Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerce öldürüldükleri tahmin edilen 18 Osmanlı askerine ait iskeletler, Nablus yakınlarında bulundu Konuyla ilgili olarak Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Abbas ile görüştü.
Filistin’in Batı Şeria bölgesindeki Nablus kenti yakınlarında bir mağarada, Osmanlı İmparatorluğu ordusunun 18 askerine ait iskeletler bulundu. Osmanlı askerlerinin 1. Dünya Savaşı’na katıldığı ve 1918’de İngiliz askerleri tarafından öldürülmüş olabilecekleri kaydedildi. İsrail’de yayımlanan Yedioth Ahronot gazetesi, Nablus Belediyesi’nin dün bir cenaze töreni planladığını ancak Filistin yönetiminin bu töreni ertelediğini yazdı. Habere göre Filistin yönetimi, Ankara’nın cenazeleri iadesini talep ederek defin işlemlerini üstlenmek isteyebileceğini belirtti.
OSMANLI ASKERİNE SON VEFA
Öte yandan Nablus’taki kazıda bir grup Osmanlı askerinin cesetlerine ulaşıldığı bilgisi üzerine Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüştü. Davutoğlu, şehitlerin anısına sahip çıkılacağını belirterek “Şehit düşen askerlerimiz bize tarihin, ecdadımızın emanetidir. Onların aziz ruhlarını şad edecek şekilde yapılması gereken herşey yapılacak. Filistin Devlet Başkanı Abbas da bu konuda Türkiye’nin ön gördüğü herşeyi kabul etmeye, her türlü yardımı sağlamaya hazır olduklarını bana ifade etti” dedi. Davutoğlu, askerlerin cenaze törenlerinin hem Filistin’de hem de Türkiye’de yapılacağını ve Filistin’de defnedilmeleri için bir şehitliğin kurulacağını açıkladı. Davutoğlu, Abbas’ın kendisine “Sizin şehitleriniz bizim şehitlerimizdir. Nasıl istiyorsanız o şekilde defnedeceğiz” ifadelerini kullandığını aktardı
Sabah Gazetesi, 02 Ekim 2010
Yukarıdaki gazete haberini okuyunca içim burkuldu.. Birinci Dünya Savaşı’nda çarpıştığımız cephelerden Sina-Filistin cephesini hatırladım. Pek çoğumuz için; Birinci Dünya Savaşında “yedi düvelle yedi cephede savaştık” diye ezberlediğimiz o yedi cepheden biridir ve belki daha fazla bir şey ifade etmez.
Oysa Filistin cephesi son derece önemli ve belirleyici bir savaş alanı olmuştur. Osmanlı’yı yıkan cephe olmuştur Filistin cephesi.
18 Osmanlı askerinin iskeleti bulunmuş.
Aynı cephedeki kum ve taş çöllerinin ıssızında; savaşırken veya ümitsiz, çaresiz bir halde ricat ederken şehit olan binlerce Türk askerinden geriye iskeletleri bile kalmadı.
Birinci Gazze Muharebesinde İngiliz hücumlarını püskürten Alayın askerleri sancak ile, 1917
Osmanlı Devleti 1914’te harbe girince; Mısır’da bulunan İngiliz kuvvetlerine karşı, Suriye-Filistin bölgesinde 4. Ordu’nun sorumluluk alanında olmak üzere bir cephe tesis etmişti. Komutanlığına da meşhur Cemal Paşa tayin olunmuştu.
19 Eylül 1918’de başlayan ve sonun başlangıcı olan Nablus Muharebelerine kadar Filistin cephesinde yaşananlar özetle şunlardır: Alman subayı von Kress’in planı ve idaresinde 14 Ocak 1915’de Sina Cephesi’nde I. Kanal harekâtını tertip edilmiş; 4 Şubat’ta tutunamayarak geri çekilinmişti. İkinci harekât 1916 Temmuz’unda icra edilmiş; fakat bu da başarılı olmamıştı. Türk birlikleri, 1917 Ocak ayında Gazze-Birüssebi hattına çekilmişlerdi. 26 Mart tarihinde I. Gazze, 19 Nisan’da II. Gazze muharebelerinden galip çıkan Türk ordusu, 30 Ekim 1917’de çok geniş ve ayrıntılı hazırlık safhasından sonra üstün kuvvetlerle icra edilen III. Gazze Muharebesi’nde İngilizlere mağlup oldu. Bu mağlubiyet sonucu 9 Aralık 1917’de Kudüs düştü. 1918 yılı Şubat ayı içinde Yıldırım Ordular Grubu komutanı Falkenhayn’ın yerine Liman von Sanders tayin edildi. 1918 yılı Nisan-Haziran arasında yaşanan I. ve II. Şeria Muharebeleri yaklaşan büyük İngiliz taarruzunun habercisiydi.
19 Eylül sabahı başlayan Nablus Muharebesi arifesinde, Filistin cephesini savunan Yıldırım Ordular Grubu, ismi büyük ve azametli ancak gerçekte son derece güçsüz, sahip olduğu asker sayısı, silah ve malzeme bakımından bırakın ordular grubu olmayı, bir kolordu seviyesinde bile değildi. Grup 7. ve 8. Ordular ile 4. Ordu’dan oluşuyordu ayrıca Halep’te bulunan 2. Ordu da grubun yedeğini oluşturuyordu.
Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Liman von Sanders:
“Cephede gördüğüm Türk taburlarının mevcudu ortalama olarak 120 ila 150 tüfekti. 8. Ordu’nun raporuna göre bu ordu kendisinin
“Türk tümenlerinden her biri ortalama olarak yaklaşık 1300 tüfek kuvvetindeydi. Taburların mevcudu -her tümende 9 tabur vardı- ancak 130 ila 150 tüfeğe ulaşıyordu. Bazı taburlar 180 tüfeğe kadar yükseltilmişti; fakat diğer bazı taburlar da hastalık vesaire sebepler dolayısıyla yaklaşık ancak 100 ere sahipti”[2] demekteydi.
Birinci Gazze Muharebesini kazanan Alayın komutan ve subayları, 1917
Eksiklik ve imkansızlık her alanda görülüyordu. Askerlere muntazam yemek verilemiyordu. İkmal işleri bozulduğundan gerideki depolarda bulunan yiyecek maddeleri cepheye taşınamıyor askerler açlık çekiyordu. İklim ve arazi şartlarına göre giydirilmeyen askerler bu durumdan çok muzdaripti.
“Türk askerleri, İngiliz ölüleriyle esirlerinin çizme ve potinlerinin tabanları altına taşlık ve dağlık arazide ses çıkarmadan hareket edebilmek için keçeden yapılma bir tabanın çivilenmiş olduğunu gıpta ve hasetle seyrediyorlardı. Kendilerinin ayakları ise çoğunlukla yırtık paçavralarla sarılmış, en iyi durumda olanları, ham çarıkları bağ ipleri ile bağlamış bir haldeydiler. Subayların da çoğunlukla başka bir ayakkabısı yoktu”[3].
“Yazlık elbisesi olmayan ve ancak bir tek kalın aba elbisesi olan -bunlara partal paçavra denmesi daha doğru olur- Türk askerlerinin dörtte üçünden fazlası, uzun zamandan beri çamaşırları da olmadığından, elbiseleri doğrudan doğruya vücutlarına giydiklerinde, sıcaklığın şiddeti altında bu yüzden zahmet çekiyorlardı”[4].
Cephede en muti ve itaatkâr asker Türk askeridir. Karnı doyurulup, giydirilince bir de iyi davranılınca ondan iyi muharip bulunmaz. Bunun bir hakikat olduğunu, uygun şartların nispeten sağlandığı Çanakkale cephesinde göstermişti.
Süveyş Kanalına yapılacak hücum hazırlığı için Filistinde toplanan askerler, 1914
Çanakkale kahramanı tümenlerden bir kısmı Filistin cephesine gönderilmişti. Bunlardan 1., 7., 11., 16., 19. tümenler 19 Eylül’de başlayan Nablus Muharebesinde cephe hattındaydı.
Çanakkale’de hem Seddülbahir hem de Anafartalar cephesinde muharebe ederek çok büyük fedakarlık ve cesaret göstermesiyle tanınan 7. Tümen, 19 Eylül sabahı cephe hattının en batısında, bir tarafı denize dayanmış halde kendisine düşen bölgeyi savunuyordu. Bir gün önce başlayan kara topçusunun cehennemi bombardımanına, kıyıya iyice yanaşarak yakın mesafeden, görerek ateş eden donanma topçusu da eklenince kumda açılmış derme çatma siperlerde dayanmaya çalışan az sayıdaki 7. Tümen askerlerinin sonu belli olmuştu. Sabah erken saatlerde başlayan İngiliz taarruzu etkisini göstermiş zaten top ateşi ile harabeye dönmüş siperlerde barınamayan askerler geri çekilmeye başlamıştı. Açılan gedikten bu defa Anzak süvari kolordusu önüne çıkanı ezerek cephe hattını yardı ve hızla kuzeye, cephe hattının arkasına sarktı.
19 Eylül günü cepheyi yaran bu süvari kolordusu, üç kol halinde Hayfa, Bisan ve Nasıra’ya yöneldi. Nasıra’da bulunan Yıldırım Ordular Grubu karargâhı, 20 Eylül sabanı erken saatlerde Anzak süvari birliklerinin baskınına uğradığında uyku mahmurluğundaydı. Başta Grup komutanı Liman von Sanders olmak üzere karargâh heyeti esaret tehlikesi geçirdi. Nasıra’daki muhafız kuvvetleri sokak muharebeleri yaparken, komuta heyeti bir gedik bularak kuşatılan Nasıra’dan çıkabildi.
“20 Eylül sabahı saat 5.30’da Nasıra şehrinin güney kesimindeki yollarda -ki Ordular Grubu Karargâhı’nın ve çalışma odalarının bulunduğu yerlerdi- yüksek sesle bağrışmalar ve silah başı komutları ve bunu takiben doğrudan doğruya piyade ve makineli tüfek ateşleri işitildi. İngilizler, Ordular Grubu Karargâhı’nı kaldırmak yani esir almak için şehre girmişlerdi”[5]
Nablus Muharebesi kaybedilmiş, cephe hattı yarılmış, bütün 7. ve 8. Ordu birlikleri ricata başlamıştı. Muharebede en fazla kayba uğrayan 8. Ordu idi. Muharebenin başlangıcında 8. Ordunun kolordularının mevcudu seferber bir alay mevcudundaydı[6]. Bulundukları 30 km’lik cepheyi diğer yardımcı sınıflar hariç kendilerinden 10-12 kat üstün piyade, 4 misli ve sınırsız cephane üstünlüğüne sahip topçu ve hiçe karşılık 12 bin süvari kuvvetine karşı müdafaa edecekti. Bir tarafları savunmasız durumda denize dayanıyordu ve İngiliz donanması kıyıya yaklaşarak, yandan görebildiği bütün cephe hattını cehenneme çeviriyordu[7]. 19-21 Eylül arasındaki muharebelerde 8. ordu birlikleri neredeyse tamamen mahvolmuş elde birlik denecek kuvvet kalmamıştı. Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse ortada 8. Ordu kalmamıştı. Bizzat ordu komutanı Cevat Paşa (Çobanlı) Nablus’tan ricat ederken düşman süvarisinin saldırısına uğramış, otomobilini terk ederek bir topçu hayvanına binip esaretten kurtulmayı başarmıştı[8].
Cemal Paşa ve Bahriye subayı Abdurrahman Bey Kudüste, 1917
Ordu karargâhı önceden, muhtemel bir ricat anında uygulanacak bir plan yapmamıştı. Başlayan ricatın hangi güzergahı takip edeceği bilinmediğinden, perakende ve karma karışık bir geri çekiliş başladı. Bu da takip eden Anzak süvarisinin ve havadan taarruz eden uçakların işine yaradı. Geri çekilen savunmasız Türk askerleri uçakların bomba ve makineli tüfeklerine çok kolay birer hedef oldular.
Artık ricat bir bozgun haline dönmüştü. Karmakarışık asker grupları, topçu ve askeri malzeme arabaları, yaralı ve hasta kafileleri elverişsiz yollarda düşman topçusu ve uçaklarının saldırısına maruz perişan bir halde geriye kaçıyorlardı. İngilizler Türk ordusunun içine düştüğü bu çaresiz ve savunmasız durumu fırsat bildiler ve Türk ordusunu tamamen imha için hiçbir fırsatı kaçırmadılar. Uçak filoları sürekli bir takip ile savunmasız ve çaresiz, yollara dökülen askerlerin üzerine bomba yağdırdılar, makineli tüfeklerle biçtiler. Anzak süvari sürüleri önlerinden kaçamayan yorgun, bitkin piyadeyi mızraklarıyla, kılıçlarıyla biçtiler. Ricat tam bir katliam ve trajediye dönüştü. Yollarda bir ölüm kalım yarışı başlamıştı ve maalesef geri çekilen askerlerden büyük bir kısmı ya şehit oldu ya da esir düştü.
İngiliz ve Anzaklar Çanakkale’de yaşadıkları mağlubiyeti unutamamışlar, Filistin cephesindeki muharebeleri Çanakkale’nin rövanşı olarak görmüşlerdi. Türk ordusu açısından, Çanakkale ile kıyaslanmayacak imkansızlıklar ve yokluklar içinde verilen Filistin cephesi mücadelesi yenilgiye mahkumdu. Savaşı kazanmanın ilk şartı, teknik ve taktik açıdan bütün şartları ve imkanları hazır etmektir. Oysa Filistin’de hem kadro hem de silah ve malzeme bakımından yokluklar içinde bulunan Türk ordusunun savaşı kazanma şansı yoktu. Çanakkale’de uygun şartlar sağlandığında düşmanı perişan eden askerler, Filistin cephesinde imkansızlıklar ve yokluklar içinde düşmanın ayakları altında ezilmeye mahkum bırakılmıştı.
“Yıldırım” adlı eseriyle Filistin cephesine başlıca kaynak olan Hüseyin Hüsnü Emir: “1917’deki hatalarımız Filistin’e, 1918’dekiler de Suriye’ye mâl oldu”[9] der.
Enver Paşa Hz Ömer Camiini ziyarette
Bu mal oluşun kayıp bilançosuna gelince; Filistin harekâtı sonunda Türk ordusu, sayı kesin olmamakla birlikte bu cephede İngilizlere 75.000 esir, 360 top, 300 makineli tüfek, 210 kamyon, 44 otomobil bırakmak zorunda kalmışlardı. Bilançosu oldukça ağır olan bu harekât sonucu, Mısır’a ulaşarak Süveyş Kanalı’na hakim olmak bir yana, Adana ve Antep’e kadar düşmanın ilerleyişi bir türlü durdurulamamıştır.
Hüseyin Hüsnü Emir gibi o günleri yaşayan ve yaşadıklarını kitap haline getiren Mirliva Sedat, 1918 yılı sonbaharında uğranılan mağlubiyet sonrasında tanık olduğu sahneleri çok acıklı bir şekilde anlatır:
“Düşman uçaklarının saldırısına karşı ordu karargâhı Beyt-i Hasan’da mağaraya benzer ve kışın koyun saklamak için taştan, topraktan yapılmış damlarda muharebe idare merkezini oluşturmuştu.”
“Beyt-i Hasan Boğazı civarındaki mağaralarda düşman uçaklarının faaliyeti artmıştı. Bunlara karşı makineli tüfeklerle ateş ediliyorsa da önemli bir tesir yapılamıyordu. Yalnız bir-iki uçak düşürülmüştü. Fakat bu hal İngiliz havacılarını daha büyük faaliyete sevk etmişti. İngiliz uçakları adeta kudurmuştu. Çok alçaktan uçarak hareket eden en küçük bir hedefi bile imhaya çalışıyordu. Şuraya buraya dağılmış, birbirine karışmış olan insan, hayvan ve malzeme kalabalığı bu akıbete maruz kalıyordu.
Beyt-i Hasan Boğazı hayvan leşleri, insan cesetleri, yaralılar, malzeme ve araba enkazı ile geçilmez bir hale gelmişti. Çaresizlik içinde kalmış bir takım insanlar üç gündür devam eden savaşlar ve ricat harekâtından oluşan yorgunluk, açlık, susuzluk ve uykusuzluk gibi mahrumiyetler içinde bitap kalmışlardı. Son güçlerini sarfa çalışıyorlar fakat silahları düşmanı etkilemediğinden zavallı bir halde ve bitkinlik içinde elîm bir akıbetin bütün elemlerini yaşıyorlardı”.[10]
Yukarıdaki gazete haberinde söz konusu olan Türk askerleri, bu uçaklardan kaçarken mi mağaralara sığındı da burada gözü dönmüş İngilizler tarafından öldürüldü bilemeyiz.
Filistin cephesinde 1918 yılının Eylül ayında yaşanan o trajedinin izleri, 92 sene sonra bugün bir gazete haberiyle karşıma çıkınca o günleri tekrar hatırlayalım istedim.
Gazze Tellüşşeria hattında makineli tüfek birliği, 1917
Çanakkale Muharebeleri şüphesiz büyük bir zafer ve gurur tablosu olması hasebiyle üzerinde çok konuşulan ve anlatılan bir olay. İnsan tabiatı gereği olsa gerek mağlubiyetleri ve acıları pek anımsamak istemeyiz. Oysa mağlubiyetleri, trajedileri de bilmemiz üzerinde konuşmamız gerekir. Çanakkale’de destan yazan, Anzaklara Arıburnu’nu dar eden 57. Alay, Filistin’de Anzak süvarilerine nasıl ve neden esir düştü? Çanakkale kahramanı 7. Tümen Nablus önünde birkaç saatte nasıl ezilip geçildi? Bunların cevabını aramak zorundayız.
18 Türk askerinin iskeleti, belki de bizden onları hatırlamamız, yapılan hatalardan ders çıkarmamız için 92 sene sonra ortaya çıktı. Önce onları hatırlayalım ve ruhlarına birer Fatiha gönderelim. Sonra da -bildiğim kadarıyla- Filistin cephesinde İngilizlere karşı vuruşan askerlerimiz için bir şehitlik veya abidenin olmadığından ortaya çıkan bu 18 şehidin bulunduğu yere, Filistin cephesinde şehit düşmüş, savaşmış askerlerimiz için bir şehitlik ve hatıra abidesi dikilmesi için elimizden geleni yapalım.
Muzaffer Albayrak
[1] Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Sene, Yeditepe Yayınevi, s.223
[2] Türkiye’de Beş Sene, s.297
[3] Türkiye’de Beş Sene, s.285
[4] Türkiye’de Beş Sene, s.286
[5] Türkiye’de Beş Sene, s.310
[6] Seferber bir alay yaklaşık 3500 erden oluşur. (M.A)
[7] Mirliva Sedat, Yıldırım Ordularının Bozgunu – Filistin’e Veda, Yeditepe Yayınevi, s.218
[8] Yıldırım Ordularının Bozgunu – Filistin’e Veda, s.223
[9] Hüseyin Hüsnü Emir, Yıldırım, Genelkurmay ATESE yay. s. 316.
[10] Yıldırım Ordularının Bozgunu – Filistin’e Veda, s.240-41