GELİBOLU’YU ANLAMAK

Çanakkale Yolunda – Gabriel Domerque ( Tuncay Yılmazer )

 


Savaş muhabirlerinin anılarının, tuttukları notların cephedeki şartları, cephe gerisini , komutanların, askerlerin düşüncelerini anlattıkları için çok önemli olduklarına kuşku yok. ( Her ne kadar sansürden geçseler de…)  Fransız Gazeteci Gabriel Domerque’nin Çanakkale Savaşı boyunca kaldığı Limni adası’nda ve Balkan ülkelerine yaptığı gezi bize o dönemin koşullarını yansıtıyor. Yazarın Türklerle ilgili düşüncelerinin, o dönemin itilaf devletleri kamuoyunda hemen hemen aynı argümanlarla paylaşılan düşünceler olduğunu söylersek yanılmış olmayız.


 


Kitabın önsözünde Domerque, “Yeni bir Haçlı Seferi olarak tabir edebileceğim , Çanakkale Savaşı’nın safhalarını not etmeye hazırlanırken bu büyük, bu yiğit , hatta dostumuz olmuş Türk halkına acıma duygusuna kapılmadım”  diye bir itirafta bulunuyor. Çanakkale Savaşı ile ilgilenenler İngiliz gazeteci Ashmead Bartlett’in de bu mücadele için “Haçlı Seferi” ifadesini kullandığını hatırlayacaklar.


 


 


“Zavallı Türkler! Her şeye rağmen samimi olarak onlara çok acıyorum. Düşmanlarımız, satılmış bir grup muhteris tarafından ; köleleştirilmiş, isyan etmekten aciz, gönülsüz, gücü tükenmiş olarak bize karşı koymaya hazırlanıyorlar. İçinde bulundukları şartlara rağmen yine de alışık oldukları gibi , hasbelkader ölüme yürüyorlar.


…………


İlk başlarda aralarından birçoğu ne sebeple , ne için ve en önemlisi kimin menfaati için çarpıştığını bilmiyordu. Bugün artık gerçeği biliyorlar. Savaşa girmelerinde yatan sebebin, Alamanya’nın çıkarı olduğunu , yani Almanya’nın selâmeti , bozguna uğramaması , en azından bozgunun sonuçlarını geciktirmek için kendilerinin feda edildiğini biliyorlar” (Önsözden)


 


Domerque önce 24 Mart 1915’te Atina’ya vardığı günleri anlatıyor. Yunanlıların Fransızlara, Fransız askerine karşı sempatisinin büyük olduğunu belirtiyor. Ancak buradan sonra uğradığı Selanik ve Kavala’da ise yerli halk Yahudi, Rum ve Türkler daha çok Alman yanlısı. “Uzun süre Osmanlı rejiminde yaşamış olan halkın eski efendilerini özlemle aradığı, yeni ellere geçmek istemedikleri kanaatine varmış olarak gemime döndüm.” (s.26)


 


Müttefik ordularının konuşlandığı Limni adası’na 1 Nisan’da varan gazeteci Domerque onbinlerce askerin toplandığı bu adadaki faaliyetleri anlatıyor. İngilizler, Fransızlar, sömürge askerleri, Kanadalılar yerli Rumlarla birlikte Paskalya bayramını kutluyorlar. Ada baştan aşağı inşaat halinde, onbinlerce kişinin kalacağı barakalar inşa ediliyor. Her gazetecinin en önemli isteği tabi ki haber alabilmek. Ancak uygulanan sıkı sansürden şikayetçi olduğunu her fırsatta belirtiyor.


 


Domerque bu arada Balkan ülkelerini kapsayan geziye çıkıyor. Bulgaristan ile Sırbistan sınırı arasındaki çatışmalar , Bulgar çetelerin bastığı köylerden bahsediyor. ( Yazar Sırp subayların anlatımından bu çetelere Alman ve Avusturya subaylarının komuta ettiği iddialarını da gündeme getiriyor. ) Bu iddialar önemli. Bulgaristan’ın resmen savaşa Ekim 1915’de girdiğini düşünürsek aslında Sırbistan’la çatışmaların çok önceden başladığının kanıtı. Yazar, savaşın getirdiği tüm felaketleri yaşayan tifo salgını, açlık vs. gibi olumsuzluklarla boğuşan Sırbistan’ın başbakanı Pasiç’le Niş şehrinde röportaj yapıyor. Avusturya’nın gizlice barış teklifinde bulunduğunu ancak koşulların uygun olmaması nedeniyle reddettiklerini söyleyen Pasiç Bulgaristan hakkında ise “ Bulgarların tavrı her zaman endişe verici olmuştur. Samimi olarak söylemeliyim ki Bulgarların tutumuna hiç güvenemiyorum. Bari tarafsız kalsalardı. Bükreş Antlaşması’nın hemen ardından beklediklerini bulamadıklarına inanan Bulgarlar, Avusturya ve Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye yöneldi ve çeşitli ittifaklar yaptı. Elbette bu antlaşmaları Yunanistan’a ve bize karşı idi. Ancak bu antlaşmalara ne kadar bağlı kalacakları şüpheli. Ayrıca bu şartlarda , vermemizi istedikleri tavizlere rağmen Müttefiklerin yanında yer alacaklarına inanıyorum. “ şeklinde konuşuyor. ( s. 57 )


 


Balkan devletleri gezisinden sonra yeniden Limni adasına, Mondros’a dönen Gabriel Domerque artık savaşın yansımaları olan yüzlerce esir ve yaralıyla karşılaşır. Esirler Alman subaylarının kötü muamelerinden dolayı teslim olduklarını söyleyeceklerdir.


Zaman zaman cepheyi de ziyaret için yarımadaya geçer Domerque. 21 Haziran’daki Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde öğleden sonra saat üçe kadar yaklaşık Türk mevzilerine 20.000 atış yapıldığını,daha sonra Fransız 176. Alay’ın saldırıya geçtiğini belirten yazar sonrasında hayretini gizleyemiyor: “ Bu taarruzdan sonra 176. piyade alayına cesaret madalyası verilmesi kararlaştırıldı. Zira, Türk mevzilerine ilk yaklaşmayı başaran birlik bu birlik olmuştu. Fransız askerleri öndeki 1. mevzi tahkimatının düştüğünü bildirerek ,ikincisini ele geçirmek için harekete geçiyorlardı. Ancak nereden çıktıkları belli olmayan Türk askerleri , tümenlerimizi öylesine ani çevirmişlerdi ki; şiddetli doluyu andıran mermi sağanağı altında birliklerimiz neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Ele geçirilen mevziler terk ediliyor ve tehlike büyüyordu. ( s.99 )


 


Yazar zaman zaman Kerevizdere siperlerinde ön hatlara giderek çarpıcı gözlemlerini bizlere aktarıyor. Senegallilerin sadece Almanlarla çarpıştıklarına inandıklarını belirtiyor.


 


Kitabın en ilginç bölümlerinden birisi de Gazeteci Gabriel Domerque’nin savaşın başlamasıyla İstanbul’dan 45 görevli ile birlikte  sınırdışı edilen Fransız Katolik misyon şefi P. Lobry ile yaptığı görüşme. Halkın Fransızlara karşı sevgisi olduğunu , Balkan harbinde rahibelerin Türk askerine baktığını, ancak yönetimdeki bir grubun Almanların etkisinde kaldığını belirtiyor: “ Bazı Türk subaylarının Alman generallerin emrine uymak istemediklerini haber aldım. Ama ne kadarı doğru bilmiyorum. Yalnız İstanbul’dan ayrılmadan önce , işler kötüye gitmeye başlayınca eski bir başbakanın (sadrazamın ) oğluyla görüşmüştüm. Ülkesinin Almanların elinde olmasından duyduğu teessürü anlatıyordu. “Almanlar bizi felakete götürüyorlar. Perişan olacağız. Türkiye onursuzluk ve haysiyetsizlik içinde yaşamaya sürüklenecek. Maalesef bunlar bizim hatamız. Tepki gösterecek ne gücümüz ne de cesaretimiz var.” Doğruyu söylüyor, doğruyu görüyordu. “ (s. 111)


Fransız rahibin anlattıkları Babıali’nin ileri gelenlerinde , özellikle ittihatçı olmayanların görüşlerini yansıtması açısından önemli kuşkusuz.


 


Kitabın sonlarında Gelibolu harekâtının başarısız olduğunu itiraf eden yazar, Türklerin tarih boyunca Fransızlara kin gütmediğini, ancak Almanlardan nefret ettiklerini bir kere daha  tekrarlıyor. Sultanahmet’teki Alman çeşmesi sürekli zarar verildiğini iddia eden Domerque, bazı Alman subayların Türk askerleri tarafından öldürüldüğünü iddia ediyor. ( s. 127 )


 


“Çanakkale Yolunda” dönemin yer yer cephe, ancak öncelikle cephe gerisi atmosferini, çeşitli söylentileri, bazı ilginç anekdotları  savaş boyunca Limni adası’nda kalmış, Balkan ülkelerini gezmiş  bir Fransız bir gazetecinin ağzından yansıtması açısından önemli bir eser.


 


 


“Bir Savaş Muhabirinin Kaleminden”


ÇANAKKALE YOLUNDA


Gabriel Domerque


Babıali Kültür Yayıncılığı


Mart 2007-İstanbul


 

17.061 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir