Dersaadet, Deraliyye, İslambol ve bugün bilinen adıyla İstanbul şehri birçok İmparatorluğa başkentlik yapmış, bu süreç içerisinde dünyanın merkezi olarak kabul edilmiş, yeryüzünün en önemli şehirlerinden biridir. İslamiyet’in kabulünden önce başlayan İstanbul’u fethetme isteği, bu dinin kabulüyle bir ülküye dönüşmüş, son peygamber Hz. Muhammed’in Hendek Savaşı’nda verdiği müjde ve gösterdiği hedef Türklerin yegâne istikametini bu yöne çevirmiştir.
Şehrin, Sultan Fatih tarafından alınmasından sonra, bu büyük hükümdarın ilk işi, uzun yıllardır bakımsızlıktan, harap olmuş bu kutlu kenti yeniden eski günlerine kavuşturmak, tekrar dünyanın merkezi haline getirmek olmuştur. Kurduğu ve kurulmasını teşvik ettiği vakıflar sayesinde hem mimari anlamda hem de çevre düzeni açısından şehir büyük bir dönüşümün içerisine girmiştir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturuyla hareket eden Osmanlılar, insanca yaşanılabilir bir şehir yaratmak adına adeta birbirleriyle yarışmaya başlamış, bunun neticesi olarak da tezyin edilmiş, dünyayı yönetmeye talip olan bir devlete başkentlik yapacak bir medeniyet ortaya çıkarmışlardır.
Bu çerçevede düşünüldüğünde temizliği inançlarının bir gereği olarak gören Osmanlılar, İstanbul’u sahip oldukları ideallere yakışır, temiz, göze hoş gelmeyen her türlü maddi pislikten arındırılmış bir başkent yapmaya çalışmışlardır. Bu amaçla şehir fethedilir edilmez Sultan II. Mehmed’in kurduğu vakfın vakfiyesinde ve yayınladığı fermanlarında mutluluk kapısı olarak adlandırılan İstanbul’un temizliğine dikkat edilmesine, yollarda, sokaklarda, meydanlarda insanları rahatsız edecek çöplerin kaldırılmasına yönelik emirler vardır. Fatih Sultan Mehmed’in bu hassasiyeti adeta kanun-i kadim olmuş ve kendisinden sonra gelen devlet adamları da şehrin imarına ve temizliğine azami gayret göstermişlerdir. Temizliği imandan sayan Osmanlılar, şehrin tanzîfî için müesseseler kurmuş, görevliler istihdam etmiştir. Kişisel temizliğe verdikleri önemle tanınan Türkler, yaşadıkları yerin de temiz olması adına hukuki düzenlemeler yaparak korunmuş şehir olarak kabul ettikleri bu beldeyi tesis ettikleri medeniye yakışır bir surete büründürmeye çalışmışlardı.
Bu kitapta İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden günümüze kadar geçen süreç içerisinde tanzîfî yani temizliği ile ilgili yapılan uygulamalar anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda özellikle arşiv kayıtları diye ifade ettiğimiz, hükümdarın emirleri, ilgili bakanlıkların düzenlemeleri ve 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra kurulan Şehremanetinin çalışmaları dikkate alınarak geçmişten bugüne şehrin temizlik sorunları ve bu problemlerin çözümüne yönelik uygulamalar irdelenmeye çalışılmıştır.
Hiç şüphe yok ki, çöpün dahi doğal olduğu, sanayileşmenin getirdiği kimyasal atıkların bulunmadığı yıllarda, İstanbul’da temizlik ameliyesi daha sorunsuz ve kolay yapılmaktaydı; ancak özellikle 19 yüzyıldan sonra artan nüfus ve atıkların muhtevasının değişmesi bu süreci daha zor bir hale sokmuştur. Özellikle çöplerin şehir içerisinden toplanarak, mavna ya da diğer deniz taşıtları vasıtasıyla denize dökülmesi işi önceleri bir sorun oluşturmazken, zamanla ekolojik dengenin bozulmasına, İstanbul’un en güzel yeri olan boğazın kirlenmesine neden olmuştur.
İstanbul’un sosyal hayatı için çok büyük önemi olan yabancı gezginlerin seyahatnamelerinde şehrin temizlik sorununa da yer verilmiştir. Deniz yoluyla şehre giren seyyahlar karşılaştıkları büyülü manzara karşısında kendilerinden geçerken, şehrin içerisini gördüklerinde bazen hayal kırıklığına uğramışlardır. Çamurlu sokalar, yağışlı havalardaki meydana gelen çöp yığınları, bazen hayvan leşlerinin sağa sola atılması dünyanın en önemli şehri olan İstanbul’a gelen yabancıların dikkatinden kaçmamıştır.
Bu sorunların farkında olan devlet şehrin temizliği hususunda sadrazamdan başlayarak, kadı, subaşı, imam ve en altta vatandaşa kadar şehirde yaşayan herkesi sürekli ikaz etmiş, şehrin temizliğine azami dikkat gösterilmesi istenmiştir. Bu meyanda uyarılara kulak asmayan, emirleri uygulamayan gerek devlet görevlisi gerek vatandaşa kürek cezasından, sokağa pislik atanların çöplerinin boyunlarına takılmasına, para cezasından salb yani asma cezasına kadar birçok tedbir alınmıştır. Klasik dönemde şehrin temizliğini devlet halk el ele şeklinde çözmeye çalışan Osmanlılar, modern belediyeciliğin başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısında Şehremaneti’nin kurulmasıyla bu işi daha profesyonel yapmaya başladı. Belediye bünyesinde kurulan temizlik müdürlükleri, profesyonel anlamda çalışan temizlik görevlileri, bu faaliyetlerin daha kolay yapılabilmesi için alınan alet ve edevat, çöp arabaları gibi donanımlarla sıhhî temizlik şehrin sokaklarına girmiştir. Özellikle, İstanbul’da tarihi eserlerin yok edilmesi hususunda eleştirilere maruz kalan Cemil Topuzlu Paşa’nın şehreminliği yıllarında temizlik işlerine- bazen belediyenin boyunu da aşan- ciddi yatırımlar yapılmış böylece İstanbul’un temizlik teşkilatı kurumsallaşmıştır. Çıkarılan kanunlar, temizlik işlerinin daha iyi yapılabilmesi adına ihdas edilen vergiler hatta yabancılardan alınan kredilerle Şehremaneti konuyla ilgili önemli adımlar atmıştır.
Devlet, temizlik işini bazen kendi imkânlarıyla çözmeye çalışırken çoğu zaman ihale usulüyle bu problemin hakkından gelmiştir. Şehrin çöplerinin toplanması, sokakların sulanıp yıkanması, halkın en önemli ihtiyaçlarından biri olan tuvaletlerin yapılarak işletilmesi özel müteşebbislerle yapılan mukavelenameler ile halledilmiştir.
Bununla birlikte I. Dünya Savaşının çıktığı yıllarda, devletin temizlik personelini silâhaltına alması, teşkilatın kullandığı alet ve edevata, bilhassa hayvanlara el koyması ciddi masraflarla oluşturulan temizlik biriminin yok olmasına neden olmuştur. Aynı zamanda bu olağanüstü şartların yaşandığı dönemde erkeklerin askere çağrılmaları nedeniyle İstanbul’da temizlik faaliyetleri çocuklara ve kadınlara kalmıştır. Böylece İstanbul hanımlarının temizlikle ilgili sorumluluk alanı genişlemiş, Dersaadet sokaklarını da ellerindeki çalı süpürgelerle mikroptan arındırmışlardır.
Sıhhi temizliğin yapıldığı yıllarda temizlik işlerine verilen önem nedeniyle, İstanbul halkının deprem, yangın gibi doğal afetlerden sonra en büyük korkusu olan ve birçok can kaybına yol açan Kolera hastalığının, azaldığı görülmüş ve bu anlamda belediye hizmetlerine yapılan büyük yatırımların neticeleri alınmıştır.
Tüm bu değerlendirmeler öz önünde tutulduğunda İstanbul’un fethinden günümüze kadar şehrin en büyük sorunlarından birinin temizlik olduğu söylenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında daha da ihmal edilen kent nüfusun ve sanayileşmenin giderek artması bunun yanında atıkların imhası için kalıcı çözümlerin üretilememesi neticesinde büyük sıkıntılar çekmiştir. 1990’lı yılların başlarına kadar şehirde yaşanan çöp sorunlarını yaşları müsait olan herkes hatırlayacaktır. Çoğu zaman dağ yığını haline gelen çöplerin günlerce sokaklarda beklediği, kokudan insanların rahatsız olduğu günler atık geride kaldı. Bugün İstanbul’un temizlikle ilgili büyük aşamalar kaydettiği, modern anlamda birçok tesisin bir ülke kadar nüfusu olan şehrin çöp sorunu çözdüğü görülmektedir.
