GELİBOLU’YU ANLAMAK

Seddülbahir’de Yalnız Bir Mezar ( Muzaffer Albayrak )

Bugün Seddülbahir köyü meydanından Yahya Çavuş Abidesi’ne giden yolun başındaki kısa yolu tırmanıp düzlüğe ulaştığınız yerde, hemen sağınızda; Çanakkale Savaşı esnasında en fazla isim verilen küçük tepeyi görürsünüz. Kaçırmanıza imkân yok; zira üzerinde eski bir su deposunu taşıyan büyük bir direk bulunuyor. Yakın zamanlara kadar buradaki iki selvi ağacının yerinde ise yeller esiyor.


İngilizler savaşın ilk günü, 25 Nisan 1915’te hemen aşağıdaki Ertuğrul Koyu’na çıktıklarında, bu küçük tepe savunmanın belkemiğini oluşturmuş; Türk askerleri bu bölgedeki İngilizleri ertesi sabaha kadar kıyı şeridine çakarak Alçıtepe ve Kilitbahir Platosu’nu korumuş; Mahmut Sabri adındaki kahraman tabur komutanı sayesinde, arkasında dünyanın en güçlü donanması bulunan ve kendisinden sayıca altı kat üstün olan düşmana bir daha asla telafi edemeyeceği bir zaman kaybettirmişti. Mahmut Sabri 26 Nisan günü, yanında sağ kalan az sayıda askeriyle birlikte, saat 14.30’da bu tepeyi terk etti.


Bugün tepede dikkat çeken şey ise, etrafı ince bir zincirle çevrili bir mezardır. Çanakkale’de muharebe alanlarındaki mezarlıklar dışında tek mezar budur. Burada yatan kişinin hikâyesi de belki savaşın en hazin hikâyelerinden biridir.


 


 



 


İngiliz Yarbay Charles Hotham Montagu Doughty-Wylie her bakımdan özel bir insandı. 1868’de doğdu; parlak bir askeri kariyerin ardından, 1904 yılında Hindistan’da Lilian Wylie ile evlendi ve eşinin soyadını da kendi soyadıyla birlikte taşımaya başladı.



 


Doughty-Wylie, Türkiye ile 1896’da askeri diplomat olarak gittiği Girit’te tanıştı. 1906 yılında İngiliz konsolos yardımcısı olarak Konya’da ve Mersin’de bulundu. 1909 yılında Mersin’de görevliyken patlak veren Ermeni olayları üzerine Adana’ya gitti ve burada elinden geldiğince tarafları sakinleştirmeye çalıştı. Silahların patladığı, evlerin yakıldığı bir ortamda sokağa çıkarak kendini olayların ortasına attı ve bu sırada yaralandı.


1912-13 Balkan Savaşları sırasında Türk ordusunda İngiliz Kızılhaç görevlisi olarak bulundu ve hizmetlerinden dolayı padişah tarafından ikinci rütbeden Mecidiye Nişanı, İngiltere kralından da “Companion of the Order of St. Michael and St. George (CMG) madalyasını aldı. Bu savaşta eşi Lilian da gönüllü hemşirelik yapmıştı.


Doughty-Wylie, 1. Dünya Savaşı başlayınca 46 yaşındaydı ve yarbay rütbesiyle İngiliz ordusunda Royal Welch Fusiliers Alayı’na katıldı. Artık Türklerle beraber değil, onlara karşı savaşacaktı. Çok iyi düzeyde Türkçe bilmesi, Türkler ve askeri teşkilatı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olması sebebiyle, “Gelibolu Seferi”ne hazırlanan Akdeniz Seferi Kuvvetleri Komutanı Hamilton tarafından özel karargâh personeli arasına dâhil edildi.


Doughty-Wylie 25 Nisan günü Ertuğrul Koyu’na yapılan çıkarma başarılı olmayınca, ertesi gün Seddülbahir köyüne yapılacak saldırının komutasını üstlendi. Savaş sırasında Seddülbahir köyü, bugün olduğu gibi Ertuğrul Koyu’na yayılmamıştı ve evler kalenin doğusunda Morto Koyu’na doğru yer alıyordu.


24 saattir Seddülbahir Kalesi yıkıntıları arasında direnen az sayıda Türk askeri köye çekildi ve Doughty-Wylie komutasındaki İngiliz birlikleri öğle saatlerinde kaleyi ele geçirdi. Köyün içindeki son silah sesi de kesildikten sonra İngilizler duruma hâkim oldular ve önlerinde sadece 80 şehit bulabildiler. Bunun iki katından fazla ölü ve bir o kadar da yaralı vermişlerdi.


Doughty-Wylie ve yanındakilerin bir sonraki hedefi, yazının başında belirttiğimiz Harapkale Tepe’ydi.


Saat 14.00’te tepeye doğru saldırı başladı ve Yarbay Doughty-Wylie askerlerinin önünde, elinde silah yerine sadece bir baston taşıdığı halde, onları yüreklendirmeye çalışırken başından vurularak öldürüldü[1]. İngiliz askerleri yarbaylarını hemen oraya gömdüler ve Doughty-Wylie’nin mezarı savaş boyunca muhafaza edildi. Kendisine ölümünden sonra, İngilizlerin en yüksek nişanı kabul edilen “Victoria Cross” verildi.


 


 


Muharebelerin şiddetini kaybettiği, soğukların başladığı o yılın 17 Kasım günü, Seddülbahir’e yanaşan bir filikadan, herkesin meraklı bakışları arasında bir kadın indi. Yüzü bir peçeyle kapalı olan kadın, yanındaki bir subayla birlikte Doughty-Wylie’nin mezarına yöneldi ve buraya küçük bir çelenk bıraktıktan sonra sahile döndü; kendisini bekleyen aynı filikayla açıktaki gemilerden birine doğru uzaklaştı.


Muharebeler boyunca, cephe hattına geldiği bilinen iki kadından biri olan bu kişinin, Doughty-Wylie’nin nesi olduğu sorusu çok yakın zamana kadar cevaplanamamıştı. Aslında sadece iki ihtimal üzerinde duruluyordu: Karısı ya da sevgilisi.


Doughty-Wylie’nin sevgilisi olan kişi, daha doğrusu ona âşık olan kadın, ünlü İngiliz istihbaratçı ve arkeolog Gertrude Bell’di. Aralarındaki ilişki de –her ne kadar bazı Bell biyografi yazarları tarihe ateşli sahneler eklemişseler de- mektup arkadaşlığından ileri gitmemişti.


Doughty-Wylie’nin karısı Lilian ise eşinin ölüm haberini aldığında Fransa’da, Batı cephesinde bir hastanede hemşirelik yapıyordu.


Arşivlerde son bulduğumuz belgeler, savaş sırasındaki ziyareti gerçekleştiren kişinin, Doughty-Wylie’nin karısı Lilian olduğunu kesine yakın ortaya koyuyor. Çanakkale’de savaş sona erdikten sonra Bayan Doughty-Wylie eşinin mezarına bir zarar gelmemesi ve korunması için İstanbul’daki A.B.D Büyükelçiliği vasıtasıyla ricada bulunmuş ve Osmanlı Harbiye Nezareti tarafından 22 Temmuz 1916’da verilen cevapta; mezarın yerinde olduğu, diğer mezarlarla birlikte muhafazalarına itina gösterildiği bildirilmişti[2].


 


 


 


 


 


 


 


Hatta mezarına dikilen haçın üzerindeki bir levhaya yazılan yazının bir kopyası da gönderilmişti. Bu levhada;


“Yarbay C. H. M. Doughty-Wylie; V.C,   C.B,   C.M.G


Bu siperlere yapılan başarılı bir saldırıya liderlik ederken burada kahramanca can vermiştir” yazıyordu[3].


 


 



 


 


1. Dünya Savaşı’nın sona ererek mütareke yapılması üzerine, İstanbul’a gelen İngiliz görevliler arasında Lilian Doughty-Wylie de vardı. İngiliz ordusunun mezarlıklar düzenleme birliğinde kendisine bir memurluk bulmuştu[4].


 



 


 


 Ocak 1919 ile Aralık 1920 arasında bu birimde çalışırken eşinin defnedildiği yeri müstakil bir kabir haline getirebilmek için büyük gayret gösterdi.


Osmanlı Hükümeti nezdinde teşebbüste bulunan Lilian Doughty-Wylie, eşinin mezarının bulunduğu yerde 25X50 metre ebadındaki arsayı satın almak istemiş, bu hususta 19 Ocak 1919’da başlayan yazışmalar 27 Mayıs 1920’ye kadar devam etmiştir. Mezar yerinin satın alınması talebi her ne kadar Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’nca uygun görülmeyerek[5] olumsuz görüş bildirilmişse de talep edilen arsanın padişah tarafından şifahî emirle Bayan Doughty-Wylie’ye verildiği, İngiliz Fevkalade Komiserliği vasıtasıyla bildirilmişti[6].


 



 


 


 


Mezarın yerinin Bayan Doughty-Wylie’ye verildiğini açıkça gösteren belgelere rağmen bu durumun resmiyet kazanmadığı veya şifahî verilmiş padişah emrinin bir şekilde yerine getirilmediği Temmuz 1924’te aynı mezar yerinin yeniden talep edilmesinden anlaşılmaktadır.


Lilian Doughty-Wylie, bu kez yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na müracaat ederek; “Seddülbahir’de Eski Kale’de defnedilmiş olan eşinin mezarının dört tarafından onar metrelik yerin kendisine verilmesini talep etmiş, bu yere karşılık istenen parayı vermeye hazır olduğunu, eğer hükümet para almak istemezse aynı miktar parayı Türkiye’deki bir hayır kurumuna verebileceğini” beyan etmiştir[7].


Bakanlığın 27 Temmuz 1924 tarihli cevabında; emsal teşkil etmemesi için mezar yerinin verilmesine müsaade olunamayacağına dair Genelkurmay Başkanlığı’nca görüş bildirilmiş olduğundan, isteğinin yerine getirilemeyeceği Bayan Doughty-Wylie’ye bildirilmiştir[8].


Lilian Doughty-Wylie, eşinin Seddülbahir’de bulunan kabrinin bulunduğu arsayı almak için elinden geleni yapmış, büyük gayret göstermiş ama buna muvaffak olamamıştır. Buna rağmen İngiltere’ye dönmemiş, belki de eşinin mezarına yakın olmak için İstanbul’da kalmış; 1927 yılına kadar Pendik’te Kızılhaç tarafından kurulan ve fakir Müslüman ahaliye hizmet veren bir dispanserin idarecisi olarak çalışmıştır[9].


 


 


 


 


Bu çalışma NTV Tarih Dergisi’nin Nisan 2009 sayısında yayınlanmış, yazarından ve dergi editörü Gürsel Göncü’den alınan izinle siteye konulmuştur. Kendilerine ayrıca teşekkür ederim. (T.Y.)

 


 









[1] Nigel Steel-Peter Hart, Gelibolu Yenilginin Destanı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997, s. 84.



[2] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), HR.SYS, 2421/81_1.



[3] BOA, HR.SYS, 2421/81_2.



[4] BOA, HR.SYS, 2634/5_8.



[5] BOA, HR.SYS, 2634/5_12.



[6] BOA, HR.SYS, 2634/5_14.



[7] BOA, HR.İM, 109/64_2.



[8] BOA, HR.İM, 109/64_5.



[9] BOA, HR.İM, 188/57.

30.505 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir