GELİBOLU’YU ANLAMAK

Muhteşem Yüzyıl Tartışmaları ( Enver Gülşen )

Sinema tarihi, geçmişte yaşanmış ya da yaşandığı iddia edilen tarihi olaylarla ilgili yapılmış filmler üzerine tartışmalarla doludur. “Tarihi gerçekliklerin” düzgün aktarılması ya da çarpıtılması meselesi, tarihi filmler üzerinden yapılan tartışmaların ana eksenini belirlemiştir. Ancak konuyu, filmler veya diziler üzerinden tarihin anlatılması meselesine getirdiğimizde, asıl önemli noktalar çoğunlukla gözden kaçırılır.

Tarih, şu ya da bu şekilde anlatılabilir / anlaşılabilir elbette; tarihin tek yanlı / yönlü bir okuması bize çok fazla bir şey anlatmaz. Ancak herhangi bir perspektiften bakmak ve yorumlamakla, hiç bakmamak arasında fark vardır. Tarihi yorumlamakla, “tarihsizleştirmek” arasındaki fark gibi… Tarihi yorumlamak, bir medeniyet ya da düşünce birikiminin tarihin üzerine giydirdiği giysi demektir. Tarihi, muhkeminiz üzerinden bugüne taşır, oradan bir tarih yorumu çıkarmakla kalmaz, bir gelecek inşasına da zemin hazırlarsınız. Tarihsel perspektif bu demektir. Ancak tarihsizleştirme, tek muhkemi maddi medeniyetin satış unsurları ile kurulan bir “kültür” aracılığıyla, tarihin satılabilir / yüzeyselleştirilebilir parçalara bölünmesi demektir. Ruhun yerine maddenin ikamesi…

Özellikle Hollywood ve onun yönlendiriciliğindeki Batı sinemaları ile dizi sektörünün tarihi ele alışındaki sorun bambaşka yerdedir. Hollywood ve onun “ilkesini” belirlediği diğer ülke sinemaları ile dizi sektörlerindeki tarihi ele alış biçimini, liberal tartışmaların yüzeyselliğinden uzaklaştırmazsak asıl meseleyi göz ardı etmiş oluruz. Nasıl ki Efendimiz (s.a.) ile ilgili karikatür ya da film tartışmalarında, meseleyi, karşısındakinin tüm duruşunu, sansürün olup olmaması gerektiği üzerine bir fikir serdetmeye indirgeyen liberal tartışma yüzeyselliğine kapılmak, bizi konunun can alıcı noktasından uzaklaştırmışsa; Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerine yürütülen tartışmaları bu eksene kaydırmak asıl odağın unutulması anlamına gelecektir.

Liberal (ve o ideolojinin insan hak ve özgürlüklerini bir Allah emri gibi kullanan sol veya muhafazakâr) anlayışlar, aynen bir timsahın avına yaptığı gibi, tartışmaları liberal düşüncenin sığ sularına çekerek, asıl bağların ifşa edilmesini engellerler. Tartışmalar, ister karikatür meselesinde, isterse Hz. Muhammed’e (s.a.) küfreden filmler meselesinde olsun, liberal zihniyet tarafından iki eksen üzerinden yürütülecek bir yüzeyselliğe dönüştürülür. “Sansür” ve “yasak” yandaşlığı veya “karşıtlığı”, bu iki eksenin karşıtlığını kurgulayan bir şey olarak indirgeme düzleminin bizatihi kendisi olarak inşa edilir. Bir diziye, karikatüre, filme yönelik bir itiraz mı yönelteceksiniz; hemen siz, sansüre veya yasağa karşı olup olmadığınıza göre pozisyon almanız buyrularak sığ sulara çekilir ve asıl meselenin göz ardı edilmesine hizmet edersiniz.

Hâlbuki dünyada hiçbir mesele, evet ya da hayır cevaplarının netliğine indirgenemeyeceği hâlde, Hollywood ya da ondan esinlenen film ya da dizi sektörlerinin “masumiyeti” sansür ya da yasak meseleleri üzerinden inşa edilmeye başlanır. İtiraz edenin itirazı, sansür ve yasak yandaşlığı tarafına atılarak, o itirazın tüm temel argümanları etkisiz hâle getirilir. İtiraz edene zorunlu olarak biçilen yolun sonunda, o dizi ya da filmlerin “masumiyetine” ve “ fikir ve düşünce özgürlüğünün” tartışılmazlığına varılır mutlaka! Liberal tartışma ahlâkının temel sorunu buradadır.

