İsrail’in terörist ordusunun deniz komandosu süsü verilmiş “Shayetet 13” adlı birime mensup haydut ve eşkıyalarının Mavi Marmara gemisini 1 Haziran sabaha karşı basması uzun süre daha koşulacak. Söz konusu askeri birlik İsrail gazetelerinin anlattığına bakılırsa kuruluşu 1949’a dayanan İsrail’in geçirdiği bütün savaşlarda önemli görevler almış “best of best” elit bir birlikmiş. Askerlik konusunu bilemeyeceğim ama uluslarası sularda eşkıyalık, korsanlık yapmada best of best oldukları ortada.
İlk şoku atlattıktan sonra özellikle dış basında son derece gerçekçi, konunun vehametini anlatan yazılar yayınlanırken maalesef yine dış basında ve kendi medyamızda güya olayın içyüzünü açıklamaya yönelik tuhaf haberler çıkmaya başladı bile… Ne kadar saçma sapan, vahşi saldırılar yaparsa yapsın propaganda açısından etkili yöntemler kullandığını bildiğim İsrail hükümeti’nin bu olaydan ise hiçte kolayca sıyrılamayacağını tahmin ediyordum. Ne yazık ki yanılmışım.
İHH’nın terör bağlantısı olduğundan, gemide gizli silahlar olduğuna, Arapların zaten bizi hep arkadan vurduğundan , gemi yolcularının zavallı İsrailli ordusuna bağlı eşkıyaları dövdüklerine kadar bir sürü iddialar …
İş giderek Nasrettin Hoca’nın hikayesine dönüyor. Öyle ki neredeyse biz de “Hırsızın hiç mi suçu yoktu?” diyeceğiz. Anlamak mümkün değil. Açıkdenizde uluslar arası sularda bir yardım gemisi eşkıyalarca baskına uğruyor…Üstelik savaş gemileri, hücum botlar, zodiac botlarla ! Aynı eşkıyalar hükümeti Gazze Şeridine uzun süredir haksız, hukuksuz bir şekilde ambargo uyguluyor, neredeyse oradaki insanların nefes almasını bile şarta bağlayacak şekilde…
Guardian Gazetesinden Seumas Milne’in dediği gibi “Askerleriniz dokuz silahsız insan hakları eylemcisini öldürmüş, onlarcasını yaralamış, kendileriyse en ufak bir ölümcül yara almadan olaydan kurtulmuşken, onların ‘teröristlerce linç edildiğini’ iddia etmek de ayrı bir beceri, onun da ötesinde gerçeklerden kopukluk gerektiriyor. Ama işte İsrail’in propaganda makinesinin anlattığı hikâye bu. Dün biraz daha inanılır bir tablo belirmeye başladı: Filistinli İsrail milletvekili Hanin Zugbi’ye göre komandolar daha güverteye inmeden ateş etmeler; sersemleticiler, elektrik şokları, göz yaşartıcı gaz ve başlarda kurşun yaraları…”
Yahudi kökenli Amerikalı Dilbilimci Prof. Naom Chomsky ‘de bu alçakça saldırıya net tepki veren aydınlardan birisiydi:
Uluslararası sularda gemileri kaçırıp yolcuları öldürmek, tabii ki ciddi bir suç. Guardian gazetesinin editörleri “Eğer dün açık denizde altı gemiye çıkan, en az 10 yolcuyu öldürüp daha da fazlasını yaralayanlar bir grup silahlı Somalili korsan olsaydı, hemen bugün bir Nato kuvveti Somali kıyılarına doğru yola çıkardı” demekte epey haklı. Üstelik bu suçun yeni bir şey olmadığını da aklımızdan çıkarmayalım.
İsrail onlarca yıldır Kıbrıs’la Lübnan arasındaki sularda gemileri kaçırıyor, yolcuları öldürüyor veya kaçırıyor, bazen bunları gizli hapis/işkence odaları da dahil olmak üzere İsrail’deki cezaevlerine götürüyor, kimi zaman bu insanları yıllarca rehin tutuyor.
ABD göz yumduğu ve Avrupa da genelde ABD’nin izinden gittiği için bu tür suçları dokunulmazlıkla yapabileceğini varsayıyor. Son işlediği suç için gösterdiği mazerette de bunların çoğu geçerli yine: Özgürlük Filosu füzeler için sığınaklarda kullanılabilecek malzemeler taşıyormuş.
………….
