GELİBOLU’YU ANLAMAK

Her Yıl 24 Nisan, Hüzün Doluyor İnsan – “1915 ve Sonrası Türkler ve Ermeniler” Taner Timur- Tuncay Yılmazer

Yıldönümleri aslında bize bilgilerimizi tazelememiz, sorgulamamız, yüzleşmemiz açısından bir fırsattır. Her yıl 24 Nisan yaklaşırken ABD lideri ne dedi, o kelimeyi kullanacak mı gibi hop oturup hop kalkma yerine soğukkanlı bir şekilde meseleyi değerlendirmek gerekir. 

Birinci Dünya Savaşı ile ilgileniyorsanız Ermeni tehciri hakkında da genel bilgi sahibi olmak zorundasınız. Yalnız yorumunuz ya resmi yorum olacak.  “Ermeniler ordumuzu arkadan vurdular. Dolayısıyla tehcir kararı haklıydı.” diyeceksiniz. Örneğin Doğuda Müslüman köyü baskına uğradığı için yine kendi vatandaşınız 12000 Kayseri Ermenisini sürgüne çıkarmanın , kadın, çoluk, çocuk yaşlı demeden binlerce masum insanı aç susuz yollara düşürmenin mantığını sorgulamayacaksınız. Ya da bu bir soykırımdır diye itiraf edeceksiniz. Ama bu terim neden aynı dönemdeki benzer olaylara uygulanmıyor? Almanların Namibya’da, Belçikalıların Kongo’da, Rusların 1. Dünya Savaşı’nda Yahudilere  yaptıkları benzer katliamlar aynı kategoride değerlendirilmiyor? Tarihi olayların değerlendirilmesinde neden seçici davranılıyor? diye yakınmayacaksınız…[i] 

İlk planda Türkiye’nin şimdiye kadar savunduğu genel yaklaşımın eleştirisi yapılmalı.  Önemli bir tarihsel olayı “arkadan vurdular bu nedenle de hakkettiler” şeklinde tartışmak son derece basite indirgemekti.  Bunun başka türlü bir yorumu olmalıydı. Vicdanlarımızı rahatsız eden, zamanında buna yol açanların bile “geceleri uyuyamıyorum” diye dert yandığı bir olayı basit bir arkadan vurdular ifadesiyle de geçiştirilemezdi.  

Bu bağlamda Taner Timur Hoca’nın Türkler ve Ermeniler adlı kendisi ince ama serdettiği görüşlerinden dolayı bence son derece “büyük” kitabı meseleyi soğukkanlı değerlendirmek isteyenler için kesinlikle tavsiye edebileceğim bir çalışma. 

Timur, Ermeni Tehciri’nin saiklerini genel hatlarıyla anlatırken , sonraki kuşaklara nasıl aktarıldığını, soykırım ifadesinin ilk kez ne zaman gündeme geldiğini çok rahat, anlaşılır bir şekilde sunuyor. Örneğin 1916’da Fransız resmi görüşlerini yansıtan bir dergide Ermeni tehciri ve kırımı Alman Metodu, Türk İşçiliği olarak değerlendirilmişti. Ermeni diyasporasının özellikle Fransa’ya giden 2. ve 3. Nesli yazılı bir Ermeni kültüründen yoksun kaldılar. Kendilerine Ermeni bilincini aşılayan tek şey ebeveynlerinin anlattığı tehcir ve kırım olguları , yani soykırıma dayanan bir kara tarih ve Türk’e karşı kindi. Bu durum ASALA terör örgütünün Ermeniler arasında zemin bulmasına yol açtı. Kendi kimliklerinin bir ifadesi olarak algılandı. (s.24)

Taner Timur Asıl dönüm noktası tehcirin 50. Yıldönümünde Ermeni eylemleri ve Türkiye’nin buna resmi yanıtında somutlaşan tepkisi olduğunu belirtiyor.  (s. 120 ) Timur’a göre Türkiye uzun bir süre böyle bir sorunu görmezlikten geldi. 1965 yılında dönemin darbe sonucunda cumhurbaşkanı olmuş Cemal Gürsel’in emriyle tabi senatör Sadi Koçaş “Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri” başlıklı bir eser hazırladı. Henüz daha Asala terörünün başlamadığı, diplomatlarımızın şehit edilmediği dönemde iddialara yanıt olarak hazırlanan bu eser özetle Ermenilerin tamamen suçlu olduğunu, zaten halk ve muhafızları tarafından öldürüldüklerini belirtiyordu. 

