Sizi Tanıyabilirmiyiz?
1970 yılında doğdum. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden 1993 yılında mezun oldum. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimini tamamlayarak 1999 yılında Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı oldum. Amsterdam Üniversitesi Emma Çocuk Hastanesi’nin Metabolik Hastalıklar Ünitesi’nde bir yıl çalıştım. Halen İstanbul ‘da özel bir hastanedegörev yapıyorum. Evliyim.Akif Emre ve Yunus adında iki oğlum var.
Uzun zamandır Çanakkale Muharebeleri üzerine araştırmalar yapıyorum. Zaman, Hürriyet, NTV Tarih, Derin Tarih, Kültür Dergisi gibi gazete ve dergilerde bu savaşın az bilinen gerçekleri ve günümüze olan yansımaları konusundaki makalelerimyayımlandı. Çeşitli kuruluşlarda konferanslar verdim. Kitaplarım: Alçıtepe’den Anafartalar’a Çanakkale Kara Muharebeleri ( Yeditepe Yayınevi, 2005) Sorularla Çanakkale Muharebeleri (Muzaffer Albayrak’la birlikte, 2006 ) 2006 yılından bu yana Çanakkale Savaşı başta olmak üzere Birinci Dünya Savaşı ile ilgili araştırmaların yayınlandığı “www.geliboluyuanlamak.com” sitesinin editörlüğünü yapmaktayım.
Çanakkale ilgisi sizde nasıl başladı?
Küçüklüğümden beri tarihe genel bir merakım vardı. Özellikle 2000 li yılların başında bölgeye yaptığım bir geziden de çok etkilendim. Daha önceden genel bir takım bilgilerim vardı ama oranın arazisini de görünce merakım daha da arttı. Dolayısıyla o yıllardan beridir çalışma yaptığımız grubumuzla Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinden Muzaffer Albayrak, Askeri tarihçi Şahin Aldoğan, tarihçi Ahmet Yurttakal , Tarihçi Fatih Güldal gibi isimlerle arazi araştırması yapıyoruz. Yerli ve yabancı kaynaklardan öğrendiğimiz teorik bilgileri savaş arazisi (Çanakkale arazisi) üzerinde Gelibolu yarım adası üzerinde bir nevi pratiğini yapıyoruz. Savaşı deyim yerindeyse yeniden yaşıyoruz. Bu arazi çalışmasının önemli olduğunu düşünüyorum yani bir şeyi teorik olarak bilmekle o bilgilerinizi arazi üzerinde karşılaştırmak daha farklı oluyor. Çünkü Gelibolu yarım adasında çok farklı cepheler var, benim en çok hoşuma giden şeylerden bir tanesi de her gittiğim de yeni bilgiler öğreniyorum. Bunca yıldır bölgeye senede üç, dört kere gitmeme rağmen her gittiğimde ilk kez gidiyormuş heyecanıyla gidiyorum ve yeni bilgiler öğreniyorum Teorik bilgilerimizi arazi üzerinde hayata geçirmek gerçekten çok etkili oluyor. İnsanın bir kere daha, bir kere daha gidişini tetikliyor. O açıdan önemli. Herhalde binlerce kez gitsem bıkmam yani.
Çanakkale ruhu nedir bunun hakkında bize bilgi verir misiniz?
Çanakkale ruhunu bildiğimiz üzere tanım olarak ilk yapan Mustafa Kemaldir. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal bey şahit olduğu bir olayı anlatırken Çanakkale ruhu ifadesini kullanıyor. Bomba sırtı denilen olayda Mustafa Kemal bey gazeteci Ruşen Esref Ünaydın’a siperdeki askerlerin çok kısa zamanda şehit olacaklarını bilebile Kur’an okuyarak, dualar okuyarak siperlerden düşmana saldırmasını ve bunu kendi dini ve vatanı için yapmasını “Çanakkale ruhu” olarak yorumlar. Çanakkale ruhu bence zor durumda (malzeme olarak, teçhizat olarak, askeri güç olarak) olursanız olun eğer imanınız güçlü ise inancınız tam ise Allah’a olan sarsılmaz inancınızla, dünyanın en güçlü ordularını, en güçlü donanmalarını bile dize getirebilmenin bir ifadesi olarak görüyorum. Tabi o ruh bugün ne kadar devam ediyor, ne kadar biz buna sahibiz o da ayrı bir tartışma konusu. Şu dönemde Çanakkale ruhuna sahip olabildiğimizi de düşünmüyorum. Belki o dönemde o ruh olduğu için kazandık ama şu dönemde Çanakkale ruhu var mı? Ona inanıyor muyuz? Gerçekten tartışmalı olduğunu düşünüyorum.
Çanakkale zaferinin Anadolu’da ki İslami varoluş açısından önemi nedir? Veya Çanakkale’nin Osmanlı İslam tarihi açısından önemi nedir?
1.Dünya Savaşı’nda şu unutulmamalı ki Osmanlı devleti yeryüzündeki bağımsız birkaç Müslüman devletten birisi. Müslüman toplumların çoğunluğu sömürgeciliğin esareti altındaydı. Dolayısıyla Çanakkale zaferinin kazanılması Müslüman toplumlar üzerinde çok ciddi anlamda olumlu etki yapmıştır. Bunu Arabistan’da Hindistan’da kuzey Afrika’da ki Müslüman toplulukların çoğunda görüyoruz. Buna örnek olarak size Kazım Karabekir paşanın Çanakkale savaşı sırasında askerlere verdiği bayram hutbesi vardır. 17 Ekim 1915 tarihli bu hutbenin bir bölümünde kazım Karabekir paşa şunları söylüyor: “yarın kurban bayramıdır. Yüz binlerce muvahhidinin, Kâbe-i Muazzama’da dergâh-ı ulûhiyete yöneldiği, rahmeti ilahiye kapılarının âlemi İslam’a açıldığı gündür. İngiliz vahşeti, Fransız denâyeti, Rus zulüm ve esareti milyonlarca İslam kardeşimize bu sene Kâbe’yi Muazzama’nın kapılarını kapadı. Bu melanet elbette Gayretullah’a dokunacaktır. Orduyu İslam pek yakında Mansur ve muzaffer olacaktır. Gelecek yılın bu günleri 400 milyon ehli İslam hür, müstakil ve müttehit riva-ül Hamdi ahmedi altında âli Osman bayrakları sayesinde müştak ve müftefiri olduğu beytullaha kavuşacak ve lebbeyk diye haykıracaktır. Her evde, her bucakta, tehliller, tekbirlerle kurbanlar kesilirken, bizde kerevizdere kurbanlarımıza ve şehit kardeşlerimize Fatihalar gönderelim. Bizler ya şehitlik ya gazilik duygusuyla hakka bel bağlayalım. Ta ki dinimiz kurtulsun, namusumuz masum kalsın, namı millet yükselsin, vatan ebedi şan ve şeref bulsun. Bu mübarek gün vesilesiyle zabitan ve efrat arkadaşlarımın gözlerinden öper, cümleyi tebrik ederim.”
Bence bu Çanakkale ruhunu da farklı bir açıdan gösteren bir konuşma. Çünkü bütün İslam aleminin esaret altında olduğunu ve İngilizler, Fransızlar ve Ruslar, 1. Dünya savaşındaki düşmanlarımız yüzünden haccın yapılamadığını ve bunun önümüzdeki yıllarda yapılacağını söylüyor. Tabi unutmamak gerekir ki Çanakkale o dönemde geçilseydi ve Osmanlı devletinin 1. Dünya savaşına erken vedası ve İstanbul’un erken işgali ciddi anlamda İslam dünyası için bir yıkım olacaktı. Onun içindir ki Mehmet Akif Bedir muharebesine benzetir Çanakkale’yi. Tabi bu benzetmeyle onu aşırıya kaçmakla suçlayanlarda vardır. Onun detaylarına girmek istemiyorum ama o dönemdeki psikolojiyi aktarması ve İslam dünyasının bir nevi son kalesi olarak görünmesi açısından önemlidir diye düşünüyorum. Sonuçta şairler bazı abartılar yapabilir ama onun arka planındaki niyetini görmek lazım. Bunun yanında çok enteresandır şehit olan askerlerimiz Bedir savaşında şehit olan sahabelerin isimlerini formalarının iç tarafında taşıyorlardı. Askerlerin bedir savaşındaki şehitlerin isimlerini üstlerinde taşımlarının ne kadar büyük bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen Mehmet Akif’te bunu biliyordu, şiirinde de bundan dolayı bedir savaşına vurgu yapmış olabilir. Askerin kendisinde de böyle bir Bedir ruhu vardı, diye düşünüyorum.
Çanakkale zaferinin elde edilmesinde asker üzerindeki moral ve motivasyon nasıl olmuştur? Askerlerin o zaman ki ruh halleri nasıldı?
Moral ve motivasyon önemliydi. Çünkü biz bir çok açıdan İngiliz ve Fransızlara, saldıran itilaf devletleri kuvvetlerine karşı çok ciddi eksiklerimiz vardı. Asker olarak, cephane olarak ciddi eksiklerimiz vardı. Ancak askerimizin Allah’a olan sarsılmaz inancı, aynı zamanda moral ve motivasyonlarının yüksek tutulması, zaferi getiren en büyük faktörlerin başında geliyordu diye düşünüyorum. Sonuçta böylesine yıpratıcı bir savaşta dayanabildik ve Allah’ın izniyle başarılı olduk.
Çanakkale zaferi yeni nesle nasıl anlatılmalı?
Çanakkale savaşının manevi vurgusu mutlaka yapılmalı. Ayrıca bu savaşın 1. Dünya savaşının yani genel, global ölçekte tüm dünyayı ilgilendiren bu savaşlar zinciri olan 1. Dünya savaşının bir parçası olduğunu ve en önemli muharebelerinden bir tanesi olduğu vurgulanmalı. Bizim Çanakkale anlatımımızda biraz bağımsız bir savaşmış gibi ya da kurtuluş savaşının bir parçasıymış gibi anlatılıyor. Hâlbuki öyle değil. 1. Dünya savaşının seyrini değiştiren en önemli muharebelerin başında geliyor. Sadece bizim açımızdan değil, Çanakkale savaşının sonucuyla, hem bizim karşımızda bulunan devletlerin, hem de bizimle beraber müttefik olan Almanya’nın da savaş planları kökünden değişmiştir. Ülkelerin politikaları değişmiştir. 1. Dünya savaşının seyri değişmiştir. Bundan en çok zararlı çıkan ülkelerin başında Rusya gelir. Ondan sonra İngiltere ve Fransa gelir. Biz de tabi kaybettiğimiz insan sayısıyla, gücü açısından bu savaşın bedelini ödedik. İnsan kaybıyla, yetişmiş insanımızın, gençlerimizin kaybıyla ödedik.
“Çanakkale geçilmez” sözü nasıl ortaya çıktı, nasıl doğdu?
“Çanakkale geçilmez” sözü Çanakkale savaşının sembolik bir ifadesidir. Bu tip cümlelerin üzerinde fazla durulmamasından yanayım. Çünkü geri plandaki seyrini ve sonuçlarını biraz maskeliyor. Bazı olayları böyle kısa cümlelerle ifade etmek, onun ruhunu tam olarak yansıttığını düşünmüyorum. Onun için nasıl çıktığından ziyade, böylesine büyük bir sosyal, toplumsal, siyasi, askeri sonuçları olan bir olayın, geri planını daha ayrıntılı bir şekilde bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu tip kavramların çok fazla üzerinde durmak yerine, geri planını irdelemek gerektiğini düşünüyorum.
Çanakkale geçilmez olmasının İslam ve batı dünyası açısından yankıları nelerdir?
İslam toplumlarına Çanakkale zaferi ciddi anlamda bir özgüven kazandırdı. O döneme kadar hep böyle geri tabir edilen, batı karşısında hem psikolojik olarak, hem entelektüel, hem siyasi, hem toplumsal anlamda geri olan, geri kabul edilen İslam dünyasının, iman gücüyle, İslam gücüyle neler yapabileceğine çok güzel bir örnek oldu. 1. Dünya savaşının devam eden yıllarında bunu dönemin yönetimi çok fazla kullanamadı bu da ayrı bir mesele. Batı dünyası içinde az önce belirttiğimiz gibi savaşın seyri değişti, savaş uzadı. Herkes çok kısa bir süre içerisinde bitmesini beklerken, başta İngiliz siyasetçiler dâhil. İstanbul’u çabuk ele geçireceklerini ve Osmanlı’yı saf dışı edeceklerini düşünürken. Dönemin birkaç tane bağımsız İslam ülkesinden birisi olan bir ülkeyi, kendi hâkimiyetlerine alacaklarını düşünürken, birden bire hiç beklemedikleri bir yenilgiyle, sonuçla karşılaştılar. Dolayısıyla her iki tarafında savaş planları değişti ve savaş uzadı. Batı dünyası ve genel dünya ölçeğinde de Çanakkale savaşının en büyük sonucu budur. Savaşı uzatması ve savaşın seyrini değiştirmesi.
Tarihi dokunun yok edilmesi hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Bu konuda çok dertliyim. Çanakkale ruhuna aykırı olarak görüyorum. Kendi görüşüme göre savaşın gerçekleştiği coğrafyaya sonradan özellikle şu son dönemde, anıttı, yol yapmaydı, yol genişletmeydi gibi tarihi dokuyu bozan çalışmalar yapılması, ne yazık ki oranın manevi değerine yapılmış bir saygısızlık olarak görüyorum. Çünkü araziyi değiştirdiğiniz zaman siper izlerini kapatıyorsunuz, dereleri düzlüyorsunuz. Onların her birinin savaş sırasında önemi var. Şimdi siz oraya bir dozerle girip düzlediğiniz zaman hem kendi kültürümüze uymayan hem de bölgenin tarihi ve doğal dokusuna uymayan, tahrip eden bir yapılaşmanın Çanakkale ruhuyla çok ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bunca yıldır yapılmamış bir şehitlik; efendim bir yerde şehitlik bulduk a hadi çevirelim, beton dökelim oraya, ağaçları keselim, asfalt döşeyelim. İyide kardeşim sen 100 yıldan beri kalan toprak parçasını, arazi parçasını bozdun. Hani çok değerli eşyaların olduğu bir yere örneğin Topkapı sarayına girmişsin dozerle, orada ki çok değerli eşyaları, padişah kaftanlarını mahvetmişsin, yırtmışsın, sütunları devirmişsin, ha bunu yapmışsın. Yani bana anıt yapıyorsun içinde sonsuzluk yolu var diyorsun. Bizim kültürümüzde olmayan şeyler. Hakeza yaptığın mezarlıklar hiçbir zaman kültürümüzle alakalı değil. Ben bu konuda bölge de sorumlu olan bakanlıklardan, görevlilerden bu konuda daha duyarlı olmalarını beklerdim. Bu konuda hayal kırıklığı içerisindeyim.
Çanakkale hakkında birçok kahramanlık öyküleri anlatılıyor. Bunlar yaşanmış mıdır?
Bu aslında Çanakkale savaşının halkımızın benliğinde ne kadar yer ettiğini gösterir. Halkta o nesilden nesle anlatılırken bir takım forklorik öğeler katılabilir. Bunlara aslında gerçekten olmuş mudur olmamış mıdır dan ziyade bir forklorik özellik vererek değerlendirmek lazım. Misal bir bulut geldi bir İngiliz birliğini aldı götürdü. Bunun araştırmasını da yaptık, makalem de yayınlandı, böyle bir şey yoktur. Veya aksakallı dede geldi, ağaçlar eğildi. Çanakkale’de ki maneviyatı vurgulamak için böyle doğrulu tartışmalı hatta doğru olmayan şeyleri anlatmanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Az önce de örnekler verdik. Zaten oraya katılan insanların manevi duyguları çok fazla onun için böyle ekstra şeylere gerek yok. Mehmet Hilmi bey, Rumeli mecidiyenin komutanı. Yani bizim bildiğimiz Seyit onbaşının komutanı. Mehmet Hilmi beyin anılarında, askerlerini hazırlayışı var. Yani etkilenmemeniz mümkün değil. Dualar okunacak top ateşlenirken, kim ne duayı okuyacak, hiçbir zaman abdestsiz olmayacak, askerlerin hem teknik hem manevi eğitimi verilecek, namaz kılmayan olmayacak tabyada. İnsanlara bunları anlatmak lazım. Şimdi bunları anlatmayınca belki oradaki insanları etkileyebilirsiniz. İnsanlar bulut almış İngilizleri götürmüş diyebilirler ama sonuçta olmamış bir olayı anlatıyorsunuz. İnanan bir insan olarak olmamış ya da doğruluğu çok tartışmalı bir olayı anlatmanın kişilerin maneviyatına çok fazla etkisi olduğunu düşünmüyorum. Ben bu olayı, gerçekten olmuş bir olayı okuduğumda çok etkilenmiştim mesela. Çünkü bir komutan düşünün, askerinin topu ateşlerken bile hangi duayı okuyacağına, abdestsiz hiçbir şekilde savaş sırasında bulunmayacağına ve onların manevi eğitimine ne kadar önem veriyor. Bundan daha büyük bir şey olabilir mi? Veyahut az önce belirttiğimiz Kazım Karabekir paşanın hutbesi. Bütün ordu komutanlarının, tabur komutanlarının resmi emirlerinde her zaman için, maneviyata, Allah’ın her zaman bizim yardımcımız olduğuna dair vurgular var. Allah bizimle beraberdir yazıyor topun üzerine. Böyle bir ordu varken, bunları vurgulamak varken yani sizin topunuz, tankınız eksikken siz dünyanın en güçlü donanmasına karşı zafer kazanmışsınız, bundan daha büyük Allah’ın yardımı, mucizesi olabilir mi? Bu başlı başına inanan insan için ibretlik bir durumdur. Her konuşmamda da belirtiyorum. Çanakkale konusunda daha öğrenecek çok şeyimiz var.