Zeka katsayısının sıfırın altında olduğunu tahmin ettiğim İsrailli bir gazeteci ise şunları yazabiliyordu:
“ Türklere gelince, bırakalım bağırıp çağırsınlar ve kendi başlarını döndürsünler. Onların her korkunç ifadesine cevap vermek zorunda değiliz. Eleştirileri yutmalı, derin bir nefes almalı ve kamu oyunlarını oynamalarına izin vermeliyiz. Onlarla herhangi bir doğrudan yüzleşme bağların çok daha kötüleşmesine yol açabilir. Öyle olursa çok şey kaybederiz. Bu sadece diplomasiyle ilgili değil, Türkiye’yle ilişkilerimiz diplomasiden daha derin; göz önünde bulundurulması gereken önemli ekonomik ve güvenlik meseleleri söz konusu. Yangına körükle gitmek iyi bir fikir değil. Memnuniyetsizliğimizi gelecekte ne zaman istersek, Türkiye büyükelçisinin koltuğunu bir beş santim daha alçaltarak ifade edebiliriz.” Nahman Shai, Jpost 3 Haziran
Ortada insanlık dışı bir ambargo var. İnsanların temel ihtiyaçları, tıbbi ihtiyaçlarını karşılama konusunda ciddi sorunları var. Hal böyleyken entelektüel kimliğe sahip olanların daha duyarlı konuşmalarını bekliyorum. Özellikle Fethullah Gülen’in Wall Street Journal gazetesine yaptığı açıklamalarına katılmadığımı da belirtmek isterim.
Gazze Şeridine ambargoya giden yolu Chomsky çok güzel özetliyor:
Saçmalığı bir yana bırakın, İsrail Hamas füzelerini durdurmayı gerçekten isteseydi ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor: Hamas’ın ateşkes teklifini kabul edecekti. Haziran 2008’de İsrail ve Hamas ateşkes anlaşması yapmıştı. İsrail, 4 Kasım’da Gazze’ye saldırıp yarım düzine Hamas eylemcisini öldürerek ateşkesi ihlal etmeden önce Hamas’ın tek bir füze atmamış olduğunu resmi olarak kabul ediyor. Hamas ateşkesi yenilemeyi teklif etti. İsrail kabinesi bu teklifi düşündü ve reddetti, yerine 27 Aralık’ta cani ve yıkıcı Dökme Kurşun Operasyonu’nu başlatmayı tercih etti. Tabii ki, tüm barışçıl yollar tükenmedikçe ‘nefsi müdafaa’ için kuvvet kullanmanın mazereti olamaz. Barışçıl yollar denenmedi bile, oysa (veya ‘çünkü’) başarılı olmamaları için hiçbir neden yoktu. Dökme Kurşun Operasyonu bu nedenle düpedüz suç teşkil eden bir saldırı, hiçbir inandırıcı mazereti yok ve aynı şey İsrail’in bu son olayda kuvvete başvurması için de geçerli.
Zaten en başta Gazze ablukasının en ufak bir elle tutulur mazereti yok. Bu abluka 2006’da ABD ve İsrail tarafından özgür seçimlerde ‘yanlış taraf’a oy verdikleri için Filistinlileri cezalandır-mak amacıyla dayatıldı ve Temmuz 2007’de ABD-İsrail’in seçilmiş hükümeti askeri darbeyle devirme ve yerine Fetih’in adamı Muhammed Dahlan’ı geçirme denemesini Hamas’ın önlemesiyle bir anda yoğunlaştı. Bu vahşi ve zalim abluka, kafesteki hayvanları uluslararası protestolardan kaçmak için zar zor hayatta tutabilecek şekilde tasarlanmış, daha fazlası için değil. İsrail’in, uzun süredir planladığı ve ABD’nin desteklediği Gazze’yi Batı Şeria’dan ayırma planlarının son aşaması. Bunlar çok çirkin politikaların ana hatları sadece. Mısır da suç ortağı. (Dünyaca ünlü dilbilimcinin Mısır gazetesi el Ehram’a yazdığı mektup; İsrail yaklaşık üç hafta önce, bir konuşma yapmak üzere Batı Şeria’ya gitmeyi planlayan Chomsky’ye vize vermemişti, 2 Haziran 2010
Guardian’dan Seumes Milne’nin yazısını şöyle tamamlıyordu:
Kesin olan şu ki, kimilerinin İsrail’in askeri şiddetinden gözü korkmuş olsa da, daha da fazla sayıda gönüllü o gediği genişletmek için Gazze’ye gemilerle yardım götürmeye çalışacak. Filistinlilere haklarının verilmemesi, hem ahlak hem siyaset açısından çağımızın büyük bir davasıdır. Gazze halkına yardıma bir adım bile olsun yaklaşmışsak, Mavi Marmara’nın kurbanları boş yere ölmemiş demektir. (3 Haziran 2010)
En son 31 Ekim 1917 ‘de Gazze-Birüssebi muharebelerinde verdiğimiz şehitlerimizden tam 92 yıl sonra 9 evladımızı aynı bölgede şehit verdik. ( Muzaffer Albayrak’ın sitemizde daha önce yayınlanan o güzel yazısını tekrar okumanızı öneririm.) Ne mutlu ki onlara bizim de onurumuzu kurtardılar. Bu ambargo eninde sonunda bitecek, Gazze insanca yaşama özgürlüğüne kavuşacak. Zalimler cezasını bulacak. Mavi Marmara’nın dünyanın her tarafından Müslüman, Hristiyan, Yahudi yolcuları bunun yolunu açtılar. Domino taşları devrilmeye başladı. İsrail hükümetinin buna dayanması mümkün değil.
Tuncay Yılmazer