GELİBOLU’YU ANLAMAK

“Mahşer Günü’ne Ağıt” – Filistin Cephesi Nablus Muharebesi (Tuncay Yılmazer)

 

 

“Erkek ve kadınların, dört çocuğun daha cesetlerinin yanından geçerek köye ilerledik. Gün ışığı altında çok pis görünüyorlardı. Yalnızlıklarına baktıkça şimdi ölümün ve dehşetin ne anlama geldiğini çok daha iyi anlıyorduk. Köyün dış evlerinin yakınında yüksek olmayan çamur duvarlar ve ağıllar vardı. Duvarın üzerinde kırmızı ve beyaz renkli bir şey duruyordu. Yakından bakınca bunun duvardan aşağı sarkan bir kadın cesedi olduğunu farkettim. Testere ağızlı bir kasatura ile oraya mıhlanmıştı…. (Etrafımdaki Bedevilere) Yapacağınız en iyi şey bana getirebileceğiniz kadar Türk ölüsü getirmektir dedim.” Lawrence’in “Bilgeliğin Yedi Sütunu” adlı eserinin en çarpıcı bölümlerinden biri de öncülük ettiği Bedevilerle şimdi Suriye sınırları içerisinde kalan Tafas köyünde 27 Eylül 1918’de yaşananlar hakkındaki iddialarıdır. Geri çekilirken katliam yapan Türk süvari birliklerinden ölen sivillerin öcününün alınmasından bahseder. David Lean’ın 7 oscarlı “Arabistanlı Lawrence” filminde de öfkeden çıldırmış bir şekilde Türk askerlerine saldıran bedevilere komuta eden Lawrence’in “esir alınmayacak” diye bağırması hafızlara kazınmıştır. Oysa Tafas’ta gerçek Lawrence’in anlattığından farklıdır. Türklere karşı pek sempatisi olmadığı belli Arap tarihçi Suleyman Moussa Tafas’ta geri çekilen Türk ordusunun katliam yapmadığını yazar.  Tıpkı 19 Eylül 1918’de başlayan Kuzey Filistin’deki, İngilizlerin büyük saldırısı sonrası yaşananları hakkında yazdıkları gibi Lawrence doğru söylememektedir.

 

Kuzey Filistin -Eylül 1918

1918’in Ağustos ayı sonunda bir Alman teğmen Liman Paşa ‘ya “Türkler artık savaştan bıkmış ve nefret etmiş durumdadırlar. Bu Türk askerlerinin çok fazla görülen firarlarıyla açığa çıkıyor. Firariler yalnız tüfeklerini ve el bombalarını değil Türk subaylarının bana söylediğine göre bazen makineli tüfekleri de beraberinde götürüyorlar……. Bayrama kadar savaş bitmezse askerlerin firar edecekleri veya düşman tarafına sığınacakları , artık savaşmak istemedikleri sık sık bana da hissettiriliyor.” diye yazmıştı.  Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Liman Paşa’nın anılarına şerh yazan Türk Genelkurmayı bunun doğru olmadığını ifade etse de o dönemi yaşayan askeri tarihçiler başta olmak üzere Türk resmi tarihi de bu konuda hemfikir. Asker artık savaşma isteğini kaybetmişti. Nasıl kaybetmesin ki?  Memleketinden ailesinden aylardır uzaktaydı. Tekdüze çıkan yemek artık karnını doyurmuyor, susuzluk ve  hastalıklarla boğuşuyor, çöl sıcağında kalın üniformalarını iç çamaşırı olmadan üstüne giyiyor, ayağına giyecek çarık bile bulamıyor, ölmüş düşmanının botunu almak zorunda kalıyordu .

 

Osmanlı Ordusu’nun cephe  hattı 1918 ortalarında şimdi Ürdün’ün başkenti olan Amman’dan başlıyor, Yafa  şehrinin biraz kuzeyinden  geçerek Akdeniz’e uzanıyordu.  Yaklaşık 90 km lik hattı adları “ordu” olsa da , tümen büyüklüğündeki mevcutları 7000-8000 arasında değişen 3 ordu tutuyordu.

 

Allenby’nin Planları

 

1918 yılının başlarında bile Avrupa’da savaşın ne zaman biteceğine dair bir belirti yoktu.  Ancak cephenin bu şekilde kalmayacağı hemen herkes tarafından biliniyordu. Filistin’de konuşlu İngiliz Mısır Seferi Kuvveti’nin komutanı General Allenby gerekli siyasi desteği aldıktan sonra tüm Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek büyük saldırının hazırlıklarına çoktan başlamıştı bile. Allenby’nin planı Ekim 1917’deki Gazze – Birüssebi muharebelerinde uyguladığı planın tam tersiydi. Her zaman olduğu gibi süvari asıl vurucu güç olacaktı.   Allenby  Şeria ırmağının hemen doğu ve batısından aldatma saldırıları yapıp Türk tarafının dikkatini buraya çekmek, daha sonra da denize yakın dar bir hat üzerinden Türk hatlarını yarıp geçmeyi planlıyordu. Bunun için Şeria ırmağı taraflarında yüzlerce tahta at maketi yaptırıldı. Sahte kamplar kuruldu. Karşı tarafa askeri hareketlilik hissi vermek için Kudüs’ten yüzlerce asker kamplara gidip geliyordu. Yeni gelen uçaklarla hava filosu genişletildi. Sayısı azalmış Osmanlı -Alman uçaklarına keşif imkanı ellerinden alınmış oluyordu. Allenby’nin bu hazırlıkları Yıldırım Orduları komutanı Liman von Sanders’te İngilizlerin büyük saldırısının Şeria nehri tarafından olacağınına ikna etmişti.

 

İngilizlerin ana saldırısından önce  16 Eylül’de şimdi Ürdün sınırları içerisinde bulunan Azrak’ta toplanan Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Faysal komutasındaki  Osmanlı’dan kaçan Arap subay ve askerler ve çeşitli bedevi kabilelerinden oluşan Arap Kuzey Ordusu birlikleri Dera’ya saldıracaktı. Faysal’ın danışmanı “Arabistanlı Lawrence” Faysal ile Allenby arasında büyük saldırı öncesi mekik dokuyordu. Lawrence Bedevilere öncülük edecek , şimdiki Ürdün topraklarında konuşlu Osmanlı 4.Ordusu’nun gerilerine sızacak, demiryolu hatlarına sabotajlar düzenleyecekti. Saldırı öncesi Faysal’ın bölgedeki tüm Arap kabilelere çağrısı büyük yankı bulmuştu. Dürzi Nuri Şalan’ın aşireti başta olmak üzere , o döneme kadar Osmanlı tarafında görünen ya da tarafsız kalıp ikili oynayan aşiretlerin çoğu Faysal ve İngilizlerin tarafına geçmişti. Gerçek “Arap İsyanı” nın 16 Eylül 1918’de Faysal’ın çağrısıyla başladığı bile söylenebilir. 4.Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa saldırıdan önce Faysal’a gizlice aracı göndermiş, vazgeçirmeye çalışmıştı. Faysal Osmanlı İmparatorluğu ile Araplar arasındaki ilişkinin Bavyera-Prusya modelini  örnek göstermiş, anlaşma kapısını açık bırakmış ancak Mersinli’nin tüm çabaları İstanbul’un yanıt vermemesi yüzünden ne yazık ki boşa gitmişti. Bir anlaşma olsaydı Ürdün tarafındaki 4.Ordu birlikleri en azından sağlam kalabilecek, sonuç daha farklı olabilecekti.

Allenby’nin asıl amacı süvarilerle Osmanlı Ordusu’nun süratle geri hatlarına geçmek, Nasırıye’deki Yıldırım Orduları karargâhını ele geçirmek , demiryolu ana ulaşım hatlarını kesmek, aynı zamanda ordular arası haberleşmeyi engellemekti. Bu nedenle sahil tarafını tutan Cevat Paşa yönetimindeki 8.Ordu’nun  8000 Tüfek, 120 topuna karşısına 54.000 piyade askerinin 35.000 ‘nini (yani 7 piyade tümeninden 5 tümen)  , ayrıca 9000 süvari, 400 topluk büyük bir güç yığmıştı.  Kuzeyden Güneye Nasıra , Afula, Sebastiye ve Mesudiye’nin ele geçirilmesi ilk planda amaçlanmıştı. Piyade tümenleri batıdan doğu’ya Türk birliklerini sürerken Süvariler kuzeyden Şeria vadisine olan geri çekilme hatlarını tutacaktı. Bir Arap tarihçi bu planı “torbanın ağzını büzme” olarak niteliyor.  Bu hedef elde edildikten sonra Türk kuvvetleri kuşatılacaktı. Seferin tarihçesini kaleme alan , Allenby’nin kurmaylarından Wavel bu kuvvet dağılımıyla daha saldırı başlamadan kazandıklarını yazar.

 

Bir gün sonra cephe hattının ortalarında İngiliz 20.Kolordusu Mustafa Kemal Paşa’nın 7.Ordusunun cephesine iki gün süren saldırılarda bulundu. Yıldırım Orduları karargâhı artık büyük İngiliz saldırısının sol yanından geleceğine ikna olmuştu. Beklenmedik gelişme 16 Eylül 1918’de Hintli Müslüman bir çavuşun kaçarak Türk hatlarına sığınmasıydı. Sorgulamasında uzun zamandır beklenen İngiliz saldırısını 19 Eylül sabahı başlayacağını belirtiyordu. Üstelik saldırı Liman Paşa’nın beklediğinin aksine, Şeria nehri tarafından değil sahil tarafından olacaktı. Cevat Paşa Nasıra’daki genel karargâha bunu bildirse de Liman paşa’yı ikna edemedi. Liman Paşa düşmanın Şeria nehri vadisi’nden saldırarak Türk Ordusu’nu ikiye ayırmayı planladığını düşünüyordu. Bir yıl önceki Birüssebi saldırısı öncesi yaşanan çanta mizanseninden dolayı aldanma korkusu yaşadığı belliydi. Ancak ne yazık ki Hintli Çavuş’un verdiği bilgiler doğruydu.

İngiliz birliklerinin Nablus Muharebesi hemen öncesi ve sırasındaki pozisyonları Beyaz dikdörtgenler 19 Eylül gecesi durumlarını gösteriyor. (Wavell , The Palestine Campaigns, 3th edition, 202 )

 

 

Megiddo- Armageddon

Yabancı tarihçilerin Osmanlı Yıldırım Orduları Karargâhı’nın bulunduğu Nasıra’ya yakın, Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında Kıyamet Savaşı’nın gerçekleşeceğine inanılan Megiddo tepesine atfen “Megiddo Savaşı” ya da “Armageddon-Mahşer Günü Savaşı” olarak adlandırdığı saldırı 19 Eylül 1918’de başlamış ve o gün Türk askeri tarihinin en kara günlerinden birisi yaşanmıştı. Saat 04.30 sıralarında kısa bir bombardımandan sonra Allenby, takviyeli bir kolordu ile deniz tarafında 8.Ordu’nun tuttuğu 20 km.lik bir hattan taarruza geçti. Saat 7 sıralarında cephe yarılmış, üstüne üstlük Afule’deki Yıldırım Orduları karargâhının haberleşme istasyonu hava bombardımanıyla tahrip edilince  Nasıra’daki Liman von Sanders Paşa’nın tüm ordularla bağlantısı kesilmişti. Nasıra’daki Yıldırım Orduları Grubu karargâhı sağ yanının imha olduğunu sol yanının açıkta kaldığını öğleye doğru öğrendiğinde iş işten geçmişti.  Cephenin çöktüğünden iki saat sonra haberdar olan Liman Paşa eldeki son ihtiyatları da kullanmıştı.  İngiliz ve Hint piyade birlikleri hemen sağa çarkedip Nablus’a doğru ilerlerken General Henry Chauvel’in süvari tümenleri açılan gedikten süratle içeri daldılar. Süvari tümenlerinin görevi Nasıra, Nablus ve Esdrelon ovasının kuzey çıkışlarından ilerleyip Nasıra’daki Yıldırım Orduları genel karargâhını basmak, Bisan’a da ilerleyip Şeria nehrine giden yolları tutmaktı.

20 Eylül 1918 sabaha karşı General Kelly komutasındaki İngiliz süvari kolu Yıldırım Orduları karargâhının bulunduğu Nasıra’ya girdiler. Hedef Liman Paşa’yı bizzat ele geçirmekti. Popüler İngiliz kaynaklarında Liman Paşa’nın pijamalarıyla kaçtığı gibi doğru olmayan anlatımları bir kenara bırakırsak ,Osmanlı ordusu açısından felaketin sembollerinden birisiydi. Ancak yaygın bilinenin aksine Liman Paşa ve etrafındaki birlikler ilk İngiliz saldırını püskürtmüş, Liman Paşa maiyeti öğlen Nasıra’dan Taberiye’ye doğru ayrılmıştı. İngiliz süvarilerinin ilk anda Liman Paşa’yı yakalayamamasında karargâh binalarını karıştırıp zaman kaybetmelerinin rolü olsa gerek. Allenby , Liman von Sanders’in elden kaçırılmasına çok sinirlenmiş, komutanlarını bir güzel haşlamış, Kelly’i görevden almıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük zaferlerinden birini kazanmış komutanın bu başarısızlığa çok öfkelenmesi ilginçtir.

 

Allenby’nin saldırından en çok etkilenen 8.Ordu ‘nun neredeyse %90 nı imha olmuş, binlerce kişi esir düşmüştür. İngiliz ve Hint birlikleri 7.Ordu’nun geri hatlarını tehdit etmeye başlamışlardı. İngiliz süvari kolordusu Türk ordularının kuzeye giden tüm yollarını kesmişti. Nasıra’da baskına uğrayan genel karargâhtan haber alınamıyordu.  Geç kalınması durumunda sağ yanı ve kuzey tarafı açık kalmış 7.Ordu’nun da aynı akibete uğraması kaçınılmazdı. Mustafa Kemal Paşa 20 Eylül saat 13.45 geri çekilme emrini vermiş, aynı günün akşamı geri çekilme işlemi başlamıştı.Fahri Belen yazar: “8.Ordu’nun bozguna uğramasından sonra diğer ordular da  çok müşkül durumda idiler. 7.Ordu’nun nakliye katarları, 8.ordu parekendeleri , Alman birlikleri Nablus’tan Beyt-i Hasan ve Tobaz’a giden yolları kaplamış, 7.Ordu birliklerinin kuzeye doğru çekilmelerini müşkül bir duruma getirmişti.”İngiliz süvarileri Şeria nehri’nin en önemli geçiş noktalarını tuttukları için 7.Ordu karargâhı’nın , Ali Fuat Paşa ve İsmet Paşa komutasında kolorduların hedefi Vadi Fara yoluyla Şeria nehrine ulaşmaktı. 4.Ordu’nun yardım için gönderdiği 3.Süvari tümeni Bisan geçidini tutmakta geç kalmıştı.   Birinci Dünya Savaşı’nın en ağır hava bombardımanlarından biri bir nevi “mahşer” vadisine dönen Vadi Fara’ya yapılacaktı. Vadi ağır bombardıman sonucunda terkedilmiş tahrip olmuş toplar, kamyonlar, malzemelerle dolmuştu.

Ordu Kurmay Başkanı Albay Sedat(Doğruer)’e göre Mustafa Kemal Paşa bu gibi zor zamanlar da soğukkanlılığını kaybetmemişti. Hava bombardımanları sırasında “Yahu bu herifler bize cigara da içirtmeyecekler” demişti. Yol üzerindeki aşiretler genellikle düşmanca tutumla yiyecek içecek konusunda ikircikli davranırken Evun’da Aşiret şeyhi Şeyh Mahmud geri çekilen 7.Ordu’ya büyük yardımda bulunmasını Kurmay Başkanı Sedat Bey minnetle anar.

 

7.Ordu’ya bağlı 1.Tümen’in komutanı Alman Yarbay Hans Guhr’a diğer komutanları gelip askerlerin hasta olduğunu , dayanma güçlerinin kalmadığını,  mevcut az miktardaki cephaneyle muharebe edilemeyeceğini, teslim olmaları gerektiğini belirtmişlerdi. Hans Guhr ise bu teklifi  reddetmiş, kolordu komutanı İsmet Paşa ‘da “bir daha teslimden söz eden olursa silahımı çekip vururum” demişti. Bu bilgiler geri çekilen birliklerdeki psikolojiyi yansıtması açısından önemlidir. Şeria nehri‘nin öte tarafına geçilmek zorundaydı. 25 Eylül öğle vakti son kalan 7.ordu birlikleri de  İngiliz süvarileri ve Bedevilerin saldırısıma uğrasalar da 50-60 metre genişliğinde suları delice akan Şeria nehrinden karşı kıyıya geçmeyi başardılar. “Korkunç manzarayı unutamayacağım” yazmıştı Guhr. “Piyade silahlarının kurşunları ve düşen top mermileriyle kumlar havalanıyordu. Süvarisiz atlar , eşekler, ürkmüş develer atrafta başıboş bir şekilde koşusturup duruyorlar, onların arasında askerler bir siper bulmak için can havliyle sağa sola koşuyor, bir kısmı ölümcül bir şekilde vurulup düşüyordu.”

 

 

Dera Toplantısı

 

Nablus civarından çekilen ve Şeria nehri’ni geçen Mustafa Kemal Paşa’nın maiyeti, karargâhı ile Bedevilerin baskısıyla , demiryolu hatlarına sabotajlarıyla ağır kayıplar veren Mersinli Cemal Paşa’nın 4.Ordu karargâhı ve ordusu hemen hemen imha edilmiş Cevat Paşa 26 Eylül’de Dera’da buluştular. Cephenin çökmesinden sonraki ilk kriz toplantısıydı bu. Mustafa Kemal Paşa Mersinli Cemal Paşa’ya birliklerin tamamen dağıldığını, iki ayrı ordu halinde kalma yerine, ikisinden birinin komutası altında birleştirilmesini önerdi. Cevat Paşa’nın elde kalan tek sağlam birliği Von Oppen yönetimindeki Asya Kolu’nu da Liman von Sanders’e Şam’a çağırdığı için 8.Ordu’nun herhangi bir katkısı olamazdı. Mustafa Kemal Paşa’nın önerisi zayıf kıtaların bir elden yönetimleri ile tehlikeli durumdan kurtulmak imkanı bahşedecekti. O şartlarda en makul görünen bu öneri Mersinli Cemal Paşa tarafından reddedildi. Cemal Paşa’ya göre her komutan kendi birliklerini yönetmeliydi. Hatta o gece 4.Ordu’nun Alman Kurmaybaşkanı Molchio ile Mustafa Kemal Paşa arasında tartışma bile yaşanacaktı.  Dolayısıyla 26 Eylül 1918 Dera toplantısı krizi çözmemiş, herkes kendi başının çaresine bakmasının tescillenmesi olmuştu.

 

Dera – Şam yolu son derece zor şartlarda düzensiz bir şekilde geri çekilmeye çalışan Türk birlikleriyle doluydu. Yazımızın girişinde belirttiğimiz Tafas gibi onlarca yerleşim yerinden geri çekilen birliklere ateş açıldı. 1.Tümen’den Hans Guhr’un da yazdığı gibi geride kalanların, ayağa kalkamayanların susuzluktan, etrafta dolanan pek çok çakaldan ya da soygunculardan dolayı ölmeleri kesindi.  Bedeviler sık sık saldırdılar.  Lawrence çoğu saldırıda bizzat bulundu.  Beklendiği gibi Şam’da toparlanmak mümkün olmadı. Faysal’a bağlı Arap Kuzey Ordusu birlikleri 30 Eylül günü yerli halkın sevinç gösterileri arasında şehre girerken İngiliz ve Avustralyalı süvariler şehrin dışında beklemeyi tercih edeceklerdi.

 

Sonuç:

Uzayıp giden karşılıklı siper hatlarının arasında birbirine umutsuzca saldıran, ağır topçu ve makineli tüfek ateşi altında ölen binlerce askerle karakterize Birinci Dünya Savaşı’nda Allenby gibi çarpıcı başarılar elde eden, savaşın kaderini değiştiren komutan sayısı azdır. Biyografisini yazan bir araştırmacının ifadesiyle bu savaşın en iyi generallerinden biridir. Yabancı tarihçiler Allenby’nin daha sonraları 2. Dünya Savaşı’nda kendini gösteren “Blietzkrieg” operasyonlarının ilk uygulayıcısı olduğunu belirtirler.

Nablus Meydan Muharebesi ve izleyen günlerde İngiliz kaynakları Türk tarafından 75.000 esir aldıklarını belirtiyor. Fahri Belen bu rakamın bir kısmının geri hizmette bulunan görevlilerden  oluştuğunu belirtir. 19 Eylül 1918’de başlayıp 31 Ekim 1918 Mondros mütarekesine kadar olan zaman diliminde Yıldırım Ordular grubunun muharip gücünün dötte üçünün imha edildiğini söyleyebiliriz.

İsrailli askeri tarihçi Yigal Sheffy’e göre Megiddo Muharebesi daha harekat başlamadan hasım kuvvetin dengesini bozma (destabilizasyon)  konusunda güzel bir örnektir. Saldırı başlamadan aylar öncesinden başlayan  algı ( Şeria Vadisi üzerinden saldırma algısı) , saldırı başlar başlamaz 3-C yi etkisiz hale getirmek. (Command – Control -Communication ) Bununla Nasıra’daki genel karargâhın komutanlık yeteneği , birliklerini kontrol ve iletişimi süratle felç edilmişti. Afula’daki haberleşme istasyonunun yok edilmesi, Liman Paşa’nın hızla gelişen olaylarla ilgili karar vermesinin engellenmesi , ordularıyla iletişiminin engellenmesi ve bizzat kendisinin hedef alınması söz konusuydu. Nitekim ilk iki amaç kısa sürede gerçekleştirilmiş, Nasıra baskınından ise Liman paşa kurtulmuştu.

Türk tarihinin en ağır mağlubiyetlerinden biri olan Nablus (Megiddo) Muharebesi’nin kaybedilmesinin Erickson’a göre 3 temel nedeni vardır: Birincisi Stratejik düzeyde arazi Kafkas ve Çanakkale cephelerine göre daha uygundu. Harekât düzeyinde Allenby’nin kolordu büyüklüğündeki birlikleri aldatma ve yığınak amacıyla muharebe alanında kaydırmasına yeterli mesafeler bulunuyordu. Allenby sayesinde 1917-1918 yıllarında İngiliz Ordusu temel muharebe alanı düzeyindeki taktik tekniklerde muazzam ilerlemeler sağlamıştı.

 

Nablus’ta sonuç değişebilir miydi? Mersinli Cemal Paşa’nın diplomatik girişimi başarıya ulaşsaydı kayıplar azalır mıydı? Bu sorulara cevap vermek kolay değil.Unutulmaması gereken şudur. Allenby ne kadar stratejik deha olursa olsun karşısındaki Osmanlı Ordusu’nun da gerek nicelik gerekse nitelik olarak çok kötü durumda olduğu ortadadır. Askerin fiziksel ve moral açıdan çok kötü durumda olduğunu belirtmiştik. Harp tarihçisi Fahri Belen “Orduları birbirine denk cephelere yaymak suretiyle her deliği kapamak isteyen zihniyet neticesinde, düşman herhangi bir yerde kuracağı ağırlık merkezi ile cepheyi istediği yerden yarabilecek durumda idi.” diye yazar. Türk savunması daha esnek olabilseydi bu kadar çabuk bir şekilde dağılma olmayabilir, Gazze’de olduğu gibi düzenli bir ricat tümen seviyesindeki kuruluşların topyekün imhasını önleyebilirdi. Yine,  Nablus’tan sonraki çekilme sürecinde 26 Eylül 1918’deki Dera’daki ordu komutanları toplantısında Mustafa Kemal Paşa’nın tek elden yönetme teklifi kabul edilseydi sonuç değişebilir, felaketin boyutu bu kadar büyük olmazdı. Yukarıdaki düşüncelere ek olarak Rus Bolşevik devriminin konjonktürel fırsatından yararlanıp, kazanılanlarla yetinmeyip Kafkaslarda yeni bir maceraya kalkan, elde kalan en seçme birliklerini de buraya gönderen Osmanlı Başkomutanlık karargâhının Filistin’den gelen tehlikenin büyüklüğünü takdir edemediğini söyleyebiliriz. Liman von Sanders Paşa’nın “emrimdeki subay kadrosu eksiliyor, subaylar daha yüksek ücretlerle Kafkas cephesine gönderiliyor” yakınması boşa değildi.

 

4.Ordu karargâhında bulunmuş Cevat Rıfat Atilhan ,1950 li yıllarda o dönemde Büyük Doğu dergisinde  7. Ordu komutanı olan  Mustafa Kemal Paşa hakkında orduyu haber vermeden geriye çektiği, bundan yararlanan İngilizlerin 8.Ordu’yu imha ettiğini, hatta daha da ileri giderek Mustafa Kemal’in İngilizlerle anlaştığını yazacaktı. Bu deli saçması iddiaların bugün bile dillendirilmesi üzücü. Allenby ilk anda 7.Orduyu değil 8.Ordu cephesini çökertti. 7.Ordu bir gün sonra 20 Eylül 1918’de sağ yanının ve kuzeyinin İngilizlerce çevrilmesi üzerine geri çekilmeye başlamak zorunda kaldı. 1.Tümen’in komutanı Hans Guhr’un yazdığına bakılırsa aslında 7. Ordu’nun aslında çok daha önceden çekilmesi gerekiyordu. Karargâhlar arasında iletişimin sık sık bozulması 4.Ordu ordu karargâhında görevli bir subayın yıllar sonra hayal gücünü bir hayli zorladığı görülüyor. Özellikle Osmanlı tarafı açısından kaotik bir periyodun tarih yazımı Lawrence’ın ya da Cevat Rıfat’ın hayal dünyasına bırakılacak kadar basit değil. Türk tarihinin en kara günlerinden bir olan Filistin cephesi Eylül ve Ekim 1918 günlerini daha soğukkanlı değerlendirmek zorundayız.

Yararlanılan Başlıca Kaynaklar:

Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina – Filistin Cephesi IV. Cilt 2.Kısım , Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1986

Fahri Belen, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi V. Cilt 1918 Yılı Hareketleri,  Genelkurmay Başkanlığı , Ankara

Edward J. Erickson, “Size Ölmeyi Emrediyorum” Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu ,Çev. Tanju Akad, Kitap Yayınevi 2003, İstanbul

Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Sene – Askeri Tarih Encümeni Cevaplarıyla, Yay.Haz. Muzaffer Albayrak , Yeditepe Yayınevi,  2006

Matthew Hughes, Allenby and British Strategy in the Middle East 1917-1919, Frank Cass Publishers, London, 1999

Anthony Bruce, The Last Crusade The Palestine Campaign in the First World War , John Murray Publishers, London, 2003

Thomas Edward Lawrence , Bilgeliğin Yedi Sütunu, ChiviYazıları Yayınevi, Çev.Bilal Çölgeçen, 3.Kitap , 2004

Mirliva Sedat, Filistin’e Veda – Yıldırım Orduları Bozgunu, Yay.Haz. Kemal Gürülkan, Yeditepe Yayınevi , İstanbul, 2009

Yigal Sheffy, “Destabilizing the Enemy – The Raid on Nazareth 19 September 1918” Great War and World War One , Edited by Eran Dolev, Yıgal Sheffy, Haim Goren, I.B.Tauris , 2014

Bryan Perrett,   Megiddo 1918 The Last Great Cavalry Victory, Osprey Publishing , 1999

Cevat Rıfat Atilhan , Filistin Suriye Cephesi’nde Kahramanlar ve Hainler , Derin Tarih Dergisi eki , Eylül 2013 ( Büyük Doğu Dergisi 1950-51 )

Ali A.Allawi, Irak Kralı Faysal,   Çev.Hakan Abacı,Türkiye İş Bankası Yayınları Şubat 2016

T.E.Lawrence , An Arab View. , Suleyman Moussa, Oxford University Press, London, 1966

The Palestine Campaigns , Colonel A.P.Wavell, Constable &  Co Limited, 1938

Hans Guhr, Türklerle Omuz Omuza, Iş Bankasi Yayınları, 2007  Çev. Eşref Bengi Özbilgen

Şükrü Mahmud Nedim, Filistin Savaşı 1914-1918, Çev. Abdullah Es, Genelkurmay Basımevi, 1995

Not: Bu yazının büyük bir bölümü Atlas Tarih Dergisi Ağustos 2018 sayısında yayınlanmıştır.

6.662 okunma

5 üzerine düşünceler ““Mahşer Günü’ne Ağıt” – Filistin Cephesi Nablus Muharebesi (Tuncay Yılmazer)

  1. Nevrez Kartal

    Elinize sağlık hocam, evet biraz daha derinlikli değerlendirme yapılması gereken bir cepheyi irdeleyen bu yazı dilerim bunun için bir başlangıç olur

  2. Veysel

    Milletler için, Zaferlerden de mühimi ağır malubiyetlerdir. Nablus muharebesinin unutulmaması ve çok iyi analiz edilmesi gerekir. Eğitim Bakanlığı’nı göreve çağırıyorum. Konuyu irdelediğiniz için müteşekkirim

  3. serkan

    Osmanlı Ordusu iyi techizatlı imkanı ve sayısal değeri daha yüksek ingiliz ordusu karşısında ne kadar tutunabilirdi ki…asker doğru beslenmiyor,moral yok üst baş yok..askere savası kazanacağı inandırılmamış.silah ve techizat ve asker olarak aralıksız takviye edilen bir ordu karşısında çok bile dayanmıslar…bir de yerel ihanet …her me kadar kadar yok dense de Osmanlı Ordusunu destekleyen yerel halkın sayısının az olduğu da bu kadar aşikar iken oRDUSU ÇOK BİLE DAYANMIŞ…1917 de açıklanan Balfour deklarasyonu ile filistin toprakları da Yahudilere tahsis edileceği açıklanmış..yani dünyanın en zengin aileleri de müttefikleri destekliyor..ne yapsın gariban Anadolu çocuğu..belki kurmay heyetimizde zayıftı..ancak şu bir gerçek Osmanlı Ordusu çok iyi bile dayanmış..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir