Çanakkale Muharebeleri ( ya da yabancı tarihçilerin adlandırmasıyla Gelibolu Harekatı) sadece kendi tarihimizin değil, dünya tarihinin de en önemli olaylarından birisidir kuşkusuz. Dünyanın en büyük ordularının kara, hava, deniz ve denizaltı unsurlarıyla saldırılarına rağmen , hasta adam adı verilen , ordusunun teçhizatı, cephanesi eksik, ekonomik sorunlarla boğuşan Osmanlı Devleti’nin Emperyalist devletlere çok açık bir zaferidir. Bu önemli mücadeleye tanıklık etmiş, hatta bizzat içinde bulunmuş kişilerin aldığı notlar, bu savaşın içi yüzünü anlamamıza yardımcı olacağı da bir gerçek.
Yabancı yayınlarla karşılaştırıldığında , savaşın asıl galiplerinin torunları olan bizlerin bu büyük mücadele konusundaki araştırmalarımız ( son yıllarda artan ilgiye rağmen ) ne yazık ki çok az. Özellikle İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda kaynaklı çok sayıda çalışma mevcut ve her yıl savaşı değişik yönleriyle inceleyen eserler yayınlanmakta. Çoğu henüz Türkçeye çevrilmemiştir. Ülkemizde görev almış bazı yabancı subay ve gazetecilerin anıları daha önce yayımlanmıştı. Osmanlı 5. Ordusu komutanı Meraşal Liman von Sanders’in ‘Türkiye’de Beş Yıl’, Binbaşı Carl Mühlmann’ın ‘Çanakkale Savaşı- Bir Alman Subayın Anıları’ Avusturya Askeri Ateşesi General Joseph Pomianowski’nin ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü’ ve Alman Gazeteci Harry Stuermer’in ‘Konstantinopl’da Savaşın İki yılı 1915-
Bu eserin ilk bölümde anılarını okuyacağınız Binbaşı Aubrey Herbert, hayli renkli ve sıradışı bir kişiliğe sahip. İstihbarat subayı olarak İngiliz ordusunda Çanakkale Muharebeleri’nde görev yapan Herbert’i Gelibolu Harekatı’nı yöneten Müttefik Orduları Komutanı General Sir Ian Hamilton, “aşırı biçimde kuraldışı” olarak nitelendirir. Alan Moorhead ‘Gelibolu’ adlı eserinde ‘Herbert Anzak köprübaşının ilginç kişilerinden biridir diye yazar. ‘Savaş alanındaki hangi orduya katılsa ilginç bulunacağı kesindir. Askerliğe soyunmuş bir parlamento üyesidir. Türklerden nefret etmek bir yana, onlara karşı derin bir hayranlık duyar. Hayranlığı Herbert’in sadakatsiz olduğu anlamına gelmez. (Türklerin yenilmesi gerektiğine inanmıştır.) Ancak Türkiye’yi iyi tanımakta , Türkçe konuşmaktadır. Politikacılar biraz daha basiretli davranmış olsalar, Türklerin şimdi müttefikleri olacağını düşünür’
Aubrey Herbert savaş boyunca çok sayıda esiri, ya da kendi taraflarına geçen Osmanlı askerleri (- ki bunların çoğunluğunun Rum ya da Ermeni kökenli olduğunu anılarından öğreniyoruz.) sorgular, hatta ön hat siperlerine giderek Türkçe propaganda yapar. Ancak bu propagandalarının etkisi olmadığını, karşı taraftan hayli sert yanıtlar aldığını da itiraf eder. Anılarının en önemli kısmı hiç kuşkusuz Osmanlı Ordusu’nun , 19 Mayıs 1915 tarihinde dörtbine yakın şehide malolan başarısız Arıburnu Cephesi Taarruzu sonrası yürütülen ateşkes görüşmelerine aittir. Müttefikler tarafında ateşkes görüşmelerini sürdüren heyetin başındadır. Bu sırada bir çok Türk subayıyla sıcak diyaloglar kurar. Hatta Ateşkes sırasında bazı Türk askerlerine emirler bile verir. Anılarında ‘ Başka bir yerde böyle birşeyin olabileceğine inanmam’ diye yazar. Osmanlı askerlerinin ateşkesin sonuna doğru ‘Uğur ola, güle güle gideceksiniz, güle güle geleceksiniz’ diyerek kendilerini selamladıklarını anlatır.
Aubrey Herbert’in anıları , savaş boyunca özellikle Arıburnu cephesindeki müttefik askerlerin yaşantıları ve çektikleri sıkıntılar hakkında bize hayli ayrıntılı bilgiler vermesi açısından önemlidir.
İkinci bölüm ise Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin İstanbul Büyükelçisi olan Henry Morgenthau’nun Çanakkale Muharebeleri dönemindeki anılarından oluşuyor. Alman kökenli bir Yahudi aileden gelen Morgenthau, Amerika’ya göç ettikten sonra hukuk öğrenimi görmüş, aynı zaman da gayrimenkul satışlarından ciddi bir servet elde etmişti. Demokrat Parti başkan adayı Wilson’un da finansal destekçisiydi. Bu desteğinin karşılığını da Wilson başkan seçildikten sonra 1913 yılında , ABD İstanbul büyükelçisi tayin edilerek almıştır.
Görevde kaldığı üç yıl Osmanlı Devleti’nin çeşitli zorluklarla boğuştuğu yıllardı. Morgenthau’nun (Aubrey Herbert’in aksine) Türklere çok sempatiyle yaklaştığı söylenemez. İtilaf Devletleri’ne olan yakınlığını gizlemeyen ABD büyükelçisi , Türk topçusunun büyük başarısı Onsekiz Mart Deniz Zaferi’ni küçümser, ertesi gün hemen saldırmamakla müttefiklerin fırsatı kaçırdığını belirtir. ( Henüz daha ABD, İtilaf Devletleri tarafında savaşa girmemişti.) Müttefiklerin sivil hedefleri vurmadığını, Enver Paşa’nın ise bunun tersini savunarak , İstanbul’da yaşayan yabancıları Gelibolu’ya canlı kalkan yapmak istediğini iddia eder. (Bu iddianın doğru olup olmadığı tartışmalı .) Ancak İtilaf Devletleri donanmasının çoğu zaman sivil yerleşim merkezlerini bombaladığını, denizaltılarının yaralı taşıyan Kızılay bayrağı çekili Osmanlı Gemilerini vurduğunu biliyoruz.) Savaş boyunca bir ölçüde İtilaf Devletleri’nin gayriresmi sözcülüğünü de üstlenen Morgenthau, o dönemde sürdürülen diplomatik ilişkileri de anılarında belirtiyor.
Türkleri anılarının çeşitli bölümlerinde ‘psikolojik olarak ilkel, İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali için dua eden, müttefikleri olmasına rağmen Alman askerlerini bile öldürebilecek karakterde’ gibi ifadelerle tanımlayan Morgenthau’nun aynı yıl patlak veren ve bu eserde bulunmayan Ermeni Tehciri ile ilgili raporlarının nasıl olduğunu tahmin etmekte zor değil.
Aubrey Herbert ve ABD İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun anıları Çanakkale Muharebeleri’nin geri planını daha iyi anlamamıza yol açıyor. Umarım, bu esere gösterilen ilgi, çok sayıda çevrilmeyi bekleyen eserin Türk okuruna sunulmasına da vesile olur.
Tuncay Yılmazer