Liberal ahlâk(sızlığ)ın döllediği bütün düşüncelerde, tüm tartışmalar, gizli diğer bağları korumak ve o bağların ifşa edilmesini engellemek üzerine kurulur. Önemli olan asıl meselenin anlaşılmamasıdır! Liberalizmin kurduğu asıl sansür duvarları, liberal özgürlük goygoyculuğunun “muhteşem” cambazlık numaraları sayesinde görünmez kılınarak, liberal sansür yanında önemsiz kalan diğer itirazlar büyütülerek, eleştirilen şeyin “masumiyetine” malzeme kılınır!

Dünya sinemasının Hollywood ya da Batı kanadındaki ana ve yan akımlarını bilenler için son derece belirgin olan bazı şeyler vardır. Özellikle tarihi meseleleri ya da peygamberlerin hayatları üzerine yapılan filmlerde, özellikle son dönemin dizi sektörünü de inşa eden bir yön vardır. Bu yön, tarihin tarihsizleştirilmesi ve kutsalın maddeleştirilerek yüzeyselleştirilmesidir. Muhteşem Yüzyıl dizisine, “tarihi çarpıtıyor” ya da “ecdada hakaret ediyor” diyerek yapılan itirazların ana problemi burada gizlidir. Bu itirazların hepsi, liberal “özgürlük” anlayışının sığ sularına girerek, tam da bu anlayışın istediği yüzeyselliği tekrar üretmeleri açısından problemlidirler. Bu yüzden mesele kolayca sansür, yasak gibi sığ kavramlar üzerine indirgenebiliyor.

Meselemizi birkaç örnek üzerinden açmakta fayda olabilir. Hz. İsa (a.s.) üzerine yapılan Batılı filmlerin kahir ekseriyetinde görülebilecek bir şey vardır. Hz. İsa, liberal materyalizmin unsurlarına indirgenir. Bu unsurlar, filmin tarihselliğini / kutsal içeriğini bugünün yüzeyselliğinde / şehvetinde eritirler. Kimisi çarmıhtan indirdiği Hz. İsa’nın, “son günahı” üzerinden cinselliğine odaklanır; kimisi onu materyalist / sosyalist bir kahraman olarak kurgular; kimisi, Hıristiyanlık ya da din düşmanlığının tüm nefretini Hz. İsa ile alay ederek kusar… Tarihi bir meseleyi ele alan pek çok film için geçerlidir bu. Bugünün “satacak” ve kolay yüzeyselleştirilecek meseleleri nedir? Satarken, aynen modernitenin / liberal özgürlük anlayışının, eşref-i mahlûkat olan insana yaptığı türden, salt bir maddi varlık hâline getirilen “birey”e hitap edecek bir şeyler yapmak… Bu, hem derinliğin içinin boşalması, hem de yüzeyselliğin hükümranlığı demektir. Cinsellik, alengirli ilişkiler, kutsaldan arındırılmış bir maneviyat ve ucuz, tanrısı olmayan bir mistisizm, bu yüzeyselliğin kurulması için en sağlam malzemeleri sağlarlar.

Israrla üzerinde durmamız mesele, tarihin, kutsalın ya da maneviyatın çarpıtılması meselesi değildir, hiç olmamıştır! Sinemanın, özellikle Hollywood’un 1950’lerden sonra yapmaya başladığı ve sonrasında tüm ana akım film veya dizilere sirayet etmiş bu anlayışı, tarihi ya da kutsalı çarpıtmakla uğraşmaz. Yapılan şey tarihsizleştirme, köksüzleştirme ve kutsalsızlaştırmadır. Zira çarpıtılmış dahi olsa bir köke, tarihe, kutsala sahip olmak, maddi “medeniyete” zarar verir. Maddi medeniyet, her türlü derinliğin yüzeye taşınarak soysuzlaştırılması ve derinliğin görünmez kılınması demektir. Önemli olan, bir tarihi olayı bir perspektif üzerinden anlatmak, aktarmak veya onun üzerinden bir tartışma yürütmek değil, maddi medeniyetin tüm unsurlarını daha da sağlamlaştırmaktır.

Tarihsizleştirme, kutsalsızlaştırma ve yüzeyselleştirme bugün dünyadaki dizi sektörünün kahir ekseriyetinin taşıyıcılığını yapmaktadır. Bir yanıyla çok satan bir şeydir bu. İnsanın nefs-i emmare’sine hitap ettiği için kolay tutunulan ve tutununca da kolay bırakılamayan bir şey… Ama bu kadarıyla kalan masum bir durum da değildir bu. Batı’nın beş yüz yıllık modernleş(tir)me / kutsalsızlaştırma güzergâhının vardığı uçurum noktası… Tartışmaları, “sansüre, yasaklara karşı mısın, değil misin?” düzlemine sığıştırmak isteyen liberal tartışma ahlâkının temel yanılgısı, aynen kapitalist ekonominin asıl iplerinin ifşa edilmemesi için öne sürülen argümanlarda olduğu gibi, asıl sansür veya yasakların görünmez kılınmasıdır.

Bugün salt bir maddi varlık hâline dönüştürülüp televizyon başında aptallaşmaya bırakılan modern bireyi hedef alan dizi sektörü, kendisine yönelik tartışmaları bertaraf etmek için kullanılması en kolay argümanı, yani sansür ve yasak meselesini kullanır. Ancak, arka planda devasa paraları verenlerin “isteklerinin” de, o endüstrinin temel başı olan liberal yüzeyselleştirmenin asıl sansürünün de bilinmemesi gerekir. Hatta bunun farkında olan yönetmen bile çok azdır. Tarkovsky’yi hatırlayalım; kendisine Sovyetler Birliği’nde sansürle ilgili soru soranlara, orada sansür ve yasakların olduğunu, ama Batı’da kapitalist endüstrinin de başka türden ve çok daha kuvvetli sansür ve yasaklarının “özgürlük” kisvesi altında görünmez kılındığını söylüyordu.

Muhteşem Yüzyıl dizisinin yaptığı şey, Batı’daki benzer film ya da dizilerin çoğunda olduğu gibi, bir tür tarihsizleştirmedir. Eğer bu dizinin içindeki herhangi bir sahneye, “tarihi gerçekleri çarpıtıyor” şeklinde bir yaklaşımla itiraz edilirse, tam da liberal tartışma biçiminin tuzağına düşülür. Zira verilecek cevap son derece basittir: “Biz, tarihi sizin gördüğünüz gibi görmek zorunda mıyız?”. Hâlbuki olan şey, tarihle, bugünle, kutsalla ve de herhangi bir değerle ilişkisizlik olarak kurulan bir tarihsizleştirme / kutsalsızlaştırma / yüzeyselleştirmedir. İnsanlarda ontolojik olarak varolan “geçmişe bakış ihtiyacını”, bugünün “değersizliği” üzerinden kullanarak “satılabilir” bir mal hâline döndürmek! Muhteşem Yüzyıl ile ilgili tartışmalarda, şu ya da bu tarihi görüş üzerinden yapılan tartışmalar, o diziyi, bulunduğu konumda daha da sağlamlaştırır. O yüzden “içerdeki” tarihi tartışmaya değil, dışardan dizinin zihniyetini / ideolojisini her yandan örmüş olan anlayışa dikkat çekmek gerekir. Bu, modern düşünce üzerinden kurgulanan post-modern ilkesizliğin ifşası olmalıdır büyük oranda. İlkesizlik, köksüzlük / tarihsizlik üzerinden kurulur ve “birden topraktan bitişmiş ve herhangi bir ilke ve manevi bağı olmayan bireyin” inşa ettiği liberal anlayışların tümü bu ilkesizlik üzerinden yürür. Bu yüzden, Fransız saraylarındaki kadınlarla, Osmanlı saraylarındakiler arasında giyim kuşam açısından bir fark yoktur; bu yüzden ana akım Batılı film veya dizilerin çoğunda olduğu gibi entrika ve cinsel histerilerle kurulmuş bir tarih kurgulanır. “Büyük meselelerin” insanının karşısına küçük ihtirasların kobayı yerleştirilir böylece…

Ancak, burada bir başka meseleyi de görmezden gelmek hata olur. Tarihi, kahramanların yaptığı bir şey olarak algılamakla, kahraman olarak bilinen şahsiyetleri, kendi nefsimizin ve ihtiraslarımızın düzeyine indirgeyerek birer cinsel obje olarak kullanan bir “seçim” arasında çok bir fark yoktur. Maalesef, bugün “Müslüman” olarak bizlerin yaptığı film ve diziler, bir alternatif kuramadılar, kuramazlardı da. Çünkü aynı düşünce içinden filizlenen iki zehirli ottu bu iki anlayış. Bu yüzden tartışmalardaki, tarihin yanlış / doğru anlatıldığı meselesi asıl mesele olmaktan çok uzaktır. Asıl mesele, alternatif bir dil, alternatif bir duruş ve bakış inşa edilmesidir. Yoksa Muhteşem Yüzyıl’a karşı TRT’de, STV’de vs. alternatiflerini kurgulayıp aynı batağa düşmeniz işten bile olmaz. Olan da büyük oranda budur zaten… Birisi “kahramanlarını” Bizans kadınlarıyla yatağa yatırır; diğerinin gözü de haremden başka bir şey görmez. Her iki anlayış da sakattır ve birbirini besler.

 

Not: Bu yazı daha önce yazarın blog sitesinde yayınlanmış, kendi izniyle sitemize konulmuştur.

http://envergulsen.wordpress.com/2012/12/13/muhtesem-yuzyil-tartismalari/
 

 

6.440 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir