İlber Ortaylı’yı ilk kez bir TV programında görmüştüm. Sanırım ortaokula gidiyordum. Bir tartışma programıydı ve Osmanlı hanedanında kardeş katli konusu konuşuluyordu. Bir üniversite öğrencisi “ayy nasıl olur, vahşet, cinayet” diye birşeyler söylerken İlber Hoca öğrencinin sözünü kesti ve “Bir imparatorluktan ve onun sahibi hanedandan bahsediyoruz küçük hanım” diye aniden ve yüksek perdeden gürledi.
O günden beri İlber Hoca dikkatimi çekti ve eserleri başucu kitabım oldu. Daha ileriki yıllarda kendisi ile tanışma şerefine de nail oldum.
Tabii ki İlber Hoca orada “kardeş katli”ni meşru göstermeye niyetli değildi; tahminimce onun kızdığı husus, öğrencinin konudan bahsederkenki tavrıydı; yani günümüz şartları ile tarihsel bir olguyu değerlendirme hatasına düşerek, bir olgudan hareketle “Osmanlı dönemi = vahşet” kategorizasyonu yapması.
Ülkemizde “Osmanlı” söz konusu olduğunda iki tip bakış görülür. Ya topyekün bir kutsama ya da topyekün çöpe atma. Ve sağolsunlar her iki görüşün de epey temsilci ve tetikçisi vardır. Kitaplar, dergiler biteviye bu iki eksende konuyu işler durur.
Ama son zamanlarda bu değişiyor.
Bunun başlangıcı olarak “Osmanlı Devleti’nin 700. yıl Kutlamaları”nı görüyor İlber Hoca. Ona göre bu kutlamalar Osmanlı’ya müthiş bir ilgi uyandırdı ve Türk toplumu yedi asırlık tarihine ilgi duymaya başladı.
Elbette bu süreçle birlikte pekçok “talep” geldi. Bunun neticesinde de konu ile alakalı eser sayısı arttı. Hamasetçilerle, kötülemecilerin garanti müşterilerinden ayrı bir kitle “Osmanlı’da gerçekten neler olup bittiğini” öğrenmek istiyordu.
Bu konudaki isteğe cevap veren en gayretli isimlerden birisi de hiç şüphesiz İlber Hoca’dır. Bu anlamda hacim olarak küçük ama ihtiva olarak çok büyük bir eseri var Hoca’nın: “Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek”
Yazımda bu önemli kitaptan biraz bahsetmek istiyorum.
İlber Hoca, yukarıda bahsettiğim ilgiye atıfta bulunarak kitabı için şöyle diyor:
“Bu ilgi, kuru bir hamaset çizgisini geçti, anlaşılan toplumsal düşüncenin ve yorumlamaların tekâmül etmesi dolayısıyla “Osmanlı İmparatorluğu nedir? Bu imparatorluğun kurumları nedir? Yaşam şekli nedir? Bizim için anlamı nedir?” gibi sorulara cevap aranmaya başlandı. Ve bu meyanda, çalışmalar, hazırlıklar yapmak ve yaptıklarımızı geniş kitleye tanıtmak gibi bir ihtiyaç hâsıl oldu. Şüphesiz ki elinizdeki bu kitap da bunlardan birisidir ve o iddiadadır.”
Kitapta çok önemli başlıklar, daha doğrusu Osmanlı ile alakalı bazı temel kurumlarının ve çizgilerinin yorumları var. Bazılarını sayayım: “Osmanlı’da Devşirme”, Osmanlı’da Aile Kurumu”, “Bab-ı Ali”, “Fatih Sultan Mehmet ve Fetih”, “Osmanlı Mutfağı”, “Osmanlı Seyehatnameleri”, “Osmanlı Sarayları”, “Osmanlı Padişahları”, “Divan-ı Humayun”, “Enderun”, “Osmanlı İdare Sisteminde Bağımsız Eyaletler”, “Asar-ı Atika” Ve benzeri kurum ve kavramlara ilişkin başka birçok başlık.
Sohbet tadında, İlber Ortaylı’nın nefis uslubuyla gerçek bir tarih ziyafeti. Okurken sanırsınız ki Hoca karşınızda; o anlatıyor siz dinliyosunuz. Daha da önemlisi ise Ortaylı’nın yorumu. Yani tarihe bakışta hamasete kaçmayan gerçekçi tavır.
Galiba Mustafa Armağan yazmıştı, Turgut Özal başbakan iken, bir ziyaret sırasında Başbakanlık Arşivi’nde çalışan Pierce Hanım’ın masasına yaklaşmış ve ona hangi konuda çalıştığını sormuş. Pierce Hanım’dan “Harem” cevabını alınca, “Aaa, şu bizim aşna fişna işleri, değil mi?” diye takılmış. Kadın oldukça ciddi bir tavırla “Ne münasebet efendim, ben hiç de öyle bakmıyorum. Eğer dediğiniz gibi olsaydı, kendi evinde bu kadar ciddiyetsiz olan bir devlet, üç kıtayı nasıl bu denli ciddiyetle yönetebilirdi? Bence harem, en azından defterdarlık kadar ciddi bir kurumdur” cevabını vermiş. Birçok insanda mevcut olan sakat bakışa sadece bir örnek. Rahmetli’nin düştüğü durumu görmek isterdim doğrusu..
Mesela İlber Hoca kitabında Harem konusunda, Haremin Enderunun dişi bir izdüşümü olduğunu, sanıldığı gibi bir eğlence yeri olmadığını, belirli bir iç işleyişi olduğunu, Türkçe ve İslam’ın öğretildiği bir okul olduğunu belirterek, buradakilerin bir kısmının Birun’a çıkan Enderun halkı ile başgöz edildiğini bu suretle seçkin bir sınıf yaratıldığına değinir. Bu sınıf ırk temelli bir sınıf değildir; tamamen yeteneğine, aklına ve tabi sağlığına göre seçilmiş kişilerden oluşmaktadır.
Hoca’nın kitabından bazı satırlar akratayım; mesela “Osmanlı sarayları” bölümünden:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun sarayları ve şaşası üzerine çok söz söylenir; çok slogan atılır. Bütün bir nesil, okul kitaplarında “maliyenin iflası ve saraylar” hikayesi ie büyümüştür. Oysa insanlarımız son on yılda Avrupa’nın ve Rusya’nın başkentlerini gezmeye başladıktan ve buradaki saray ve kasırları gördükten sonra daha iyi farkediyor; 19. yüzyılın Osmanlı devlet tüketimi diğer büyük devletlerle mukayese edilemeyecek ölçüde mütevazidir.”
“Mimar Sinan” başlıklı bölümde de şöyle söylüyor İlber Hoca:
“Bir tasavvur edelim: Karşımızda bütün dinleri ve inanılmaz sayıdaki dilleri kapsayan bir imparatorluk sözkonusu. Bu imparatorluğu gezebilen, görebilen, öğrenebilen insanın eğer zekiyse ve yaratıcılığının muhteşem olacağına hiç şüphe yoktur. Bugün bile bu imkana sahip bir zümre yoktur. 16. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu, askeri bir imparatorluktur ve askeri hayatın zaruretleri içinde belirli bir zümre çok şeyi keşfederek, süratli olarak öğrenebilmekte ve yeni modeller ortaya koyabilmektedir. Bu büyük dinler, diller, ırklar haritasının 18 ve 19. yüzyılın sömürge imparatorluklarıyla da pek alakası yoktur. Çünkü imparatorluk bir memleketler bütünüdür. Burada yaşayan insanların yatay olarak bir eşitliği söz konusudur. Teorik olarak ve pratikte de en ücra köşedeki insanın yükselebilme ve devletin merkezindeki karar organlarına oturabilmesi sözkonusudur.”
İlber Hoca kitabında padişahların tamamının birer meşgalelerinin olduğunu söylüyor. Mesela Kanuni Sultan Süleyman çok becerikli ve mahir bir kuyumcudur. III. Murat en büyük ve en uzun divana sahip olan şairlerindendir. IV. Murat büyük bir sporcudur. IV. Mehmet’in avcılığı meşhurdur. III. Ahmet büyük bir hattattır. III Selim, Hoca’nın deyişi ile neredeyse kısmi zamanda padişahlık yapacak kadar büyük bir bestekardır. II. Mahmut hem iyi bir hattat, hem de müzisyendir. II. Abdulhamid çok mahir, Hoca’nın deyişi ile milyarder olacak derecede ince bir marangozdur ve dizaynı yani, tersimi rakipsizdir. Abdulmecid Han modern bir ressam ve ileri derecede alafranga bir bestekardır. Sultan Abdülaziz Han, iyi bir ressam ve bestekardır. Bunları okuyunca, günümüz siyasetçilerini ve -devlet olmasa bir baltaya sap olamayacak- bürokratlarını düşünüp hayıflanmamak elde değil.
Hasılı İlber Hoca’nın kitabının her sayfası ayrı bir tarih ziyafeti sunuyor. Burada birkaç küçük alıntı ile bunu gösterebilmek mümkün değil. Kitaptaki başlıkların tamamında öğretici bilgiler ile, neden-sonuç ilişkisi kurulmuş yorumlar var.
Eğer “Osmanlı” sizin için birşeyler ifade ediyorsa İlber Hoca’nın bu kitabını “mutlaka okuyun” derim.
T. Suat Demren
Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek
Prof.Dr. İlber Ortaylı
Timaş Yayınları- İstanbul 2007