damgacı tarafından korunan evrakı içinde görebildiğim eserler şunlardır: Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar (6 cilt), Mutasavvıf Halk Şairleri Hakkında Araştırmalar (2 cilt), 19. Asırda İki Kadın Şair, Son Osmanlı Tarihçilerinden Birkaçı, Cephe Arkadaşı adını taşıyan Çanakkale Savaşı Hatıraları.
Mehmet Halit Bayrı’nın kitaplığı, yeğenleri tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’na el yazısı eserleri ise Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır.
“CEPHE ARKADAŞI” VE MEHMET HALİT BAYRI
Çanakkale Boğazı’na denizden taarruz ilk olarak 19 Şubat 1915’te Boğaz giriş istihkâmlarının bombardımanı ile başlar, 18 Mart 1915’teki nihai taarruz ile sona erer.[6]
18 Mart’ta yapılan bu bombardımanda, müttefik donanmanın 3 muharebe gemisi batar, amiral gemisi Quin Elizabeth olmak üzere gemilerin önemli bir kısmı da ağır hasar görür. 22 Mart’ta Mondros Limanı’nda Quin Elizabeth’te yapılan toplantıda Boğaz’ın denizden geçilemeyeceği anlaşılır: Artık sıra bir kara harekâtındadır.
Osmanlı Devleti muhtemel bir kara harekâtına karşı 24 Mart 1915’te 5. Ordu’yu kurar, komutanlığına da Alman Liman von Sanders’i atar. Liman Paşa 26 Mart’ta Gelibolu’ya ulaşarak hazırlıklarına başlar.[7] Çanakkale Muharebeleri’nin ikinci aşaması olan kara muharebeleri ise 25 Nisan’da başlar, 9 Ocak 1916 tarihine kadar devam eder.[8]
25 Nisan günü başlayan kara çıkarması çok şiddetlidir; Arıburnu’na gün doğmadan çıkmaya başlayan birliklerin toplamı 4.000 kişidir. Savunmadaki Türk askerinin sayısı ise gün ağardığında ancak 400’e ulaşır. Aynı durum Seddülbahir’de beş ayrı sahilde de geçerlidir.
Gelibolu Yarımadası’nı savunmakla görevli Albay Halil Sami Bey komutasındaki 9. Tümen ve 5. Ordu ihtiyatı olan Yarbay Mustafa Kemal Bey komutasındaki 19. Tümen birliklerinde zayiat saatler ilerledikçe artmaktadır.
O gün akşama doğru durum iyice kritikleşir. 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders İstanbul’a 17.05’te günün son raporunu gönderirken takviye birlik de ister. Raporda Kabatepe civarında muharebelerin başarı ile ilerlediğini beyan eder, 5. maddesinde ise 16. Tümen’i ister:
16. Tümen’den bir piyade alayı ve dağ topçusunun gemilerle Gelibolu’ya gönderilmesinin emir buyrulmasını rica ederim. Belki buradan Maydos’a [Eceabat] karşı kullanılır. Tümenin diğer kalan kısmının Uzunköprü ve Keşan üzerinden gönderilmesi ve hareketinin çabuklaştırılması, özellikle rica olunur.[9]
Yukarıda da belirttiğimiz üzere Ordu komutanı raporunda istediği birliği açıkça belirtir. Bu isteğe Başkumandanlıktan olumlu cevap ertesi gün gelir. 16. Tümen’in 125. Piyade Alayı ile bir dağ topçu taburu dört gemi ile 26 Nisan akşamı yola çıkarılır.[10] Tümen’in diğer iki alayı 47. ve 48. Alaylar ile tümenin Topçu Alayı, Sirkeci Tren İstasyonu’ndan demiryolu ile Uzunköprü’ye oradan da yürüyerek Keşan üzerinden cepheye aynı gün gönderilir.
26 Nisan günü trenle cepheye sevk edilenlerden biri de yayına hazırladığımız bu hatıratın yazarı Türk Halk Edebiyatı araştırmacılarının önde gelen isimlerinden Mehmet Halit Bayrı’dır.[11]
Seferberlik ilanı üzerine silahaltına alınan 19 yaşında bir yedek subay Mehmet Halit Bayrı’nın birliği ise Binbaşı İzzettin Bey komutasındaki 16. Tümen Topçu Alayı’dır.[12] Gerçi hatıratını o an yazmaya başlamaz ama trene ilk binişini, yolculuğa çıkışını teferruatlı bir şekilde anlatır.
Hatıratının tamamını vermeden önce Mehmet Halit’in birliği ve cepheye intikal sürecini genel hatları ile belirtmeye çalışacağız.
MEHMET HALİT’İN CEPHEYE İNTİKALİ
Çanakkale’de kara muharebelerinin başladığı ilk günlerde cepheye asker ikmali öncelikle denizden Gelibolu veya Maydos’a [Eceabat] yapılır. Marmara Denizi’nde Müttefik denizaltısı tehlikesinin baş göstermeye başladığı mayısın ilk haftası askerî birlikler Sirkeci veya Bakırköyü’nden Uzunköprü’ye kadar trenle nakledilip, buradan da Uzunköprü-Keşan yoluyla yaya olarak cepheye intikal ettirilir.[13]
Bayrı’nın da cepheye yolculuğu birçok Mehmetçik gibi çıkarma gününden bir gün sonra 26 Nisan’da başlar. Daha sonra yazacağı eserlerinden de anlaşılacağı üzere kendisi bir İstanbul âşığıdır ve hatıratındaki İstanbul’dan trenle ayrılışı ve hastalanıp vapur ile dönüşü hakkında yazdığı ifadeler bunu açıkça gösterir:
Artık o saniyelerde İstanbul’un erguvâni, şiirli akşamları hayalimizde uçuyor, yeşil parklar, mu‘attar kadınlar, süslü kelebekler, çiçekler, kamelyalı sokaklar dimağımızda uyanıyor, siyah ridâlar arasında birer fanus-ı akşam şeklinde gece parıldayan mesireler, Beyoğlu’nun sefahat-âlûd sokakları ve müzehheb her şey zihnimden geçerek bize birçok hatıraları yâd ettiriyordu.
Mehmet Halit Bayrı’nın alayının İstanbul’dan cepheye intikali çok hızlı bir şekilde gelişir. Bayrı, taburunun hareket edeceği bilgisi kendisine geldiğinde eşyalarını hazırlar, çavuşlara teslim eder. Evine veda için tekrar uğramak istese de yolda arkadaşından aldığı bilgi üzerine taburuna yönelir:
Taburumuzun akşamüzeri hareket edeceğini öğrendiğim cihetle izin alıp tekrar eve gelmek istedim. Topkapı’dan tramvaya bindim. Alay yaveri Mülazımısani Halit Efendi de tramvaya yetişti, fakat getirdiği haber iyi değildi. Taburun şimdi kışladan ayrıldığını Sirkeci’den Kuleliburgaz’a müteveccihen hareket edeceğimizi söyledi. Bunun için eve gidemedim.
Cephede yaşananlar cephe gerisinde de kendisini hissettirir. O gün trene binenlerin manzarası Mehmet Halit’in kaleminden şöyle nakledilir:
Efrat, hamallar vesaire çalışıyor, hummalı bir faaliyet ortalığın hay u huy-ı tannanını arttırıyordu. Kendisine yolluk kumanya tedârik edenden tutunuz da bilinmeyen hususi sebeplerden dolayı melül duranlar, arkadaşlarıyla, dostlarıyla konuşup veda edenler.
Hazırlıklar bittikten sonra tren öğlene doğru hareket eder:
Kampana [zil] çalındı. Hepimiz büyük kumandanlarımızın ellerini sıktık. “Allahaısmarladık” sözü havayı yırtıp uzuyordu. Biz de kompartımana girdik. Tren hareket etti.
Mehmet Halit’in treni birliğini Uzunköprü’de indirmez, Kuleliburgaz’a (Pythion) götürür. Burada trendeki toplar indirildikten sonra sırasıyla Uzunköprü, Paşayiğit Nahiyesi ve Keşan’a varılır.
Taburu 30 Nisan 1915’te Keşan’dan ayrılarak Koru Dağı’nı tırmanır. Yolda Bolayır’da Rumeli fatihi Gazi Süleyman Paşa’nın bombardıman nedeni ile harap olmuş türbesini ve Namık Kemal’in kabrini ziyaret eder. Bolayır’dan sonra ise Gelibolu’ya hareket eder. Gelibolu’ya öğlene yakın girilir. Mehmet Halit Bayrı savaşın ne olduğunu ilk defa burada görür. Gelibolu’dan ayrılırken Saros Körfezi’nden aşırtma yapılan bombardımana maruz kalır. Artık savaş bütün şiddeti ile hissedilmektedir:
Mermiler birbirini takip etmeye başladı. Biz bunlar üzerinde düşünüyorduk. Gülleler, Bolayır cihetinden geliyor, Gelibolu’nun üzerinden aşarak denize düşüyor, büyük su sütunları havaya yükseliyordu. Bir dakika sonra mermiler şehre düşmeye başlayınca tereddüdümüz kalmadı.
Mehmet Halit, Gelibolu kasabasından çıkarken şehir hâlâ yanmaktadır:
Şimdi güneş altın ışıklarıyla Gelibolu’yu yıkıyor, düşmanın çıkardığı yangınlar hâlâ devam ediyordu. Biz mahzun fakat kuvvetli bir intikam duygusuyla mücehhez olduğumuz halde Maydos’a doğru ilerliyorduk.
Mehmet Halit, Gelibolu’dan ayrılırken Maydos’a [Eceabat] müteveccihen yürüdüğünü belirtse de taburu Maydos’a gitmez. Yolda, gelen emir üzerine birlik Yalova, Bigalı üzerinden 3 Mayıs’ta Kumköyü’ne varır. Buradan ise 5/6 Mayıs’ta hareket edilerek Kanlıkuyu’ya[14] intikal edilir:
23 Nisan [1]331 Perşembe [6 Mayıs 1915] günü sabahı Kanlıkuyu’ya fırkamızla gelerek açık karargâh kurduk.
Taburu burada bir hafta kaldıktan sonra 12 Mayıs 1915’te İsmailoğlu Tepe’ye intikal ettirilir:
Nisan’ın yirmi dokuzuncu [12 Mayıs] günü öğleden sonra ani bir emir bizi mevzilere, mevzilerimize teveccüh ettirdi. Zaten harekete âmâde olan bataryamız metinâne bir yürüyüşle yola koyuldu. Tabur karargâhı ile birinci bölüğümüzü arkada bırakmıştık.
Mehmet Halit Bayrı burada geçirdiği günleri ve yaşadığı önemli hadiseleri hatıratında genişçe anlatır:
Burası, bir yandan dinlenilen bir yandan da gelecek günlerin merakı ile insanı karamsarlığa düşüren bir yerdir. “Ben askerlikten uzakta yaşayışın tadını emerken kabil değil, bunları düşünmemiştim: Bana her şeyi izhar eden (meydana çıkaran) vatanım için her fedakârlığı yapmak.”
İsmailoğlu Tepe’de iki hafta kalan Bayrı’nın birliği 27 Mayıs 1915’te hareket emri alır. Toplar hazırlanır. Bataryası İsmailoğlu Tepe’de kaldığı müddetçe hiçbir zayiat vermez. Tepeden “bila-vukuat” ayrıldıkları için Allah’a şükreder. Mehmet Halit Bayrı 19 Mayıs 1915 gecesi yapılan, neticesi hazin taarruzdan[15] sonra Topçular Sırtı’na nakledilir. İsmailoğlu Tepe’den ayrılan batarya Kanlıkuyu vadisinden tekrar geçip Bigalı Köyü’nden geçerek Kocadere Köyü üzerinden Adana Bayırı’na geçer:
“Bölük sağdan yürü marş!” kumandasını verdi. Şimdi bütün batarya harekete gelmiş, yürüyor ve biz onu nur ve hande dolu kalplerimizle takip ediyorduk. Yürüdük, yürüdük… Yolda Anafarta-yı Kebir Köyü’nden badehu fırka ve alayımıza bir müddet karargâh olan Kanlıkuyu Deresi’nden geçerek ve akşama Bigalı Köyü ilerisinde kavuşarak yürüdük.
Ertesi gün 14 Mayıs’ta Uzundere Vadisi’ndeki tabur karargâhına varılır. Buraya vardıklarında saat 9.00’dur. Asker biraz dinlendikten sonra hedef yeni mevzilerdir:
Yeni mevzilerimiz Arıburnu mıntıka-yı harbi sol cenahında yüz beş rakımlı tepenin cenûb-i garbisindeki Topçular sırtları denilmekle maruf sırtlardadır. Tabur ve alay karargâhı Uzun Dere Vadisi’nde olup bu vadinin biraz gerisinde inşa olunmuştur. Taburlarımızın önüne kırk yedinci (47.) ve kırk sekizinci (48.) piyade alayımızın siperleri tesadüf eder.
Mehmet Halit Bayrı yaralanma veya hastalanma nedeni ile İstanbul’a nakledilene kadar burada kalır. Daha sonraki süreç hakkında bir bilgi vermez.
İSTANBUL’A DÖNÜŞÜ
Temmuz ayı içinde hastalanan Mehmet Halit, Akbaş İskelesi’nden bindiği “Gülnihal” vapuru ile İstanbul’a geri döner. Cepheden erken dönmek zorunda kalan Mehmet Halit’in günlüğü, 19 Haziran 1331 (2 Temmuz 1915) tarihinde sonlanır.
1335 [1917] yılında basılan Maziden Bir Yaprak adlı kitabına “Şehitler” başlığı ile “Cephe Arkadaşı” adlı hatıratında olmayan başka bir metin koyar. Bu metnin altında verilen tarih ise günlüğüne son kaydından daha sonraki bir tarihe 1 Ağustos 1915’e tesadüf eder.[16] Bu ise Mehmet Halit’in bu tarihe kadar cephede olduğunu göstermektedir.
Mehmet Halit’in cepheden tedavi için İstanbul’a dönüşü de kendisi için ayrılışı gibi hissî olur.
Akbaş’tan “Gülnihal”e[17] râkip olduğum [bindiğim] dakikada bana sordular:
– Geçmiş olsun bey, İstanbul’a mı avdet buyurulur?
– Evet, bir ay tedavi…
Bu cevap pek gayr-i ihtiyari verilmişti. İstanbul’u uzun müddet görmemiş, onu belki de tamamen unutmuştum. Dimağımı biraz yordum. Acaba İstanbul’u tahayyül edebiliyor muydum?
Mehmet Halit yolculuğu boyunca İstanbul’u düşünmektedir. Kendi ifadesi ile İstanbul’u hayal etmekten onu yine İstanbul uyandırır:
Ben yalnız onunla meşgul yatıyordum, çok ilerledik, Gülnihal birdenbire durdu. Herkes pencerelere koşuştu, bağırdılar:
– Haydarpaşa…
Kalkmadım bile… Yine yürümeye başladık. On dakika sonra bir gulgule daha… Herkes yine pencerelere…
– Sarayburnu…
Şimdi yerimden oynadım, ben de pencereden başımı uzattım. “Akbaş”tan beri dimağımdan hiçbir şeyin silemediği İstanbul’un hayalini yine İstanbul sildi.
CEPHE ARKADAŞI
Yukarıda yol güzergâhını verdiğimiz Mehmet Halit Bayrı’nın Çanakkale Cephesi’nde yaşadıklarını yazdığı metinlere “Harp Hatıraları” başlığını koysa da sonradan hatıratına üzerinde “Cephe Arkadaşı”[18] ismi yazan bir kapak yaptırır.
Biz de Mehmet Halit Bayrı’nın bu tercihini esasa aldık. Hatıratını [günlüğünü][19] İstanbul’dan hareketinden yirmi gün sonra ilk satırları “Bolayır” başlığı ile İsmailoğlu Tepe’de 3 Mayıs 1331’te [16 Mayıs 1915] yazar. İsmailoğlu Tepe’ye 12 Mayıs 1915’te varılır. Bundan sonra yaşanan olayları 10-15 gün sonrasından kaleme alır.
Hatıratının ilk altı başlığını burada yazar. Buradaki son yazısının tarihi 28 Mayıs’tır. Bundan sonra hatıratını yazacağı yer Uzundere Vadisi’dir. Bu yazılarının altına Uzundere Vadisi Pınarı ifadesini koyar.
Ayrıca “Hücum” ve “Askerin Destanı” başlıklı iki şiir de kaleme alan Mehmet Halit Bayrı bu şiirlerin başına “Hatıralar Arasında” başlığını koyar. Bu başlıktan da anlaşılacağı üzere bu şiirleri daha sonra yazdığı metinlerin sonuna kaydeder.
Mehmet Halit yazdığı başlıkların hemen sağ üst köşesine “Harp Hatıraları” ifadesini koyduktan sonra altına bir çizgi çekerek numara verir. Yayınladığımız bu hatırata “Cephe Arkadaşı” ismini Mehmet Halit Bayrı verir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere1333 (1917) yılında Mehmet Halit Bayrı, sayfaları birbirine iple dikilmiş hatıra defterine sonradan yaptırdığı karton kapağın üzerine matbu olarak bu ismi yazdırır.
Günlük 30 yapraklı, çizgisiz, orta boy bir deftere ilk satırları ortadan başlanmak sureti ile yazar. Mehmet Halit orijinal defterin ilk yaprağın ikinci sayfasına şöyle bir not düşer:
Birinci defterde mevcut hatırat ve makalât sonradan bu deftere nakledilmiş ve numaraları muhafaza edilmiştir. 15 Eylül [1]331 [28 Eylül 1915].
Bu ifadeler Mehmet Halit’ın hatıra defterindeki düzensizliğin nedenini de göstermektedir. Mehmet Halit cephede iki defter tutmuştur. Daha sonra ilk defterindeki yazılarını “Kin” başlıklı yazısından sonraya kaydetmiştir. Defterin ikinci kısmındaki yazıların da düzgünlüğü, aynı ve mavi yazılmaları da bunu göstermektedir.
Mehmet Halit Bayrı’nın orijinal nüshalarında kendi kalemi ile yapmış olduğu çizimler ve haritalar da vardır. “Gelibolu’dan Ayrılırken” başlığının sonunda Mehmet Halit kalemle bir kulübe, Türk bayrağı ve bir sehpa çizer. “Mevzilere Doğru- İsmailtepe” adlı başlıkta ise İsmailtepe’nin bir haritası ve bu sayfanın hemen ardında tarafların siperlerinin krokisi vardır.
Mehmet Halit hatıratını yeniden yazma işini XII. başlık “Gecelerimiz” başlığında toprak kelimesine kadar bitirir. Metnin diğer kısmını ve bundan sonra gelecek başlıkları yeniden yaz(a)mamıştır. Bu kısımlar tarafımızdan ilk metinden okunmuştur.
Mehmet Halit Bey, hatıratını ardı ardına yazmaması nedeni ile bazı zamanlar tekrara düşmektedir. Keşan’dan Gelibolu’ya intikal ederken uğradığı Bolayır’dan iki ayrı başlıkta bahseder.
Bu kısa girişten sonra cephede tutulan defterin mahiyetini ele almadan önce defterdeki başlıklar yazılış sırasına göre şöyle verilmiştir:
Gelibolu’nun Kenarı’nda (VI), Gelibolu’dan Ayrılırken (VII), Maydos Yolu’nda Kumköy’ünde (VIII), Çanakkale Kuvve-yi Müdafaası (Çanakkale Müdafaa Kuvvetleri adıyla IX), Mevzilere Doğru İsmailtepe (X), İsmailtepe’de Günler (XI), Gecelerimiz (XII), Askerin Destanı, Kin (XIV), Bolayır (V), İstanbul’dan Kuleliburgaz’a (I), Hücum, Kuleliburgaz’da (II), Kuleliburgaz- Keşan Yolu’nda (III), Gelibolu Yolu’nda- Korudağ Üzerinde (IV), 12 Mayıs [1]331 Gecesinde (XV), İsmailtepe’den Ayrılırken (XVI), Avcı Siperlerimizi Ziyaret (XVII).
CEPHE ARKADAŞI’NDAN
Mehmet Halit Bayrı yol boyunca uğradığı şehirleri tasvir eder. Verdiği bilgiler savaşın şehirleri nasıl etkilediğini göstermesi bakımından önemlidir. Özellikle cephe hattında olmasa da Keşan’ın yanmış ve yıkılmış evleri ona derin bir hicran verir.
Yolda ise cepheyi ve memleket hadiselerini takip etmekten geri kalmaz. Keşan’da okuduğu gazeteden cephedeki muharebelerin iyi geliştiğini öğrenir.
Mehmet Halit Bayrı’nın tasvirini yaptığı ilk yer Kuleliburgaz’a yakın bir tepeden dürbün ile seyrettiği Edirne’dir. Zira Edirne’de önceden memurluğu sırasında bulunmuştur. Bu ise kendisinde eski hatıraların canlanmasına neden olur:
Ellerimizde dürbünlerimiz, Edirne’ye bakmaya başladık. Bu muazzam, tarihî şehir gülen çehresiyle istikbalimize çıkmış gibi rengîn duruyordu. Yüksek lahuti minareler şehre heybet veriyor, onu bütün parlaklığıyla dimağımızda yaşatıyordu.
Tasvirini yaptığı diğer bir yer ise Keşan’dır. Keşan’da bir önceki yıla göre değişen bir şey yoktur. Mehmet Halit Bayrı’nın ifadelerinden Keşan’ın da yaşanan savaşın izlerini taşıdığını görmekteyiz. Keşan’da yanmış ve birçoğu yıkılmış evler vardır:
Keşan yarı yanmış binalarıyla gece insana korku veriyordu. Sokaklar karanlıktı. Her yerde lüküs sütunları ve lambaları olduğu halde bunların yakılmamasının sebebini bir türlü anlayamıyordum. Kaldırımlar bozuk ve gayr-ı muntazamdı.
Keşan’dan sonra yolda gördükleri de Mehmet Halit Bayrı’yı hayli üzer. Hatıralarını 10-15 gün gecikmeli yazmış olsa da bu durum hep zihninin bir köşesinde onu meşgul eder:
Fakr u zaruret zihnimde çalkandı. Fakat gönlüm yine bu bir sebep olmaz, olamaz diyordu. Memleketimizde iyileşmesi ümit edilen yaralara bir çare aranılmıyor her şey yüzüstü bırakılıyor diyenler çoktur. Ekinsiz tarlalar, yaralarımızdan en mühimi olsa gerektir.
2 Mayıs sabahı batarya, Gelibolu’dan ayrılarak Maydos’a yani ateş hattına doğru yola çıkar. Mehmet Halit Gelibolu’yu ardında yanarken bırakır. Yanan şehir de vardır: Maydos. Mehmet Halit Maydos’a [Eceabat] yaklaşırken 30 Nisan’daki bombardımanın tesirini yoldan görür:
Maydos… Gelibolu’dan Bolayır’a gelirken uzaktan yandığını gördüğümüz Maydos’a müteveccihen yola çıkmıştık. Burası da Gelibolu gibi düşmanın tahrip ve vahşetine hedef olmuş, bize hasmımızın alçaklığını ispat eden yeni bir vesika halini almıştır.
Mehmet Halit Bayrı hatıratında özellikle İsmailoğlu Tepe’de kaldığı sürede Yarımada’nın bombalanan, boşaltılan köylerinin hazin halini anlatır:
Bir buçuk saatten ziyade süren bombardıman güneşin sükûtu ile beraber kesildi. Fakat kesilmeyip bitmeyen bir şey vardı ki: Yangınlar… Köyler yanıyor, alevler, leylin ay ziyasıyla mahmur bir renk alan zulmeti arasında uzuyor, yükseliyor, kızıl sütunlar hava içinde titriyor, yayılıyordu. Her iki köyün yangını bir gün bir gece devam etti. Küçük Anafarta büsbütün harap olmuş, tutunacak, sığınılacak bir yuva kalmamıştı.
Mehmet Halit Bayrı hatıratına duyduğu ya da müşahidi olduğu muharebelere dair hissiyatını yazmaktan çekinmez. Balkan Harbi’nin ruhlarda tevlit ettirdiği hislerin de etkisi ile muharebe meydanlarında alınan galibiyetler onun için bir sevinç kaynağı olur:
Düşman pek akûrane ve vahşiyâne hücum ediyordu. Buna mukâbil şeci‘ arslanlarımızın taarruzu belki misli etmemiş bir şiddetle oluyor, askerlerimiz kahraman ve asil ecdadının kanlarıyla mayalanmış bu mübarek topraklara ayak basmanın cezasını karşılarındaki güruha pek güzel izah eyliyordu.
Mehmet Halit Bayrı’nın askerin kıldığı bir sabah namazını tasviri ise pek güzeldir. Henüz “gündüzün tatlı aydınlığı ufuklarda belirmeye, gülen fecr her tarafta titremeye” başladığı andaki askerin namaz için hazırlığı ve namaz kılışı onu pek etkiler:
Yanı başınızda biraz ötede Türk neferleri uyanmış, abdest alıyorlar, dindârâne bir teslimiyet ve tam bir tevekkül içinde yüzlerini yıkıyorlar, daha ötede birkaçı namaz kılıyorlar, birileri de bu dinî vazifesini ifa etmiş dua ediyor, ellerini semaya kaldırmış, Allah’ından muzafferiyet temennisinde bulunuyordu.
Mehmet Halit Bey’deki bu manevi haz ve yapılan vazifenin kutsiyeti yukarıda da bahsedildiği üzere cephede yazdığı şiirde de kendini gösterir:
Her bir şeyi bir güzel
Şahittir ki parlayan
Ay yıldızlı bayrağın
Gölgesinde oh çarpan
Kalpçiğime bak: Diyor
Yaşatamam bir düşman
Dinimi vatanımı
Kâbemi, sancağımı
Silahımla korumak
Koruyarak yaşatmak
Vatan ve millet için ölmek, şehit olmak kendisi gibi cepheye beraber gittiği arkadaşlarında da vardır. Gelibolu’daki bombardımandan sonra tabur kumandanının askerlerin kendilerine, “Geçmiş olsun arkadaşlar!” hitabına verdiği cevabı nakleder:
Kumandan bey, şehit olamadığımıza cidden müteessifiz. Yaralanacak, başımız sızlayacak, vücudumuz acıyacak, ağrıyacaktı. Fakat bundan ziyade biz toplarımızla beraber muharebede bulunamayacağımızdan dolayı üzülecektik. Şehit olsak, olabilsek ah, o rütbeye erişebilsek.
MAZİDEN BİR YAPRAK
Mehmet Halit Bayrı’nın ilk matbu eseri Halit Oğuz takma adıyla Maziden Bir Yaprak’tır.
18 bölümün olduğu kitap nesir olarak yazılmış bir eserdir. 60 sayfalık küçük boy olan kitabın ilk iki metni Çanakkale Muharebeleri’ne dair yazılmıştır. Bu metinler hatıratında yoktur.
“Şehitler” başlığı 1 Ağustos’ta Uzundere Vadisi’nde yazılır. “Seyahat Defterimden” başlıklı ikinci metin de her ne kadar sonuna tarih konulmasa da cepheye gidişini yazar.
Bu kitabın belki de en önemli bölümü “İstanbul” başlığıdır. Bu başlık ile cepheden ayrılış hikâyesini anlatır.
Mehmet Halit Maziden Bir Yaprak adlı bu kitabın “menafi-i bakiyesi”ni yani gelirini iç kapakta da belirtildiği üzere “İhtiyat Zabitleri Teavün Cemiyeti’ne” terk eder.
Mehmet Halit Bayrı’nın ölümünden sonra yazılanlar içinde, Maziden Bir Yaprak hakkında Mehmet Gökalp’in yazdıkları bu küçük kitabın değeri hususunda bize çok şey söylemektedir:
Bu eser, Bayrı’nın ilk neşredilmiş eseri olması ve Türk tarihinin en şanlı sahnelerini içinde toplayan Birinci Dünya Harbi’nin Çanakkale Muharebeleri’ni bir ihtiyat zabitinin müşahadelerine dayanan kaleminden vermesi bakımından çok mühimdir. Millî Mücadele ve Türk tarihini yazacak tarihçilerimiz üstadın Maziden Bir Yaprak adlı eserini de tetkik etmelidirler.[20]
HATIRATIN YAYINA HAZIRLANMASI
Çanakkale Muharebeleri sırasında muharebeler kadar birliklerin cepheye intikali ve cephe ardında yaşananlar da önemlidir. Yayına hazırladığımız bu hatıranın tam metni verilmeden önce genel olarak hatırat çerçevesinde muharebelerden bahsedilmiştir. Metin içinde de gerekli görülen yerler dipnotlarla açıklanmıştır.
Metnin orijinaline ait olmayan ilaveler, düzeltmeler ve metnin anlaşılması açısında bazı kelimelerin günümüzde kullanılan müteradif anlamı köşeli parantez -[ ]- ile verilmiştir. Günlükte öncelikli olarak subayımızın kullandığı Rûmi tarih verilmiş yanına köşeli parantez içinde Milâdi tarih karşılığı ve verilmemişse günü yazılmıştır.
Yayınlanması için bunca zaman sabırla bekleyen, Çanakkale Muharebeleri’nin anlaşılması açısında önemli olduğunu düşündüğüm bu hatıratı gözü gibi muhafaza eden, ilk çevirilerini yapan, teveccüh göstererek yayına hazırlanmak üzere tarafımıza ulaştıran Sevengül Sönmez Hanımefendi’ye şükranlarımı ifade etmek isterim. Ayrıca hatıratı yayınlama konusundaki azim ve gayretlerinden dolayı Adem Koçal Bey’e ve Zeynep Berktaş Hanımefendi’ye teşekkür ederim.
Dr. Lokman Erdemir
Çanakkale 2015, 100. Yıl
[1] Fahri Ç. Derin, “Kaybettiğimiz Değer: Mehmet Halit Bayrı”, Bilgi, (143), Şubat 1959.
[2] Z.Fahri Fındıkoğlu, “Folklorcu Mehmet Halit”, Türk Folklor Araştırmaları, (114), Ocak 1959.
[3] Naki Tezel, “Büyük Folklorcu Mehmet Halit Bayrı”, Türk Dili, (87), Aralık 1958.
[4] Yusuf Ziya Demircioğlu, “Mehmet Halit Bayrı İçin”, Türk Folklor Araştırmaları, (114), Ocak 1959.
[5] Ahmet Kutsi Tecer, “Örnek Olacak Bir Hayat”, Türk Folklor Araştırmaları, (114), Ocak 1959.
[6] 18 Mart 1915 bombardımanı sonrası Türk tarafında toplam 4 subay 22 er şehit olurken 1 subay ile 52 er de yaralanmıştır. Osmanlı Devleti’nin müttefiki Almanlardan 3 er ölürken, 1 subay ile 14 er de yaralanmıştır. Böylece 18 Mart 1915’te Türk tarafına ait şehit ve yaralıların toplamı 79 olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekâtı, c. V, I. Kitap, Ankara 1993, s. 211.
[7] Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yazman, İstanbul 1968, s. 77.
[8] C. F. Aspinall Oglander, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekatı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar; I, haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005, s. 188 vd.
[9] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekâtı, c. V, II. Kitap, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 2014, s. 15.
[10] Çanakkale Cephesi Harekâtı, II, s. 18.
[11] Sevengül Sönmez, “Mehmet Halit’in Bir Düşü: İstanbul Şehir Müzesi”, Folklor/Edebiyat (18), 1999/2.
[12] İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu: 1912-1922: Balkan Birinci Dünya ve İstiklal Harbi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1993, s. 88-89.
[13] Lokman Erdemir, Çanakkale Savaşı: Siyasi Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2009, s. 227-228.
[14] Kanlıkuyu, Bigalı Köyü’nden çıktıktan sonra Büyük Anafartalar yolu üzerinde köyün 6 kilometre kadar doğusundadır. Bölgede çokça kuyu vardır. Bu vadiye bu ismin verilmesi savaşlar nedeni ile değildir.
[15] 19 Mayıs 1915 gecesi saat 3.30’da başlayan harekât sabah 8.00’e kadar devam eder. Çanakkale Muharebeleri’nin en önemli zamanlarından biri olan bu taarruzda 3.000 kadar şehit verilirken sayısı 7.000’e varan asker de yaralanmıştır. Çanakkale Cephesi Harekâtı, II, s. 186 vd.
[16] Mehmet Oğuz, Maziden Bir Yaprak, Karabet Matbaası, İstanbul 1335, s. 5.
[17] Gülnihal vapuru, Çanakkale Muharebelerinde hastane gemisine dönüştürüldü. Akbaş mevkiinden aldığı yaralıları İstanbul’a nakletme görevini yürütüyordu.
[18] Mehmet Halit Bayrı’nın ailesi tarafından kendisine ulaştırılan bu hatıra defteri ilk defa Sevengül Sönmez Hanımefendi tarafından tanıtılır. “Çanakkale’de Bir İstanbullu” başlığı ile Popüler Tarih, Mart 2001, sayısında tanıtılır. Sevengül Sönmez, “Çanakkale’de Bir İstanbullu”, Popüler Tarih, Cilt 10, Mart 2001, s. 40-43.
[19] Mehmet Halit Bayrı defterini gün gün tutmayıp on-on beş günlük ara ile tutmasından ve kendisinin de yazdıklarını harp hatıraları şeklinde vermesinden dolayı defter için “hatırat” ifadesi kullanılmıştır.
[20] Mehmed Gökalp, “Mehmet Halit Bayrı”, Türk Düşüncesi, (11), Mart 1960.