Çalışmamızda kaynak olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan konuyla ilgili belgeler, vakfiyeler, tabii ki Şehremaneti mektupçusu, Mecelle-i Umur-ı Belediye gibi devasa bir eseri bizlere bırakan Osman Nuri Ergin’in eserleri ve konu ile ilgili yapılan araştırmalar başucu kaynaklarımız oldu. Kitapta teknik gibi görülebilen ancak dönemin kurumlarının temizlik ile ilgili çalışmalarının ayrıntısını yansıtan birçok sözleşme, nizamname ve kanunnamenin de sadeleştirilerek tam metinleri verilmiştir. Yapılan tartışmalara bakıldığında kısıtlı imkânlar ölçüsünde şehrin temizliğine büyük önem verildiği görülecektir. Yapılan tüm uygulamalar bir yana bırakılacak olursa yöneticilerin aldığı tedbirlerin bir yere kadar çözüm sağladığı, halkın temizlik işlerine hassasiyet göstermeden şehrin tanzîfînin mümkün olmadığı görülmektedir. Daha temiz bir İstanbul için İstanbullulara çok iş düşmektedir.
KİTAPTAN BİR BÖLÜM:
DERSAADET SOKAKLARINDA İLK HANIM ELLERİ:
KADIN ÇÖPÇÜLER
İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisini oluşturan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı’nda (1914-1918) V. Mehmet Reşat yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu, İttifak Devletleri’nin safında savaşa katılmıştı. Savaşa katılma kararıyla birlikte eli silah tutan gençler göreve çağırılmış, ayrıca cephede değerlendirilmek üzere temizlik işlerinde kullanılan atlara ve arazözlere ordu tarafından el konulmuştu. Böylece, büyük meblağlara mal olan teşkilat sekteye uğrarken, zaman içerisinde şehrin sokaklarında da çöpler birikmeye başlamıştı.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Osmanlı kadını toplumun içerisinde daha fazla görünerek yavaş yavaş iş dünyasında da kendine yer ediniyordu. Feminizm hareketini Amerika’dan Osmanlı’ya taşıyan, İstanbul’da bisikletle ve peçesiz olarak sokağa çıkan ilk kadın olan Mary Mills Patrick, (1876 yılında henüz 26 yaşında genç ve idealist bir kadın iken, Üsküdar’da faaliyet gösteren İstanbul Kız Koleji’nde felsefe hocalığına başladı. Kolejde 1890’da müdireliğe başlayan Patrick, 1924 yılına kadar bu görevde kaldı.) bu dönemin Osmanlı kadını üzerindeki değişimini şu sözlerle ifade etmekteydi: “Kadınların peçesi üzerine mücadeleler özellikle savaşın ilk yılında dikkat çekiciydi. Eski günlerde hiçbir zaman bir Türk kadını sokakta peçesiz görülmezdi. Ancak savaşın ilk zamanlarında peçeler kayboldu, etekler kısaldı ve artık kadınlar her türlü ilerleme ve eğitime hazırdı.”
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Türk kadının iş hayatına girme çabalarını “Kadın Meselesi” adlı yazısında şu şekilde dile getirir: “…Artık Türk kadını yemeğini ocağa vurduktan, çocuğunun salıncağını çardağın altına kurduktan sonra, manide, şarkıda kafesinde şakıyan kanarya ile yarışacak dağdasız, saf ve sefalı hayatı yaşayamayacak…
Kadınlarımız nazik yaradılışı ile hiç uygun düşmeyen süfli ve ağır hizmetlere kadar girişti. Sokaklarda kadın çöpçüler görüyoruz. Yarın öbür gün yeldirmeli lostracılara, başörtülü hamallara, küfecilere rastlarsak garipsenmez. Muhabirlik isteği ile matbaalara başvuran kadınlara rastladım. Evet, şimdi kadın geçim sahnesinde erkekle omuz omuza yürümek zorunda kaldı”
Hüseyin Rahmi, Türkiye’de Batılı anlamda tiyatronun gelişmesinde önemli bir değişimi sağlayan, Osmanlı’daki ilk konservatuar kurumu olarak da kabul edilen Darülbedayi’nin geliştiği dönemde aktör Küçük Kemal’in tavsiyesi üzerine “Kadın Erkekleşince” adlı tiyatro eserini yazarak kadının iş hayatına girmesiyle evde meydana gelen değişimi eserinde anlatmaktadır.
Dersaadet’in peçeli kadınlarının karşımıza ana, eş, hala, teyze, anneanne ve babaanne olarak çıkmasına alışmış bir toplum olarak yaşadık. Artık bu alışılmış imajın bir adım ötesine geçen kadınlarımız bazen zorunluktan, bazen de değişime ayak uydurma gayretinden, farklı sıfatlarla İstanbul sokaklarında görülmeye başlamıştı.
Sokaklara Hanımeli Dokunuyor;
Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği şartlar doğrultusunda Şehremaneti, Nezafet-i Fenniye Müdürlüğü bünyesine kadın tanzifat ameleleri (kadın çöpçü) yerleştirme kararı alarak, İstanbul sokaklarının ve evlerdeki çöplerin fenni temizliğe uygun olarak temizlenmesini sağlamaya çalışmıştır. Osmanlı’nın nazik yaradılışlı, cefakâr ve vefakâr kadınları, kocaları, babaları, amcaları, dayıları, oğulları orduya yazılıp cepheye sevk edilince başkentin her türlü ihtiyacını karşılama gayretine girmişlerdir. Bu doğrultuda bazen fırıncı, bazen sütçü, bazen de Şehremaneti’nde bir memur olarak karşımıza çıkmaya başlamışlardır. Böyle bir ortamda Nezafet-i Fenniye Müdürlüğü bünyesinde kadın çöpçüler istihdam edilmiştir.
Birçok kaynakta ilk kadın tanzifat amelesinin (Kadın çöpçü) Elif Yazgan adında bir hanımın olduğu belirtilse de bu ismin doğruluğu şüphelidir. Çünkü Şehremaneti bünyesine bu dönemde birden çok kadın çöpçü alındığı bilinmektedir.
Dersaadet sokaklarına hanım elinin değmesiyle birlikte tanzifat (temizlik) işinde yeni bir dönem başlamış oluyordu. Dersaadet’in hanımları zaten evlerinin-konaklarının içini, bahçesini ve çevresini her gün temizleyen, temizlik konusunda mahir hanımlardı. Şartların getirdiği zorunluluktan dolayı artık İstanbul caddelerine narin ve nazik hanım elleri değmeye başlamıştı.
1877 yılında Büyükada’da doğan, 17 yaşında, Osmanlı’nın New York konsolosuna sekreter olarak Amerika’ya giden ve orada Amerikalı biriyle evlenen Rum kökenli Demetra Vaka, 1921 yılında İstanbul’a dönmüş ve buradaki gözlemlerini ve kadınlarımız üzerindeki izlenimlerini kaleme almıştır. Demetra Vaka İstanbul’daki sosyal değişimleri ve kadın çöpçülerine kitabında şöyle yer vermişti: “İstanbul’daki değişimleri yavan ve sıradan kılan bir manzara ile karşılaştım. Yüzleri peçesiz, gri pantolonlar giyinmiş Türk kadınlar sokakları süpürüyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre bunlar, Osmanlı başkentinin tek temizlik görevlileriydi ve bu zorlu işle uğraştıkları sırada onları dikkatle izleme zahmetine katlanan biri, çoğunun genç ve güzel yüzlü olduğunu görebilirdi. İçlerinden birine gülümsediğimde, bana tatlı, cüretkâr ve kadınsı bir zarafetle dolu bir gülümsemeyle karşılık verdi. Bu kadın çöpçülerin dokunaklı görüntüsü bendeki etkisini hiç yitirmedi. Kadınların bu işi yapmasına içerlendiğimden değil; zira çalışmak hayattaki en soylu şeydir ve tüm bir şehrin daha temiz ve sağlıklı hale gelmesini sağlayan faydalı bir iş iki kat değerlidir. Durmaksızın yerleri süpüren, pervasız trafikten sıyrılmak için sürekli manevralar yapmak zorunda kalan bu sessiz, gri figürlerin görüntüsünde bana asıl acı veren şey, bunların Osmanlı debdebesinin hüküm sürdüğü günlerde satın alınan, üzerlerine titrenen ve gözlerden ırak tutulan kadınlar olduğunu düşünmekti. O zamanlar bu kadınlar fetihçi bir soyun haz kaynağıydı. Şimdi ise yenilgiye uğramış ve aciz duruma düşmüş olan o fetihçiler, kadınlarının, beş yüz yıldan uzun süre boyunca peçesiz yürümelerini yasakladıkları bu sokakları temizlemelerine izin veriyorlardı.”[1]
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN BİTİMİ: TEMİZLİK ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLIYOR
Savaş bitene kadar şehrin sokaklarının temizliği, kadınlara ve çocuklara kalmış, dolayısıyla tüm çalışmalara rağmen İstanbul ciddi bir temizlik sorunu yaşamıştır. Mütarekenin imzalanmasıyla birlikte İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri komiserleri, şehrin temizliği ile alakadar olmuş ve bu konuda şehremanetini sürekli sıkıştırmıştır. Bu sıkıntılar ancak harbin bitimiyle birlikte tekrar Şehremini olan Cemil Topuzlu Paşa’nın gayretleriyle çözülmeye çalışılmıştır. 5 Mayıs 1919 yılında tekrar göreve gelen Topuzlu Paşa, eksiklikleri gidermeye lazım olan edevatı sağlamaya uğraşmıştır.