ASALA terör örgütünün eylemlerinin başlaması, Türk diplomatlarının ABD ve Avrupanın başkentlerinde herkesin gözleri önünde birbiri ardına şehit edilmesi  Türkiye’yi yüzleşmek istemediği sorunla yeniden karşı karşıya getirdi. Taner Timur , diplomat Kamuran Gürün’ün kitabının bu bağlamda yazıldığını belirtiyor. Bu kitapta ortaya konan verilerle 300.000 kişinin ölmüş olabileceği belirtiliyordu. Ancak Timur’a göre Türk yöneticilerin en azından ölen masum Ermeniler hakkında üzüntülerini belirtmesi , onların acısını paylaşması, onları ölüme götüren ittihatçı liderlerin de Türkiye’de kahraman gibi anılmaması gerekiyordu. Terör eylemlerini onaylamayan Ermeni toplumu ve Batı kamuoyu da böyle bir jest bekliyordu.

Kemalist rejimin bu konuda kendisine yakışır bir tarihsel hesaplaşma yapamadığını, 1975’ten sonra meydanı Türk halkının mahvına neden olan komitacıların manevi torunlarına bırakmıştı. Dolayısıyla Türkiye’de yirminci yüzyılın en büyük dramlarından birini yaşamış Ermeni halkını teröristlerden ayıran ve onlara sempatisini ileten tek bir ses bile çıkmadı. (s.33) 

Ermenilere soykırım yapıldığı iddialarını da ele alan Timur, Hukuki metinler ancak kabul edilerek yürürlüğe girdikten sonra cereyan eden olaylar için geçerli olduğunu ve geriye dönük şekilde uygulanamayacaklarını belirtiyor. Soykırım konvansiyonunda bu yönde istisna getiren bir durum da yoktur. Dolayısıyla 1948’de kabul edilen ve 1951’de yürürlüğe giren uluslar arası konvansiyona göre yargılanması hukuka aykırıdır. (s. 114 ) 

Aslında bir çok ülkenin tarihinde 1915 tehcir ve kırımlarına benzer cürümler görülmüştü. Fakat bunların hiçbiri Türkiye gibi yargılanmıyor, devamlı soykırım suçlaması ile kınanmıyordu. Çünkü diyor Taner Timur hoca,  Türkiye gibi kendi resmi belgelerinin de kabul ettiği toplu cinayetlerin faillerini Hürriyet tepesine gömen , adlarını sokaklara, okullara veren de yoktu. Türkiye’de bu konuda sadece Ermenilerin öldürdükleri Türkler söz konusuydu . Ne zaman birisi Ermeni tehcirinde ölenlerden söz etse “Ya bizimkiler? Ya bizim ölülerimiz” diye susturuluyor ve Türkiye’de bu konudaki yayınların bir kısmı da “Ermeni Vahşeti” “Ermeni Mezalimi” gibi ırkçılık kokan başlıklar altında , sadece ve sadece bunları anlattığı unutuluyordu.  S.122 

Taner Timur Türkiye’nin  karşılıklı kırımdan öte bir görüş geliştiremediğini belirtiyor.  Oysa 1919 da İki Komite İki Kıtal yazarı A. Refik Altınay iki komitenin aynı nitelikte olmadığını birinin teröre başvuran siyasi örgüt iken diğerinin Osmanlı Devletini temsil eden devlet adamlarından oluştuğunu vurgulamıştı. Adil ve kuvvetine güvenir bir hükümetin böyle bir vaziyet karşısında yapacağı şey hükümet aleyhine isyanları tahakkuk edenleri cezalandırmaktı 

Timur “Türkiye’yi bu hazin yalnızlığa iten temel neden Ermeni diyasporasının vehmedilen gücü ve etkinliği olmaktan ziyade , bu konuda Türkiye’nin başından beri takındığı hiçbir şeyikabul etmeyen ve suçlayıcı tavrı olmuştur.”  diyor.  1985 yılında 69 Batılı bilim adamı bulabilmişken şu an savunan çok az olduğunun altını çiziyor. . (s.117) ( Yeri gelmişken Türk tezlerine yakın gibi duran Guenter Levy’nin de Türkiye’ye ciddi suçlamalarda bulunduğunu da belirtmek gerekli. ) Türkiye’nin diyalog ve empatiyi reddeden tutumu uluslararası planda ters tepmiş , Batı Kamuoyunu en katı Ermeni tezlerine yaklaştırmıştır. Timur’un yaptığı gibi şunun altını özellikle çizmek gerekir. 1908 de özgürlükçü bir devrim olarak başlayan 2. Meşrutiyet 1913’teki baskından sonra karşı devrime, kanlı bir komitenin iktidarına dönüşmüştür.  Ermeni tehciri denen olay vahim bir toplu kırımdır ve mazur görülemez.

Ermeni sorunu marjinal diyaspora milliyetçiliğinin tekelinden kurtarılmalıydı. Prof. Timur’a göre gerçekçi yaklaşım Irk ve din düşmanlıklarının nerede ve nasıl doğduğu , nasıl uygulandığı, sömürgeciliğin bilançosu , emperyalist diplomasinin halkları nasıl birbirine düşürdüğü , günümüzde aşiret kavgası ya da etnik kavga gibi sunulan soykırımların altında hangi çıkarların yattığı gibi olguları da objektif olarak irdelemeyi gerektirir. Çağdaş ve demokratik bir Türkiye’yi özleyen tüm Türkler böyle kapsamlı bir araştırmaya gönülden katılacaklar, kendi tarihlerini de tepki ve “koruma” saplantılarının yarattığı anormal durumdan kurtaracaklardır. 

Tabii ömrünü Türk Ermeni dostluğuna adamış, 2006 yılında elim bir cinayete kurban verdiğimiz Hrant Dink’e de özel bir bölüm ayıran Taner Timur’un kitabı 1915 Ermeni tehcirine vicdanının sesiyle bakmak isteyenlerin okumaktan memnun olacakları bir kitap. 

1915 olaylarının sembol kitaplarından Franz Werfel’in Musa Dağ’da 40 Gün adlı romanında beni etkileyen sahnelerden bir tanesi çevrede hatırı sayılır bir din alimi olan Bereket Ağa  ile romanın başkahramanı eski Osmanlı Subayı, şimdiki isyancı Gabriel Bagratyan ile olan diyaloglarıdır. Musa Dağı’na çıkan isyan eden Ermenilerle konuşmaya gelen Bereket Ağa “Aynı zamanda bizim halkımızın sadece İttihat, Talat, Enver ve onların uşaklarından oluşmadığını bilmeliydiniz. Zira birçoğu benim gibi yerlerini yurtlarını bırakıp açlık çekenlere yardım etmek için doğuya gidiyorlar…” der. 

100. Yıl meseleye bu açıdan bakılmasının da bir dönümü olabilir. Ne zamanki kendimizi Talat Paşa’yı, Dr.Nazım, Bahaattin Şakir, Dr. Reşit gibi ittihatçıları savunmak zorunda hissetmediğimizde, ders kitaplarımızda masum Ermenilere zarar vereceği için merkezi hükümet emirlerine karşı gelen Halep Valisi Celal Bey, Ankara Valisi Mazhar Bey, “Elimi kana bulamam diyen Kastamonu Valisi Reşit Bey, Lice Kaymakamı Nesimi Bey,  Kütahya Mutasarrıfı Ali Faik Bey gibi bürokratlar, Ermeni aileleri evinde saklayan Urfalı Hacı Halil, “Allahtan korkarım diyen Boğazlıyan müftüsü gibi din adamları, Ermenilere yapılan zulme karşı gelen Türk ve Kürt siviller anlatılmaya başlandığında, kendimizi asıl bu kahramanların yaptıklarıyla özdeşleştirdiğimizde sorunun anlaşılması ve vicdani çözümü açısından büyük adım atılmış olacaktır.

 

 

1915 Sonrası Türkler ve Ermeniler

Taner Timur

İmge Kitabevi

3.Baskı Mayıs 2007



[i]İlginçtir bu soruları twitter üzerinden sorduğum Avustralyalı Prof. Peter Stanley hakaret etme yolunu seçerken Ayşe Hür büyük devletlerin bu tanımı kendileri lehine kullanabileceğini belirtti. www.geliboluyuanlamak.com/610_Before-I-am-accused-of-being-a-“Denialist”-An-appeal-to-Historians-who-recognize–the-1915-Incidents-as-a-Genocide-(-Tuncay-Yilmazer-).html

 

10.988 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir