Edirnekapı Mezarlığı’nda gömülü olan Ali Haydar (Yuluğ) Bey, İstanbul tarihi açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Cumhuriyet devrinin ilk İstanbul valisi ve aynı zamanda Şehremini vekili olan Ali Haydar Bey, yaklaşık 14 ay süren görevi süresince yorulmak bilmez bir enerjiyle çalışmış modern mezbaha, itfaiye ve ekmek fırını gibi müesseselerin temelini atmıştı. 1957’ye kadar bugünkü Bayezid Meydanı’nda yer alan ve kendi adıyla anılan havuz, şehrin en önemli sembollerinden biri oluvermişti. Her ne kadar bazı uygulamaları ile eleştirilse de, genel olarak şehrin çağdaş bir görünüm almasına ve şehremini gelirlerinin artmasına yol açan girişimleri nedeniyle kendisi, taltif amacıyla İstanbul’dan, Ankara şehreminliğine tayin olunmuştu. Böylece Cumhuriyet İstanbul’u, başkentlik vasfından sonra, yetenekli bir idarecisinden de mahrum kalmıştı.
MİLLİ MÜCADELEDE TAKINDIÐI TAVIR KADERİNİ TAYİN ETTİ
Ali Haydar Bey, İzmir gümrüğünde görevli bir babanın oğlu olarak 1879’da doğdu. İzmir Mekteb-i Mülkiye İdadisi ve Mekteb-i Mülkiye’yi bitirdi. İlk zamanlar Ege Bölgesi’nde bazı idarecilik görevleri yaptı. Görev yaptığı yerlerde kendisi ile özdeşleşen en önemli icraatı, ihtiyaç duyulan bölgelerde okullar kurulmasına öncelik verilmesiydi. Seferihisar ve Milas kaymakamlıkları sırasında çok sayıda okulun yapımını temin ettiği gibi, Urfa ve Bolu’da mutasarrıflık yaptığı dönemlerde her iki şehre birer Sanayi Mektebi kazandırdı. Ama Haydar Bey’in bilhassa Milli Mücadele’de takındığı tutum, geleceğinin belirlenmesinde son derece önemli olacaktı.
Ali Haydar Bey, Milli Mücadele sırasında oldukça kritik bir bölge olan Bolu mutasarrıflığında bulunmaktaydı. Şehir, İstanbul’dan Ankara’ya uzanan güzergah üzerinde yer almakta ve Haydar Bey’in takınacağı tutum mücadelenin mukadderatı üzerinde belirleyici bir etken olmaktaydı. Bu süreç içinde Haydar Bey, konumunu da tehlikeye atarak Ankara hükümeti ile ortak hareket etme yoluna gitmişti. Devrinde meydana gelen Düzce isyanı sırasında Ankara hükümetine olan yakınlığı, az daha canına mal olacaktı. Asiler Düzce’den Bolu’ya yürüyecek, Ali Haydar Bey’i esir alarak beraberlerinde Düzce’ye götüreceklerdi. Ali Haydar Bey’in hayatı Çerkez Ethem birliklerinin, Afyon Karakeçili aşiretine bağlı milis kuvvetlerin ve Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey’in bölgeye intikali sonrasında kurtulacaktı.
Yaşanan olaylar sonrasında Ankara hükümetine bağlılığını gösteren Ali Haydar Bey’in, Bolu’dan sonraki durağı Sivas valiliği oldu. Böylelikle Milli Mücadele’nin sembol kentlerinden biri, 1921 yılının ortalarında onun idaresine bırakılmıştı. Haydar Bey burada son derece memnuniyet verici bir çalışma temposu yakaladı. Kendisinden önceki valinin başlattığı işleri sonladırmakla işe başladı. Belediyecilik tarihimiz üzerine verdiği eserlerle tanınan Osman Nuri Ergin’in de belirttiği üzere, selefin başladığı işe halefin sahip çıkmadığı bir toplumda, Haydar Bey’in bu tutumu alkışlanası bir tavırdı. Yine görev yaptığı yaklaşık bir buçuk yıllık zaman diliminde vilayet dahilinde 35 okul kurdurmuş, kilometrelerce de yol açmıştı. İşte hem ulusal mücadelede takındığı tutum, hem de başarılı hizmet grafiği, ona İstanbul valiliğinin yolunu açtı.
MEZBAHA İNŞAATINI PROTOKOLE YEÐ TUTTU
Haydar Bey, 12 Mart 1923’de İstanbul valiliğine getirildi. Yaklaşık üç ay kadar sonra da şehreminliği vekaletini üzerine aldı. Cumhuriyet İstanbul’u, bundan böyle uzunca bir süre merkezden atanan ve hem vali hem de belediye başkanlığı vazifelerini bünyesinde bulunduran kişilerce idare edilecekti. Başta dönemin matbuatı olmak üzere bu uygulama sıklıkla eleştiri aldı. Eleştiriler genelde iki noktada toplanıyordu. İlkin şehrin altyapı, sağlık, ulaşım gibi hayati sorunları ile uğraşacak ve kenti iyi tanıması zaruri olan bir idarecinin, merkezden tayin edilmesi tepki çekiyordu. Nitekim Ali Haydar Bey bir İstanbullu değildi. İkinci olarak böylesine kritik iki vazifeyi bünyesinde taşıyan bir valinin her iki işi de hakkını vererek yapması pek mümkün görünmüyordu. Nitekim Ali Haydar Bey zaman zaman matbuat tarafından belediyecilikten anlamamakla itham edildiği gibi, bir vesile ile İstanbul’a gelen devlet erkanı da valinin kendilerini devlet protokolü çerçevesinde karşılayıp ağırlamamasından şikayet ediyordu. Nitekim Ali Haydar Bey’in protokol kurallarını anlamsız bulduğu, bir devlet büyüğünü karşılamak için Haydarpaşa garının yolunu tutmaktansa, Sütlüce’de yaptırılan mezbaha inşaatının başında durmayı yeğ tuttuğu bilinmekteydi.
OSMANOÐULLARINA SÜRGÜN KARARINI TEBLİÐ ETMİŞTİ
Ali Haydar Bey’in göreve geldikten sonraki en önemli icraatlarından biri 3 Mart 1924’de alınan hilafetin ilgası kararını, şehrin valisi sıfatıyla halife Abdülmecid Efendi’ye tebliği vazifesiydi. Oldukça müşkil olan bu kararı tebliğ için Haydar Bey, kendisinden bir süre sonra İstanbul valiliği de yapacak olan zamanın Emniyet amiri Muhittin (Üstündağ) Bey’i de yanına alarak Dolmabahçe Sarayı’nın yolunu tuttu. Kendi ifadesi ile beraberinde gelen polisleri ve Muhittin Bey’i halifeye tebliği yapacağı salonun dışında bırakan Haydar Bey, durumu Abdülmecid Efendi’ye münasip bir dille anlatmaya çalışmış, ancak hiç ummadığı bir tepki almıştı. Abdülmecid Efendi, tebligatın bitiminde derhal yandaki odaya dalmış ve Ali Haydar Bey de sıkıntılı bir bekleme sürecine girmişti. Kendisini düşündüren şey, halifenin bundan sonraki tepkisi idi. Belki de Abdülmecid Efendi odaya silah almak için dalmıştı. Nitekim kendisi, o anı anlatırken “Maksadını anlayamadığım için aklıma gelen ilk şey, kararı verenler hakkındaki gayzını benden çıkaracağı ve kendisiyle hanedanın intikamını benden almak isteyeceği yönündeydi” şeklinde bir ifade kullanacaktı. Neyse ki halife odadan sadece elinde bir takım gazete kupürleri, telgraf ve yazışma müsveddeleri olduğu halde çıkınca rahatlamıştı. Abdülmecid Efendi bunları göstererek Kuvva-i Milliye’ye yaptığı hizmetleri ispatlamaya çalışmıştı. Ancak Haydar Bey, meclisin kararını uygulamakla yükümlü olduğunu beyan ile sınır dışının gerçekleşmesine iki saat kaldığını söyleyerek, halifeden yol tedariki için hazırlanmasını rica etmişti. Sonrasında Sirkeci garına kadar kendisine refakat ederek büyük bir hadiseye mahal vermeden bu kritik emri yerine getirmişti.
Ali Haydar Bey’in İstanbul şehremanetine pek çok katkısı oldu. Bu katkıları da büyük ölçüde belediyenin gelirlerini arttırmak suretiyle elde etti. Bu anlamda en çok tepki çeken uygulaması ise belediye namına şehre giren ticari mallardan “oktruva” olarak nitelenen iç gümrük vergisinin konmasıydı. Ali Haydar Bey, aldığı başkaca tedbirlerle belediye gelirlerini bir yıl içinde neredeyse üç kat arttırdı. Yaklaşık 14 ay İstanbul şehreminliği vazifesini yürüten Ali Haydar Bey, bu süre içinde hatırı sayılır icraatlara imza attı. Haydar Bey’in şehir sağlığı açısından en önemli icraatı Sütlüce tarafında mükemmel bir mezbahanın kurulmasıydı. İstanbul’da 20. yüzyıl başlarına kadar her kasap dükkanı, aynı zamanda bir mezbaha idi. Bunların kestikleri hayvanların kanları, sakatatları şehir içinde pis bir kokuya ve bazı hastalıkların çıkmasına yol açıyordu. Bu durumun etkisiyle 2. Meşrutiyet devrinde kesim yapabilecek kasap sayısı 147 ile sınırlanmış, belirlenen dükkanlar dışında sadece et satışına izin verilmişti. İstanbul’un meşhur belediye reisi Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa bu sayıyı 22’ye çıkartıp, çağdaş bir mezbaha için kolları sıvamıştı. 1919’da başlayan inşaat, Haydar Bey tarafından sona erdirilmiş ve şehir modern bir mezbahaya kavuşmuştu. Haydar Bey bununla da yetinmemiş, şehir halkının ucuz et yemesi için şehrin belli bölgelerine belediyeye bağlı kasap dükkanları açtırmış ve mezbahada kesilen etlerin bir kısmını bu dükkanlar vasıtasıyla doğrudan halka arz etmişti.
Mezbahanın yanı başına bir de buzhane yaptırıldı. Buzhaneye verilen para neredeyse belediyenin bir yıllık gelirine denk olduğundan bu durum halkın ve basının büyük tepkisine neden olmuş, “Haydar Bey, İstanbullunun paralarını çarçur ediyor” dedikodularını beraberinde getirmişti. Ancak uzun vadede buzhanenin faydaları kendini gösterdi. Her şeyden önce burada, kesilen etler depolanabiliyordu. Dahası o vakte kadar şehrin buz ihtiyacını Şişli’deki Bomonti Bira Fabrikası tekeline almıştı. Fabrika, aynı zamanda bira üretimi de yaptığı için haliyle bu içeceğin depolanacağı bir buzhaneye de ihtiyaç duymaktaydı. Ancak fabrika, buzun okkasını bir kuruşa satma konusunda belediye ile anlaşmış iken çeşitli gerekçeler öne sürerek okkasını on kuruşa kadar satar olmuştu. Belediye böylelikle hem Bomonti Bira Fabrikası’nın tekelini kırmış, hem de bazı kamu kuruluşlarına bedava, halka da ucuz bir bedel karşılığı buz temin eder duruma gelmişti.
HALK EKMEÐİN MİMARI ALİ HAYDAR BEY’DİR
Belediyenin hayvan kesimine el atması doğal olarak kasaplık yapan kişilerin zararına, şehir halkının ise hem sıhhi, hem de ucuz et yeme imkanına kavuşması sebebiyle yararına bir durumdu. Benzer bir gelişme İstanbullunun temel yiyecek maddesi olan ekmekte de yaşandı. Öncelikle devlete ait olup atıl durumda bulunan Unkapanı’ndaki değirmen, şehremaneti adına kiralandı. Sonrasında Nişantaşı’nda hizmete giren ekmek fabrikasında ucuz ve kaliteli ekmek üretimine başlandı. Değirmende öğütülen unlardan imal edilen ekmeklerin satışı için de, şehrin farklı bölgelerinde satış yerleri açıldı. Diğer fırınlardan birkaç kuruş eksiğine sattırılan ekmek, doğal olarak pek çok fırının kapanmasına neden oldu. Yine halkın bilhassa kış mevsimlerinde artan kömür ihtiyacını gidermek amacıyla sahil kesimlerine odun-kömür depoları kurulmuş, gemilerle getirilen yakacak malzemeleri buralara indirilmişti. İtfaiye teşkilatının belediye bünyesinde teşkilatlanması da bu dönemde gerçekleşti. İstanbul’un en büyük kabuslarından biri olan yangınların hızlı bir şekilde söndürülmesi, eski devirlerden beri hayati bir meseleydi. Mütareke döneminde işgal kuvvetleri yangınların söndürülmesinde görev alırken, onların başkenti terk etmesi sonrasında bu görev Selahaddin Adil Paşa’ya bağlı askeri kuvvetlerce yerine getirilmeye çalışıldı. Haydar Bey, gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra itfaiye teşkilatını devraldı ve modernleştirme konusunda bazı önemli adımlar attı. Onun devrinde girişilen faaliyetlerden biri de özellikle gıda sağlığını korumak amacıyla bir kimyahane kurulmasıydı. Bugün Fatih’teki eski belediye binası ile itfaiye binasının tam köşesine denk düşen yerde inşa olunan kimyahane, halkın sağlığının korunmasında önemli bir görev icra etti. Şehirde bu işe tahsis edilen en önemli kurum olduğu için, özel sektöre de belli bir ücret mukabilinde hizmet verilmekteydi. Haydar Ali Bey’in belediye bünyesinde açtığı bir matbaa da, kuruma ait evrakın basılmasını temin ederek bu alanda tasarruf edilmesini temin etti. Belediye teşkilatına yeni temizlik araçları satın alınırken, el arabası ve diğer bazı temizlik aletlerinin imali için bir de marangozhane kuruldu.
SEN MİSİN MEYDAN AÇAN
Teşkilatlanma dışında Haydar Bey şehrin imarı konusunda da bir takım teşebbüslerde bulunmuş, bazı yollar ve meydanlar açmıştı. Ancak bu alandaki bir takım faaliyetleri basının tepkisine sebebiyet vermişti. Bunlardan biri Heybeliada iskelesinin yapımı teşebbüsüydü. Basın, yüksek bir meblağa mâl olan Heybeliada iskelesi konusunu uzunca bir süre diline dolamış ve matbuat aleminde şu ifadelere yer verilmişti; “İstanbul’un giderilmemiş bir sürü ihtiyacı varken elli sene sonra hatıra gelebilecek bir işin bugün acil ihtiyaçlara rağmen yapılması, fakir halkın pek buhranlı zamanlarda dişinden tırnağından artan paranın soğukkanlılıkla denize dökülmesi demektir”.
Tanin gazetesi Aksaray Meydanı’nın açılmasına tepki göstermekteydi. Halbuki tarihi yarımadanın tam göbeğinde yer alan ve yakın zamanlarda büyük yangınlara sahne olan bu semtin, en kısa zamanda kalkındırılması büyük önem taşıyordu. Nitekim Aksaray hem Bayezid, Süleymaniye, Fatih gibi semtlere yakınlığı hem de tramvay güzergahı üzerinde kalması gibi etkenler vesilesiyle de yatırımı hak eden bir muhitti. Buna rağmen Tanin gazetesi Haydar Bey’in bu teşebbüsünü, Ankara’ya tayin olduğu günlerde şu satırlarla sütunlarına taşıyordu; “Haydar Bey’in sarfiyat hususunda ölçüsü büyüktü. Aksaray harabeleri arasında elli metre genişliğinde, 1500 metre uzunluğunda bir bulvar açmakta tereddüt etmedi”.
Tüm bu icraatlarını Haydar Bey gayet kısa bir zaman dilimine sığdırmıştı. 8 Haziran 1924 tarihinde Ali Haydar Bey, İstanbul’da yaptığı hizmetler de göz önüne alınarak Ankara şehreminliğine tayin edildi. Ne de olsa yeni devletin vitrin kenti Ankara idi. Neredeyse sıfırdan inşa edilen bir şehri, tecrübesi ve faaliyetleri ile rüştünü ispat etmiş olan Ali Haydar Bey’e emanet etmek anlaşılır bir tutumdu. Hatta dönemin Dahiliye vekili Recep (Peker) Bey, gazetecilerin söz konusu tayinin sebebini sormaları karşısında “Ankara süratle inkişafa muhtaçtır. Haydar Bey tecrübe edilmiş ve bu sahadaki kıymeti hakkında bizde kuvvetli bir fikir hasıl olmuştur” şeklinde cevap vermişti.
Ancak Ali Haydar Bey’in bu vazifeye atanmasında başka faktörlerin de etkili olduğu kulaktan kulağa fısıltı şeklinde dolaşmaktaydı. Bunların başında kendisinin, belediyecilik işlerine büyük vakit ayırırken valilik yanını arka plana ittiği, CHP’nin şehirdeki örgütlenmesiyle layığıyla ilgilenmediği gibi hususlar gelmekteydi. Yine Haydar Bey’in salmış olduğu vergiler ve kurmuş olduğu müesseseler de gelişmelerden olumsuz etkilenen bazı nüfuzlu şahsiyetleri rahatsız etmişti. Tüm bu etkenler üst üste konulduğunda Haydar Bey’in tayinine sebep olan nedenler daha açık bir şekilde gün yüzüne çıkmaktaydı.
ANKARA’YI ŞEKİLLENDİREN ADAM
Kendisinin yerine Operatör Emin Bey İstanbul’un yeni valisi ve şehremini vekili olacaktı. Emin Bey’in iş başına gelmesi ile eski kötü alışkanlıklar yeniden hortlamış, bulundukları kurumların başında kendilerini ispat etmiş bazı bürokratlar hızla tasviye edilirken, yerlerine Emin Bey’e yakın isimler getirilmişti. Emin Bey, basına verdiği bazı demeçlerle de bir takım polemiklere sebep olmuş, Haydar Bey’in bu güzide şehirle layığı ile ilgilenmediğini beyan eden demeçler vermişti. İstanbul basını Haydar Bey’in Ankara’ya tayinini genel itibari ile buruklukla karşılamış, bununla birlikte yukarıda anlatılan bazı uygulamaları nedeniyle giderayak eleştirmekten de geri kalmamıştı. Akşam gazetesi tayin sonrasında Haydar Bey hakkındaki görüşlerini şu ifadelerle okurlarına aktarıyordu; “Herhalde İstanbullulara sorulsaydı Şehreminin gitmesine razı olmazlardı. Nasıl ki bir aralık İzmir valiliğine tayini haberi çıktığı zaman İstanbul şiddetle itiraz etmişti. O zamandan beri Haydar Bey bir oktruva çıkardı. Eğer bu yeni vergi olmasaydı İstanbul yine bu görev değişimine karşı feryat ederdi”.
Bununla birlikte Haydar Bey, Ankara’da giriştiği faaliyetlerle de kısa sürede adından bahsettirecekti. Ankara’nın imar edilmesi, şehrin en hayati meselesi olduğundan bu iş için gerekli malzemeyi yurt dışından satın almak yerine, inşaat sahasında bir nevi alt yapı vazifesi görecek olan bazı girişimlerde bulunmayı tercih etti. Avrupa’dan makineler sipariş ederek tuğla, kiremit, kereste, kireç ve elektrik fabrikalarının temellerini attı. İstanbul’da kısa vadede eleştirilen ancak uzun süreçte kendini gösteren bazı teşebbüslerini Ankara’da da tekrarladı. Elektrikle çalışan bir değirmen, bir buz fabrikası ve numune fırını kurdu. İtfaiye teşkilatını yapılandırdı. Şehrin yeşillenmesi konusunda Gazi Mustafa Kemal Paşa ile hemfikir olduğundan, Avrupa ve İstanbul’dan getirttiği binlerce fidanı Ankara’ya diktirdi. Yeni Ankara’yı kale eteklerinde yani eski şehrin bulunduğu yerde değil de, Ulus ile Kızılay arasında inşa etme fikri, devrin idaresince destek görünce büyük istimlak faaliyetlerine girişti.
Ali Haydar Bey, Ankara’ya tayininin üzerinden iki yıldan biraz daha fazla bir süre geçtiği esnada sağlık sorunlarını gerekçe göstererek istifa edecekti. Atatürk’ün ısrarı ile İstanbul’dan mebus seçilecek, temelinde önemli hizmetlerinin geçtiği bu şehirde 18 Eylül 1937’de kalp yetmezliğinden ölecekti. Mezarı bugün Edirnekapı’dadır.
KAYNAKÇA
Burhan Arpad; Yokedilen İstanbul, İstanbul 1983
Günay Çağlar; “Ali Haydar (Yuluğ) Bey’in Bolu Mutasarrıflığı Sırasınad Karşılaştığı Meseleler (23 Ocak 1919-30 Mayıs 1920), Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, sayı: 22, Erzurum 1995, s. 91-102
Osman Nuri Ergin; İstanbul Şehreminleri (haz: Ahmed Nezih Galitekin), İstanbul 1996
Emin Nedret İşli; “Beyazıt Meydanı ve Haydar Bey Havuzu”, Arkitekt, sayı: 415, Haziran 1994,ü s. 54-57
Reşat Ekrem Koçu; “Bayazıd Meydanı, Bayazıd Hürriyet Meydanı”, İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 4, İstanbul 1960, s. 2251-2255
Hayri Orhun vd.; Meşhur Valiler, İçişleri Bakanlığı Merkez Valileri Bürosu yayınlarından, Ankara 1969
Mehmet Sarıoğlu; “Ankara Şehremini ve Valisi Ali Haydar Bey ve Faaliyetleri”, Kebikeç, sayı: 9, Ankara 2000, s. 125-130
Haluk Y. Şehsuvaroğlu; “Beyazıt Meydanı”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, Ağustos-Eylül 1958, s. 6-7
Nazır Şentürk; İstanbul Valileri, İstanbul 2008
Ertan Ünal; “Sessiz Tanık: Beyazıt Meydanı”, Popüler Tarih, sayı: 18, Şubat 2002, s. 62-67
Neşe Yeşilkaya; “19. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul Beyazıt Meydanı ve Kentsel Mekâna Yönelik Tasarım İzleri: Aks, Arkad, Yapı Yüzü”, Mimarlık, sayı: 334, Mart-Nisan 2007, s. 35-39
Rakım Ziyaoğlu; İstanbul Kadıları, Şehreminleri, Belediye Reisleri ve Partiler Tarihi, İstanbul 1971